~~BİR AY SONRA~~
"Ablaam, bak geldim yine.. bugün sana iki haberim var, biri iyi biri nasıl deseem, biraz kötü bir haber!.. yok öyle korkma hemen! Kötü dediysem, yani artık seni görmeye gelemeyeceğim, yani böyle Cuma günü işte. Kötü haberim buydu. İş buldum be ablam.. nihayet iş buldum. Kendi mesleğim üstelik! Grafiker olarak bir şirkette başlayacağım pazartesi işe.. çok seviniyorum ama işte, Cuma günleride çalışıyor olacağım için gelemeyeceğim.. varsın olsun.. cumartesi gelsem olmaz mı ki? İlle de Cuma günü mü olması lazımmış bu vuslatın gerçekleşmesi için?"
Sustum, derin bir iç çektim yine ciğerlerim artık alışık olduğu üzere.. ne zaman, nefesim tıkasa beni, böyle derin bir iç çekişe yakalanıyorum çaresiz.
Gülerken, ağlıyordum. Biri beni böyle görseydi, o anda delirdiğimi düşünürdü herhalde.
Başımı sağa sola sallarken, mezarın ayak ucuna bakıyordum.
Annem yine yoktu ve ben yine söz dinlemeyip, bu sıcak ağustos ayının, bu son cuma gününde soluğu mezarlıkta aldım.
Kardeşimin hayali bu kez, mezarının ayak ucunda, yanımda dikiliyordu ve bana bakıyordu. Öyle küskün, kırgın, kızgında değildi. Seviniyordu benim, bizim için.
Bilirdim, eğer yaşıyor olsaydı çok ama çok sevinirdi, boynuma sarılıp kutlardı beni.
Yine ezan okunmaya başladı. Hiç istemiyordum gitsin, şu an tuttuğu ellerimi bıraksın. O yumuşak parmakları beni terk etsin. Atladı bir anda sanki ayaklarının altında yay varmış gibi ve bir sıçrayışta çıktı az önce suladığım toprağına, dönüp bana bakarken, el salladı bu kez bana ve hiç konuşmadı benimle.
Kokusu buram buram geliyordu toprağından ve en son eğilip bana doğru, dudaklarını uzatıp, öpücük bıraktı gözyaşımla ıslanmış yanağıma.. karıştı hayali yine toprağa.. yüreğim buz kesti bir anda.
Sanki bir daha onu göremeyecek, hayaliyle bile karşılaşamayacakmış gibi hissettim.
Bıraktığım soluğum, karıştı sıcak havaya.. artık gitmeliydim ama bu kez ayaklarım isyan etmişlerdi bana. Gitmek istemiyorlardı, ama mecburdum, gitmeliyim.
"Hoşçakalın canlarım," dediğimde, başım önümdeydi ve gözümden kopan bir damla yaş, mermerin ayak ucuna düştü, düştüğü yerde yayıldı, genişledi.
Bıraktım gözyaşımı onlara kalbimle birlikte yine ve dönüp, ağır ağır, az öncesinde heyecanla, bir an önce kavuşma arzusuyla koşa koşa geldiğim bu yolu inmeye başladım. Mutsuzluğun koynuna derin bir geçiş yapmıştım yine.
Dalmıştım.. son günlerde hep dilimde, İçimdeki Duman şarkısı, ezber olmuştu. Farkında olmadan yine mırıldanmaya başlamıştım.
"Mezarlıkta şarkı söylenmez, bilmez misin?" diyince biri arkamdan, irkildim, ürperdim.
Hızla dönüp baktığımda tanıdım onu ve durdu ayaklarım.
Yine yüzünde çok ciddi bir ifade vardı.
"Dalmışım.. evet söylenmez, bilirim tabiiki," dedim utanç içinde.
Yeniden, yine karşı karşıya kaldığım bu adama yakalanmış olmaktan gerçekten çok utanmıştım. İster istemez gözlerimi kaçırdım.
Ne diye karşılaştık ki bu adamla yine?
Aklımdan geçen düşünceninde etkisiyle dönüp, yoluma devam etmek istediğimde,
"Kime geliyorsun sen böyle ziyarete?" diye sordu ve ben, sesindeki yarı kızgınlık, yarı sakinlik dikkatimden kaçmazken, bedenimle dönüp baktım yine ona.
"Kardeşim ve babam," dediğimde kaşları çatıldı şüphe ve birazda şaşkınlıkla.
"Başın sağolsun, kaza mı?"
"Hayır, kardeşim lösemiden, babamda onu kaybetmenin kahrıyla kalp krizinden gitti," dedim ve sustum.
Şimdi üzgün duruyordu.
Yaz sıcağında, yine de giymekten vazgeçmediği ince ceketinin cebinden çıkardığı sigara paketinin kapağını açıp bana uzattığında, tam karşımda dikilir olmuştu.
"Teşekkür ederim, kullanmıyorum," diye geri çevirdiğimde onu, paketten çoktan çıkardığı sigarasını, dudaklarının arasına yerleştirmişti ve çakmakla yaktıktan sonra, çektiği o ilk derin nefesini, başını biraz kaldırıp havaya soludu.
"Kullanma da zaten.. birde buna bulaştırma kendini," diye adeta emir verir gibi konuştu.
Başka neye bulaşmıştım ki ben?
Ne demek istedi ya?
"Nerde oturuyosun?"
Pat diye sanki çok doğal bir şeymiş gibi sorduğu bu soru karşısında şaşırdım.
"Neden ki?" diye sorusuna soruyla cevap verdiğimde, belli belirsiz gülümsedi.
Tedirgin olmuştum.
Çok mu belli ettim acaba? diye düşünürken, parmaklarının arasında tuttuğu sigarayı yine dudaklarının arasına götürdü ve, her nasıl beceriyorsa, o sigarayı ağzından hiç düşürmeden, "belli mi olur, belki kaçırmaya gelirim seni," dedi ve ben bir an nefesimi tuttum.
Yok artık!
Sonradan anladım. Dalga geçiyordu benimle. O gözlerinin içinde gördüğüm tuhaf gülümseme benimle açık açık dalga geçtiğinin en büyük kanıtıydı.
"Yolumun üstündeysen evine bırakayım seni, onun için sordum elbette... yoksa bayılmıyorum sana," dedi ve evet bana bayılmıyordu.
Tekrar ciddi ve birazda sanki bir şeye karar vermeye çalışıyormuşçasına bakan o gözleri, uzayıp giden sessizlikte, bana bunu kanıtlıyordu ve ben ürktüm sanki.
Deli mi ne? Ufaktan uza Birce! Uza..
İç sesim harekete geçirdi beni.
"Hoşçakalın!" dediğimde sesim biraz sert çıktı ve hemen yürümeye başladım. Ciddi ciddi ürkmüştüm adamdan.
"Heeey! Nereyeee?" diye bağırdığında ardımdan, adımlarım hızlandı.
Koşsam abartmış mı olurdum?
Saçmalama Bircee! saçmalama.. gündüz gözüyle ne yapacak sana ya?
Aklımdan geçen bu sözde rahatlatıcı düşüncelerin de etkisiyle, biraz olsun yavaşladım ama hiç dönüp arkama, ona bakmadım. Bakmaya da korktum açıkçası.
Zaten, çıkış kapısına da yaklaşmıştım.
İyice kapıya yaklaştığımda, gri renkte bir araba hızla yanaştı yanıma ve anında ön kapısı açıldı.
Ben, neye uğradığımı şaşırırken, sürücü koltuğundan eğilip bana bakanı gördüğümde, şaşkınlığım iki kat arttı.
Hangi ara aracına gitmiş ya ve ben niye etrafta hiç araç görmedim ki?
"Bin!"
Kesin, net!
Uşağı mı var bunun karşısında ya?
Ne demek bin? Kim bu herif ya?
İç sesime kulak kabartırken, aslında sinir olmuştum ama yine de kibarlığı elden bırakmadım. Ne de olsa, bu adam o gün bana çarpmamak için, duvara toslamayı göze almıştı.
"Gerek yok, teşekkür ederim.. gideceğim yer, yürüme mesafesinde," diye bir güzel de yalan söyledim.
Eh böylesi bir yalanın kime ne zararı olurdu ki?
Yalandan tiksinen vicdanımı, yine vicdanımla susturmaya çabalıyordum.
Ne çelişki ama?
"Bin dedim!" diye resmen emrettiğinde, koyu mavi gözlerim, olanca şaşkınlığıyla açıldı. Benim o şaşkın, adeta dumura uğramış halim, ona ihtiyacı olan fırsatı tanımıştı.
Aracının sürücü kapısını açtı ve bir anda ben daha ne olduğunu kavrayamadan, adam ışık hızında yanımda bitti.
Kolumdan yakaladığı gibi, delice bir çeviklikle açtığı arka kapıdan, tuttu içeri itti ve arka koltuğa oturttu beni.
Bununlada da yetinmedi, şaşkın bakışlarım onun ellerine kilitlenmişken, hızlıca emniyet kemerimi bağladı, bana temas ediyor olması umrunda değildi. Aceleciydi ve aynı anda kararlıydı.
Şaşkınlığım boyut değiştirirken bakıyordum öylece, başını kaldırdığında, gözlerimle buluşan gözlerine ve kemerimi bağlaması da yetmedi.
İşini ustalıkla bitirdiğinde eli, çeketinin altından arkaya, beline gitti ve çıkardığı o iğrenç şeyi, koca silahı gördüğümde panikledim.
Görmek zorunda kaldığım o şeyden, kapıldığım ani refleksle bir anda sanki kaçabilecek, o silahtan kurtulabilecekmişim gibi kendimi geriye ittim. Sırtım resmen koltuğa yapışırken, anında ter bastı bedenimi.
Ayaklarım parmak ucunda yükselirken, kucağıma bıraktığı o silahtan, sanki üstüme yılan bırakmış gibi korktum ve kollarımı kendime çekip, birazda havaya kaldırdığımda bastım çığlığı.
Hayatımda ilk defa bir silahı bu kadar yakından görüyordum ve bundan ödüm koptu ödüm.
Hızla ağzımı kapadı sağ eliyle ve, "bağırma kız! Sana bir şey yapacak olursam, çeker vurursun diye verdim silahımı, çekicem şimdi elimi ve sende bağırmayacaksın!" dedi tüm samimiyetiyle ve birazda beni korkutmuş olmanın verdiği neşeyle gülümseyerek.
Başımı, öne doğru minik ve hızlı hareketlerle onu onayladığımı göstermek için sallarken, biliyordum, gözlerim faltaşı gibi açılmıştı ve onların içinde sadece ve sadece saf korku vardı.
Emin olmak için tek kaşını kaldırırken, gözlerimin içine şüpheci bir bakış attı ve ben de az önce yaptığım şeyi yaptım, aynı şekilde başımı sallarken, o şüphesini dağıtmak için gözlerimi de soktum devreye. Hızla birkaç kez kırpıştırdım.
İkna olduğunu, rahatlamış bakışlarından görebiliyordum.
"İyi, sakin ol! Seni evine bırakacağım, bırakırkende konuşacağız.. bir teklifim var sana.. böylelikle de aslında bana can borcu olan sen, borcunu ödemiş olacaksın!" * * *
~~ÜÇ AY SONRA~~
Bazen bazı şeyleri kabul etmenin, bunun ötesinde kabullenmenin, aslında üstü örtülü bir esaret olduğunu anlayamıyorsun!
Anladığında da iş işten geçmiş oluyormuş zaten!
Kabul ettim teklifini.. korkuyorum şimdi.
Bekliyorum onu.
Salaklığına doyma Birce... salaklığına doyma!
Acaba sözünde duracak mı?
Huyunu suyunu bilmiyordum, bana kendisini anlattığı kadarıyla tanıyordum ben bu adamı.
Tek ortak noktamız, Koca Tepe Mezarlığıydı ve orda yatan sevdiklerimizdi işte.
Çok yorgundum. Uyku gözlerimden akıyordu ve acayip tedirgindim.
Gözlerimi kapıdan bir an olsun ayırmıyordum. O gözalıcı gelinliği çoktan çıkarmış, askısına asmış, gardroptaki yerine kaldırmıştım.
Öyle yapmamı istemişti ve "ben gelene kadar uyuma!" demişti.
Gelse de, ne diyecekse deseydi de, artık bende uyuyabilseydim.
Beklemekten usanmışken, kapının çelik topuzunun döndüğünü gördüm. Hemen, yere kadar olan camın önünde duran, oturduğum kırmızı, saten, kenarları koyu mobilya detaylı, berjerden ayağa fırladım.
Üstümde bordo renginde kaliteli saten, yine saten kumaş kaplı, önden düğmeli, bebe yakalı, kısa kollu ve uzun altı ile pijama takımım vardı.
Titreyen ellerimi farkında olmadan, göğsümün ortasında birleştirmiştim ve adeta nefes almaya korkuyordum.
Kalbim, ah o kalbim! hissettiğim korkuyla çoktan ritimini kaybetmişti. Bir yavaş, iki yada üç deli gibi hızlı, sonrasında sanki duruyormuş gibi ağır ve ardından şiddetli, çok şiddetlli vuruşlarını bırakıyordu göğsümün ortasına.
Kapı yavaşça içeri doğru açıldı ve o, bir eli kapının topuzundayken, yere eğik başını kaldırıp bana baktı.
Hemde ne bakış?!
Her şey vardı o bakışlarda ve kaçırdı gözlerini benim korkuyla kardeş olmuş koyu mavilerimden. Onun koyu kahvelerinde ise, en başta derin bir çaresizlik, ardına taktığı hüzün ve eşi, dostu isteksizlik yerini almıştı ve pek gidecek gibi de değillerdi.
Kapadı yavaşça kapıyı ve bir an bana arkası dönük durdu öylece. Omuzları çökük, sırtı sanki bin yılın en ağır yükünü taşıyormuş gibi kamburlaşmıştı ve her an kaçıp gitmek ister gibi eli, hala kapının topuz kulpundaydı.
"Beklemişsin," dedi sanki konuşacak başka bir şey bulamıyormuş gibi.
"Bekle beni, uyuma demiştin ya Alptekin," dedim ve hemen cezalandırır gibi alt dudağımı ısırdım. Evet, cazalandırıyordum dudağımı.. öyle bir ısırdım ki kanattım ve o bana dönmeden, elimin tersiyle sildim kurumuş, ama artık bir kenarı kanımla ıslanmış dudağımı.
İlk defa adını söylemiştim. İlk kez adıyla hitap etmiştim ona ve oda bunun farkındaydı ki dönüp, bana baktı.
Biraz şaşkın, birazda kızgındı bu bakışlar.
Kaçırdım bakışlarımı, yerdeki ipek eski tür, desenli halıya indirdim gözlerimi. Hani kenarlarında renkli mavi çizgiler içinde, ters yönlere bakan kırmızı karanfil desenli olanlar varya, işte onlardan.
Bakışlarım, yeniden onu bulduğunda, tüm bedeniyle döndü, adım adım bana yaklaşmaya başladı.
Korkuyordum yüzüne, gözlerine bakmaya.
"Adım..." dedi ve derin bir nefes aldı.
"Adım, ağzına yakışmıyor.. yalnızken sen yine bana abi demeye devam et.. birilerinin yanında da sadece Alp de.. bu bize özelmiş gibi anlasın herkes," dedi ve sustu tam karşımda dikilirken.
Çok bıtkın, çok yorgundu sesi, her zamanki canlılığının tam aksine.
"Benden korkmana da gerek yok, sana verdiğim o sözü tutmaktan büyük zevk alacağım. Sadece iki yıl, belki de daha az... evli kalacağız, sonra da boşanacağız, bitecek bu hem gerçek, hem sahte evlilik ve o bana uzanan, acımadan, bıkmadan konuşan o diller susacak.. bahanemiz, senin çocuğunun olmaması. bu arada yengemde o hastalıktan sıyıramaz yakasını, çoktan ölmüş olur, oda kurtulmuş olacak bu töre denen dertten, bende. Durumumuzu bir tek o biliyor ve onun hasta olduğunu da bir tek ikimiz biliyoruz, ona göre.. yeni öğrendik ama son evresin de işte. Bir taşla iki kuş senin anlayacağın. Bana yardım etmemiş olsaydın, çok geçmez evlendireceklerdi yengemle beni. Kadında kahroluyordu ama işte.. Bunun içinde sana ayrıca teşekkür ederim, hem kendi hemde yengemin adına."
İçime serin sular serpilirken, "tamam," diyebildim sadece.
"Biliyorsun, anlatmıştım sana.. inadına burda, onlarla oturmamızı istediler. Babam, kaçın kurrası.. hala şüpheleniyor benden.. böyle bir anda, bu lanet evde töre yüzünden tartışmalar başlayıp, sesler yükselince bir anda senin ortaya çıkman huylandırdı onu.. seni paraylamı tuttum, yoksa gerçekten mi sevdim, soru işaretleri var aklında Birce.," dedi ve soluklandı bir an. Belli ki şu an bunu konuşuyor olmak bile yoruyordu onu. Canından bezmişti sanki.
"Aslında hepsinin aklında aynı şey var, bilirim, tanırım ben bizimkileri.. görüntüde çok modernler ama kafa hala başka türlü çalışır.. ama merak etme, yok öyle kanlı çarşaf falan göstermek. Diretirseniz, "alır karımı, işlerinizdende el çeker, basar giderim yurt dışına," diye sert yapınca, geri adım attılar," dedi ve sustu yine.
Çok bitik görünüyordu o ve ben çok rahatlamıştım. Konuştuğumuz gibiydi her şey.. değişen hiçbir şey yoktu.
"Ama işte, mecburum seninle burda uyumaya.. merak etme, dokunmam sana.. istesemde dokunamam. Biliyorsun işte.. kalbim hala karımda, çocuğumda.. ben yine abinim senin tamam mı?" dediğinde beni rahatlatmak istercesine, gülümsedim ilk kez.
"Tamam," dedim yine.
Baktı yatağa sanki mezarıymış gibi.
"Ben bir duş alayım, sen uyumana bak, yarın sabah erkenden, Antalya'ya gidiyoruz ilk uçakla. Şu sözde balayımızı da yapıp, gelelim. Sonra işine dönersin. Bakalım ne kadar çalışmana izin verecekler? Şimdiden başladılar dırdırlanmaya.. hemde başı çeken kızkardeşim.. sevmedi seni, uyuz sana. Dikkatli ol, sakın açık verme. Hadi, Allah rahatlık versin, yat artık!" dedi ve banyoya girip, kapısını kapadı.
Kaldım öyle o berjerin önünde. Dönüp baktım yatağa. Çabucak, tüllü müllü ağır, yatak örtüsünü topladım, katladım zar zor, koydum az önce kalktığım berjerin üstüne ve hiç oyalanmadan, girdim yatağa.
Kapıya bakan, sağ tarafta uyuyacaktım ve oda sol tarafta. Bunu hiç konuşmamıştık, diğer taraf bana tersti.
Kapadım gözlerimi.. az öncesine kadar, tatlı tatlı gelen o uykum nereye gitmişti?
Koca yatağın içinde dön sağa, dön sola yapmaktan başım döndü ve o, banyodan çıkıpta, yatağın ayak ucuna geldiğinde kahretsin ki yönüm yatağın sol tarafındaydı.
Gözlerim sımsıkı kapalıydı, uyuyor bilsin istedim beni. Kıpırdayamıyordum.
Derin bir nefes aldı sanki oksijensiz kalmış gibi. Yatağın ayak ucunda ilerledi ve sol yanında durdu. Bakmadan da görebiliyordum.
"Hay aksi," dediğinde, anladım.. yatağın yanlış yerinde yatıyordum. Sanki uyuyormuş gibi yapıp, sola kaydırdım bedenimi, başımı..
"Numaracı seni!" dediğinde, tek gözümü açıp ona baktım ister istemez. Gülümsüyordu.
Dudaklarımı birbirine bastırırken, gülümsedim bende "eh ne yapalım," der gibi.
"Uyu artık!" diye emrettiğinde, hemen kapadım gözlerimi.
Geçti diğer tarafa.. girdi yatağa ve benim hiç beklemediğim bir şeyi yaptı. Yanaştı bana, göğsü sırtıma dokunuyordu hafifçe. Başımı okşadı ve okşadığı noktaya, ufacık bir öpücük bıraktı, çekildi sonra.
"İyi geceler, can simidim," dedi ve döndü yatağın içinde. * * * * *