~~HACER~~
O gün, cehennemin kapısı aralanmıştı yüzüme.. ilk anki şaşkınlığım, korkum, hayal kırıklığım biraz olsun beni terk ettiğinde nedir, ne oluyor diye dehşet bir merakın içinde buldum kendimi ve gözlerimi, şimdi hastalıklı bu bedendeki bu yorgun, artık hep hüzünle bakar olan gözlerimi dört açtım.
Her ortamda, ama birlikteyken onlarla ama kocam yada o yalnızken sürekli takip eder oldum o ikisini.
Kocamın bana olan ilgisinde azalma yoktu, tam tersine bir artış vardı. Evimizde olsun, ailesinin evinde olsun beni yalnız yakaladağı her an, yanağımdan, şakağımdan öper oldu. Garip garip aniden gelip sarılmaları, seni çok seviyorum demeleri başladı. Bazen bana bakan gözlerinde vicdan azabını görürdüm ve kaçırırdı o siyah gözlerini benden. Anlıyordum o anlarda.. iki arada bir derede kalmış gibi hissediyordu.. peki ya ben?
Her şeyin farkında olupta salağa yatmak, hiçbir şey bilmiyormuş gibi davranmak çok zordu. Kalbimi ele geçiren o kızgınlığı, kırgınlığı, kıskançlığı ve aslında yavaş yavaş kocama duymaya başladığım o nefreti bastırmak çok zordu.
Bazen gelip bana sarıldığında ve benimle olmak istediğinde bedenim buz keserdi, istemezdim onu ama yinede onunla olurdum. O zevkle kendisinden geçerken, ağlamamak için gözlerimi sürekli kırpıştırırdım, dudaklarımı ısırırdım.
Ah bu beden... şimdilerde böyle hasta, böyle hayattan vazgeçmiş olan bu beden, o zamanlar ne diriydi, ne canlıydı, nasıl güzeldi ve kırılmış, acı çeken kalbime nasılda ihanet eder, onun tek bir dokunuşuyla nasılda uyarılırdı. Kahretsin ki çok seviyordum aynı zamanda kocamı ama o kırgın olan yanım, onu kazanmak, kendime geri çekmek için mücadele etmekte istemiyordu.
Gitmişti ki aslında o benden... ve ben hayatımın hiçbir safhasında beni bırakıp, giden için mücadele etmemiştim ki.. aklıyla, ruhuyla, kalbiyle gitmeyi seçen bir insan için neden mücadele edecektim ki.. etmezdim, salardım, bırakırdım giderdi. Çocukluğumda da bu böyleydi, genç kız oldum değişmedi bu huyum ve kocam da böylesi gitmeyi tercih ettiğinde yine mücadele etmedim.. garip hissediyordum kendimi.. çekip gitmeme izin vermezdi biliyorum, o aileside bırakmazdı peşimi. Ailemin yanına hayatta dönemezdim ama gün geldi ona bile razı oldum ama çok iyi biliyordum ki ailemde istemezdi beni.
Kardeşimin yanına gitsem, o hiç olmazdı... emanet gibi, sığıntı gibi.. bilirdim, kucak açarlardı bana... ama.. aması vardı işte.. ev ev üstüne olmazdı.. bazen diyordum kendi kendime...'olsun ya.. girerim bir işe.. tamam bir vasfım yok ama.. olsun, tezgahtar olurum, belki bir eczanede çırak olurum, ne bilim ya bulursun bir şey be Hacer... namusunla çalıştıktan sonra ne olur ki, kim ne diyebilir ki?'
Birazda bu düşüncemle, Atakan'a bir gün çalışmak istediğimi söyledim... oyyy! Söylemez olaydım, demediğini bırakmadı bana.. kıskanırdı herkesten.. gerçi oda biraz azalmıştı ama yine de devam ediyordu kıskançlığı.
"Otur oturduğun yerde.. rahat mı battı sana, yediğin önünde, yemediğin arkanda... sanki muhtaçmış gibi çalışmak istiyormuş," diye tersledi beni, azarladı, bütün akşam söylendi. Dayanamadım bende, patladım sonunda..
"Nilay çalışıyor ya... ona gelince evette bana gelince mi hayır... benim ne eksiğim var?" diye ilk kez bağırdım ona.. ve ben o sözümün üstüne ilk kez tokat yedim ondan.
O kapıldığı hırsıyla öyle bir yapıştırdıki yüzüme, aptallaştım... şok oldum ve çok korktum. İnanamıyordum ona, bunu yaptığına inanamıyordum.. ela gözlerine kurban olduğum dediği bana, karısına ilk kez el kaldırmıştı ve artık o elalarımda ne gördüyse, dayanamadı çıkıp gitti evden.. içimden bir ses diyordu ki 'şimdi onu arayacak ve dertleşecek.. artık yeni dert ortağı o yılan... sen değilsin,' diyordu.
Hemen telefonumu kaptım. Aradım onu ve dudağımı ısırırken bekledim hattın düşmesini.. heycandan kalbim deli gibi çarpıyordu ve evet, meşguldü telefonu... kapadım hemen... o yılanı aradım.. acıyla gülümsediğimi hatırlıyorum... evet, onunda meşguldü telefonu.. yanılmamıştım... konuşuyorlardı. Yanağımın sızlsması neydi ki kalbimin sızlamasının yanında?
'Niye yapıyorlardı ki bunu? Neden birlikte olmayı tercih etmişlerdi ki?
Çok mu güzeldi o, benden daha mı güzeldi, ne eksikliğim vardı ki benim? Cilveli desen, e bende kocama cilve yapardım... yoksa beceremiyor muydum ya? e kültür desen, bende ağaç kovuğundan çıkmadım.. bende okurdum, araştırırdım, insanlarla bir araya geldiğimizde bende konuşurdum, siyaetten tut, tarihe kadar... araştırırdım, bilirdim, fikir üretir, paylaşmaktanda çekinmezdim... zır cahil değildim ki? Olsam bile ne olurdu ki? İnsan seviyorum dediğini, saygı duyuyorum dediğini niye aldatırdı ki?Neydi benim eksiğim ya? Niye aldatılıyordum?'
Ahh Allahım! İlk günden, son güne kadar hep sorguladım kendimi.
Sorun bende değildi.. aslında bunu en başından beri biliyordum ki! Sorun onlardaydı, onların ahlaksızlığındaydı, o ikisinin azgın nefsindeydi...ellerindeki ile yetinmemelerindeydi...zalimdiler, çok zalimdiler...aç gözlüydüler... utanmazdılar.. kural tanımıyorlardı.. tanımadılar... o çiyan ölene kadar da tanımaz oldular.
Bana geceleri uykusuz, haram kılarken, zevkin, sefanın peşindeydiler.. bir ara öyle yoldan çıktılarki olur olmaz yerde, birbirlerine dokunur oldular.. kaç kez şimdiki hapisanemin en alt kattaki banyosundaki onları kırıştırırken, o iğrenç seslerini bastırmaya çalışırken duydum, kaç kez.. gizli gizli bakışmalarına, hep birlikte otururken yazışmalarına, pis pis sırıtmalarına kaç kez tanıklık etti bu gözler.. kocamın yalandan balkona çıkıpta kapıyı aralık bıraktığını fark etmeden telefonda, "çok özedim Nilay seni... o bacak arandakini çok özledim." dediğini ve bunun gibilerini ksç kez duydu bu gözler.. bazen duşa girdiğinde telefonunu unuturdu salak! Ve ben hemen alırdım o telefonunu korkudan, heyecandan titreyen ellerimin arasına, açardım whatsaapını, görür, okur, kendi telefonumdan o yazılanların, o iğrenç çıplak fotoğrafların resmini çekerdim, sonra hemen kapatır, aldığım gibi bırakırdım yerine o kahrolası suç ortağını..
Nerler yazışmıyorlardı ki. Hain kocam, onu ne çok sevdiğini, nasıl ona hazır olduğunu, onsuz artık yapamadığını, kaçıp gidelim buralardan diye baskı yaptığını daha nicelerini okuyordu bu gözler.. ve şimdi ben bunların hepsini olmasada seçerek bazılarını telefonumdan Tekoya atıyorum. Onun telefonuna düşen her bir bildirim çok iyi biliyorum ki kalbini paramparça edecek, yakacak, her şeyin yalan, iftira olduğuna dair olan son umudunuda darmadağın edecek... onu bitirecek... bırakmadılar bana başka çıkış kapısı.. bi rahat bırakmadılar beni... izin vermediler nefes alayım... bırakmıyorlar, ölüme giden yolda huzurla yürüyeyim... bilirim bende Alptekin ile evlenmeyi, evlensemde yeri vardı belki.. hatta yatmak vardı, çocuk peydahlamak vardı şimdi o mezarlarında ters dönesicelerin inadına ama yapamam ben.. onlar gibi iğrençleşemem... kader değil bu.. ve ben kaderimin iplerini artık kendi elime aldım.. ben insanım... mal değilim, gurursuz, onursuz hiç değilim.. sadece kocasını çok seven, umutsuz bir kadındım ben.. ve artık çok tehlikeliyim... kaybedeceği bir şeyi kalmayan bir umutsuzum ben! * * *
~~BİR AY SONRA~~
~~ALPTEKİN~~
Yengem, kucağıma ateş topunu bırakıp, sonrasında o elindeki konuşmaları attıktan sonra tutunacak dalım kalmamıştı.
Ne yapacağımı bilemez haldeydim ve aslında biliyordum ki yapabileceğim hiçbir şey de yoktu.
Hayat devam ediyordu ve ben yengeme söz verdiğim için, bu işi halledeceğime dair sonsuz bir güven aşıladığım için o kırık, parçalara ayrılmış yüreğiyle, biraz olsun rahatlamış olarak çıktı gitti ama öncesinde bende ondan bir söz aldım.
"Yenge... doktora gideceğiz, madem ki iyi hissetmiyorsun.. baktırcağım her şeyine.. değmez yengem o şerefsizlere üzülmeye.. senden bir tane daha yok.. hazırlan, yarın sabah gelip alacağım seni. Sinirlerin çok bozuk, pskiyatra gitcez, böyle diyeceğiz evdekilere.. ben bu akşam size gelicem ve fark etmiş olacağım tamam mı?" dediğimde önce itiraz etmek istedi. Görüyordum, farkındaydım... her şeyden vazgeçmişti ama hayatından vazgeçmesine izin vermeyecektim. Bu hakkı tanımayacakyım ona. Nihayet kabul ettiğinde belki de ilk kez sarıldı bana.
"Güveniyorum evlat sana.. beni sende yanıltma nolur?" dediğinde kalbime o görünmez hançeri soktu yeniden.
"Söz yengem.. her şeyi halledicem.. bulucam bir yol. Allah büyüktür," dediğimde gülümsedi yine hayatından gerçekten vazgeçmişçesine.
Onun hayata yeniden bağlanması için elimden geleni yapacaktım, yapacaktım da kendimle, bu ihanetle nasıl başa çıkacaktım işte onu bilmiyordum.
Geldim yine mezarlığa.. işte yine ayak ucundayım.. gözlerim artık mezar taşındaki adını okumak istemiyor.. bebeğede bakamıyorum, sanki onun ne suçu varsa..
"Çıkamıyorsun dimi karşıma, boşuna değilmiş dimi buraya onca gelmeme rağmen seni bir kez olsun hissedemiyor olmam... ne istedin benden sen ya, ne istedin? Nasıl yaptın bunu... hiç mi utamadın gözlerime bakarken, hiç mi sıkılmadın her gece benimle aynı yatakta uyurken? Hiç vicdanın sızlamadı mı ben seni işten almaya geldiğimde zaman zaman sana aldığım o çiçekleri, senin görüp beğendiğin o şeyleri sana sürpriz yapıpta avuçlarına, kucağına bıraktığımda hiç mi ben ne yapıyorum diye sorgulamadın kendini? Nasıl bu kadar midesiz olabildin ha? Ben olamıyorum biliyor musun? Bu mezardaki seni, senden geriye kalan ne varsa hepsini, her şeyi yok etmek istiyorum, toprağada, suyada, havaya karışmasın senden geriye kalan hiçbir şey! onlarıda kirletme.. mahvetme... umarım, o gittiğin yer hep bize anlatılan o cehennem var ya, işte ordan daha beter bir yerdir, umarım ateşlerde ruhun yanıyordur, acı çekiyordur ve umarım o acın hiç dinmesin... sana iki cihanda da hakkımı helal etmiyorum... bana bu yaşattığının beş beterini yaşa orda... senden nefret bile edemiyorum artık... o bile bir lütuftur sana... niye geliyorum buraya biliyor musun? Bana kalsa asla gelmem de... yok hükmündesin çünki benim için.. sırf o yıktığınız, mahvettiğiniz kadın için geliyorum buraya... sırf beni hala sana aşık, senden başkasını düşünemiyor, ne Hacer yengemle ne de başkasıyla evlenirim diye düşünmelerini istediğim için geliyorum buraya... yoksa tükürüğüm bile çok sana," dedim ve sustum... tıkandım, kaldım...
İhanete uğramış olma fikrinden nefret ediyordum.. taş kesmişti artık kalbim ona.. hiçbir duygum yoktu.. sadece bu mezarlığı yok etmek istiyordum..
"Bir gün gelecek... gelmez olacağım sana.. işte o gün benim düğünüm, bayramım olacak.. burda pisliğinde boğul dur.. gelmeyeceğim o gün geldiğinde," dedim ve yine sustum. Gözyaşlarımda terk etmişti beni, akmaz oldular... yerini sessizliğe bıraktılar.
"Geleceksin, gelmeye de devam edeceksin!" dedi bir ses arkamdan.
Kendimi o pislikle konuşmaya öyle çok kaptırmıştım ki arkamda birinin durduğunun farkında bile değildim.
Dönüp baktığımda o sesin sahibinin hiç tanımadığım, daha önce hiç görmediğim bir adam olduğunu fark ettim.
Başında kasketi, kalın eski yarım paltosu, kalın pala bıyıklı, gür ve çatık kaşlı, kısık bakan koyu mavi gözleri ile boynu hafif gömük duran sanki bizim oraların toprağından kopmuş gelmiş biriydi bu. Benden biraz uzun, geniş omuzlu biraz yapılı bir adamdı ve ellilerinde ya vardı ya yoktu.
Yaş varmış gibi gözlerini sildi, aniden iki elime yapışırken ve benimle, aynende memleketlim gibi ellerimi sıkı sıkı tutup, sanki ağasıymışım gibi tokalaştı benimle ve o kalın, tok sesiyle, "beni tanıyormuş gibi yap," dedi, beni kendisine çekti, sarıldı bana.. sımsıkı sarıldı hemde.. sanki acımı paylaşıyormuş gibi davranıyordu.
Çok şaşkındım..
"Etraftan izleniyor olabiliriz Alptekin Tan... sende sarıl bana... polisim ben," diyince bende sarıldım ona..
"Noluyoruz ya... polis ne iş?"
Aklımdan geçen soruların tabii ki cevabı yoktu bende. Beni bıraktıktan sonra, mezarın ayak ucunda tıpkı benim gibi durdu, kollarını göğüs hizasında kaldırdı ve ellerini açıp dua okuyormuş gibi yapıp, benimle konuşmaya başladı.
"Sana söylediğim gibi her Cuma, hatta arada bir diğer günlerde de geleceksin ve karına dua etmeye devam edeceksin. En kısa zamanda temiz, yeni bir telefon edin. Kendi adına alma sakın.. sonrasında ben sana işimizin her aşamasında yardım edeceğim.." dedi.
"Kimsiniz Allah aşkına, ne telefonu ne hali... neyden söz ediyorsunuz siz?" diye biraz şaşkınlık, biraz kızgınlıkla sorduğumda, yandan bir bakış attı ters ters bana.
"Niye yanıltmadın beni be çocuk? Şimdi işler daha da zorlaşacak! Anlaşıldı... senin hiçbir şeyden haberin yok! Abinin yediği boklardan, haberin yok senin. Zaten aslında anlamıştım sana dair hiçbir iz yoktu ama yine de, bir ihtimal 'akıllı çocuk, karda yürüyor, izini belli etmiyor,' diye düşünmüştüm ama gördüğüm kadarıyla cidden sen temizsin.. ve bilirsin, tanrılar her zaman bir kurban isterler.. biri sensin o kurbanın... eh diğeri de bakalım.. olursa olacak inşallah," dedi.
Sinirlerim iyice gerilmeye başlamıştı. Bilmece gibi konuşmasından hiçbir şey anlamamıştım.. üstelik, abim denen o kalleşten söz etmişti bana. Onun polislik ne işi olabilirdi ki?
İşinde gücünde olan insanlardık biz.. tamam inşaat işlerinde çok büyük ihalelere giriyor, çoğunu alıyorduk bir şekilde ve bu yüzden birilerini kızdırdığımız, hırlaştığımız da oluyordu.
Bu zamanda yukardan birileri arkanda durmuyorsa zor oluyordu artık o işlerde ama biz genede pek bir şeye bulaşmadan yapıyorduk işimizi. Yine de düşman sahibi olmuştuk, bize bilenen çoktu ama gözü karaydık işte bizde.. yeri geldiğinde kısasa kısas yapıyorduk ama ben çoğunlukla her şeyi güzellikle halletmekten yanaydım.
Atakan denen o kalleş, şerefsiz baya bir gözü karaydı beni de daha çok uzak tutardı bu aksiliklerden.
"Bak kardeşim kimsin, nesin bilmiyorum ya bana doğru dürüst anlat ne anlatacaksan, yada bas git.. benimle uğraşma.. saçma sapan konuşuyorsun.. daha fazla sıkma canımı benim," dediğimde, sanki uzun uzun dua okumuş gibi, ellerini yüzüne sürdü... "amin," dedi ve dönüp bana baktı.
"Asıl bundan sonra öğreneceklerin canını sıkacak, ya bize yardım edersin yada önür boyu kodesi boylarsın... seçim senin. Daha burdan çıkmadan tek telefonumla aldırırım seni içeri, ondan sonra git derdini anlat yukardakilere, interpole.. hadi kal sağlıcakla.. ha bu arada... beni bulmaya çalışma! Ben seni bulurum evlat! Düşün, taşın ve sana burda böyle kısaca anlattıklarımdan kimseye söz etme.. sana onbeş gün süre! Kapiş?" dedi ve az önce yaptığı gibi yine ellerimi sıktı, tuttu yine sarıldı bana ve kulağıma fısıldadı.
"Boğazına kadar pisliğin içindesin.. hadi kal sağlıcakla," dedi ve bıraktı beni.
"Şimdi, çıkarda cebinden harçlık ver bana.. ağanın eli öpülmez ama ben öptüm bile evlat," dediğinde son derece şaşkındım.
Elim paltomun iç cebine gitti ve göstere göstere cüzdanımı çıkardım, içinden beş yüz lira aldım, ona uzattım. Parayı alırken, paltosunun düğmelerini ilikler gibi yapıp, iki büklüm eğildi karşımda ve brn onun bu küçük oyununa eşlik edip, omuzlarından tutup onu doğrulttum.
"Aferin çocuk... öğreniyorsun, çabuk öğreniyorsun.. vaz geçtim ya.. hemen bugün anlatacağım sana bilmen gereken her şeyi.. şimdi elini omuzuma sar ve beni kendinle yürüt... gideceğim yere sen bırakacaksın beni, kapiş?" dedi yine ve bende aynen dediği gibi yaptım. Sanki çok sevdiğim ve görmekten mutlu olduğum bir köylüm gibi onun boynuna doladım kolumu.. benimle hemrn hemen aynı boydaymış, bunu da elimi boynuna atınca fark ettim ama çok heybetliydi.
Hemen az ilerdeki park halindeki aracıma yürümeye başladık. Her şeyi öğrenmek için can atıyordum. O delicesine merak, içimi bir fare gibi kemirmeye başlamıştı bile...
Araca bindiğimizde, "bir sigara yakmaya izin var mı?" diye sordu.
"Estağfirullah," dedim ve yüzünde sevimli bir tebessüm oluştu.
"İyi anlaşacağız seninle Teko," dedi sanki kırk yıldır tanışıyormuşuz gibi.
Paltosunun cebinden çıkardığı sigaradan bana uzattı ve nasıl yaptı bilmiyorum ama paketin arakasını el çabukluğuyla çevirip, bana kimliğini gösterdi. Narkotikte bir komiserdi.
"Hadi sür bakalım... Ömerli'ye gidiyoruz.. ben orda yerleştim evlat..ineklerim var oğlum benim, biraz sana taze süt sağalım, dimi ama, adımıda unutmadın inşallah.. Yaşar, Yaşar dayı.derler bana. Duyduğumda çok üzüldüm hanımına evladım.. senin memleketlin, hatta köylünüm evlat... çok severim babanları, az taze süt götür onlara, derken," elimden aldığı telefonun hattını o ince anahtarla çıkardı, kırdı ve telefonunda içindeki tüm bilgileri sildi.. her şey gitti, her şey.. ama Allah'tan bir çoğunu evdeki diz üstü bilgisayarda yedeklemiştim..
"Kod adım Rüstem.. balıkçı Rüstem abinim bundan sonra senin ve bunu yazışmamız gerektiğinde kullanacağım. Telefonda abi de gitsin," dedi... dedi de ben şu narkotik işine takılmıştım.. bizim narkotik ile ne işimiz olurdu ki?
Birilerini aradı yanımda.. sesi hoperlora verdi.. bunu anladığım kadarıyla güvenimi kazanmak için yaptı.
"Çocuklar ne alemdeyiz?" diye sordu.
"Temiz komiserim.. takip yok, kimse yok.. " dedi telefondaki genç ses.
"İyi bakalım.. yine de uzaktan takibe devam edin bizi.. dikkatli olun olum!! O dalağınızı bana siktirmeyin sonra!" diye tatlı sert çıkıştı altında çalışan o memura.
"Gir şimdi şu sapa yola," dediğinde ikiletmedim. Girdik ve biraz gittikten sonra, "dur!" dedi. Durdum mecburen.. indi ve yürümeye başladı. Telefonum ondaydı ama döndüğünde yoktu artık.
"Hadi sür şimdi Ömerli'ye," dedi ve ikinci sigarasını yaktı...
Bu neydi ki şimdi? * * * * *