İyi okumalar dileri...
Sibel Ateş'ten anlatım...
Karşımda bana kahve yapmış ve dikkatle gözlerimin içine bakan adamı anlamaya çalışıyordum. Beni kimsesizleştiren bu hayatı, geçmişimi anlatmamı bekliyordu ama benim geçmişim için kurabileceğim bir cümlem yoktu. On sekiz yaşıma kadar hayatım gayet güzel iken on dokuz yaşımdan sonra cehenneme dönmüştü. Oğuz bey "lanet olsun susup durma Sibel. Bir yerden başla artık" dediğin de sessizliği bölen sert sesi irkilmeme sebep olmuştu. Korkak bir insan değildim lakin insandım. Bazen doğal olan bu güdüleri bile sergileyememek canımı yakıyordu. Mesela içten bir kahkaha atmak ya da bir film izlerken o anki duyguya kapılıp kanarcasına ağlamak gibi.
Elimin üzerinde bir sıcaklık hissettiğimde ilk önce elime, ardından da yanıma gelmiş olan Oğuz beye baktım. Gözlerimin içine bakıp "anlat" dedi. Derin bir nefes alıp "neyi anlatayım Oğuz bey? Hangisinden başlayayım?" diye sordum. Oğuz bey derin bir nefes alıp "istediğin yerden başla" dedi. Elimi kendime çekip "babamla çok iyi bir ikiliydik. Hatta çoğu zaman annem aramızdaki ilişkiyi kıskanır babama sırnaşırdı. Ama hep unuturdu ki gece ona ceza verip babam ile birlikte uyuyacağımı" dedim. Başımı sağa sola doğru sallayıp "on sekiz yaşımdayken kaybettim babamı. O günden sonra hayatımız zaten faciaya döndü. En büyük aşkların bile öleceğini annemin başka bir adamla evlenmek istediği o gün anladım ben. İlk karşı çıktım ama annem pek umursamadı ve evlendi. Sonra kabullenmeye başladım ama olmadı. Onun hayatındaki adam bana karşı hep saplantılıydı" dedim.
Oğuz bey çatık kaşlarla beni dinlerken kucağımdaki elimin üzerine bir ılık su döküldü. O an yine ağladığımı anladım. Burnumu çekip "kendimi derslerime verdim, daha azimle çalıştım ama babamdan kalan ne varsa her şeyi de o adamın kumar borçlarına ve içki keyfine annem kurban etmişti. Çalışmak zorunda kaldım. Hiç gocunmadım ama en çok zoruma giden o adamın eline kazandığım parayı bırakmak olmuştu. Kimi zaman okul ihtiyaçlarım için para ayırdığımda anlar beni odaya kapatıp bir güzel kemerle döverdi" dedim. Yüzümü buruşturup "ertesi gün gözümü açacak halim kalmazdı ve o şerefsiz yanıma gelip pişman olmuş gibi vurduğu yerleri öperdi" dedim. Sert bir soluk alıp "yine de anneme bir şey yapmasın diye ses çıkartamazdım ama en son ki tacizine ve alenen beni istemesine sessiz kalmadım. Bu sebepten çıktık o evden ve Hale'nin yanına yerleştim" dedim. Oğuz bey beni dikkatle dinlemiş ve hışımla yerinden kalkıp bir sağa bir de sola doğru volta atmaya başlamıştı. Bende yerimden kalkıp "siz duyduklarınıza katlanamadınız Oğuz bey. Ben bunları yıllarca yaşadım" dedim.
Oğuz bey sert bir soluk alıp yüzüme baktığında "artık uyuyabilir miyim?" diye sordum. Gerçekten çok yorgun ve kendimi yanından defolup gitmek istediğim adama anlatmış olan bir enayi gibi hissediyorum. Bu olanları bu adama anlatmam büyük aptallıktı fakat iyi gelmişti. Bu sessizlik, onun müdahale etmeden beni dikkatle dinlemesi anlamsızca iyi hissettirmişti. Sert bir soluk verip "merdivenlerden çık soldaki ilk oda" dedi. Başımı sallayıp "iyi geceler" diyerek merdivenlerin olduğu alana doğru adımladım. Onun üzerime verdiği pijama takımı o kadar çok bol olmuştu ki kollarımı ve paçalarımı kıvırdığım halde hala daha yerleri sürtüyordu. Bu halime tebessüm edip merdivenlerden çıkmaya başladım. Tarif ettiği odaya girdiğimde içeri sinen vanilya kokusunu derince içime çektim. Kapıyı kapatacağım an armada Oğuz bey belirince ufak çaplı bir korku, buna bağlı çığlıkta atmıştım. Elimi kalbimin üzerine koyup "neden bu kadar sessizsiniz Oğuz bey? Beni korkuttunuz" dedim isyan ederek.
Oğuz bey gülümseyip "odayı beğendin mi diye merak ettim" dediğin de şaşkınca ona baktım.
Başımı sağa sola doğru sallayıp "eviniz gayet şık ve zarif. Hatta bu vanilya kokusunu çok seviyorum. Şuan bu odada bu kokuyu duyumsamak bile beni inanılmaz rahatlattı" dedim. Oğuz bey başını sallayıp "buna sevindim, çünkü bende çok seviyorum bu aromalı kokuyu" dedi. Başımı sallayıp "izniniz ile uyuyabilir miyim?" dedim. Oğuz bey tebessüm edip "iyi geceler" dedi ce odanın kapısına hafif açık bırakarak dışarı çıktı.
Yorgunlukla yatağı açıp bıkkınca uzandım ve üzerimi örttüm. Çarşaflar bile vanilya kokuyordu ve bu duyum bedenimi daha çok mayıştırmıştı. Derin derin birkaç kez daha nefes alıp gözlerimi daha sıkı kapatıp kendimi tıpkı kararan gece gibi o ıssız karanlığa bıraktım...
***
Yüzüme değer şey her ne ise beni fazlasıyla huylandırmıştı. Yüzümü ovuşturup sıkın bir soluk vererek tekrar uykuma dönmeye çalıştım ama yüzüme değen o tük beni deli etti. Bir anda gözlerimi açıp başımda beni tebessümle izleyen Oğuz bey ile karşılaşmam küçük dilimi yutmama sebep oldu. Şaşkınca ona bakarken o da gülümseyerek "günaydın" demişti. Bu adamın üzeri neden çıplaktı ya? Hayret ederek ona bakıp ağırca yutkunmuştum. Yataktan doğrulmaya çalıştığımda ise omuzlarımdan bastırıp "uykunu alamadıysan uyu biraz daha" dedi. Yavaş yavaş sinirlenmeye başlıyordum. İyi maden bok mu vardı beni uyandırdın? Diye sormak çok isterdim ama derin bir nefes alıp "günaydın Oğuz bey. Şey saat kaç acaba?" diye sordum. Oğuz bey yüzünden tebessümü eksik etmeyerek "öğleni geçti ve sen oldukça uykucu çıktın" dedi.
Şaşkınlıkla "ben bu kadar saat uyumazdım ki" diyebilmiştim. Kendime şaşırarak yatakta doğrulup "sizin gününüzün yarını çalmış oldum" dedim. Oğuz bey yüzüme gelen saçlarımı kulağımın arkasına atıp "bende öğleden sonranı çalarım. Böylece ödeşmiş oluruz" demişti.
Şaşkınlığım devam ederken dudaklarımdan bir "haa" çıkmıştı. Yüzümü buruşturup "ben sabahları biraz sersem oluyorum kusura bakmayın" dedim. Oğuz bey "hadi kalk pikniğe gideceğiz" demişti. Bu daha çok şaşırmama sebep olurken onunla pikniğe gidecek olmam bir olaydı. Ayrıca onun piknik demesi apayrı bir olaydı. Yine şaşkın ifademi görünce erkeksi bir kahkaha atıp "Serkay ve Hale'de gelecek" dedi. Beyin nöronlarım devre dışı kalmış bir halde yataktan kalktım ve Oğuz beye bakarak "temiz çarşaf ve yastık kılıfı verebilir misiniz?" diye sordum. Oğuz bey tek kaşını kaldırıp yüzüme bakınca "burada ben yattım ve değişmesi gerekiyor Oğuz bey. Anlamadığınız nokta nedir?" diye sordum. Oğuz bey yanıma gelip tam önümde durarak "senin kirli bir bedene sahip olduğunu düşünmüyorum" dedi. Ilık nefesini yüzüme vurarak konuşması ve bu yakınlığı vücuduma ateş basmasını sağlarken bir adım gerileyip "bir kez daha bu yatakta yatmayacağım ve bir misafiriniz gelirse bu şekilde yatmasını istemem" dedim.
Oğuz bey çarpıkça gülümseyip "genelde misafirlerim bu yatakta yatmaz" dedikten sonra kaşlarını çatıp "neyse sen bırak burasını hazırlan çıkalım" diyerek odadan çıkmıştı. İma ettiği şeyi idrak ettiğimde ise yüzümü buruşturmadan edemedim. Sinirle yastık kılıflarını, çarşafı ve yatak örtüsünü yere atıp katlayarak yatağın ucuna koydum. Dün akşam ki kıyafetlerimi giyip üzerimde dün gece Oğuz beyin verdiği pijama takımlarını da katlayıp yatağın diğer ucuna bıraktım. Banyoya girip elimi, yüzümü yıkadım ve saçlarımı ellerimle düzelttim. Çantamdan çıkarttığım parfümümü üzerime güzelce sıkıp çantamı elime alarak odadan çıktım ve merdivenlere yöneldim.
Oğuz beyin ima ettiği şey bir yandan içimi bulandırırken, bir yandan da canımın sıkılmasına neden olmuştu. Aşağı indiğimde ise salonda gülüşen Hale ve Serkay beyi görmüştüm. Onların yanına gidip "hoş geldiniz" diyerek tekli koltuğa oturdum. Hale "bu ne uykusu böyle?" diye sorduğunda sıkkın bir soluk alıp "bilmiyorum ama hala daha sersem gibiyim" dedim. Oğuz beyin de yanımıza gelmesi ile ayaklanmıştık. Hep birlikte evden çıkarken Oğuz bey "sen benimle geliyorsun Sibel" demişti. Mecburen onu takip etmiş ve açtığı kapıdan yolcu koltuğuna oturmuştum. Yine içeri eğilip emniyet kemerimi taktığında içimden gözlerimi devirmek gelmişti.
Oğuz beyde yerini alıca süratle yola çıkmıştık. Sanki Serkay bey ile yarış halinde gibilerdi. Derin bir nefes alıp "yarış için doğru bir seçim değil" dedim umursamaz bir tavırla. Oğuz bey saniyelik bir şekilde bana bakıp tekrardan önüne dönmüş "yarış yapmıyoruz zaten" demişti.
Dukalarımı birbirine bastırıp "hı hı o yüzden birbiriniz geçtiğinizde karşılıklı korna basıyorsunuz" dedim. Oğuz bey bir anda burnumu sıkıp "sen bu minik burnu her şeye sokmak sorunda mısın?" diye sorduğunda inleyerek "canım candı bırakın lütfen" dedim. Oğuz bey elini geri çektiğin de canımın acısından gözümden yaş akmıştı. Sulanan burnumu çantamdan acele ile çıkarttığım peçete yardımı ile silip başımı sağ tarafa çevirerek dışarısını izlemeye başladım. Oğuz beyin parmakları yüzüme değince başımı biraz daha cama doğru yaslayıp "temas etmeyin lütfen" dedim.
Oğuz beyin sıkkın nefesi kulağıma ilişse de oralı olmamıştım. Araç durduğunda Serkay beyler çoktan gelmiş ve araçlarından inmiş bir şekilde bizi beklediklerini gördüm. Oğuz bey aracı park ettiği an emniyet kemerini açıp hemen araçtan inmiştim. Etrafıma bakındığımda ise şaşkındım. Bu adam piknik demişti ama biz kocaman bir restoranın önündeydik. Kendimi tutamayarak kahkaha atmaya başlamıştım. Arkamda duran üç kişi bana şaşkınca bakarken ben "p-piknik mi yapacağız hem de burada?" diye sordum.
Oğuz bey çarpık bir gülümseme ile "ne o beğenemedin mi?" diye sorunca başımı olumsuzca sağa sola doğru sallayıp "üzgünüm ama bu anlayışınız bana oldukça ters" dedim. Serkay bey "ters olan ne?" diye sorunca kıkırdayıp "şey yani sizin ikinizi mangal başında hayal dahi edemiyorum. Piknik dediğiniz sadece serpme kahvaltı ise sadece komik" dedim. Hale'de bana katılıp "sana demiştim Serkay serpme kahvaltı bir piknik değildir" dedi. Yanıma gelip "şöyle cayır cayır yanan bir mangal, o ateşte közlenen patlıcan, biber, soğan ve sarımsak. Ayrıca üzerinde pişen etler. İşte piknik dediğin yeşillik bir alanda kendi mangalını yakabileceğin bol etli ve harika salatalarla renklendirdiğin bir etkinliktir" dedi. Derin bir nefes alıp "ay sus, sus hamile olsam çocuğum düşer" dediğim de ikimizde kahkaha atmaya başladık.
Oğuz bey sol dirseğini Serkay beyin omzuna yaslayıp "hanımlar mangal istiyor kardeşim ne dersin?" diye sordu. Yüzümü buruşturup "ama piknik diye bizi buraya getirende sizsiniz Oğuz bey" dedim isyan ederek. Sonra bir kahkaha daha atıp "özür dilerim ama sizi mangal başında gerçekten hayal edemiyorum" dedim. Ayıp olmasın diye arkamı dönüp kısık sesle gülmeye kaldığım yerden devam ederken ensemde hissettiğim ılık nefes yerimde put gibi durmama sebep oldu. Hareketsizce dururken o nefes kulağıma gelip "komik mi Sibel hanım?" diye soran Oğuz beyin sesine dönüşmüştü. Boğazımı temizleyip bir adım ilerime attığımda tek kolu ile belimden tutup beni sert bedenine esir etmişti. Derin bir nefes alıp "evet bana çok komik geldi" dedim geri adım atmayarak. Oğuz bey beni kendine çevirip "gel bakalım nasıl mangal yakılıyormuş sana bir güzel öğretelim" dedi. Kıkırdayıp "hay hay Oğuz bey. Zevk ile izleyeceğim" dedim.
Tekrardan arabalara bindiğimizde Oğuz bey "Serkay'ın yazlık evine gidiyoruz" dedi. Emniyet kemerimi takıp yolu izlemeye başladım. Hava serin ve birazda pusluydu. İki gözümün çiçeği en çok sevdiğim kış mevsimi yavaş yavaş geliyordu. Tebessüm ederek gök yüzüne baktığımda Oğuz bey "hava bu kadar pusluyken gök yüzüne tebessüm ederek bakman enteresan" demişti. Gülümseyerek başım sağa sola doğru sallayıp "ben o deniz, kum ve güneş diye etrafta o beach senin bu beach benim diye gezinen bayanlardan değilim. Daha çok yağmuru ve serinliği severim" dedim. Oğuz bey kısa bir süre şaşkınca yüzüme bakıp tekrar önüne döndüğün de "kadınların geneli kış aylarından nefret eder" dedi. İçimde beliren öfkeye hakim olmaya çalışıp "kadınların gene ile ilgili bir kültüre sahip olabilirsiniz Oğuz bey ama ben o genel olan kadınların içerisinde yer alan biri değilim" dedim. Oğuz bey sert bir soluk alıp "fazlasıyla farkındayım" demiş ve gaza biraz daha yüklenmişti.
Deniz gözlerime iliştiğin de yanından geçtiğimiz tabelaya baktım. Ağva'ya gelmiştik ve ben burasını kışın daha bir ayrı seviyordum. Eski ahşap evleri yeniden elden geçirip çok güzel konaklama tesisleri yapmışlardı. Özellikle yapay göllerle oluşan birkaç tesis benim vazgeçilmezlerimdi. Canım sıkılıp evden kaçmak için özellikle kış aylarında tek başıma birkaç kez buraya gelmiştim fakat Serkay beyin burada bir yazlık evinin olduğunu bilmiyordum. Oğuz bey "burayı çok seveceksin" dediğin de başımı sallayıp "seviyorum zaten" diyerek karşılık verdim. Araç durduğunda denizin hemen ardında yemyeşil ağaçların arasında kalan ahşap ev gözlerime ilişmişti. Mutlulukla gülümseyip "burası harika" dedim. Acele ile araçtan inip etrafı incelemeye başladım.
Hale yanıma gelip "tam senin havalar" dediğin de başımı sallayıp "Hale burası muhteşem" dedim. Evin kapısına kadar giden gri renk Arnavut taşları, etrafı yemyeşil çimen ve kenarlarda olan bahçe çiçekleri harikaydı. Bahçeye girişte sağ tarafta kocaman bir ağaç, altında ise eski kuzine sobaları andıran bir barbekü vardı.
Onun tam karşısında ise bahçe masası ve sandalyeleri duruyordu.
Hale "baksana yoldayken çalışanlara her şeyi aldırttı" dedi kıkırdayarak. Oğuz bey "ee hadi bakalım biz mangal işini halledelim sizde salata ve masa düzenini" dedi. Hale ile birlikte eve doğru yürüdüğümüzde arkamızdan Oğuz beyde geliyordu. Hale ayakkabılarını çıkartmadan içeri girince "buraya gel ve o ayakkabılarını çıkart hemen" dedim.
Hale şaşkınca bana bakarken kapını yanında duran terlikleri göz ucu ile gösterip "hadi Hale" dedim sinirle. En hassas noktamdı bu ve hiç hoşlanmazdım. Dingonun ahırına girmiyoruz sonuç olarak. Başım çevirip Oğuz beye de göz ucu ile ayakkabılarını işaret edip "çıkartın" dedim. Serkay bey "oh be nihayet beni anlayan biri" dediğin de başımı sallayıp "aksi takdirde yemek yemezdim" dedim. Hale "sen genelde eve ayakkabı ile girerdin ve beni bu konuda hiç uyarmadın" dedi. Serkay bey "Sibel sayesinde öğrenmiş oldunuz" dedi ama Hale sanki biraz alınmıştı. Derin bir nefes alıp "kusura bakmayın ama ben kendi evime de bu şekilde girmiyorum. Temizlik insanın kendi vücuduyla başlar ve çevresine yayılır" dedim. Hale "neyse mutfak ne tarafta?" diye sormuştu soğuk bir sesle. Serkay bey "soldaki ilk kapı" demiş ve Hale'nin elinden tutup o tarafa doğru yönelmişti. Ben de ayakkabılarımı çıkartıp kırmızı ev terliklerini giydikten sonra üzerimdeki hırkayı çıkartıp askılığa astım. Oğuz bey "titiz olduğun kadar güzel yemekte yapıyor musun?" diye sordu.
Tebessüm edip "merak etmeyin zehirlemem sizi" diyerek mutfağa doğru yürüdüm. Serkay bey hışımla dışarı çıktığında Hale sertçe etleri kesiyordu. Yanına gidip omzuna dokunduğum sırada bıçakla bana dönüp "sen miydin?" diye sordu. Korku ile bir burnumun ucunda olan bıçağa, bir Hale'ye bakıyordum. Bir adım geri çekilip "indir şu bıçağı deli" dedim. Hale kırgın gözlerle yüzüme bakınca içim burkulmuştu. Elindeki bıçağı alıp arkama dönerek "Oğuz bey ben birazdan mangalda közlenmesi gerekenleri getiririm" dedim. Oğuz bey başını sallayıp mutfaktan çıktıktan sonra hemen Hale'ye dönerek "özür dilerim" dedim. Hale tebessüm edip "seninle ilgili değil ki bir tanem. Serkay her zaman böyle bana karşı. Kapalı bir kutu gibi ve esrarengiz" dedi.
Sıkkın bir soluk verip "evine her zaman ayakkabı ile giriyor üstelik onun oluşturduğu düzeni eksikleri söylediğimde kızıyor. Şimdi aksini iddia eden ve ağzından çıkanı kulağı duymayanda o" dedi ve tezgaha dönüp "yoruldum artık Sibel. Onun peşinde oradan oraya savrulmaktan kırılmadık yanım kalmadı" dedi. Elimdeki bıçağı tezgaha koyup sırtını sıvazlayarak "kolay olmadığını en başından beri biliyordun Hale. Senin öz verilerin sayesinde bu kadar sempatik biri haline geldi Serkay bey. Hadi pes edip omuzlarını düşürme hem de bu kadar çok severken" dedim. Hale burnunu çekip "sen beni bırak da dün gece ne oldu onu anlat" dedi. Sıkkın bir soluk verip "o aşağılık herif aradı işte, bütün sinir yaylarımla oynadı. Oğuz beyde o halimi görünce beni apar topar arabaya bindirip kendi evine götürdü" dedim.
Derin bir nefes alıp "esas eve gittiğimizde annem arayıp para dilendi Hale. İnana biliyor musun? Annem olacak kadın baban seni özledi ve kirayı ödeyemedik diye beni aradı" dedim. Hale "yuh be arkadaş. Bu kadarda olmaz ama" diyerek sinirle etleri kesmeye deva etti. Ben de bir yandan közlenecek olan sebzeleri yıkayıp kuruluyordum. Derin bir nefes alıp "anlayacağın yanından deli gibi kaçıp gitmek istediğim adama tüm rezilliğimi sunmuş oldum" dedim. Başımı sağa sola doğru sallayıp "bir de onun şahit olduğu onca şeye karşılık hayatımın bir kısmını anlatmak zorunda kaldım" dedim. Hale şaşkınca yüzüme bakarken "oha" dedi bir anda. Ben de başım sallayıp "oha ya" dedim.
Öfke ile soluk alıp "ben bu rezil insanlardan nasıl kurtulacağım ya?" diye isyan ederken Hale "yeni bir numara al Sibel. Evini bilmiyorlar, numaranı da bilmesinler. Bu hayatı seçen annense eğer katlanmak zorunda olan tek kişide o" dedi. Aslında yerden göğe kadar haklıydı fakat bir yerlerden rahmetli babamın sesini duyuyor ve yapma dediğini işitiyordum. O kadar merhamet dolu bir adamdı ki, insanları öylesine çok severdi kötü olsalar bile. Ağzından düşürmezdi 'her insan yeni bir yaşam, farklı bir romadır kızım' derdi. Annemin babamdan sonra ikimize biçtiği hayat ise facialarla doluydu. Hele ki dayım olacak o iblis. Onu bu ellerimle öldürsem bir de insan yerine koyup ceza verirler. Başımı sağa sola doğru sallayıp "ben şu sebzeleri dışarı götürüp geliyorum" dedim ve canım arkadaşımın yanağına sulu bir öpücük kondurup hemen yanından kaçtım. Zira kendisi "lanet olsun Sibel yüzümü mikrobunla doldurdun" diye isyan ederdi tıpkı şimdiki gibi. Kahkaha atarak bahçeye çıkıp barbeküyü yakmaya çalışan ikiliye baktım. Dudaklarımı büzüm "aç kaldık sanırım" demiştim.
Oğuz bey dişlerini sıkıp "birazdan yanmış olur" demiş ve sertçe önüne dönmüştü. Serkay bey elindeki maşayı sinirle yere attığında dudaklarımı birbirine bastırım elimdeki tepsiyi masaya bıraktım. Barbekünün başına gidip baktığımda kendimi tutamayarak kahkaha atmaya başladım. Güçlükle kendime gelip "çıra nerede?" diye sordum. Serkay bey saçını kaşıyıp "bilmiyorum" demiş ve benim yine bir kahkaha atmama sebep olmuştu. Bakışlarım Oğuz beyi bulduğunda ise susmuştum. Dışarıdan gören biri bu adamın ciddi anlamda benden etkilendiğini düşünürdü fakat işlerin böyle olmadığını en azından ben biliyordum. Fakat bakışları beni ciddi anlamda rahatsız ederken Serkay beyin yere attığı maşayı elime alış kömürlerin ortasını açtım. Barbekünün yanında olan kolu çektiğimde içinde bir sürü küçük çıra olduğunu gördüm ve tebessüm ettim. Elimdeki maşa yardımı ile kömürleri yuvarlak bir halka çekline getirdim. Ortasına çıra ve kağıt parçalarını koyarken, diğer kömürlerin arasına da hem çıra hem de kağıt parçaları iliştirdim. Barbekünün altındaki büyük kapağı açıp yoğun ispirtoyu bulduğumda kıkırdayarak çıraların ve kömürlerin üzerinde biraz gezdirdim.
İki tane kazık gibi adam beni dikkatle izlerken büyük kibrit yardımı ile çıraları tutuşturdum ve "işte bu kadar" dedim. Serkay "ulan rezil olduk kıza" dediğin de Oğuz bey dişlerini sıkıp "kes lan" diyerek karşılık verdi. Derin bir nefes alıp "bakın yanındaki yelpaze ile kömürlerin iyice tutuşmasına yardımcı olursunuz. Kömürler tam tutuştuğunda ise rica ediyorum getirdiğim sebzeleri közlemeyi başarın" dedim ve arkamı dönerek eve doğru yürüdüm. Kıkırdayarak mutfağa girdiğimde Hale "ne oldu?" diye sordu. Daha büyük bir kahkaha atıp tam konuşacakken "sakın beni kadınıma rezil edeyim deme Sibel" diyen Serkay bey ile duraksadım. Hale tek kaşını kaldırıp yüzüme bakarken "kusura bakmayın Serkay bey hayatım söz konusu" dedim ve "mangalı ben yaktım" diyerek gülmeye devam ettim. Hale'de kahkaha atmaya başladığında Sekay bey yanımıza gelip aşk ile Hale'ye bakmaya başlamıştı. Kendimi geri çekip anlara baktığımda Hale "etler hazır birazdan salataları da hazırlayıp yanınıza geliriz" demişti. Serkay bey Hale'nin anlından öpüp "tamam" diyerek çıkmıştı mutfaktan.
Sonra aniden yine gelip üst çekmeceden et maşası ve geniş bir tencere alıp "bir gülüşünle aklımı başımdan aldın bak" diyerek göz atmış ve hızla mutfaktan çıkmıştı. Ardından bizde etleri marina edip salatalara geçmiştik. Közlenen sebzeleri Oğuz bey getirip limonlu salata şeklinde istediğini söylemişti. Ben de onun istediği gibi salatayı hazırlayıp masayı kurmak için bahçeye çıkmıştım. Kızarmaya başlayan etlerin kokusu açlığımı daha çok hatırlatırken hızla masayı kurmuş, hazırladığımız salataları da masaya yerleştirmiştik. Hale özellikle yine kırmızı şarap seçmiş ve karşıma oturmuştu.
Serkay bey "evet mangal işimiz bitti" dediğin de yerimden kalkıp birkaç dilim ekmek hala daha yanan mangalın üzerine atıp kızarmasını bekledim. Önlü arkalı kızarttıktan sonra ellerimi üfleye üfleye masaya getirdiğim ekmeklerin üzerine biraz tere yağı sürüp her birimizin tabağına birer dilim bıraktım. Serkay bey etleri özenle servis edip birde üzerine susam, kekik, zeytin yağı ve nar ekşisi ile hazırlanmış sostan bir tatlı kaşığı kadar dökmüş "afiyet olsun" diyerek Hale'nin yanına oturmuştu. Çatal ve bıçağa bakıp yüzümü buruşturmak gelmişti içimden ama bu adamların bu etleri pişirmesi bile mucize iken daha fazlasını beklemek ve yapmak ayıp olacağı için çatal bıçak yardımı ile pişen etimden bir parça alıp ağzıma attım. Muhteşem olan bu lezzete bir yudum kırmızı şarapta eklenince gerçekten rüya gibi bir damak keyfi ortaya çıkmıştı. Oğuz bey "salata harika olmuş" dediğin de tebessüm ederek afiyet olsun" dedim.
Genel olarak bol bol sohbet edip gülüşürken ben hem yemeği, hem de alkolü biraz fazla kaçırmıştım. Sofrayı toplarken hafifçe başımın dönmesi beni zorlamıştı ama yine de çaktırmadan yürümüş ve elimdeki hiçbir tabağı düşürmemiştim. Mutfakta bulaşıkları çalkalarken ensemde hissettiğim nefes ile yerimden sıçradım. Arkamı döndüğümde ise Oğuz beyin yüzüne çarpan saçlarımı görmüş şaşkınca onun soluk ela ve yeşil karışımı gözlerinin içine bakmıştım. Oğuz bey "vanilya sadece evimde kullandığım koku değil anlaşılan" dedi. Boğazımı temizleyip "beni korkutmak hoşunuza mı gidiyor Oğuz bey?" diye sordum. Oğuz bey çarpıkça tebessüm edip başını sallayarak "irkilmen hoşuma gidiyor" dedi. Kaşlarımı çatıp "hasta olduğunuzu düşünüyorum" dedim ve arkamı döndüm. Oğuz bey ise mutfak tezgahına yaslanıp "belki de öyleyimdir" dediğin de başımı olumsuzca sallayıp "zor biri olduğunuz kesin" dedim.
Bulaşıkları makinaya yerleştirdikten sonra deterjan haznesine kapsül deterjanı koyup küçük olan kapağını kapattım. Ardından bulaşık makinasının kapağını kapatarak başlat tuşuna basıp musluğa yöneldim. Tezgahım üzerini silip ellerimi sıvı sabun yardımı ile yıkadıktan sonra havlu peçete ile ellerimi kuruladım ve peçeteyi çöpe attım. Oğuz bey dikkatle beni izleyip "pazartesi günü işe gelirken üç günlük ufak bir valiz hazırla" dedi. Şaşkınca ona bakarken gülümseyip "Fransa'ya gidiyoruz" dedi. Ağırca yutkunup "iyi de pazartesi yarın" dedim. Oğuz bey keyifle gülümseyip "evet" dediğin de isyan ederek "bu şimdi mi söylenir ama?" diye isyan etmiştim. Oğuz bey erkeksi bir kahkaha atıp "dua et sabah söylemedim" dedi.
Sıkkın bir soluk aldığımda bir anda aramızdaki tüm mesafeyi kapatıp "sana farklı bir gözün değeceği hiç kıyafet yanına almıyorsun" dedi emir ederek. Bir adım geri atmak istediğimde elini belime koyup "kaçmak yok damla, benim kendi gerçeklerimden kaçamadığım gibi sende benden kaçamayacaksın"...
Bölüm bitti...