Doğa'dan...
Dengemi şaşırtıyordu resmen. Ne zaman Poyraz ile yüz yüze gelsek, diyeceğim kelimeleri dahi aklımda yer edinemiyordum.
Aradan bir kaç ay geçmiş, boşanma davamız için adliyenin önüne gelmiştim. Bu sefer ilk kez müvekkil koltuğunda ben oturacaktım. Çok tuhafıma gitmişti çünkü avukat rolünde oynayan taraf olduğum için, diğer koltukta durmak değişik geliyordu.
"Dava dilekçende eşinin seni aldattığını, yıllardır da ayrı yaşadığını söylemişsin kızım. Eşinin, sadakat yükümlülüğünü ihlal ettiğini belgeyen herhangi bir delilin var mı?"
"Var hâkim bey. Eşimin, metresiyle birlikte yaşadığını, hatta ondan bir kızı olduğunu belgeleyen dosyalar önünüzde mevcut. Gerek fotoğraf gerek video... Hepsi önünüzde mevcut."
Hakim delilleri inceleyip Yağız'a döndü. "Bu belgelere herhangi bir itirazınız var mı Yağız Bey?"
***
Yağız durdu ve dolu gözlerle bana baktı. Delil ile geldiğimi tahmin etmiyordu. Seven kalp, ihanete uğrarsa farklılaşırmış. Benimki de aynen böyle olmuştu. Aşıktım, hem de çok aşıktım ama bana yaptığı bu pisliği affedemezdim. Ben kabullenen, çocuğu için çocuğunu mutsuz ve kavgalı ortamlarda büyüten kadınlardan olmayı reddediyordum.
Çocuk için yapılan bu fedakârlık, onu mutsuz hayata hapsetmek mi? Tek başıma büyüttüğüm oğlumu bundan sonrasında da bakmak koymazdı bana. Sevdim dedim, çocuk yaptım fakat beni o evden attığı gün bitmişti sevdam. İçimde de dışımda da hiçbir şey kalmamıştı. Seven dinlerdi... Seven iki günlük kadının değil, aynı yastığa baş koyduğu eşinin sözüne itibar ederdi. Yağız ise ilk engelde karşı tarafı seçti. Oysa ki o güne kadar zerrece güvensizlik vermemiştim ben ona.
Hakim, Yağız'ın cevabını beklerken, gözünden akan yaşla tüm umutlarım ve aşkım da aktı gitti... İşte hayat böyleydi... Yıllardır yanına dahi uğramadığın karın, senden boşanmaya kalkınca değere binerdi. 'Aman boşanmasın, aman benden başkasıyla evlenmesin!' düşüncesinde ilerlerlerdi hep. Oysa ki benim nefessiz kalarak ağladığım onca gecelerde Yağız bey metresiyle sarılarak uyuyordu.
Ne tuhaf dimi? Kiminin hayali kiminin hayat biçimi... Umut insanı sahiden de öldürüyormuş. Benim umudum ise her gün yavaş yavaş öldürdü beni...
Ben onu bekledikçe, onunla Dilan'ın öpüşürken ki fotoğrafları düştü kapımın önüne. Gözlerim kocamı ararken, kocam başka kadının kollarında mutluluğu arıyordu. Evliydik ama değildik. 6 aya 6 yılı sığdırmıştık, üstüne dünyalar güzeli oğlumuzda olmuştu ama ben bitmiştim, ben ölmüştüm...
Tek başıma verdiğim mücadelem de oğlumu kazanmışken, hayatımı kaybetmiştim. Çaba bir taraflı olunca insan vazgeçmeyi beceriyormuş. Benim hikâyemde de sadece ben çabaladığım için başarmıştım...
***
"Sizi dinliyorum Yağız Bey. Görüntülerin size ait olduğunu kabul ediyor musunuz Yağız Bey?"
Bana baktı ve tekrardan yutkundu. İtiraz etmeye hakkı olmadığını o da biliyordu ama boşanmakta istemiyordu. Evliliğimizin kurtulacağını düşünmesi bile saçmaydı. Ortada olmayan bir şeyi kurtarmaya çalışıyordu. Denizin üstünde kalmak için çırpınıyordu ama çırpınırken de üstte kalanı dibe çekiyordu. Ah Yağız ah! Seni bu hâle, bizi hâle sen getirdin!
"Kabul ediyorum hakim bey."
Ve hâkimin bakışları bana döndü.
"Siz Doğa Hanım, hâlâ protokol geçerli mi?"
"Evet hakim bey, boşanmak istiyorum."
"Siz onaylıyor musunuz Yağız bey?"
"Evet..." derken sesi kısık çıkmıştı Yağız'ın. Başı yerdeydi ve ağlamamak için dudağını içten ısırıyordu. Dibinden beri böyle yapardı zaten.
"O zaman yaz kızım..." demesiyle hepimiz ayağa kalktık.
"Taraflar anlaşmış ve boşanmaya karar vermişlerdir. Elimizdeki belgelerlen de sadakatsizliği kanıtlanan Yağız Bey'in, bu sadakatsizliği kabul etmesi, tarafların birbirinden nafaka istememesi ve evliliklerinin temelinden sarsılması sonucunda tarafların boşanmasına karar verilmiştir."
Üstümden koca bir yük kalkmış gibi hissettim. Artık sahiden de Doğa Safir'dim. Her gittiğim yerde Alaca soyadına maruz kalmayacaktım. 'Kocan mı var senin? Eve gelmeyen koca mı olurmuş? Ne yaptın da kaçtı adam senden.' gibi cümlelerle yüz göz olmayacağım. Ve ben bekar bir kadınım!
Bu sefer ki göz yaşım mutluluktan akmıştı. Velayet davasını açacağını biliyordum ama ilk önce Göktuğ'u kendi nüfusuna geçirecekti. Ona da ayrı sinir oluyordum! Sen bak, sen büyüt, karnını sen doyur, bu yaşa kadar baba yüzü görmesin... Ama tek raporda hemen soyadına alsın çocuğu. Göktuğ Safir'di o! Hepte öyle kalmasını istiyordum zaten. Normal şartlarda olsak, elbette ki babasının soyadını alacaktı ama ortada soyadı alınacak baba yoktu.
Duruşma salonundan gülümseyerek çıkmıştım. İlk kez kendi davamı kazanmıştım. İlerlerken, Yağız'ın kolumu tutmasıyla durdum. Arkamı dönüp yüzüne baktığımda kızaran gözleri ilk dikkatimi çeken yeri oldu. "İstediğin oldu sonunda Doğa Safir." Acı bir tebessümle güldüm. "Olması gereken oldu Yağız. Gecikmeli bir boşanma olsa bile..."
"Ve sen bir gün yine Alaca olacaksın Doğa. O günü sabırsızlıkla bekliyorum."
Kolumu sertçe elinden çekerek gözlerinin direk içine baktım. "Asla Yağız, asla! O Doğa öldü, o aşk kalbimden sökülüp atılalı çok oldu. Şimdi son kez söylüyorum sana!" diyerek bir kaç adım yakınına gittim. "Göktuğ'a karşı olan babalık görevini artık yerine getir! Benim oğlumun eksik yanını tamamlamak için uğraş artık Yağız!"
O da bir kaç santim dibime girdi ve ilk önce dudaklarıma ardından gözlerime baktı. "Uğraşacağım karıcığım. İlk önce nüfusuma alacağım oğlumu. Sonra da..." dediğinde yutkundum. Cümlenin devamını tahmin edebiliyordum.
"Sonra da velayetini alacağım! Sen bana geri dönünceye kadar da oğlum hep benimle yaşayacak! Bana dönmek zorunda kalacaksın Doğa! Şunu sakın ama sakın unutma! Sen hep benimsin, benim olarak kalacaksın!"
Son sözünü de söyledikten sonra parmaklarının ucuyla hafif şekilde saçlarıma dokunup burnuna götürdü. Kokusunu içine çekerken ondan iğrendiğimi hissettim. "Hâlâ ilk gece ki gibi kokuyorsun..." Gözleri kapalıydı ve kendinden geçmiş gibiydi. Ardından göz kapaklarını geri açarak, öfkeyle baktı yüzüme. "Ve hâlâ 17 yaşındasın Doğa. Hiç yaş almamış, hiç 24 yaşına gelmemişsin gibi... Hiç çocuk doğurmamışsın gibi..." dediğinde iltifat olarak kabul etsem de cümlelerini, bana asılıyor olması gerçeğiyle uzaklaştım.
"Bundan sonra bana yaklaşma! Ne sen benim kocamsın, ne de ben senin karın!" Dik duruşumu bozmadan adliyeden çıktım. Arabamı park ettiğim yerden almaya giderken, önümde patlayan konfeti ile çığlık attım. Kiraz ile Poyraz tam karşımda duruyordu. "İyi ki doğdun arkadaşım!"
"Bugün benim doğum günüm mü Kiraz?"
"Bugün senin yeniden doğduğun gün!" diyerek ellerini gökyüzüne kaldırdı. "Özgürsün be Doğa! Esaretin bitti!"
Benden çok sevinmişti bu da... Kiraz'a gülerken, gözüm Poyraz'a değdi. O da gülüyordu ama gözlerinin içi gülüyordu. Yanıma gelerek "Gözün aydın." dedi.
"Teşekkür ederim." dedim. Yanaklarımın kızardığını anlayabiliyordum. Kafasını kaşıyıp "Şey o zaman, ben gideyim, sonra görüşürüz." demesiyle aniden yanağımdan öpmesi bir oldu. Sanki hiç öpüşmemişiz gibi arkasını dönüp giderken, ben de aynı utançla arabama koştum.
"O seni az önce öptü dimi? Poyraz seni öptü dimi?" diye peşimden gelen Kiraz'ın daha da susmayacağını biliyordum.
"Konuyu kapatabilir miyiz lütfen?"
"Ay öptü! Seni öptü Doğa. Aşık olmuş sana..." demesiyle arabanın kapısını açıp, içine binmeden uyarımı yaptım. "Sakın Kiraz! Saçma sapan düşünceler ortaya atarak Göktuğ ile aramı sakın bozma!"
"Ay ne dedim sanki?" demesiyle arabaya ilk binen kişi oldu. Ben de peşinden binerek kemerimi taktım ve yola çıktık. "Orhan ile sevgiliyiz." der demez ani fren yaptım. "Ne!"
"Duydun işte. Haftaya da düğünümüz var." Bu kız beni öldürecekti. "Sana yüzlerce kez uyarımı yaptım, adam bana asılıyor dedim ama daha ne diyim Kiraz? Ne halin varsa gör!"
"Asılma falan yok Doğa. Sen yanlış anlamışsın." Daha da konuşmaya gerek yoktu. Kiraz görmemekte ısrar ediyordu... Ne kadar anlatırsam anlatayım, cilt cilt kitap çıkarayım ama yok! En iyisi akışına bırakmaktı sanırım. Umuyorum ki o akışta ilk boğulan sen olamazsın Kiraz...
***
Göktuğ bugün Yağız'ın yanında kalacaktı. Çok istemişti ve oğlum da heveslenmişti. Yeni taşındığım evime giriş yaparken değişik duygular hissetmiştim. Oğlum olmadan yaşayamıyordum... Hüzünle kapıyı açmış, içeri girerken birisinin kolumdan tutarak hızla kendine çevirmesi bir oldu.
Arkamı döndüğümde Poyraz'ın yüzüyle karşılaştım. "Çok özledim..." demesiyle dudaklarıma yapıştı. Daha ne olduğunu idrak edemeden öpüşüyor olmamıza şaşkın tavırlarımla cevap veriyordum. İki elim havaya kalkmış, gözlerimde yuvalarından çıkacak derece de büyümüştü. Çok özledim de neydi?
Bizi zihninde ne ara bu kadar büyüttü? Oysa ki 'Uzak dur benden!' konuşmasından sonra hiç görüşmemiştik...
Bağlanmaktan korktuğum için kendimden iterek uzaklaştırdım. Yine dengem şaşmıştı.
"Doğa... Ben artık duygularımı gizlemek istemiyorum. Yıllar sonra ilk kez birisine kalbimin kapılarını araladım. İzin ver... İzin ver de seni sarıp sarmalayayım."
Öyle de çok isterdim ki bunu ama yapamazdım. Göktuğ için yapamazdım Poyraz. Babasını yeni yeni sevmeye başlayan çocuğuma üvey baba şokunu yaşatamazdım. Bu sefer hem benden hem de senden nefret ederdi... Yapamazdım...
Kafamı sağa sola salladığımda ağlamaya başladı. "Hâlâ onu seviyorsun dimi Doğa? Boşandın ama hâlâ Yağız'a aşıksın. Hatta birleşmekte istiyorsundur."
"Hayır, sen beni..." derken sözümü kesti. "Ben çok iyi anladım. Israr etmem, sıkıntı yok. Sevilmemeye alışkınım ne de olsa..." diyerek omuzlarını indirdiğinde yüreğindeki acısı gözümde canlandı. "Sen cidden yanlış anladın Poyraz. Benim bundan sonra Yağız'la işim..." Ve yine sözümü kesti. "Açıklama yapmana gerek yok. Ne de olsa aynı yatağı paylaştığın adamdı Yağız. Bir anlık öfke ile boşandınız ama Göktuğ için yan yana gelebilirsiniz!"
"Asla!" diyerek bu sefer öpen ben oldum. İki yakasından tutup dudaklarına yapışmamla cevabımı verdiğimi düşünüyordum... Yağız umurumda değildi çünkü Poyraz'a kapılmıştım. Çocuğumun babası olması dışında, hayatımda yeri yoktu artık. Şaşırma sırası da ona geçmişti ama pek uzun sürmedi. Kapı önündeki öpüşmemiz içeri taşınmış ve kapı üstüne kapanmıştı.
Yanlış mı yapıyordum bilmiyorum ama doğrusunu unutmuş gibiydim... Poyraz öpüşünü derinleştirince belimden kavrayarak bedenlerimizi birbirine bastırdı. Çok düşündüm... Acaba Yağız'ın boşluğunu mu doldurmaya çalışıyorum diye ama hayır!
Ben Poyraz'ı her gördüğümde kalbim yerinden çıkacakmış gibi hissediyordum. Yağız'ın eski arkadaşıydı aslında ama artık umurumda değildi! Çünkü ne eskisi gibiydiler ne de eskiden de sahiden dost!
En yakın zannettikleri en uzak düşmandılar birbirilerine. İkisi anlamasa da her zaman rekabet içindeydiler. Dost diye geçinen iki düşmandı onlar...
Poyraz benden ayrılarak nefes nefese "Seni istiyorum." dediğinde durdum ve yüzüne baktım. Bu kadar erken mi? "Seni istiyorum Doğa. Seni çok istiyorum... Her şeyden daha çok istiyorum. Benim olmanı istiyorum, benim de çocuğumu doğurmanı istiyorum."
Sahiden samimi miydi duygularında? Yağız'a nispet yapmak için mi yoksa gerçekten mi istiyordu? Emin olamıyordum işte! Poyraz'ın ne istediğinden emin olamıyordum...
İnsan bir kaç aylık aşkından çocuk mu isterdi hemen? Neydi acelesi? İntikam ateşiyse tüm çabası? Ne yapardım o zaman ben? Bu sefer kaldıramazdım, bu sefer dayanamazdım.
Geri çekilerek kapıyı açtım. "Lütfen git Poyraz! Duygularından emin olana kadar da sakın gelme!" Hayretle baktı gözüme. Sanki olağan dışı cümleler kurmuşum gibi... "Ben duygularımdan eminim zaten."
"Ben de kuluçka makinesi olmadığıma eminim Poyraz! Lütfen çık git! Boşandığım günün gecesini başka adamın koynunda geçirecek kadar düşmedim ben!"
"Ama az önce sen öptün beni..." derken ki sesi hayal kırıklığı taşıyordu. Anlık ruh hâli değişimimle şoka uğradığını biliyordum ama ben bir anneydim ve anneler hemen karar veremez. Veremez çünkü onun önceliği her zaman evladı olur...
Ben de Göktuğ'u düşünerek yolladım Poyraz'ı. Belki kalbi paramparça olmuştu ama çaresizdim. Bir anneydim ve oğlum için bunu yapmak zorundaydım!
"Boşluğuma geldiği için öptüm yoksa şey yapma... Anlam yükleme yani."
"Öyle olsun Doğa. Bundan sonra yoluna çıkmam merak etme." Arkasını dönmüş giderken kendimi tutamayıp "Nereye?" diye sordum. Yüzüme dahi bakmadan "Memlekete dönüyorum." dedi...