1. Terfi
Arabamı dolduran Loreen’in Tattoo isimli şarkısına eşlik ediyordum. Son zamanlarda çok enerjiktim. Bu nedenle avazım çıktığı kadar şarkı söylemekten çekinmiyordum. Aslında bunun sebebi, bir süredir beklediğim terfiyle ilgiliydi. Nihayet bugün terfi etmiştim. Bu yüzden bulutların üzerinde uçuyordum. Mutluluk iliklerime işlemiş gibiydi. Bunun gerçek olduğuna hâlâ inanamıyordum. Tanrım! Gerçek miydi bu?
Ben rekabetin çok yoğun olduğu bir departmanda çalışıyordum. Onca rakibim varken, kendi birimimin sorumlu yöneticisi olmuştum.
Dile kolay, tam altı yıldır böyle bir terfi alabilmek için emek veriyordum. İşimde başarılı olduğum için bunu hak ettiğimi biliyordum. Çalışkan biri olduğum için mütevazilik yapamayacaktım. O kadar çok çalışmış, o kadar çok emek vermiştim ki kesinlikle uysal biri gibi geri çekilip tebrikleri sessizce kabul edemezdim. Bunun kesinlikle kutlanması gerekiyordu.
Ben harika biriydim. Muhteşemdim. Her şeyin en iyisini hak ediyordum.
Aklımdan planlar yapmaya başlamıştım bile. Birkaç sinir bozucu rakibimi, -özellikle de bazılarını- şeref konuğu olarak davet etmek planlarım arasındaydı. Eğer onlar çok daha önceleri yolumdan çekilseydi, bu terfi uzun zaman önce benim olacaktı. Terfiyle aramda bir engel olmalarından hep rahatsızdım. Fakat artık hiçbiri bir sorun değildi ve olmayacaktı da. Bunu sağlamak için her şeyi yapabilirdim. Özellikle de uzun bir süredir hayalini kurduğum terfiye kavuştuktan sonra.
Loreen’in sesine coşkuyla eşlik ederken, acaba karaoke kafe de mi yapsam kutlamayı diye düşünmedim değil. Detone sesleriyle rakiplerimin rezil olduğunu görmek ayrı bir keyif olurdu doğrusu.
Haklısın bebeğim, dedim kendi kendime. Şarkının sözleri şu an benim için bir anlam ifade etmiyordu. Ancak İngilizce anlamı kalp kırıcı bir aşk hikayesini anlatıyor gibiydi. Severken ayrılan iki sevgiliden bahsettiğini bile düşündüm. Tam olarak çevirmem gerekirse şöyleydi:
Gitmek istemiyorum,
Ama bebeğim, ikimiz de farkındayız.
Bu bizim zamanımız değil,
Elveda deme vakti...
Sesim fena sayılmazdı. Şarkının tam da vedalarla ilgili kısımlarında, Loreen’e “Elveda.” demiştim. Aslında acıklı bir şarkıydı. Fakat başka bir dil olduğu için anlamaya çalışmadığınızda eğlenceliydi. Ben de anlamaya çalışmadığım için şarkıyı keyifle söylemiştim. Ancak birazdan yolculuğum sona erecekti.
Loreen son sözlerini söylerken ona kısık sesle eşlik ediyordum. Loreen “Tekrar buluşuncaya kadar…” derken, ben de şarkıyı usulca kapatmıştım. Artık eve geldiğim için daha sakin olmaya çalışıyordum. Bu yüzden kutlama ile alakalı fikirlerimi kendime saklamıştım.
Arabayı park edip eve girdim. Etraf sessizdi. Babam henüz gelmiş olamazdı. Bunu biliyordum. Çünkü bugünkü programından haberdardım. O yüzden babamı es geçip annemin burada olup olmadığını merak ettim.
“Anne.” diye seslendim. Bir cevap alamayınca biraz sesimi yükselttim. “En sevdiğin kızın geldi, hu hu…”
Annemin de babamın da en sevdiği çocuğuydum. Çünkü benden başka çocukları yoktu. Ailemin tek çocuğu olduğum için el üstünde tutuluyordum. Bu yüzden her şeyin en iyisini hak ettiğime inanıyordum. Ailemin prensesi olarak büyüdükten sonra kimsenin beni küçük görmesine, hakaret etmesine veya aşağılamasına izin verecek kadar ezik biri olamazdım. Ben bir prensestim, işte o kadar.
Evimizin deniz kıyısına bakan mutfağına gittim. Nimet Abla elindeki işi bırakmış, bana karşı geliyordu. O, evimizde yatılı kalan yardımcımızdı. Neredeyse elinde büyüdüm sayılır. Buna rağmen aradaki mesafeyi her zaman korur ve saygılı davranırdı.
“Hoş geldiniz Didem Hanım.” dedi.
Annemin yokluğunu fırsat bilerek Nimet Abla’nın yaptığı yaprak sarmalara dadandım. Mutfak konusunda Nimet Abla bir efsaneydi. Annem fena sayılmazdı. Bense kesinlikle berbattım. Ben mutfağa girmezdim. Yemekler daima benim için hazır olurdu. O yüzden mutfak üzerine konuşmak pek tercih ettiğim bir konu değildir.
Birkaç yaprak sarma daha aşırdım. Bu sırada Nimet Abla’ya terfi ettiğim haberini verdim. Annemle babamı henüz göremediğim için bu haberi ilk kez ona söylemiştim. Nimet Abla çok sevinmişti. Bunu gözlerinde görebiliyordum. Annemle babama söylediğimde bunun çok daha fazlasını onlarda göreceğimden emindim. Tek evlatları söz konusu olduğunda, gözleri her zaman ışıltıyla parlardı. Bu da beni fazlasıyla memnun ederdi. Çünkü onların gurur duyduklarını bilirdim.
Kutlamayla alakalı henüz konuşmak istemiyordum. Detaylara tam olarak karar vermemiştim. Bunu evde kutlamak gibi bir düşüncem yoktu. Bu çok fazla hazırlık ve çok fazla stres demekti. Hem ailemi de, Nimet Abla’yı da, yardıma gelecek diğer çalışanları da yormak istemiyordum. O yüzden iyi bir mekân bulmalıydım.
Aklımda bu düşünceler dolanırken annemle konuşmam gerektiğini fark ettim. O her zaman vakfın işleriyle ilgilendiği için organizasyon konularında benden çok daha iyiydi. Çalıştığı vakıftaki organizasyonlar, toplantılar ve diğer pek çok şey annemin kontrolünden geçerdi. Başarıları onu vakfın yönetim kurulu üyeliğine kadar yükseltmişti. Bu yüzden kesinlikle organizasyonlarla ilgili konularda anneme danışmak en iyisiydi.
Nimet Abla annemin bir saat önce geldiğini söylemişti. Muhtemelen şimdi çalışma odasındaydı. Vakıftan gelince işlerini tekrar gözden geçirmek gibi bir huyu vardı. Her zaman mükemmeliyetçiydi. Bu yüzden her şeyi kusursuz yapmaya çalışırdı. Belki de bu yüzdendir bilmiyorum, işinde çok başarılıydı. Hatta birkaç dosya ile gelmiş bile olabilir. Eminim şu an bugünün işlerini bitirmiş, yarınınkilere de bakıyordur.
Nimet Abla’ya “Kolay gelsin.” deyip mutfaktan çıktım. Annemin yanına koşa koşa gitmek istesem de biraz daha çalışması için onu rahat bıraktım. Salona geçtim ve televizyonu açtım. Sonra da ekonomiyle alakalı yayın yapan kanalları hızlıca gezindim. İlgimi çeken hiçbir şey yoktu. Nihayet aradığımı yerel bir kanalda buldum.
Babam bugün ekonomist olarak konuşması için bir TV programına davet edilmişti. Şimdi canlı yayındaydı ve yayın bir süre daha devam edecekti. Program bitince de babamın gelmesi en az yarım saat sürerdi. Büyük ihtimalle bu gece babamı göremeyecektim.
Babam ekonominin gidişatıyla alakalı düşüncelerini paylaşırken, bu sabah konuşmalarına nasıl hazırlandığını hatırladım. Gayet güzel konuşuyordu. Canlı yayında olmasına rağmen çok rahattı. Bir kere bile kekelememişti. Konuşması sıkıcı ekonomi konuşmalarından değildi. Aksine bu konuşma beni içine çekmişti. Belki ben de ekonomiyle ilgili bir alanda çalıştığım içindir, bilemiyorum. Konuşmayı dinleyesim gelmişti.
Bir süre daha televizyona baktım. Ben babamı izlerken, annem yanıma geldi. Spiker nihayet “Programımıza katıldığınız için teşekkür ederiz Turan Bey.” deyince sesini kıstım. Yayın bitmeden önce ekranda konuk olarak babamın adı göründü. Turan Kaya ismine son kez bakıp anneme döndüm.
Annem babamı televizyonda gördüğü için herhangi bir şey sormadı. Nimet Abla’yla konuşmuş olacak ki “Bugün neler yapmış benim güzel kızım?” deyiverdi. Bunu benden duymak istediğini biliyordum. Kendisi biliyorsa da söylemezdi.
Lafı gevelemeden “Terfi ettim.” dedim. Ona çalıştığım şirketin muhasebe bölümünden artık benim sorumlu olduğumu söyledim. Bazı rakiplerimle ara sıra yaşadığımız sürtüşmeleri biliyordu. Annem bu konuda biraz endişeliydi. O yüzden bunlara tekrar değinmek istemedim.
Sonunda annemle kutlamayla ilgili konuşabilmiştim. “Nerede yapsam acaba kutlamayı?” diye sordum. Annem de işi uzmanına bırak der gibiydi. Tek söylediği “Ben hallederim.” oldu.
Bunun doğru bir karar olduğunu biliyordum. Yüzündeki gülümsemeden, gözlerindeki ışıltıdan ve sesindeki sıcaklıktan ne kadar mutlu olduğunu görebiliyordum. Tek çocuğunun başarısıyla gurur duyuyordu. Bunu sadece kutlamak değil, aynı zamanda planlamak da istiyordu. Bu işi kesinlikle anneme bırakacaktım. O, bu konuda bir uzmandı. Her şeyi defalarca kontrol eder ve bir sorun olmadığından emin olurdu. Mükemmeliyetçi karakterinden dolayı ona güveniyordum.
Hazırlıkların nasıl yapılacağıyla alakalı birkaç fikri olduğunu söyledi. Sonra da laf arasında öylesine bir şeyden bahsediyormuş gibi “Ali’yi davet edecek misin?” diye sordu. Ben “Hangi Ali?” diye sorma gafletinde bulundum. Biraz düşününce bahsettiği kişinin eski sevgilim olduğunu anladım. Suratımı asarak “O iş aylar önce bitti anne.” dedim. Çünkü biz birbirimize göre değildik ve pek anlaşamadığımız için de ayrılmıştık.
Eski sevgililerimden konu açmamasını umdum. Annem beklediğimden daha nazik bir şekilde “Davet edeceğin özel bir arkadaşın var mı?” diye sordu bu sefer. Bu “özel arkadaş”ın, uzun saçlı bir kız arkadaş olmadığına emindim. Annem normal arkadaşlarımı ya da sorun yaşadığım rakiplerimi sormuyordu. Bahsettiği şeyin bir “sevgili” olmadığına da emindim. Çünkü bir sevgilim olsaydı bunu annem bilirdi. Böyle bir şeyi ondan saklamazdım. O yüzden “özel bir arkadaş” ile kastettiği şey, sevgililiğe doğru giden bir ilişkim olup olmadığıydı.
Bir an için terfi ettikten sonraki tüm mutluluğun uçup gittiğini hissettim. Başımı sallayarak “Yok.” dedim. “Hayatımda kimse yok anne. Bunu biliyorsun. Olsaydı söylerdim.”
Bir konuda hata mı yapmıştım, emin değildim. Ancak annem biraz tereddütlü görünüyordu. Sonra ağzındaki baklayı nihayet çıkardı. “Uzun zamandır kimseden bahsetmiyorsun. Belki biriyle görüşüyorsundur diye düşümdüm.” dedi.
Bu açıklama ile neye uğradığımı şaşırdım. Burun kemerimi sıkarken gözlerimi kapattım. “Ben ne zaman sevgililerimi sizden sakladım anne. Aşk olsun.” dedim.
Annem bir pot kırdığını mı düşündü, yoksa bazı yanlış anlaşılmaları mı ortadan kaldırmak istedi bilemiyorum. Ancak bu soruyu sorarak hayatımda kesin bir şekilde kimsenin olmadığını öğrenmiş oldu. Alttan alarak ortamı yumuşatmaya çalıştı. “Sadece hazırlıklara başlamadan önce bir şeylerden emin olmalıydım. Ona göre daha dikkatli olabilirim.” dedi.
Çok mu saftım, yoksa annem nazik bir şekilde konuştuğu için hiçbir şeyden kuşku duymamayı mı seçmiştim? Daha fazla üzerinde düşünmesem de durum biraz garip gelmişti. Sadece bir kutlama yemeği olacaktı. Sanki birinin nişanına ya da düğününe giderken, yanınızda partneriniz olması gerekiyormuş gibi bir konuşma yapmıştık. Bu tuhaftı.
Her şeyi kurcalayan ve durduk yere olay çıkaran biri olmak istemiyordum. Uçan kuştan nem kapan pimpirikli insanlar için söylenen bir deyim vardı. Nasıldı o söz? Her öküzün altında buzağı arayan biri olmakla ilgiliydi bu. Annemi ne için suçlayacaktım? Her şey çok saçma, ama tuhaf bir şekilde gerilmiştim işte.
Konuşmamızı işler garipleşmeden bitirdik. Annem bana “İyi geceler.” demeden önce, “Aklın kalmasın, her şeyle bizzat kendim ilgileneceğim. Hepsi şahane olacak.” dedi.
Ona yardımları için teşekkür ettim. “İyi geceler.” deyip salondan ayrıldım. Odama geldiğimde kapıyı kapatarak arkama yaslandım. Annemi en son ne zaman böyle gördüğümü hatırlamaya çalışıyordum. Birkaç ay önce doğum günümde de böyle tuhaf davrandığını anımsamıştım. Otuzuncu doğum günümü kutlamak yeterince kötü değilmiş gibi, bir de annemin haline canım sıkılmıştı. Onun canını sıkan neydi bilmiyorum, fakat benim canımı sıkan şey yirmilerden sonra doğum günü kutlamanın o kadar da eğlenceli olmamasıydı. Çünkü her gün biraz daha yaşlandığımı hissediyordum.
Belki de annemle tekrar konuşmalıydım. Yaşlanmakla ilgili kaygılarım vardı. Orta yaş bunalımına bile girebilirdim. Bu konuda bir büyükten destek almak fena bir fikirmiş gibi görünmüyordu.
Aşağı indiğimde annemi salonda bulamadım. Çalışma odasında da yoktu. Çalışmaya olan tutkusundan dolayı yatak odasında olacağını sanmıyordum. Tekrar odama dönerken havalanan perde aradığım cevap oldu. Annem terastaydı.
Hemen yanına gidecektim ki telefonda konuştuğunu fark ettim. Çok emin değildim, ama sanırım Müjgan Teyze’ydi. O annemin en yakın arkadaşı ve biricik dostuydu. Annem sanki bir şeylerden dert yakınıyordu. Vakıfta annemi yine neyle bunalttılar diye düşündüm.
Müjgan Teyze’nin sesini tam olarak duyamıyordum. Ancak heyecanlı heyecanlı “Nevra, görmen lazım.” dediğini anlayabilmiştim. Sadece kulak misafiri olsam çok mu ayıp olurdu? Her zaman yaptığım bir şey değildi, ama bazen annemin konuşmalarını merak ederdim. Bu yüzden terasa çıkmak yerine perdenin arkasından dinlemeye koyuldum.
Çok bir şey anlamasam da bir adamdan bahsettiklerini tahmin ediyordum. Bulunduğum yerden Müjgan Teyze’yi duymak biraz daha kolaylaşmıştı. Çünkü annem farkında olmadan yakınıma gelmişti. Yakalanmak üzere olan küçük bir çocuk gibiydim. Gizli gizli annemi dinliyordum.
Annem “Kim bu adam? Nerede yaşar, ne iş yapar?” diye sordu. Ben de merakla annem yine kimin hayatını eşeliyor diye düşündüm. Fakat sonra annem “Bütün hayatını, gelmişini geçmişini, her şeyini bilmek istiyorum.” deyince talihsiz adam için üzülmüştüm. Anlaşılan birileri annemin canını fena sıkmıştı. Eğer konu vakıfla ilgiliyse annem bu işin peşini bırakmazdı. Bana da eğlence çıkmıştı doğrusu. Birilerinin kıvrandığını görmek keyifli olacaktı. Bunu hak ettikleri sürece sorun yoktu. Eğer bir hatası varsa benim canım anneciğim onu bir güzel süründürürdü.
Konuşma biraz ilerleyince talihsiz adama olan üzüntüm yerini acımaya bıraktı. Fakat bir sorun vardı. Adamın kusursuz biri olduğundan söz edip duruyorlardı. Ancak kusurlarından bahsedilen kişi bendim. Neler oluyordu? Annem arkamdan ne işler çeviriyordu?
Annem sonunda bir şeyler aklına yatmış gibi “Tamam ben hallederim.” dedi. Başını salladığında hafif bir esinti saçlarını dalgalandırmıştı. Hâlâ çok güzel bir kadındı. Güzelliğinin bir zamanlar İzmir’i kasıp kavurduğuna emindim.
“Didem terfi etti. Bir kutlama yapacağız. Belki Alpay da gelir.”
Annem, Müjgan Teyze’yle ne konuşuyordu da kutlamaya birini davet edeceklerdi ki? Bu benim kutlamamdı. Sadece en sevdiğim arkadaşlarım ve yüzünde yenilgiyi görmek istediğim rakiplerim olacaktı. Tanımadığım birinin benim kutlamamda ne işi vardı ki? Acaba birini çalıştığım şirkette işe almak konusunda yardım mı isteyeceklerdi?
Konuşmalar anlamlandıramadığım noktalara doğru gidiyordu. An itibariyle düşüncem çürütülmüştü. Çünkü annem bu adamla ilgili konuşurken, “Alpay uçak mühendisi miydi?” demişti. Müjgan Teyze yine bir şeyler söylemiş ve annem de “Kaç yaşındaydı?” diye sormuştu.
Konuşmanın devamından bahsettikleri kişinin otuz üç yaşında bir uçak mühendisi olduğunu anlamıştım. Bir uçak mühendisinin çalıştığım şirketle bir ilgisinin olamayacağını biliyordum. Çünkü çalıştığım şirket havacılık sektöründe değil, finans sektöründe hizmet veriyordu. O yüzden bu resme uymayan şeyler vardı.
Annem düşünceli düşünceli kaşlarını çattı. “Bilmem. Didem beğenir mi ki bu adamı?” deyiverdi. İşte o anda jeton düştü. Geceleri karanlığı aydınlatan şimşeklerin çakması gibi her şey aydınlığa kavuştu. Annem bana birini ayarlamaya çalışıyordu. Demek ki bu yüzden özel birini davet edecek misin diye sormuştu. Eğer biri olsaydı, Müjgan Teyze ile bu konuşmayı yapmazdı. Şimdi kendisi bu işe el atmıştı. Mükemmeliyetçi kişiliği de en uygun adayı seçmek için devredeydi.
Başımı sallayarak düşünceleri kovmaya çalıştım. Sonra da annemin konuşmasını dinlemeye koyuldum. Biraz uzaklaşmıştı. Bu yüzden sadece annemi duyabiliyordum.
“Tamam. Kutlama da tanışsınlar. Hoşlanır gibi olurlarsa bir akşam yemeğine çıkarlar.”
…
“Evet, ben de onu diyorum. Kesinlikle akşam yemeği daha iyi olurdu.”
…
“Bizim zamanımızda böyle miydi? Muhallebiciden çıkmazdık vallahi.”
…
“Sorma ya. Ben de ondan çekiniyorum. Şimdi bir de çıkıp demez mi? Bu devirde görücü usulü bir randevu mu kaldı anne diye.”
…
“Hayır, olmaz. Ben kızımı bir prenses gibi büyüttüm. Ne idüğü belirsiz bir serseri ile evlenmesine asla müsaade etmem. Didem akıllı bir kız. Ne yapacağını bilir.”
…
“Tamam canım. Ben de pat diye evlensinler demedim. Bir görüşsünler. Beğenmezlerse bir daha görüşmezler zaten.”
…
“Hım. Tamam, ben kızımla konuşurum.”
…
“Ya da konuşmam. Kutlamada tanışırlar. Birbirleri için ne düşündüklerini öğrenir, ona göre hareket ederiz. Akşam yemeği için sahildeki restorandan yer ayırtabilirim aslında.”
…
“Tamam. Bunu da sonra düşünürüz.”
…
“Sana da iyi geceler. Sonra görüşürüz Müjgan.”
Annem telefonu kapattı. Sağa sola bakındı. Bir araba sesi duyduğumu sandım. Galiba babam gelmişti. Çünkü annemin “Turan.” diye fısıldadığını işitmiştim. Perdenin arkasına saklandığımı fark etmeyen annem yanımdan geçip gitti. Tamamen yalnız kalınca terasa çıktım. Esinti saçlarımı dalgalandırırken, dünya yüzüme bir gerçeği tokat gibi yapıştırmıştı.
Artık otuz yaşındaydım. Bir işim vardı, çok sıkı bir şekilde çalışıyordum. Fakat er ya da geç insanlar bir yuva kurmanızı beklerdi. Sanırım ben de artık o sınırdaydım. Çünkü kadınların biyolojik bir saati vardı. Vakti geçince bir daha çocuk sahibi olamaz ve bebek yapamazlardı. Sanırım annem bu gerçeği benden daha önce fark etmişti ki biyolojik saatim dolmadan önce evlenmemi ve çocuk sahibi olmamı istiyordu. O iş bana kalsaydı, daha çok sürüncemede kalırdı.
Terastan aşağı baktığımda annemle babamın sarıldıklarını fark ettim. Aşkından ölüp bittiğim bir kocam olacağını sanmıyordum. Kocamın da aşkımdan ölmesini beklemiyordum. Tanımadığım biriyle görücü usulü bir randevuya nasıl çıkacaktım, bilmiyordum. Ancak anneme sert çıkarak onu kırmak da istemiyordum.
Biraz Didem Kaya usulü olacaktı, ama bu işin altından kalkacaktım. Hafif kanlı, biraz gözyaşı, az bir şey dehşet, biraz da vahşet olsa yeterdi. Kaya gibi sert olmama gerek yoktu. Alpay Bey’in canını yakmadan bu işten sıyrılacaktım. Elimi kana bulamadan, kirli işlere karışmadan, bunu kibar yoldan halledecektim. Ben bir cani değildim. Bunu halledebilirdim.
Annemle babam eve girerken gülüşmelerini duyuyordum. Kimsenin dikkatini çekmeden odama gittim. Sessizce “Alpay.” dedim. Kim olduğunu öğrenmek için telefonumu kurcaladım. Ancak soyadını bilmediğim bir adamı nasıl araştıracaktım ki?
Annemin sosyal medya hesaplarında onu bulamayacağımı biliyordum. Çünkü adını bile yeni öğrenmişti ve kim olduğunu sormuştu. Müjgan Teyze’nin hesaplarında da Alpay diye biri yoktu. Boşa kürek çekiyordum. O yüzden daha fazla Alpay efendi ile uğraşmak yerine kutlama hakkında plan yapmaya karar verdim. Rakiplerime yapacağım psikolojik baskıları düşünerek yatağa girdim.
Gecenin ilerleyen saatlerinde planlarımdan memnun kalmıştım. Rüyalarımda bile rakiplerimin yüzündeki hezimeti görebiliyordum. Bu beni tatmin ederken, kötü cadı gülüşüyle kahkaha atıyordum. Sonra Alpay ortaya çıkıyor ve ne kadar kalpsiz, gıcık ve sinir bozucu olduğumu söylüyordu.
Uyandığım zaman Alpay efendiden nasıl kurtulacağımı bulmuştum. Aynen rüyalarımdaki gibi bencil ve mağrur olacaktım. Böylece bu adam da ilk görüşte arkasına bile bakmadan kaçacaktı. Ben de görücü usulü tanışma saçmalığından ve bir yabancı ile -özellikle de annemin ayarladığı- bir randevuya çıkma derdinden kurtulacaktım. Bunun verdiği güvenle huzurlu bir uykuya daldım.