4.BÖLÜM "SERMEST"
Koridordan dönüp odamın olduğu yere geldim. Kapıda dört tane elinde kılıçlarıyla bekleyen nöbetçilere baktım. Sanırım Yavuz u adamları buraya dikmişti. Odaya yaklaşırken diğer koridorda John'u gördüm. Gergin gibiydi beni görünce duruşunu dikleştirip selam verdi. "Prenses." dedi otoriter bir şekilde. Gülümseyerek Atike hatuna döndüm. "Siz gidebilirsiniz Atike Hatun"! dedim.
"Peki prensesim. Allah rahatlık versin." dedi ve geldiğimiz yönden gitti. Son dediği kelimeyi anlamamıştım. Ama kafaya takmadım. John'a döndüm.
"Affedin prenses. Dün başınıza öyle bir olay gelmemeliydi. Hepsi benim dikkatsizliğim yüzünden." dedi üzüntüyle.
"Sorun yok John. Senin suçun değildi. Bunu yapan elbet ortaya çıkacaktır!" dedim ve ona gülümsedim.
"Peki prenses ben nöbetime başlasam iyi olur." dedi ve kapıyı açtı. Başımı sallayıp odaya girdim. Arkamdan kapatılan kapının sesini duydum. Üzerimdeki örtüsü yatağın kenarına koyarak yatağa oturdum. Umarım Yavuz beni görmeyince bir şey demezdi. Sanırım evlenecek çiftlerin evlenmeden önce aynı odada bulunması ayıptı. Bazı özellikleriyle bizim kültüre benziyordu.
Yatağın ucunu açıp uzadım. Bugün yaşadıklarımı düşündüm. Onun sultan çıkması ve evleneceğim adamın o olması aşırı mutlu etmişti beni. Yanında mutlu hissediyordum kendimi. Elimi heyecanla kanat çırpan küçük kalbimin üstüne koydum. Gözlerimi karanlığa bırakmadan önce bir kez kalbime fısıldadım.
'O küçük kanatların lütfen kırılmasın'
Yavuz'dan
Adımlarımı hızlandırıp çabucak odaya dönmeye çalıştım. Odada beni bekleyen küçük meleğimi düşündükçe adımlarımı daha da hızlandırdım. Koridoru dönüp odamın önündeki kalabalığa baktım. Bu Validemin hizmetlileriydi. Sıkıntıyla nefes alıp odaya vardım. Önümde eğilenleri umursamadan hızla içeri girdim. Validem balkonda arkası dönük bir şekilde durmuş manzaraya bakıyordu. Gözlerimi büyük odada gezdirip meleğimi aradım ama yoktu. Sinirle yüzümü sıvazlayıp balkona çıktım. Bakışlarını bana çevirmeden konuştu. "Hoş geldin aslanım!" dedi düz bir tonda.
"Hoş gördük Validem!" dedim ve elini öpüp alnına yasladım. Elini saçımda hissettim. "Berhudar ol evladım." dedi.
Başı kaldırıp ona baktım. "Nasılsın Validem?" diye sordum.
Bakışlarını benden çekip manzara baktı. "Aslanım beni o kadar düşünür ki yanıma bile uğramaz oldu." dedi. Sanırım yanına gitmediğim için kızmıştı.
"Sabah erkenden gelecektim yanına." dedim. Bakışlarını bana çevirip kaşlarını çattı. "Sabah öyle mi? Hayırdır oğlum önemli bir işin mi vardı?" diye soru imayla.
Sinirle boynumu çıtlattım. "Hayır. Yoğundum biraz." dedim. Bir şey demedi. "Kızın o kız olduğunu demedin bana" dedi.
"Unuttum söylemeyi zaten ava gitmiştim. Haber geç geldi."
"Çok güzel. Maşallah açmamış bir gül goncası gibi." dedi. Onu düşününce dudaklarımı kıvırdım. Sinirli halimden eser kalmamıştı. Sonunda onu bulmuştum.
"Lakin kızı korkutmanı istemiyorum." dedi annem bana bakarak.
"Anlamadım Validem?" dedim kaşlarımı çatarak. "Sen anladın aslanım. Diyorum ki koca üç yıl dayandın biraz daha dayanabilirsin." dedi imayla.
Ne yani meleğimi benden uzak mı tutacaktı?
"Ciddi misin bu konuda?"
"Hem de çok ciddiyim. Nikah olmayana kadar seni prensesin koridoruna adım attığını bile görmeyeceğim. Eğer olurda gidersen benim her yerde kulağım var bilirsin." dedi ve arkasını dönüp balkondan çıkmaya hazırlandı.
"Unutmadan Korkut'a uğramayı unutma seni özlemiş." dedi ve çıktı. Sessizlik birden ortama çöktü. Derin nefes alıp gökyüzüne çevirdim bakışlarımı.
Sen bana sabır ver Allah'ım!
Maia'dan
Aynadan Madam'a baktım. Her zaman ki gibi ciddiyetle işini yapıyordu.
"Bugün sarayı gezmek ister misiniz prensesim?" dedi Madam saçlarımı tararken
"Olur Madam." dedim. Saçlarımı güzelce ensemde topuz yaptı. İşim bitince aynanın önünden kalktım. Kendimi boydan inceledim. Tozpembe uçuş uçuş bir elbise giymiştim. Düşük yakalı ve biraz dekolteliydi.
"Her zaman ki gibi çok güzelsiniz prensesim!" dedi Madam beni izleyerek. Ona gülümsedim. O sırada kapı çaldı. İçeri Valide sultanın benim için gönderdiği kızlardan biri girdi. Adı neydi? Hah Gülcan.
"Prensesim Hasan Paşa gelmiş sizi görmek istiyor!" dedi.
"İçeri al Gülcan!" dedim.
Hasan Paşa hünkarın veziriydi. Atike hatundan öğrenmiştim. Hasan Paşa içeri girdi selam verdi.
"Prensesim sizi rahatsız ettim beni mazur görün lakin hünkarımız sizin için bir şeyler gönderdi. İzin verirseniz onları size sunayım!" dedi.
Yavuz bana ne göndermiş olabilirdi ki? "Tabi Hasan Paşa!" dedim.
Hasan Paşa dışarı çıktı ve eli kolu dolu olan kadınları içeri aldı. Şaşkınca onlara bakıyordum. Ellerindeki paketleri yere bırakıp çekildiler. "Bunlar sultanımızın sizlere armağanıdır efendim!" dedi Hasan Paşa.
Bana bir sürü eşya göndermişti. Mutlulukla gülümseyip Hasan Paşa'ya baktım. "Teşekkür ederim Hasan Paşa. Hünkarımıza armağanını kabul ettiğimi ilet lütfen!"
"Tabi prensesim" dedi ve kızlarla birlikte dışarı çıktı. Bu sırada Gülcan ve Esma izin isteyip içeri girdiler. Madam eşyalara bakıp "Çok düşünceli bir Sultanmış." dedi
"Prenses hediyeleri açalım mı?" dedi Gülcan.
Kızlar da benim kadar heyecanlıydı. Onları onaylayıp birlikte eşyaları açmaya başladık. İçlerinden renk renk kumaşlar, takılar, elbiseler birçok şey çıkmıştı. Kızlar ve Madam eşyalara bakıp iç geçiriyor ve sultan hakkında birçok şey söylüyorlardı.
"Prensesim burada bir zarf var." dedi ve bana uzattı.
Elindeki küçük zarfı aldım. "Üzerinde padişahın mührü var." dedi Esma. Kızlar aralarında gülüştüler. Onların bu hallerine göz devirdim. Zarfın üzerindeki damgayı bozup zarfı açtım. İçinde küçük katlanmış bir kağıt vardı. Kağıdı açıp inci gibi özenle yazılmış kelimeleri okudum;
"Merdüm-i dideme bilmem ne füsun etti felek,
Giryemi kıldı hûn, eşkimi füzûn etti felek;
Şirler pençe-i kahrımdan olurken lerzan,
Beni bir gözleri ahuya zebun etti felek."
(Yavuz Sultan Selim Han)
Okuduğum şiir dizesini anlamasam da kalbime konmuştu sanki o sözler. Gülümseyerek bir daha okudum o cümleleri. Kızlar merakla bana bakıyorlardı. Kağıdı katlayıp kalbime bastırdım. Kızlar ve Madam benim bu halime güldüler.
Gülcan ve Esma ile iyice sohbet ettik. Gülcan on yedi yaşında gencecik bir kızdı. Annesi ve babasını savaşta kaybedince saraya çalışmak için gelmiş. Gözleri yemyeşil, kumral buğday tenli zayıf bir kızdı. Esma ise göçmendi. Haremde çalışıyor dersler alıyordu. Haremi merak ettiğim için şimdi beni oraya götürüyorlardı.
Koridordan dönüp geniş bir avluya çıktık. Geniş kapısı olan bir yerde durduk. O sırada asker benim gelişimi duyurdu. "Destur Prenses Hazretleri"
Haremin kapısından içeri girdim. Birbirinden güzel bir sürü kız yan yana dizilip selam verdiler. "Hoş geldiniz prensesimiz" Hep bir ağızdan söylediler. Gözlerimi haremde dolaştırdım. Ortada büyük bir salon vardı. Odayı iki tarafa bölüyordu. Ortada ileride yukarı çıkan uzun geniş bir merdiven ve üst katta dar bir koridor vardı. Sarayın diğer kısımları gibi süslemelerle dolu bir odaydı. Bakışlarımı odadan çekip kızlarda dolaştırdım. Hepsi bir birinden güzel kızdı. Yavuz bunlar dururken neden beni istemişti ki?
"Prensesim hoş geldiniz!" dedi yanımda bir ses. Gözlerimi kızlardan çevirip ona baktı. Kısa boylu hafif tombul kafasında fesi olan siyah saçlı kahverengi gözlü bir adam bana selam veriyordu.
"Prensesim ben Sümbül ağa. Haremin ağasıyım!" dedi.
"Prensesim ben Canan hatun. Haremin kızlar ağasıyım!" dedi. Yan yana durmuş eğik başlarını birbirine döndürdüler. Canan hatun, kilolu, kısa boylu, siyah saçlı, açık kahverengi gözlere sahipti. Sümbül ağa ile aralarında sorun var gibiydi.
"Hoş bulduk. Teşekkür ederim ikinize de." dedim gülümseyerek.
Birbirlerine bakmayı kesip, bana baktılar. Onlara bakıp tekrar gülümsedim. "Kusura bakmayın prenses. Bu münasebetsiz haddini aşıyor. Affınıza sığınıyorum efendim!" dedi ve ellerini iki yana açarak eğildi.
"Sümbül Ağa! Sümbül Ağa! Sensin münasebetsiz. Doğru konuş prensesin yanında" dedi Canan hatun sinirle. Birbirlerine bakıp yüz yüze yaklaştılar. Birbirlerine gireceklerdi. "Pekala bu kadar yeter izninizle!" dedim ve haremden çıktım.
Yürürken aklımdaki soruyu Esma'ya sordum. "Esma, Sümbül Ağa bir erkek değil mi? Neden o kadar kızın içinde harem de?" diye sordum.
Esma ile Gülcan soruma güldüler. Onlara bakıp "Neden gülüyorsunuz. Ne oldu?" diye sordum.
"Prensesim o erkek değil." dedi Gülcan.
Madam'a dönüp 'anladın mı?' dercesine baktım.
"Nasıl yani?" dedim. Esma ellerini havaya kaldırarak işaret ve orta parmağını birbirine yapıştırıp ayırdı. Makas işareti yaptı. "Prensesim o hadım edilmiş" dedi ve ikisi birden gülüştüler. Anlayınca kendimi tutamayıp Madam'la birlikte biz de güldük.
"Peki harem de yalnızca ders mi alıyorsunuz?" dedim.
"Evet yani şimdi çoğunlukla sizin yanınızda olacağız." dedi Gülcan.
"Eğer derslerden geri kal-" diyecekken "Hayır prenses o sıkıcı derslere girmektense sizin yanınızda olmayı dileriz." dedi Esma.
Onların bu haline güldüm. "Peki!" dedim. "Aslında hareme gelen güzel kızlar seçilip hünkarımıza gönderilir" dedi Gülcan. Esma koluna çimdik atıp susmasını işaret etti. Onlara bakıp konuştum. "Nasıl yani?"
"Eskiden hünkarımızın beğendiği kız hazırlanıp gece hünkarımıza giderdi." Duyduğumla yüreğime bir ağırlık çöktü. Yavuz bir harem dolusu kadınla mı birlikte oluyordu? Esma aceleyle "Prensesim hayır, yani hünkarımız son üç yıldır hiç haremden kimseyi sokmadı odasına. Yani sadece haremi eğitim için kullanıyorlar." dedi.
Esmaya burukça gülümsedim. Dedikleri içimdeki ağırlığı kaldırmamıştı. Demek harem dolusu kızla gününü gün ediyordu beyefendi? "Odaya gitmek istiyorum." Dedim ve odama geri döndüm. Kapıyı kapatmadan önce "Rahatsız edilmek istemediğimi söyle!" dedim kızlara ve kapıyı kapattım.
Arkamdan "O şom ağzını tutamadın değil mi?" dedi sinirle Esma.
"Ne vuruyorsun be? Eninde sonunda öğrenecekti!" dedi Gülcan. Yatağa yaklaşıp üstüne uzandım. Kendimi düşüncelerime bıraktım.
Dışarıdan gelen sesle uzandığım yerden kalktım. Yataktan uzaklaşıp kapıya doğru yöneldim. "Affedin hünkarım ama rahatsız edilmek istemediğini söyledi." dedi Gülcan titreyen sesiyle.
"Ya önümden çekilirsin ya da o kapıyı kırarım." dedi gür sesiyle Yavuz.
Tam kapıya yönelecekken kapı bir anda açıldı. İçeri tüm ihtişamıyla Yavuz girdi. Arkasından kapıyı kapattı. Lacivert bir kazak aynı renkte bir pantolon giymişti. Uzun kolsuz bir yelek giymiş önünü bağlamıştı. Gözlerini gözlerimden ayırmadan üstüme doğru tehditkar bir adım attı. Ürkekçe arkaya doğru bir adım attım.
"Demek rahatsız edilmek istemiyorsun ha?" dedi tek kaşını havaya kaldırarak.
Ürksem de burnumu havaya kaldırıp taviz vermedim. "Evet doğru!" dedim inatla.
O gitsin harem kızlarıyla gönül eğlendirsin!
Sinirle kaşlarımı çattım. İnatla üzerime iki üç adım attı. Bende her adımda geriye gidiyordum. Ayaklarımın yatağa değdiğini hissedince kafamı çevirdim. Yatağa gelmiştim. Başımı çevirip ona bakınca kararmış gözlerle bana baktığını gördüm.
"N-neden üs-üstüme geliyorsun!" dedim korkarak. Beni umursamadan üstüme gelemeye devam etti. "Gelmesene ya! Gelme dedim ya!" korkarak ona baktım. Aramızda bir adım kalmıştı. Adım atarak o mesafeyi de kapattı.
"Nereye kaçabileceğini sanıyorsun?" dedi alayla.
Başımı dikleştirip ona baktım. "İstediğim yere giderim!" dedim inatla. Üzerime bir adım daha attı. Sırtımı eğerek belimi gerdim.
Sırtımı gerdiğim için elbiseden taşan göğüslerime bir bakış attı. "Şuan pek bir yere gidebileceğini düşünmüyorum prenses." dedi
İlk defa bana prenses demişti.
Ona kaşlarımı çatıp baktım. "Sana ne istediğimi yaparım!" dedim.
Sinirlenip üzerime biraz daha abanınca dengemi kaybedip yatağa sırt üstü düştüm. Yatağa sertçe düştüğümden bir iki defa zıpladım. Heyecanlanmıştım göğsüm alığım nefesten inip kalkıyordu. Gözlerini yavaşça bedenimde gezdirmeye başladı. Adeta gözleriyle beni soyarak baştan aşağı süzdü. Üzerime eğilerek ellerini bedenimin iki yanına yasladı. Dizlerini kırarak tek bacağını bacaklarımın arasına soktu. Üzerim eğildi. Sırtımı arkaya doğru eğerek yumuşak yatağa temas etmesine izin verdim. Gözlerini gözlerime dikerek yüzümü inceledi.
"Demek istediğini yaparsın hatun?" dedi alayla.
Kaşlarımı çatarak üstümde olmasını umursamadan ellerimi sert göğsünün üstüne koyup itmeye çalıştım. "Evet! Bana karışamazsın" dedim inadımı kırmadan. Göğsündeki ellerime bakıp sarılı olan elimi tuttu. Avuç içimi kendine doğru çevirdi. Gözlerini gözlerimden ayırmadan avuç içimi dudaklarına yaklaştırarak tüy kadar hafif bir öpücük bıraktı. Bu hareketiyle kalbimdeki kuş yine kanat çırpmaya başladı.
Dudaklarını avuç içimden çekip parmaklarımı teker teker öptü. "Senin her şeyine kurban olurum ben!" dedi fısıldayarak.
Kanmayacaktım!
Kanmamalıyım!
Çatık kaşlarımı düzeltip sevgiyle ona baktım. Direncimi ancak bu kadar tutabiliyordum.
Elimi dudaklarından çekip sol göğsünün üzerine bıraktı. Göğüs kafesini delip geçecek bir şekilde atan kalbini hissettim avucumda. Gözlerimi ona çevirdim. "Şimdi söyle bakalım. Benim güzel gözlümü kim üzdü?" dedi bana bakarak.
Aklıma yeniden olanlar geldi. Kaşlarımı çatıp ona sinirle baktım. "Sana ne sanki çok umurunda. Sen git de bir oda dolusu hatunla gönlünü eğlendir." dedim boştaki elimle göğsüne küçük bir yumruk attım. Bunu hissettiğinden emin bile değildim.
Söylediklerimi algıladığında başını arkaya atıp güldü. Onun gülüşüyle her şey uçup gitti sanki. Başımı iki yana sallayıp bu düşünceyi kafamdan sildim.
Ona kızgındım ben!
Gülüşünü sürdürerek bana baktı. "Ne gülüyorsun be!" dedim sinirle.
"Buna mı kızdın sen?" dedi gülüşü arasından.
"Evet ne olmuş beğenemediniz mi hünkarım?" dedim imayla.
Gülümsemesini eksik etmeden elini dudaklarımın kenarına koydu. "Ben senin hasretinle yanarken, nasıl başka kadınları düşünürüm ha meleğim?" dedi gözlerini dudağımdan çekmeyerek.
"Ama o harem senin için var?" dedim üzüntüyle. Ya o kızları yatağına alırsa? Ne yapardım o zaman ben?
Asılan yüzümü fark edince dudaklarımda olan elini çeneme koyup başımı kaldırdı. "Hatun haremde ki cariyeler benim için orada değiller. Tamam eğer sevdiğim biri olursa onunla birlikte olabilirim. Ama her gece koynuma birini alıp gönül eğlendirmiyorum. Ayrıca onlar Enderunda eğitim görüyorlar. Benim için orada değiller yani." dedi geldiğimden beri uzunca bir cümle kurarak.
"Yani sen haremde ki kızları alıkoymuyor musun?" dedim şaşırarak.
"Hatun, sence böyle bir şey yapar mıyım? Hem haremle ilgilenmiyorum. Oradaki cariyeler sarayda hem eğitim alıp hem saray işleriyle uğraşırlar." dedi. "Kimseyi zorla tutmuyorum sarayda. Hem Valideme de söyledim harem sadece sarayın bir parçası benim değil. Anladın mı hatun?" dedi ikna edercesine.
Başımı sallayıp ona baktım. "Teşekkür ederim." dedim.
"Ne için?"
"Bana açıklama yaptığın için bir de eşyalar ve not için" dedim ve gülümsedim. Dudaklarını kıvırıp bana baktı. "Senin yüzündeki gülüş için her şeyi yaparım." dedi.
Beklemediği bir şey yapıp dudaklarımı sakallı yanağına bastırdım. Sakalları dudaklarıma batsa da bu tuhaf hissi sevmiştim. Dudaklarımı yanağından çekip ona baktım. Sanırım benden böyle bir hareket beklemiyordu. Burnunu yanağımda dolaştırdı. Derin bir nefes alıp "Merdüm-i dideme bilmem ne füsun etti felek" diye boğuk sesiyle fısıldadı.
"Ne dedim biliyor musun?" diye sordu. Nottaki yazdığı dörtlüğü söylüyordu. Başımı 'hayır' anlamında sallayıp ona baktım.
"Gözlerime felek nasıl bir büyü yaptı bilmiyorum,
Ama çok fazla ağlattı, özümü kan içinde bıraktı, aşkımı arttırdı
Aslanlar bile gücümün korkusundan titrerken
Felek beni bir ceylan gözlüye esir etti" dedi gözlerimin içine bakarak.
Şiiri beni o kadar etkilemişti ki. Yanaklarım kızararak ona baktım. Utançla gözlerimi kaçırdım. "Te-teşekkür ederim." diye fısıldadım.
Bu halimi mest olmuş bir şekilde izliyordu. Burnunu tenimden çekip dudaklarını dudaklarıma yaklaştırdı. Gözlerimi titrekçe kapatıp onu bekledim. Dudaklarını dudaklarıma sürttü. Tam dudaklarını dudaklarıma bastıracaktı ki kapıdan bir ses geldi. "Destur Valide Sultan Hazretleri!" diye bir erkek sesi duydum. Gözlerimi irice açıp boşluğundan faydalanarak onu hızla ittim üstümden.
"Sabır!" dedi sinirle.
Neye uğradığını şaşırarak hemen ayağı kalkıp düzeltti kendini. Uzandığım yerden kalkarak üstümü düzelttim. Saçlarımı parmaklarımdan geçirip dağınıklığını düzeltmeye çalıştım. Bu halime bakıp "Ulan hatun sen var ya!" diyip başını salladı. Ona baktım. Neden öyle demişti ki?
Ne yapmıştım ki?
Kapı sesini duyup başımı oraya çevirdim. Valide Sultan içeri girip bakışlarını bize çevirdi. Ona selam verip konuşmaya başladım. Ama heyecandan kekeledim. "H-hoş geldiniz Valide Sultan!" dedim.
Yanımda bir gülme sesi duyunca gözlerimi o tarafa çevirdim. Hiç utanmadan bu halime gülüyordu pislik! Ona sinirle baktım ve başımı önüme eğdim. "Hoş gördük kızım. Aslanım ben de seni arıyordum. Hayırdır burada ne yapıyorsun?" dedi tek kaşını yukarı kaldırarak.
"Prensesi görmeye gelmiştim!" dedi saygıyla.
Onun utanmazlığından sonra annesinin önünde bu kadar saygılı olmasını beklemiyordum açıkçası. "İyi gördüğüne göre şimdi benimle gelebilirsin. Seni bekliyorum." dedi bana gülümseyip arkasına bakmadan odadan çıktı.
Derin bir nefes alıp sinirle Yavuz'a döndüm. "Utanmaz!" dedim. Birkaç adımla yanıma gelip önümde durdu. Ellerini düşük askılarımın üstüne koydu.
"Ne utanmazlığımı gördün hatun. Ne yaptık sanki?" dedi ve askıları omuzlarıma çekmeye çalıştı. Askılar omuzlarımdan sıyrılıp yeniden düştüler. "Bu ne biçim bir şey?" dedi sinirle.
"Oynamasana!" dedim ellerinin üstüne ellerimi koyarak. "Her yerin meydana hatun!" dedi kaşlarını çatarak.
"Ya bırak hem Valide sultan seni bekliyor gitsene sen!"
"Bunun hesabını soracağım tabi az evvel yaptığın hareketinde hesabı duruyor." Dedi ve yüzünü açıkta olan boynuma yaklaştırdı. Ellerini sırtıma koyup bedenimi bedenine çekti. "N-ne ya-yapıyorsun?" dedim. "Biri gelecek şimdi!"
Islak dudaklarını boynuma sürtüp fısıldadı. "Yerinde olsam gerdek gününe kadar uslu dururdum hatun. Böyle giderse sağ çıkamayacaksın"
Söyledikleriyle yanaklarıma daha da ateş bastı sanki. Ne edepsin bir adamdı. Boynuma ıslak bir öpücük koyup geri çekildi.
"Böyle biteceğini sanma. Elbet elime düşeceksin hatun!" diye söyleyip beni ateşler içine bırakarak odadan çıktı.
Sanırım hiç iyi şeyler olmayacaktı.
Odadan çıkıp koridorda yürümeye başladım. Akşam yemeği için beni davet etmişti. Yavuz gittikten sonra biraz dolaşıp hava almıştım. Daha sonra da kitap okuyup vakit öldürmüştüm. Kaldırıp
Koridorda yürürken karşıdan Safiye sultan ve yanında küçük bir çocukla geldiğini gördüm. Safiye sultan beni görünce derince gülümsedi. Ona karşılık verdim. "Prenses hayırlı akşamlar nereye böyle?" diye sorup önümde durdu.
"Valide sultan çağırdı Safiye Sultanım oraya gidiyordum." dedim.
"O zaman size eşlik edebilir miyiz?" diye sordu sevimlilikle.
Ona gülümseyip başımı salladım. Safiye'nin yanında ki küçük çocuğa döndüm. Gözlerini kocaman açıp bana bakıyordu. Çok sevimli bir çocuktu. Kumral saçları, masmavi gözleri tombul yanaklı bir çocuktu. Üstünde uzun bir kahverengi desenli yelek vardı. Altında da siyah cellabi vardı. En fazla beş, altı yaşlarında bir çocuktu. "Safiye abla bu gerçekten bir Prenses mi?" diye küçük işaret parmağını bana uzatarak.
Safiye bu haline gülüp "Evet o gerçek bir prenses Şehzadem" dedi.
Onunla konuşmak için eğildim. "Merhaba ben prenses Maia. Bu küçük prens de kim?" dedim gülümseyerek. Sesini düzeltiyormuş gibi yaptı.
Elini dudaklarının üstüne götürüp sesini düzeltiyormuş gibi yaptı. Daha sonra ellerini arkada birleştirip sırtını dikleştirdi. Onun bu haline ben de dahil hepimiz güldük.
"Evet o prens benim. Benim adım Korkut!" dedi burnunu havaya dikerek.
"Memnun oldum Korkut!" dedim gülümseyerek. Safiye'ye dönüp "Senin mi oğlun?" diye sordum. Ortama birden sessizlik çöktü. Safiye gözlerime şaşkınlıkla baktı.
"Yanlış bir şey mi söyledim?" dedim merakla.
"Şe-şey hayır." dedi gözlerini kaçırdı.
O sırada Korkut'un gözler açılıp yanımdan hızla geçti. "Baba!" diye coşkuyla bağırdı.
Nereye koştuğuna bakmak için arkamı döndüm. Donup kaldım. Korkut Yavuz'un boynuna atlamıştı. Yavuz ise onu kucaklamış ona gülümsüyordu. Baba-oğul birbirlerine gülüyorlardı.
"Ne yapıyormuş benim aslan oğlum?" dedi gülerek Yavuz.
"Baba biliyor musun saraya bir prenses gelmiş. Hem de çok güzel" diye heyecanla parmağını benim tarafa kaldırdı. Yavuz oğlunun dedikleriyle kaskatı kesildi. Gözlerini oğlunun dediği tarafa çevirip bana baktı.
Gözlerimiz buluştu. Gülen yüzü donmuş bana bakıyordu. Onun bir oğlu vardı? Bana neden söylememişti? Hem Korkut'un annesi neredeydi? Gözlerinde ki pişmanlık tohumlarını gördüm. Bütün kırgınlığımla ona baktım. Vücudu acıyla kasıldı.
'Bir kanadımı kırdın Yavuz. Oysa kalbim sana uçuyordu'