Bölüm 2 Kadere İsyan!

1574 Words
Siyah, son model jeepiyle, mezarlık duvarına adeta toslayarak durabilen sürücü, avazı çıktığı kadar tüm öfkesiyle genç kıza bağırdı. Korkuyla olduğu yerde sıçrayan Birce'nin bu istemdışı çizdiği görüntüden kendi adına fazlasıyla suçluluk hisseden diğer sürücü, hemen araya girme ihtiyacı duydu. "Lütfen sakin olun! Hepimize geçmiş olsun. Bu kızımızın bir suçu yok, bizim yüzümüzden oldu. Zararınız neyse biz karşılayacağız," dediğinde, diğer öfkeli otuzlu yaşlarındaki sürücü, anlayamayan gözlerle bir, artık gözyaşlarına teslim olmuş genç kıza, bir diğer sürücüye bakıyordu. "Sorun değil ama yani, olacak iş miydi şimdi bu ya?" derken, öfkesi biraz olsun dinmişti. Sol elini beline dayamış, sağ eli ise kahverengi saçlarının arasında çaresizlikle gezinirken, dönüp aracına baktı. Yeterince derdi varmış gibi bir hali vardı ve bu beklenmedik kaza fazlasıyla canını sıkmıştı. "Kusura bakmayın! Öyle bağırdım işte bir anda!" * * * ~~ BİRCE ~~ Karşımdaki bu iki yabancıya, korkumun bir gölge gibi yapışıp kaldığı gözlerimle bakıyordum ve ne düşüneceğimi gerçekten şaşırmıştım. Aslında hiç suçum olmadığı halde, dahil olduğum bu kaza, nerdeyse aklımı başımdan alacaktı. Bütün benliğimi, korku ve bu korkunun yarattığı ani şok esir almıştı, o anda deli gibi çarpan kalbim bir an sonra yorulup, duracak sandım. Kaza yapan adamın bağırmasıyla bir anda ağlamaya başladım ve istesemde susamıyordum. O yabancı, benden mi yoksa diğer sürücüden mi özür dliliyor anlayamadım. Tek bildiğim, ödümün koptuğuydu. Ya adam bana çarpsaydı ve bende ölseydim, annem ne yapacaktı? Ah Birce Ah! İşte anne sözü dinlememenin sonucu bu! Kadın seni evde biliyor, ya sana bir şey olsaydı, ölmüş olsaydın, haberin bir şekilde ona ulaşacaktı. İkinci bir evlat acısına dayanır mıydı ki o acıyla kavrulan yüreği? İki sürücü, beni kenarda bırakıp, duvara toslamış kalmış aracın yanına gittiler. Benimle bir işleri olur muydu bilmiyorum ki? Yoğun bir telefon trafiği, farklı açılardan defalarca resim çektiler, yol trafiğe bir süreliğine kapatıldı ve gelen trafik polisinin duruma müdahale etmesiyle, sonunda trafiği durdurulan yol açıldı. Polisler, uzun uzun diğer sürücülerle konuştular ve sanırım o iki sürücü, kendi aralarında anlaştılar. Kimse gelip bana bir şey sormadı, sorma gereği duymadı. Raporlar tutuldu ve çok geçmeden çekici gelip, aracı olduğu yerden biraz uğraşla aldı ve kendi uzun aracına yerleştirdi. İki sürücü el sıkıştılar ve beni karşıya geçiren o sürücü, yeniden yanıma geldi. "gideceğiniz yere bırakabilirim sizi," dediğinde kendiside seside çok mahçuptu ve ben başımı sağa sola salladım ilk iş. "Yok, ben mezarlığa gelmiştim zaten," dediğimde, bu kırklarındaki kumral, temiz yüzlü adamın yüzünden hüzün dolu bir karartı geçti. Doğruya insan mezarlığa niye gelirdi ki? Anlamıştı elbette orda bir canımın yattığını.. ah hemde nasıl bir candı o... kokusunu özlediğim, anneminkiler gibi gri-mavi ama daha çok benimkilere benzeyen, o kocaman gözlerini yeniden ve yine görmek istediğim, abla dediğinde ağzından sanki bin tane abla fırlarmış gibi candan çıkan o abla değişini, o tatlı, ilerde tok bir tonda olacağının emarelerini veren o sesini yeniden nasıl duymak istediğim biriciğim, tek kardeşim yatıyordu orda. Onun acısına dayanamayıp, ard arda geçirdiği iki kalp kriziyle bizi bırakıp giden babamla koyun koyuna yatıyorlardı aynı mezarda. Yeniden yaşaran gözlerimi silerken, yüreğimin ikiz kardeşi olan acımla gülümsedim o yabancıya. "Çok teşekkür ederim ilginiz için.. sizede geçmiş olsun," dedim ve ekledim, "ben gideyim artık, iyi günler size," Adamın bir şey demesine fırsat tanımadan mezarlığın açık olan yaya kapısından, hemen içeri girdim. Çok geç kalmıştım, Umudum bekliyordu babamla birlikte beni. Deli gibi koşuyor ve yine ağlıyordum. Allah'tan çok uzakta değildi yerleri. Az sonra ayak uçlarında dikilir buldum kendimi. Hemen çantamdan yemenimi çıkarıp, örttüm başımı. Kollarımı göğüs hizama kadar kaldırdım ve ellerimi açtım. Fısıldar gibi üç ihlas, bir Fatiha okudum. Kardeşime, babama ve tüm orda uyuyanların ruhlarına bağışladım. Kalbim sancıyordu sanki! "Umuut! Az daha yanına geliyordum be ablam! Annem olmasa geride çokta umursamazdım da, işte.. gelmemiş daha vakit. Geldiğinde buluşacağız elbet. Korkma, asma hemen yüzünü.. daha iş bulucam, annemizi daha iyi bir eve çıkarıcam, temizliğede göndermicem artık.. oturacak hanım hanımcık evinde, dinlenecek artık. Biliyorum babam, sende böyle olsun istiyorsun, e sizde orda boş durmayın da! Bi dua ediverin bir zahmet ya! Ohh! Ekmek elden, su gölden mis gibi yaşıyonuz orda.. sen ablam, kaldın on beşinde ve sen babam, kaldın kırk beşinde." Acıyla gülümsedim yine. "Biz burda yaşlanalım, siz orda hep genç kalın... oluyo mu böyle ya? Babam, sen acık gitsende kardeşimle biraz yalnız kalsam... olur mu, kırılmazsın dimi bana? Bak ben kırılmadım sana, kardeşimin yanına çekip gittin diye.. o burda korkmaz, yalnız hisettmez artık diye kırılamadım, kızamadım sana ama, ama ikinizide çok özlüyorum, özlüyoruz işte." Sanki, sanki ikisi de o mezardan çıkmışlarda, zar zor yaptırabildiğimiz mermer kaplı, yan duvarlara yan yana oturmuşlar da, önce birbirlerine, sonra bana bakıyorlarmış gibi hissediyordum. İkisi de hem mutlu, hem üzgündüler sanki ve babam, kardeşimin başını okşadı hep yaptığı gibi... sonra ayakları, altında yattığı toprağıyla buluştu ve toprağına bakan başını kaldırıp bana baktı, gülümsedi yorgun yüzüyle ve hep yaptığı gibi avucuna bir öpücük bıraktı, üfledi bana.. ve bende hep yaptığım gibi kaptım o havadan bana gelmekte olan öpücüğü, öptüm avucumun içini, sonrasında elimi kalbimin üstüne bıraktım. Göz pınarlarımdan kopan yaşlar, birbirini kovalarken yanaklarımda, babam yavaşça toprağa karıştı, gitti.. yalnız kaldık kardeşimle.. oturdum bende ayak ucuna. İkimizde sessizdik.. "Zor mu abla?" diye soruverdi. "Çok zor ablam," diyiverdim. "Annem iyi mi, sen iyi misin?" diye soruverdi yine. "Sizsiz ne kadar iyi olabilirsek, o kadar iyiyiz işte," diyiverdim. Ağlıyorduk ikimizde. Kalktım oturduğum yerden, beni izliyordu.. gittim yanına, kalktı oda ayağa.. sarıldım tüm hasretimle boşluğa, ona sarılır gibi, tıpkı eski günlerde sarılırcasına... hem vardı, hem yoktu. Öptüm, o sarı kıvırcık saçlı kafasını her okuldan eve geldiğimde yaptığım gibi.. o burçak kokusunu içime çektim.. biliyordum, onu göremiyordum ama kokusunu öyle derinden hissediyordum ki, kollarımdaydı yine, başı o çok sevdiği yerde, çenemin altındaydı.. çok yoğun hisediyordum varlığını ve kaldık kardeşimle öyle..ve işte okunuyor ezan.. ayrılık vakti geldi. Ağlıyordu sesli sesli.. hıçkırıyorduk ikimizde.. "Üzülme sen.. ağlama kuzum.. gelicem ben yine haftaya, alıcam yine seni kollarıma.. bırakmam burda seni yalnız.. anlaştık mı?" Çenemin altındaki başıyla onayladı beni. "Gitmem lazım abla," dedi hüzünle. Ah keşke gitme diyebilseydim. Kalbim şimdiden üşümeye başladı yine. Nasılda ısınıyor oysa onu hissettiğimde. Ayazlarda kaldı bu kalp onun yokluğuyla, gidişiyle. "Peki," dedim isteksiz, çaresiz. Ayırdım bedenimden yavaşça onu. Tuttuğum başını, alnını, gözlerini, burnunu, yanaklarını kokusunu içime çeke çeke öptüm. Yaşlı gözleriyle gülümsedi bana ve hep yaptığı gibi tuttu ellerimi o gencecik, taptaze elleriyle, çevirdi, öptü avuçlarımın içini ve gözlerime baka baka özlemle, karıştı... gitti ait olduğu yere, karıştı toprağa. Ağlıyordum hıçkıra hıçkıra. Dudaklarım titrerken, offluyordum acımla. Döndüm bir anda, geldiğim yolda koşmaya başladım. Kavruluyordu yüreğim acıyla.. her geldiğimde aynı şey oluyordu.. koşuyordum, çıkışa deli gibi ve koşarken bir ara gözüm birine değdi.. tanıdım onu. Durdum nedensiz bir anda. Kaza yapmasına neden olduğum adamdı, dikiliyordu o da bir mezarın başında. Öncesinde o dik duran omuzları, düşmüş...çökmüştü adeta. Belli ki onunda sevdiği, hatta çok sevdiği biri yatıyordu o mezara ve ben, hiç fark etmeden, firari ayaklarım götürdü beni onun yanına. Arkasında sessizce öylece duruyordum. Birinin geldiğinin, arkasında durduğunun hiç farkında değildi. Eliyle, sürekli mermer zemini okşuyordu ve sanki bir şeyler konuşuyordu. Sesi mırıldanma şeklinde çıkıyordu. Ne diyordu anlayamadım ve bir anda kendi titreyen sesimi duydum, şaşırdım. "Başınız sağolsun!" Ona bunu söyleme cesaretini nerden aldım bilmiyorum ama belli ki farkında olmadan paylaştığımız bu kahrolası ölüm, sevdiğin birini kaybetme acısıydı bana bunu söyleten. Tüm bedeniyle döndü, bana baktı ve o kalın, biçimli kaşları havalandı. Tanımıştı beni ama yine de şaşırmıştı ve o şaşırmışlık, anında yerini kahverengi gözlerinde kızgınlığa bıraktı. Belliydi, hala bana çok kızgındı. Eh, yerinde olsaydım, bende bana çok kızardım. "Yine mi sen? Sinirimi bozmak için mi her yerden karşıma çıkıyorsun?" diye tersledi beni. "Çok geçmiş olsun, ben cidden bunu yaşatmak istemezdim size ama gerçekten benim suçum değildi, yola çıktığım anda öyle birden korna çalınca arkamda işte.." Söyleyemedim ki," benim ani seslere alerjim var, üç sene önce, hastaneden aradılarda, artık yoğun bakımda yatan kardeşimin öldüğünü haber verdilerde, telefona bakan babam, tüm acısıyla öyle bir haykırdı ki, bende bu ani feryatla yerimde dondum kaldım, o günden sonra ani köpek havlaması, kapı çarpması, insan bağırması, ani fren sesiyle...artık aniden yükselen duyduğum her sesle öyle donup kalıyorum, kıpırdıyamıyorum, beynimde bir şey oluyor sanki, böyle sanki nöronlarım kısa devre yapıyor, hiçbir şey yapamaz hale geliyorum, yine öyle oldu işte," diyemedim ki. Sustum, kaldım. O hala tüm öfkesiyle bana bakıyordu. "Neyse ne! Dikkat edin bir dahakine, milletinde de kendi başınızıda yakmayın bundan sonra," diye yine çıkıştı bana. "Çok özür dilerim, tekrar geçmiş olsun ve sabırlar dilerim," dediğimde, gözüm mermer taşındaki iki isme takıldı. "Nilay Tan ve hemen altında da doğum, ölüm tarihi.. üç yıl olmuş öleli, tamda kardeşim gibi ve daha yirmi beşindeymiş o öldüğünde. Diğeri Gülay Tan.. birkaç gün yaşayıp, ölen bir bebekmiş.. içimi delice bir hüzün bastı. Gözlerim doldu.. belli ki anne ve bebeğiymiş, büyük ihtmalede bu yabancının ya eşi, ya kızkardeşi.. Geri geri bir adım attım ve son kez yüzüne baktım. Gülümsedim belli belirsiz. "Hoşçakalın," dedim ve aynı anda kendime kızdım. Nasıl hoşkalacaksa bu adam? Yeniden koşmaya başladım ve içten içe isyanlardaydım yine. Hayat bazıları, bizim gibiler için çok zordu.. birde ölüm acısı geldi mi üstüne, sevdiğini, yakınını, canını kaybettin mi daha da katmerleniyordu tüm yaşadığın zorluklar ve işte bazen artık dayanamayıp, böyle benim yaptığım gibi isyan ediyorsun. İç sesim, "zaten bugüne kadar rahat bir nefes aldırmadın, hep sıkıntı, hep kahır... yetmedi, kardeşimi babamı aldın.. ne geçti ki eline ha kadeeer! Ne geçti eline? Mutlusundur şimdi sen... işin ne zaten.. hep çelme tak milletin işine, ayağına.. bi rahat bırakmadın bizi... bi rahat bırakmadın! olmaz olsun senin gibi kader! Olmaz olsuun!" diye isyan ettiğinde, çoktan mezarlıktan çıkmış, adeta kendimden geçmişçesine, yolun kenarındaki parke taşlı kaldırımda deli gibi yürümeye başlamıştım. Biliyordum. Haftaya tekrar gelecek, yine bir parçamı bu mezarlıkta bırakacaktım. Başka çarem var mıydı ki? * * * * *
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD