ANNE!

2796 Words
Yağız'dan... 'Sana asla baba demeyeceğim, asla!' kelimesi beynimde yankılanırken, akan yaşlara engel olamıyordum. Göktuğ; beni öğrendiği ilk günden reddetmişti daha. O kadar çok baba demişti ki, beni hemen kabullenir diye düşünmüştüm. Ama o değil kabullenmek, yüzümü dahi görmek istemedi. Arabaya bindiğimde ağlamam daha da şiddetlendi. Lan çocuk 'Sana asla baba demeyeceğim!' dedi lan! Ben ağzından bir kere bile 'baba' kelimesini duymak için dünyaları verecekken, o beni tokat manyağı yaptı. Ee ektiğini biçiyorsun Yağız efendi! Ne bekliyordum acaba? Hemen kucak açmasını mı? Ama bu kadarını da beklemiyordum... Telefonun çalmasıyla birlikte burnumu çekip, kendime çeki düzen vererek açtım. "Ne var Bekir?" "A-abi... Sen ağlıyor musun?" "He ağlıyorum a.ına koyayım! Ne yapacaksın, gelip yaşlarımı mı sileceksin?" diye bağırdım. "Niye kızıyorsun abi? Bir şey demek için aramıştım." "O zaman lafı ağzında gevelemeden söyle!" Derin nefes çekti içine. "Orhan Bey'in planları büyük abi. Doğa yengeyi sahiden istiyor adam. Hatta boşanabilmeniz için tüm yardımı yapmaya da hazır. Zaten siz boşandıktan sonra da, evlenme teklifi etmek istiyormuş." demesiyle direksiyonu sıktım. "S.kerim lan onun evlilik planlarını! Evli kadına göz koymaya utanmıyor mu lan bu herif? Yakın takibe al Bekir. En ufak bir olumsuz hareketinde yakalayın ve depoya götürün. Gözünün yaşına bakmayın!" der demez telefonu yan koltuğa fırlattım. Benim derdim bir değil ki! Doğa ile ayrı uğraş, Göktuğ ile ayrı uğraş, Orhan ile ayrı uğraş... Ama ben de Orhan'ın yedi ceddini kazığa oturtmazsam... Direksiyonu direk eve sürdüm. Öfkeyle kilidi çevirip içeri girdiğimde bana doğru koşan Duru'yu kucağıma aldım. "Nerdesin baba? Ben seni çok özledim." Bir tarafta layıkıyla babalık yaptığım kız çocuğu, diğer tarafta ise kimsesizliğe terk ettiğim erkek çocuğu... İki kardeş birbirinden habersiz şekilde büyümüştü. "Nerdesin hayatım? Kaç kere aradım seni?" "Açmıyorsam açmak istemiyorumdur Dilan! Sana defalarca kez söyledim dimi? Açmak istesem açarım dedim dimi?" diye söylenirken, telefonum çaldı. Ekrana bakmamla kalbim heyecan içinde atmaya başladı. Doğa arıyordu. Ortamdan ayrılarak koşar adımlarla yukarı çıktım ve odaya girdim. Balkona çıkarak boğazımı temizledim. "Efendim Doğa?" diyerek açtım. Sözde mesafeli olacaktım ama hâlâ eriyorum kadına... "Göktuğ yıkıldı Yağız. Sen gittiğinden beri ağlıyor. Ne yapacağımı şaşırdım... 'Babam beni sevmiyor, benden nefret ediyor.' diyip diyip duruyor. Aklımı yitirme noktasına geldim." Sesi ağlamaklı geliyordu. "Şimdi napıyor?" "Zorla da olsa uyuttum. Okula da yollamadım bugün onu. Ne yapacağım Yağız? Nasıl toplayacağım ben bu çocuğu?" "Ee sen bu akşam bize görüşme ayarlayabilir misin? Şöyle erkek erkeğe konuşalım onunla." "Bilmem ki... Ne tepkisi verir kestiremiyorum Yağız." "Sen ayarla, gerisi ben de. Hoşlandığı bir şey var mı özel olarak?" "Bu aralar futbolculara takmış kafayı. Arda Güler, Barış Alper falan." "Tamam, o iş bende." diyerek telefonu kapattım. Hazırlıkları yapmak için arkamı döndüğümde Dilan'ın duvara yaslı şekilde bana hayal kırıklığıyla baktığını gördüm. "Haklıymışsın... İsteyince açılıyormuş o telefon demek ki." diyerek odaya geri döndüğünde peşinden gidip kolundan tuttum. "Dilan yapma böyle!" "Ne yapma Yağız? Sen hâlâ o kadına aşıksın, bunu görebiliyorum." "Hayır! Ben seni seviyorum, hepte seni sevdim biliyorsun Dilan." "O zaman niye aylardır bana karşı soğuksun?" Kolundan tutup yatağın üstüne oturttum. "Şimdi sana bir şey diyeceğim ama kesinlikle aramızda kalacak." dememle heyecandan inip kalkan göğüs kafesi dikkatimi çekti. Kafasını sallayarak dediklerimi onayladı. "Ben Doğa'dan ayrıldığım zamanlarda hamileymiş... O gün geldiğinde gördüğün o çocuk, Göktuğ... Göktuğ benim oğlum..." dememle gözlerine yansıttığı hüznü kalbimle yakalayabildim. Elaları doldu ve buruk tebessümle gülümsedi. "Hayırlı olsun... Sonunda babanın istediği olmuş, varisin doğmuş Yağız bey!" "Yapma böyle Dilan! Duru'yu ne kadar çok sevdiğimi biliyorsun." "İzninle, bir kaç işim vardı benim." diyerek kalkıp gitti. Şimdilik üstüne gitmemeyi tercih ediyordum. Bekir'i arayarak, iki forma sipariş ettirdim. Çocuk parkına gidip, oğlumla biraz vakit geçirmek istiyordum. Tesadüfmüş gibi davranacaktık, böyle anlaşmıştık. Akşam 7 gibi evden çıkıp, konuma geçtim. Bir köşeye saklanarak gelmelerini bekliyordum ve manzaramı aydınlatan kadınla nutkum tutuldu. İçimden kendime küfür ediyordum çünkü ne yapmış olursa olsun, kalbime söz geçiremiyordum. Poşetler elimde, onlara doğru yürüdüm. "Anne burası çok güzelmiş." diyen oğlumun neşesi sesine yansımıştı. Bilerek yanlarında yürümeye başladım. İkimizde Göktuğ'un farketmesini bekliyorduk. "Aa anne! Yağız abi de buradaymış." demesiyle planımız devreye girdi. Gerçekleri bildiği hâlde bana abi demesi çok pis ağrıma gidiyordu ama şimdilik idare etmem lazımdı. "Aa naber yakışıklı?" diyerek kafasını okşadım. "Çek elini! Ben köpek değilim, niye başımı okşuyorsun?" demesiyle şaşkınlıkla geri çekildim. "Anne, bana köpek gibi davranıyor bu abi. Git burdan! Seni görmek istemiyorum. Gözlerim seni görmek istemediğini söyledi bugün bana." Yürüyerek sohbet, pardon hakaret işitiyorduk. Yemin ediyorum ki çocuğu kendisi gibi yetiştirmiş. Yemin ediyorum ki çocuğu kendisine benzetmiş! "Bak sen... İnsan babasını görmek istemez mi?" dediğimiz de bir banka oturmuştuk. "Bir babam olsaydı görmek isterdim!" dediğinde kalbim parçalarına ayrıldı. "Sana aldım bugün!" diyerek, ortamı yumuşatmak adına elimdeki poşeti eline verdim. "Bu ne?" Çocuk işte... Ne olursa olsun merak ediyor. "Açta kendin gör." Annesine bakarak onay almayı bekledi. Doğa gözlerini yumduğunda heyecanla açtı paketi. "Aa bunlar forma! Hem de Arda Güler ve Barış'ın forması. İmzalılar anne! Anne, babam bana neler almış baksana!" dediğinde dünya durdu. Dünya durdu ve ben yerimde öylece kalakaldım. Bu an hiç bitmesin istedim. Bana ilk kez baba demişti. Anlamadan söylediğinin farkındaydım ama yine de gururum okşanmıştı. Boynuma atladığında bu akşam ki ikinci mutluluk dozumu da aldım. "Teşekkür ederim Yağız abi." demesiyle tüm hevesim kursağımda kaldı. Benden ayrılıp, formaları Doğa'ya gösterdi. "Anne bak burda kimin forması var?" dediğinde kaşlarımı çattım. Doğa ise gözümün içine bakıp, sahte bir gülümseme bıraktı dudaklarında. "Ya evet oğlum... Senin istediğin formalar dimi bunlar?" "Evet anne ama ben bunu sana hediye etmek istiyorum." demesiyle iyice gerildim. "Yok oğlum, bu bana olmaz annecim." "Olsun anne, sen Barış abiyi çok seviyorsun ya, baksana kendisi imzalamış." Sinir tüm bedenimi ele geçirirken, elimi kolumu nereye koyacağımı şaşırdım. Demek Barış'ı beğeniyorsun ha? "O da nerden çıktı Göktuğ?" "Geçenlerde maç izlerken duydum seni anne. 'Yürü be Rize'nin yakışıklısı!' diye bağırıyordun. Hatta maçları da onun için, Eren abi için izlediğini biliyorum." "Sus Göktuğ! Sen yanlış duymuşsun oğlum." "Yanlış duymadım anne! Bana telefonunu verir misin anne?" demesiyle ikimizde anlamayarak birbirimize baktık. Göktuğ telefonu alarak bir şeyler karıştırdı ve sonunda da ikimize çevirdi. Ekranda video oynuyordu. Tv'de maç açıktı ve koltukta arkası dönük şekilde oturan Doğa'ydı. "Yürü be Rizeli! Yürü de meydan adam görsün adam! Aha Eren'de çıktı! Allah'ım... Biri sarışın birisi esmer! Hayde aslanlarım benim be! Hadi sarışın bombam! At bir gol, at bir golde sevindir bizleri be! Allah'ım... Barış gibi bir koca amin..." demesiyle video bitti ve tek kelam etmeden yerimden kalkarak az ileri gittim. "Biri sarışın biri esmer demek ha! Vay be! Rizeli demek ha! Rizeli seviyoruz... İyiymiş..." Parmaklarımı saçlarımın arasına geçirdiğimde sinirden deliye dönmek üzereydim. "Sen niye sinirlendin ki Yağız abi? Annemi mi kıskandın sen?" Göktuğ tam arkamdaydı. Bu çocuk niye bu kadar zeki? İyi ki bana çekmemiş diyeceğim ama keşke bazı yerlerde bana çekseydi... "Ne kıskanması oğlum? Sadece hava almak istedim." "Hava almak için evde olman gerekmez mi? Niye açık havada hava alıyorsun abi?" "Göktuğ..." diyerek önünde diz çöküp ellerini tuttum. Doğa ise uzaktan izliyordu bizi. Onunla Rizeli konusunu da konuşacaktık. "Bana abi deme artık. Babanım ben senin oğlum." "Ne farkeder ki? Ben sana kalbim istediği zaman baba demek istiyorum abi." Ellerini ellerimden kurtarıp annesinin yanına koştu. "Anne lütfen hemen eve gidelim! Formalarımı giymek istiyorum anne! Barış abiye fotoğrafımı at anne." "Hay senin Rizeli aşkına... Yürüyün eve ben bırakacağım sizi." "Gerek yok, arabam az ileride." "Ben bırakacağım Doğa. Ne malûm, belki yolu şaşırırda Rize'ye falan gidersin." dememle kıkırdadığını duydum. "Gülme Doğa! Komik değil, gülme!" Arabaya binip yola çıktığımızda Göktuğ eve varana kadar sevincinden havalara uçtu. Ağlamaktan şişen mavi gözlerini biraz da olsa güldürmek beni mutlu etmişti. Ben de peşlerinden eve giderken, Doğa "Sen nereye?" diye sordu. "Oğlumun formalarına bakacağım Doğa." "Gelsin anne!" Sanki aramızdaki buzlar erimeye başlamıştı. Eve girdiğimizde Göktuğ iki formayı da giyerek yanımıza geldi. O kadar mutluydu ki... Çocuğu sevindirmek sahiden de çok basit bir olay. Yaklaşık 1 saat boyunca bana Doğa'nın Barış makalelerini anlatırken, kızmamak için kendimi zor tuttum. Sonunda uykusu gelip uyumaya gidince rahat nefes aldım. Zaten 10 dakika sonra da Doğa geldi. "Sen hâlâ burda mısın Yağız? Yatıya mı geldin? Kalk gitsene be adam..." Ayağa kalkıp üstüne doğru ağır ağır yürümeye başladım. "Rizeli ha! Sarışın bomba... Barış gibi de bir koca öyle mi?" Alayla karışık öfkemi anlamaması mümkün değildi. "Çocuk, biraz abarttı Yağız." diyerek o da geri geri gitmeye başladı. "Kendi kulaklarımla duydum Doğa. Ne abartmasından bahsediyorsun sen?" Sırtı duvara çarpmış ve kaçacak yeri kalmamıştı. İki elimi başının yanlarına sabitleyerek kaçacak yer bırakmadım. "Rizeli sevdiğini bilmiyordum karıcığım..." Kokusu buram buram burnuma vururken, kendimden geçmemek için zor dayanıyordum. "Ben senin karın değilim!" dedi kısık sesle. "Bunu göstermemi ister misin?" dediğimde boynuna doğru yaklaşıp, bir kaç öpücük kondurdum. Geri çekilmiyordu çünkü o da hâlâ seviyordu. "Fikrinde hâlâ aynı mısın güzelim?" "Aynıyım. Ben senin karın değilim." demesiyle bu sefer dudaklarına öpücük kondurmaya başladım. Kuş gibi titriyordu ve aşırı hoşuma gidiyordu. Aptal kadın! Çok farklı konumlarda olabilirdik aptal! En son öpüşüm derinleşince kendimden geçmeye başlamıştım. Yıllar öncesine gittim... O ilk gecemize. Öyle ürkek, öyle utangaçtı ki... Sanki yine karşımda o kadın vardı. Ona bunları yapmama rağmen neden bana hâlâ izin veriyordu? *** Doğa'dan... Bana bunları yapmasına rağmen, ona izin verdiğim için kendimden nefret ediyordum. Şu kalbime söz geçirememek öyle ağrıma gidiyor ki... Dudakları dudaklarımı sömürürken kendimi ilk gecemizde ki gibi hissettim. Ama ne o eski Yağız'dı ne de ben eski Doğa... Kaybolan beynimin yerine gelmesiyle beraber onu kendimden sertçe iterek tokat attım. "Bir daha sakın bunu yapma Yağız!" Öpüşü çok uzun gibi gelse de, toplasan 10 saniye bile yoktu. "Ne o, bana kapılmaktan mı korkuyorsun mavili?" demesiyle gözlerim doldu. İlk tanıştığımız da bana hep 'Mavili' derdi. O zaman en sevdiğim kelime buyken, şimdi ise en nefret ettiğim kelime haline gelmişti. "O küçük kız yok senin karşında Yağız. Unutma; haftaya boşanmamız var ve ben senden boşanacağım!" "Boşandığın gibi Rizeli mi bulacaksın kendine?" demesiyle iğrenerek baktım yüzüne. "Evlenmek gibi bir amacım yok Yağız. Yıllardır tek başıma aslanlar gibi ayaktayım." "Of abi, sen hâlâ gitmedin mi? İki tane forma aldın diye burda mı yatacaksın?" diyen çocuğa döndük ikimizde. Ne ara uyandı bu çocuk? "Gider misin artık? Annemin yarın randevusu var ve uyuması lazım." Randevu mu? Ne saçmalıyor bu çocuk? Ne olduğunu anlamadan, Yağız'ı kolundan tutup kapıya doğru götürdü. "Dur! Ne randevusu var annenin oğlum? Doğa, ne randevusu Doğa?" Öküz gibi adamı dışarı attı ya lan... Bir de üstüne kapıyı da kapattı. Oh valla... Bu çocuk benim yapamadığım her şeyi yapıyor. "Anne hadi yatalım." Yağız pes ederek gitmiş, ben ise Göktuğ'a söylediği yalanın hesabını soracaktım. "Oğlum, neden yalan söylüyorsun?" "Bana kızma anne ama bilerek yaptım. Barış abi konusunu da bilerek yaptım. Seni kıskansın istedim anne. Sen o kadar güzel bir kadınsın ki... Dünyanın en güzel annesi sensin." diyerek bana sarılınca ben de ona sarıldım. Zekasının göz yaşartıcı türden olması gurur kaynağımdı ama ne olursa olsun, yalan söylememeli. "Bir daha yalan söylemek yok ama tamam mı oğlum?" "Yok anne, söz." Göktuğ yatağına geri dönerken, ben de öteki yandan başka daire araştırıyordum. Yağız'ın zırt pırt evime gelmesinden rahatsızlık duyuyordum. Zaten iş yerimi de başka şehire taşımayı düşünüyordum. Ondan uzak bir yer de yaşamıma devam etmek istiyordum. Öyle 6 yıl sonra pat diye karşıma çıkarak her şeyin eski haline döneceğini sanıyorsa yanılıyor. Kendime okkalı bir Türk kahvesi yaparak ayaklarımı uzattım ve dinlenmeye başladım. Düşüncelerimin arasında boğulurken, bir ses duydum. Sanki birisi kapıyı zorluyordu. Yavaşça yerimden kalkıp kapı deliğinden baktım! S.ktir! Maskeli birisi vardı! Ulan bir daha kahve içenin... Ne zaman içsem bir şeyler oluyor. Ne yapacaktım şimdi? Eve hırsız girmeye çalışıyor resmen lan! Korkuyla geri dönerek telefonu alıp polisi aramam lazımdı ama telefon nerdeydi? Gözümün gördüğü ilk yerde aradığım şeyi bularak hemen elime aldım. Allah kahretmesin, şarjı bitmiş! Çekmeceden şarj aletini alarak telefonu taktım ama açılmasını beklemek ölüm gibiydi. "Hadi, hadi açıl!" Ayağımla yere vururken, sonunda açıldı ve tuşlara girdim. Tam yazıyordum ki kilit açıldı ve telefon elimden kayarak yere düştü. Maskeli adamla bakışırken korkudan titremeye başladım. Nefesim daraldıkça daraldı ve hırsız üzerime doğru yürümeye başladı. "Uzak dur benden! Ne istersen veririm ama uzak dur! Para mı istiyorsun, yerini göstereyim ama lütfen git!" "Para istediğimi kim söyledi? Seni istiyorum güzelim." Cümlesinin ardından korkum katlanarak büyümeye başladı. Bağıramıyordum çünkü Göktuğ içerideydi. Üstüme yürümeye devam ederken, kenarda duran vazoyu elime aldım. "Yaklaşma bana! Yemin ediyorum kafanı patlatırım." "Patlat güzelim." "Kimsin sen, benden ne istiyorsun?" "İnanmıyorum Doğa! Beni tanımadın mı cidden?" Tanıdığım birisi miydi? Allah'ım... Kaçacak yerim de kalmamıştı çünkü sırtım duvara değmişti. "Allah aşkına git. Kim olduğunu bilmiyorum. Bak, içeride çocuk var lütfen git!" Hızlıca yanıma geldiğinde vazoyu kafasına vuracakken, bileğimden kavrayıp köşeye fırlattı. Gözyaşlarım gözümden akarken bir kez daha çaresizliğimi hissettim. Yağız haklı mıydı cidden? Avukatlığı bırakmam mı lazımdı? Acı içinde kıvranırken, maskeli adam yaklaştıkça yaklaştı. "Yalvarıyorum bırak beni! Bak kimseye bir şey demem, yeter ki bırak." "Benden korkmana gerek yok Doğa. Sana isteğin dışında dokunmayacağım ama ufak bir süre misafirim olacaksın. Yani... En azından beni kabul edene kadar..." demesiyle kavradığı bileğimden tutarak zorla yürütmeye başladı. "Bırak kolumu! Allah aşkına bırak kolumu!" Ayaklarım yerde sürtünürken, diğer eliyle de ağzımı kapatıp arkama geçti. Sürükleye sürükleye giderken, duyduğum sesle ikimizde durduk. "Anne!" Tek fırsatım buydu ve elini ısırarak ağzımı bırakmasını sağladım. "Göktuğ babanı ara! Annemi kaçırıyorlar de, babanı ara oğlum! En son aranan kişi baban, onu ara oğlum!" Çırpınışlarım işe yaramamış ve oğlumun gözlerinin önünde kaçırılmıştım. Bir arabaya bindirilip, kafama ağır darbe aldığımda bayıldım ve nerde uyanacağımı, karşımda kimi göreceğimi bilmeden götürülüyordum... *** Yağız'dan... Tam yatağa yatmış uyuyacaktım ki, çalan telefonum ile gözlerimi açtım. Doğa bu saatte niye arıyordu? Kesin boşanma ile ilgili bir şeyler diyecek. "Efendim Doğa?" "Baba... Birisi annemi kaçırdı baba! Kurtar annemi!" Yerimden fırlayarak ayağa kalktım. Baba demesine mi sevinsem yoksa Doğa'nın kaçırılmasına mı üzülsem? "Sen tek misin evde oğlum?" "Evet, tekim." "Kapıyı kapat ve beni bekle Göktuğ. Sakın dışarı çıkma." "Baba..." kelimesinin ardından ağlamaya başladı. "Ben çok korkuyorum n'olur hemen gel." "Ben şimdi hemen geliyorum, baba gelene kadar sakın dışarı çıkma. Kapıyı kapat ve bekle oğlum. Hatta sen telefonu da kapatma tamam mı babacığım? Ben seni duyuyorum, sen kapatma." Bekir'i de yanıma alarak yola çıktım. "T-tamam..." Küçücük çocuğun başına gelen şeylere bakın... İki kere gözlerinin önünden annesini kaçırmaya kalktılar. Birincisi benim sayemde olmasa da, ikincisi ne yazık ki olmuş... Benim karımdan kim ne istiyor lan? Geçen ki şerefsiz desem, o çoktan hapsi boyladı. Pekiyi bu it kimdi? Bağırıp çağırmak istesem de telefonun diğer ucundaki oğlum korkmasın diye bir şey diyemiyordum. O ise ağlamaya devam ediyordu. "Baba nerde kaldın baba? Ben çok korkuyorum." "Tamam oğlum, geldim sayılır." Allah'tan evim Doğa'nın evine yakındı. Normalde 15 dakika süren yol, ne kadar bastıysam 5 dakika sürmüştü. "Geldim babacığım, kapıyı aç oğlum." dememle koşma sesleri geldi. Göktuğ kapıyı açar açmaz bana sarıldı ve ağlamamak adına kendimi zor tuttum. "Geçti oğlum, baba burda geçti." "Ben annemi istiyorum." dediğinde ağlaması şiddetlendi ve elim kolum bağlandı. "Anne! Annemi istiyorum..." Allah'ım... Sen çıkış kapısı göster... Kim, neden kaçırdı bu kadını? Tam o sırada telefonum çaldı ve Göktuğ'u Bekir'e verdim. "Arabaya götür, geliyorum peşinden." Görüntülü arama hemde... Açtım... "Sürpriz Alaca!" S.ktir! Poyraz mı kaçırmış Doğa'yı? "Beğendin mi kanka?" Evet kanka dimi? Poyraz benim çok yakın arkadaşımdı. "Lan şerefsiz! Ne yapmaya çalışıyorsun lan sen?" "Bir şey yapmıyorum kanka. Sadece benim olanı aldım." demesiyle kurşun kalbime, hançer de sırtıma saplandı. En yakın dostum dediğim adamın karımda gözü mü varmış lan? "Gelmişini geçmişini s.kicem lan senin or.spu çocuğu!" "Bulabilirsen yaparsın Alaca! Haber vermek için aramıştım. Hadi bay..." Dalga geçer gibi el sallayıp telefonu kapatınca sinirden koltuğu tekmelemeye başladım. Bunca zaman sonra yüzünü göstermesi niyeydi? Şimdi ne değişmişti? Doğa baygın şekilde sandalyeye bağlıydı. Ya ona dokunursa? Düşüncesi bile delirmeme yetiriyor. Hızlıca evden çıkarak arabaya geçtim. Göktuğ hâlâ ağlıyor, Bekir'de onu kandırmaya çalışıyordu. Bu çocuğun çocuk dilinden anlamadığı çok belli. Sanki kundaktaki bebeği oyalıyor. Ulan! Gözünün önünde kaçırılmış lan annesi... "Annemi buldun mu baba?" demesiyle dikiz aynasından yüzüne baktım. "Bulacağım oğlum. Bekir, herkese haber ver. Poyraz Küçük hangi delikteyse onu bulsunlar ama sakın öldürmesinler! Onun ölümü benim ellerimden olacak." "Poyraz Küçük mü? En yakın arkadaşın Poyraz mı abi?" diye sormasıyla "S.kicem sorularını da seni de şimdi! Sana ne diyorsam onu yap Bekir!" diye bağırmamla Göktuğ daha şiddetli ağlamaya başladı. Ne yapacağımı şaşırdım resmen. Göktuğ'u Bekir ile eve bırakmıştım. Ve telefon tekrar çalmıştı. Aynı kişiydi... Anında açtım. "Özledin mi karını Alaca?" Telefonun açısı Doğa'ya döndüğünde elleri bağlı şekilde yatakta yatıyordu. Kendine gelmişti ama çok durgun gözüküyordu. "Naptın lan kıza? Ulan şerefsiz! Onun saçının teline zarar gelirse kemiklerini bulamazlar lan senin!" "Tehdit yok kanka! Ben, benim olanı aldım. Tıpkı senin yıllar önce Dilan'ı elimden alman gibi." Nasıl? Poyraz Dilan'a mı aşıktı? Olayı kurdaladıkça içinden farklı kurgular çıkmaya başlamıştı. "Şimdi aynısını ben sana yapıyorum. Yıllardır karına geri dönmeni bekledim. Sen uzaktayken yapınca tadı çıkmazdı, bu yüzden Doğa'nın yanına geldiğin an harekete geçtim. Şimdi kapatıyorum kanka çünkü yoğun işlerim var." Kamera açısını yere çevirdi. A.ına koyayım! Yere serilmiş gecelikler... "Lan şerefsiz! Ona değil dokunmak, yanına bile yaklaşırsan s.ke s.ke oturamaz hâle getiririm lan seni!" dememle telefon kapandı. Çaresizlik ne kötü durummuş. Etrafımda dönmeye başladım. Hiçbir iz yoktu... Ne yapacağım ben? Bu nasıl bir çıkmaz böyle? Allah'ım... Ben ne yapacağım? Karım, en yakın dostum dediğim kişinin ininde ve her an zarar verebilir. Arabaya dönerek tekmeler savurmaya başlayınca "Abi... Abi bir adres bulduk!" sesiyle durdum. Umut ışığı yanmıştı... Ama umuyorum ki o ışık Doğa için sönmemişti...
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD