1- Berdele Tutsak /2 yıl önceki kanlı dava
Bu kitap tamamlandı:
Yeni kitaplarım:
Ağanın Şehvet Tohumları +21 Mafya ve Berdel
Aşka Gebe +21 Töre ve Aşk
Dreame, arama yerine Asmira yazarak kitaplarımı kolayca bulabilirsiniz.
***
Dudakları boynuma kaydığında dişlerini hissediyordum. “Onur. Yapma.”
“Çok geç… Artık çok geç…” diyerek kulağıma yaklaştı. “Benim olacaksın,” dedi boğuk bir şekilde.
Eli kadınlığımın derinlerine inerken ona cevap vermekte zorlandım. Konuşmak için ağzımı açtığımda ise ‘ahhh…’ diye bir ses dudaklarımdan döküldü.
Onur, nasıl yaptı bilmiyorum ama beni raydan çıkarmıştı. Parmağı kadınlığımı zorluyordu. Bunu hissediyordum.
“Onur… Durmalısın. Ben senin olamam… O kadar gurursuz değilim… Sana aşık da değilim… Bu gece burda olmamalıydım…”
“Yerimde Yalçın mı olsun isterdin? O piçe mi aşıksın?” diye soludu öfkeyle.
“Evet. Yalçın’ı sevdiğimi söylemiştim!”
Elini bacak aramdan çekince beni bırakacağını sandım. O ise aksine, elini göstererek, “Başka adamı seven bir kadın, başkasını baygınken öpmez ve sadece okşandı diye böyle ıslanmaz!” dedi.
Verecek cevabım yoktu. “Yine de ben er ya da geç Yalçın’la evleneceğim!”
“Sen benim karımsın! Asabımı bozma…Her neyse, gecemizi o piç yüzünden mahvetmeyeceğim,” derken parmaklarını yalayarak beni şaşırttı. “Güzelmiş tadın.”
“Sen biraz önce cidden bunu yaptın mı?” Benim ıslaklığımı parmaklarından yalamıştı.
Alayla güldü. “Biraz sonra yapacaklarımla aklını yersin,” diyerek kilodumu çıkardı.
Bacaklarımı araladığında dizlerimi bitiştirmeye çalıştım. “Yapma, istemiyorum! Sana bekaretimi vermem!”
“Sikmeyeceğim hemen, merak etme. Yalamadan sikilir mi hiç bu tatlı şey.”
“Ne! Sen ne diyorsun ya! Yaptığın şey doğru değil! Biz ayrıldık!”
Doğrulmaya çalıştım ama eliyle karnımı bastırdı. “Öptün, barıştık! Teşekkür için sana hayatının en güzel gecesini yaşatacağım. Hem ben senin kocan değil miyim?“
“Değilsin.”
“Başa döndük… Ama sorun değil, bu defa muhattabım sen değilsin.”
“Kimmiş?”
Elini kadınlığıma sürdü. “Beni isteyen, istekle ağzının suları akan bu tatlı amcığınla muhattap olmaya karar verdim.”
“Ya saçmalama! Rahat bırak beni!”
“Kendine güvenin yok galiba? İki dakikada seni altımda kıvrandırdım diye mi bu korkun?”
“Ne alaka ya! Ben sadece günah diye…”
“Dinen kocanım. Günah falan değil. Günahı varsa da sonra tövbe edersin olur biter.”
Onur inat ederken çaktırmadan yeniden bacak aramı okşamaya başlamıştı. Merak etmiştim. Onur’un olmaktan korksam da kendimi tutamıyordum.
****
2 YIL ÖNCE
Delal, yatağında oturmuş, titreyen elleriyle eski bir fotoğrafı tutuyordu. Annesiyle birlikte çektirdiği bir fotoğraftı bu. Annesi, ona güvenli bir liman olmuştu. Ama şimdi, onun yokluğunda bu evdeki hayatı cehenneme dönmüştü. Songül'ün gelişiyle birlikte her şey daha da kötüleşmişti. Babası Cabbar ağa, annesinin ölümünden sonra sert ve acımasız bir adam olmuştu.
Kısa sürede evlendiği Songül ise ona ne bir anne sıcaklığı ne de bir şefkat göstermişti. Oysa ki henüz 3-4 yaşında bir çocuktu…Sevilmeye ihtiyacı varken aksine, ona her fırsatta annesinin yerini dolduramayacağını hatırlatan bir üvey anne olarak karşısına çıkmıştı.
Delal’in bu gece içi hiç rahat değildi. Babası, Çetin’in Saruhanlar tarafından alıkonulduğunu öğrenip İstanbul’a gitmişti. Irak’taydı uzun zamandır. En azından abisine sahip çıkılıyordu.
Çetin abisi hakkında çıkan dedikodular ise, Reşat Amcasının hiddetini iyice körüklemişti. Öyle ki Çetin’i görmek dahi istememiş, nerde ne yaptığını bile soruşturmamıştı. Babası dönmese belki de Çetin’i öldüreceklerdi. Bu yüzden Saruhan’lardan nefret ediyordu içten içe…
Reşat ağa olanlardan dolayı Delal’e karşı da öfke doluydu. O kadının soyundan geliyorlardı netice de… Korhan’lara o kadın uygun değildi ama Cabbar’a dinletememişti. Dostuyla o kadını bastığında kafasına tek kurşun sıkılmış, Maral oracıkta can vermişti.
Delal bu utançla büyütülmüştü. O kadının kızı olduğu için hep hakir görülmüştü. Babası bile sevmez olmuştu. Çetin abisinden başka onu seven bir Allah’ın kulu bile yoktu.
***
Dört gözle babasıyla abisini beklerken konakta ortalık karışmış, her kafadan bir ses çıkar olmuştu. Anladığına göre babası Saruhan’ların büyük oğlunu vurmuş, sakat bırakmıştı.
Babasını da rehin almışlardı. Niye polise gitmediklerini de anlamıyordu. Belki de babası hapse atılmasın diyeydi ama ya öldürülürse?
Annesinin öldüren babasıydı. Ama suçu bir adamı üstlenmişti. Zenginler için garibanı öldürmek kolaydı. Ama bu defa babası Saruhan’lara bulaşmıştı. Annesine yaptığını belli ki yapamamıştı…
Bir tarafta babasından bile nefret ediyordu Delal. Gerçekleri bilip sustuğu için kendisinden de nefret ediyordu. Ama babası için namus demek her şey demekti… Annesinin öldürülmeyi hak ettiğini duyarak bu yaşına gelmişti.
O gece Amcasının yanına çağrıldığında, hissettiği korku iyice büyümüştü. İçeri adımını attığında Amcası Reşat, odanın ortasında dikiliyordu. Onun yanında Songül, yüzünde memnuniyetsiz bir ifadeyle duruyordu. Delal’in içindeki kötü hisler daha da arttı. Abisiyle babasına mı kıydılar, bilemedi.
“Gel buraya,” dedi Amcası sert bir sesle. Delal, korkuyla Amcasına yaklaştı. Amcasının yüzünde nefret dolu bir ifade vardı.
“Amca… Ne oldu? Babamla abim iyi mi?” diye sordu ürkekçe.
Reşat ağa, o kıza bakarken derin bir nefes aldı. “Aşiretleri toplayıp yarın İstanbul’a gideceğiz. Yekta Saruhan’ı baban vurduğu için berdel isteyeceğiz. Saruhanların bekar oğlu Onur’la evlenmen gerekebilir. Git şimdi hazırlan!”
Sonra, Songül’ün kızları Heval ile Mercan’a döndü. “Siz de geleceksiniz. Ne olur ne olmaz, orda olacak herkes!”
“Amca, ben reşit bile değilim dedi Heval.”
Mercan ise panikle, “Okulum ne olacak?” dedi.
“Kesin sesinizi! Zaten sizi vermeye niyetim yok! Evde büyük kız varken küçüğe berdel düşmez! Ne olur ne olmaz, siz de geleceksiniz! Delal sen de bavulunu topla, aksilik olmazsa yarın evleneceksin!”
Delal, evlilik lafını duyduğunda dizlerinin bağı çözülmüş gibi hissetti. “Hayır Amca, lütfen! Beni böyle bir evliliğe zorlayamazsınız! Onur Saruhan’ı tanımıyorum bile! Hem, neden ben? Neden başka bir çözüm bulmuyorsunuz?” diye yalvardı.
Reşat ağa, kızının bu çıkışına öfkeyle karşılık verdi. “Başka bir çözüm yok Delal! Babanla abinin canını korumak için bu evliliği yapacaksın. Senin başka bir şansın yok!”
Delal, gözlerinden yaşlar akmaya başladığında, Amcasının ne kadar acımasız olduğunu bir kez daha anladı. Amcası, her zaman dediğini yaptıran, kimseye boyun eğmeyen bir adamdı. Yeri gelir babasını bile dinlemezdi. Ama bu kez, Delal’in hayatını feda ediyordu.
“Amca, ne olur… Onur Saruhan’a gitmek istemiyorum. Beni böyle bir cehenneme yollama. Beni zorlamayın…” diye yalvarmaya devam etti.
Reşat ağa, bu yalvarışlara kulak asmadı. Bir adım daha atıp Delal’in kolunu sertçe tuttu. “Bu evlilik olacak, anladın mı? Yarın sesini kesip o itle evleneceksin! Yoksa sonuçlarına katlanırsın!” dedi dişlerini sıkarak.
Delal, gözlerinden akan yaşlara engel olamadı. Amcasının ona uyguladığı baskı altında eziliyordu. “Beni neden böyle cezalandırıyorsun Amca? Neden beni korumak yerine böyle bir şey yapıyorsun?” diye yakardı.
Reşat ağa, Delal’in yüzüne bir tokat attı. “Baban için ne gerekiyorsa yapacaksın! Senin duygularının hiçbir önemi yok! Bu evliliği yapacak ve ailemizi Saruhan belasından koruyacaksın!” dedi ve ardından Delal’i odadan dışarıya itti.
Delal, Amcasının onu ittiği an yere düştü, vücudu acıyla kıvrıldı. Ancak asıl acı, kalbindeki yaraydı. Amcası ona vebalıymış gibi davranıyordu. Babası bile bu kadarını yapmazken Reşat amcası resmen karabasan gibi onu boğuyordu.
Delal, odasına döndüğünde annesinin fotoğrafına baktı. “Anne, keşke burada olsaydın… Beni bu cehennemden kim kurtaracak?” diye fısıldadı gözyaşları içinde.
Kısa bir süre sonra, Songül odaya girip Delal’e soğuk bir şekilde baktı. “Ağlamayı kes! Bu evliliği yapacaksın, başka çaren yok! Yarın her şey hazır olacak, sen de o Saruhanların gelini olacaksın. Kendini toparla!” dedi ve kapıyı sertçe kapattı.
Delal, Songül’ün ardından kapının kapanmasıyla yalnız kaldı. Kalbi kırılmış, ruhu paramparça olmuştu. Bu evlilik, onun için bir cezaydı. Ancak yapabileceği hiçbir şey yoktu. Amcasının ve üvey annesinin baskısı altında eziliyor, bu zorunlu evliliğe mahkum ediliyordu.
Delal, ertesi gün Amcası tarafından zorla Onur’a teslim edileceğini bilerek sabaha kadar ağladı. Ancak ne kadar dirense de, kaderinin ne yazık ki kendi ellerinde olmadığını çok iyi biliyordu.
***
Ertesi sabah, Delal uyandığında gözleri şişmiş, içi tamamen boşalmış gibi hissediyordu. Geceden beri ağladığı için gözleri yanıyor, başı zonkluyordu. Yatağından kalkmak istemedi, ama biliyordu ki bu kaçışın sonu yoktu. Amcası ona ne emrettiyse o olacaktı. Direnmek bir işe yaramayacaktı.
Kapı aniden sertçe açıldı. Songül, odanın eşiğinde belirdi. Soğuk ve mesafeli bakışlarını Delal’in üzerine dikmişti. "Hazırlan Delal," dedi kısık ama otoriter bir sesle. "Birazdan yola çıkıyoruz. Bir daha dönmeyecek gibi pılını pırtını topla."
Delal, bir anlık tereddütle Songül’e baktı. Bir ihtimal üvey annesi ona ilk ve son kez yardım eder diye umdu. Ancak Songül'ün yüzünde ne bir şefkat ne de bir acıma belirtisi vardı. Yalnızca bu işin bir an önce bitmesini isteyen bir kadının hali vardı. Cabbar ağa ölürse ortada kalacağını biliyordu. Bu yüzden Delal’in gözünün yaşına bakmaya hiç niyeti yoktu.
"Son kez annemin mezarına gidebilir miyim?" diye sordu Delal, sesi titrek ve çaresizce.
Songül, gözlerini Delal'den kaçırmadan, "Oyalanacak vaktimiz yok. Üstüne en güzel elbiseni giy. Uçağa yetişeceğiz, hadi çabuk ol," dedi. “O suratını da asıp durma. Bu akşam koskoca Saruhanlara gelin olacaksın. Daha ne olsun!”
Delal, bu kelimelerin ağırlığı altında ezildiğini hissetti. Belki birkaç saat sonra evlenecekti ama bu evlilik ne hayal ettiği gibiydi ne de arzu ettiği. Bu, ona dayatılan bir kaderdi.
Delal, ağır adımlarla dolabına gitti. Dolabın kapağını açtı ve içindeki elbiselere baktı. Gözleri, Çetin abisinin onun için diktirdiği bir elbiseye takıldı. Pembe çiçekli, hafif kumaştan yapılmış bu elbise, abisinin ona olan sevgisini hatırlatıyordu.
Ama şimdi bu elbise, annesinden sonra abisinin yokluğunun ne kadar büyük bir boşluk olduğunu hissettiriyordu. Abisi burda olsaydı başka bir yol bulurdu. Ama onunda canı tehlikedeydi. Belki de babası için değilse bile abisi için buna razı gelmeliydi. Elbisenin üzerine hüzünlü bir şekilde elini koydu ve derin bir nefes alarak onu giydi.
Elbiseyi giydikten sonra aynaya baktı. Kendini tanıyamıyordu. Aynada gördüğü yüz, umutlarını ve hayallerini yitirmiş bir genç kızın yüzüydü. Bir damla yaş, yanağından süzüldü. Delal, gözyaşlarını silip saçlarını toplamaya başladı. Her hareketi, sanki onu bu hayattan koparıp bambaşka bir dünyaya götürüyor gibiydi.
Kapı bir kez daha çalındı ve bu kez Songül içeri girdi. Elinde bir bilezik vardı. "Bu, babanın bana aldığı bilezik. 100 gramdır kıymetini bil. Sonra analığım koluma bir şey takmadı deme," dedi Songül, bileziği Delal'in bileğine takarken.
"Sağol Songül ana," dedi Delal, gözlerini Songül'den kaçırmadan. "Hazırım."
Songül, başını onaylarcasına salladı ve Delal'in dirseğinden tutarak onu odadan çıkardı. Yürüdükçe Delal’in adımları daha da ağırlaştı, ama yine de yürümeye devam etti.
Kaderine doğru yürüyordu.
***