Sabah cama vuran yağmur damlaların sesiyle gözlerini açtı genç kız. Yatakta gerilip ayaklarını sıcak parkenin üzerine koydu. Gece geç yattığı için gözlerine cam batıyor gibi hissediyordu uykusuzluktan. Hala mışıl mışıl uyuyan Azra'ya seslenip banyoya doğru yürüdü. Beş dakika içinde işlerini hallettikten sonra, odasına girip giyeceği kıyafetleri dolaptan seçti.
Siyah kalem eteğiyle krem rengi gömleğini alıp giyindi. Uyumaya devam eden Azra'nın başına gelip ofladı. "Azra kalk artık lütfen. Neden seninle her sabah bu muhabbeti yapıyoruz biz? Artık kızmaya başlıyorum bak."
Azra başını yastığın altına sokup ağzının içinden homurdandı. Sinirle yastığı yüzünden çekip yere fırlattı, Pınar. "Derdin ne kızım senin?" Azra sinirle ayağa kalkıp ablasının karşısında durdu.
"Ben okula gitmek istemiyorum. Okumak istemiyorum, sadece evde durmak istiyorum."
"Oldu başka?"
"Abla beni rahat bırak lütfen. Bugün babamla konuşacağım okulu bırakacağım."
Geri çekilip başını sağa sola salladı Pınar. Bunlar nasıl kelimlerdi. Babaları onlar için onca yıl deli gibi çalışmıştı okusunlar diye. Sırf okulda arkadaş edinemiyor diye babasının emeklerini harcayan Azra, Pınar'ın kardeşi miydi? Her zorluğa göğüs geren kız pes mi ediyordu?
Kasvetli ortamdan bir an önce çıkıp uzaklaşması lazımdı. Yoksa kardeşiyle ciddi bir kavgaya tutuşacaktı.
"Ben gidiyorum Azra. Sana sadece şunu soracağım, evlendiğin zaman evde oturup kocanın eline mi bakmak istersin? Yazık ediyorsun hem kendine hem de ailemize. Ben bundan sonra karışmıyorum. Akşam ben işten gelince babamla konuş. Adam üzüldüğünde yanında olmak isterim."
Azra'nın konuşmasını beklemeden odadan çıkıp mutfağa doğru yürüdü. Her sabah olduğu gibi babası ve annesi erkenden uyanmış kahvaltılarını yapıyorlardı. Onlara, "günaydın" deyip hızla kendine sandviç ekmeği hazırladı.
"Kızım otur kahvaltı yapsana."
"Yağmur az yağıyorken gideyim anne."
"Peki kızım."
Ali Bey cebinden elli lira çıkarıp önüne koydu. "Al kızım bu parayı, taksiyle git. Ben bu hafta içi bankaya gidip kredi fiyatlarını öğreneyim. Sana ikinci elde olsa araba alalım. Otobüslerde olmuyor her gün."
Babasının yanaklarından öpüp, "gerek yok" dedi sıkı sıkı sarılırken. "Ben her türlü idare ediyorum, şimdi boşuna masraf yapmaya gerek yok. Hadi görüşüz. "
İkisine el sallayıp kapının önüne geldi. Yarım topuklu botlarını giyip portmantodan siyah kabanıyla şemsiyeyi alıp evden çıktı. Kasım ayına girdikleri bu dönemlerde havalar iyice soğumaya başlamıştı. Merdivenleri inip dış kapının önünde tozpembe şemsiyesini açtı. Dışarı adım attığında her zaman olduğu gibi Neşe'nin penceresine gözü kaydı. Bu onda alışkanlık haline gelmişti. Sabah ve akşam apartmana girmeden onların dairesinin penceresine bakardı. Alışkanlık haline gelen bakışları bu sefer alt katın penceresine kaydı. Başını sağa sola sallayıp durağa doğru yürümeye başladı.
****
Adliyeye gelince öğlene kadar yarım kalan işlerini halletti. Yeni gelen boşanma davasını incelemek için kendine kahve alıp masasına geçti. Dosyanın kapağını açınca telefonun titremesiyle dosyanın kapağını kapadı. Ekranı açıp kalbinin hızlı atmasını sağlayan mesajı okumaya başladı.
Selim: "Merhaba Pınar, adliyedeyim işin yoksa öğlen yemeğine çıkalım mı?"
Eli ayağı titremeye başladı. Bu adam onun adliyede çalıştığını nasıl öğrenmişti? Her şeyi geç öğlen yemeğine çıkalım diyecek kadar ne zaman yakınlaşmışlardı. Çevrimiçiydi Pınar'ın yazmasını bekliyordu. "Ne yazacayım ben ya. Of, Neşe olsa şimdi uçmuştu yanına. Tamam dersem yanlış anlar mı? Ya da hayır dersem ayıp olur mu?"
Selim: Bu kadar düşünmene gerek yok, evet ya da hayır demen yeterli.
Elini alnına vurup, "aptal Pınar" diye mırıldandı. "Adam senin çevrimiçi olduğunu görüyor, bir de bekliyorsun."
Komşu kızı: Neredesin?
Selim: Girişte.
Komşu kızı: Tamam, geliyorum.
Bu yaptığının doğru olup olmadığını bilmiyordu ama içinden bir ses gitmesini söylüyordu. Çantasını ve kabanını alıp, arkadaşına yemeğe gittiğini söyleyip odadan çıktı. Asansöre doğru yürürken hala doğru mu yanlış mı yaptığını düşünüyordu.
Asansörle alt kata gelince derin nefes alıp girişe doğru yürüdü. Gözlerinin direkt Selim'i bulması normal miydi? Beş güvenliğin arasında neden sadece o dikkatini çekiyordu ki? Güvenliklerle tokalaşıp, Pınar'a doğru yürümeye başladı, Selim. Gülümsüyordu, gözlerini Selim'in üzerinde gezdirip üzerindeki üniformanın ona çok yakıştığını fark etmişti. Selim yürüdükçe yer sallanıyordu resmen. "He Pınar he abart biraz daha yok deprem oluyor. Sanki adam dev..."
Beyninin içinden konuşmayı bırakıp onun gibi tebessüm etti. Karşı karşıya gelince, herkes durdu tepelerinden aşağı pembe çiçekler düşmeye başladı. Selim de dizlerinin üzerine çöküp, "benimle evlen Pınar "dedi heyecanla.
Neşe'yle dostluğuna kısa bir sürede olsa ara vermesi gerekiyor. Onunla beraber Kore ve Hint dizilerini izleye izleye normal düşünemiyordu. Genç adama baktıkça iki dakika içinde senaryo yazmıştı.
"Merhaba, nasılsın?"
'Hiç iyi değilim komşu oğlu? Kendimi çok tuhaf hissediyorum. Özellikle sana karşı.' İçinden konuşmaya devam ederken:
"Zor bir sorumuydu?" diye sordu Selim.
"Efendim?"
"Nasılsın dedim." Deyip elini saçlarının arasına geçirirsen Pınar'ın bu kalbi hiç iyi olmayacak Selim. Her zaman şakır şakır konuşan kız, Selim'in yanında konuşamıyordu.
"İyiyim, sen nasılsın?" Şükür iki cümle çıkmıştı ağzından.
"Ben de iyiyim. Burada işim vardı, gelmişken avukat olan komşu kızıyla öğlen yemeğimi yesem diye düşündüm."
"Burada çalıştığı mı nasıl öğrendin?"
Genç adam ellerini havaya kaldırıp, "kesinlikle Neşe söylemedi" dedi kahkaha atarak. Gülmesene vicdansız polis diye geçirdi içinden...
"Sosyal medya hesabından öğrendim burada çalıştığını. Gidelim mi yemeğe?"
Gözleriyle 'demek sosyal medya hesaplarımı kontrol ettin.' Bakışı attı genç adama. "Gidelim" deyip çıkışa doğru yürüdüler. Eve gidince hemen onun sosyal medya hesaplarına bakacaktı. Madem o Pınar'ın hesaplarına bakıyor o da rahatlıkla bakardı.
Adliyenin yanında bulunan balık restoranına girince, sessiz bir köşeye geçip oturdular. Balıklarını sipariş verdikten sonra konuşmadan bekliyorlardı. Neden konuşmuyorsalar.
Selim hafif öksürüp gülümsedi. "Mahalleye gelince arkadaşım olmaz sanıyordum ama seni ve Neşe'yi görünce sevindim."
"Daha fazla arkadaşların olur, bizim mahalledeki insanlar sıcakkanlıdırlar. Sen onlara güler yüzle yaklaştın mı onlarda sana öyle yaklaşırlar."
"Sağ olsunlar ilk günden bu yana her akşam bir komşum yemek getiriyor. Özellikle Neşe'nin annesi!"
Hayret, Neşe nasıl getirmiyorsa? "Bizim komşular öyledir" deyip garsonun önlerine koyduğu hamsilere iç çekerek baktı. Gömleğinin kollarını kıvırıp balıkların üzerine bol limon sıktı. Bir tane eline alıp ağzına attı.
"Nefis."
"Afiyet olsun."
Bakışlarını enfes balıklardan çekip ona gülerek bakan adama çevirdi. Eğer Selim'in elinde çatal bıçak görseydi, rezil olduğum diye kendi kendine kuruntu yapar, yemeğini zehir ederdi. Ama o da Pınar gibi kollarını kıvırmış elleriyle balığını yiyordu. Hoşuna gitmişti genç adamın bu hali.
Selim Pınar'ın onu izlediğini fark edince, "yesene" dedi önüne roka salatasını uzatarak. "Teşekkür ederim, sen de ye lütfen" Bir hafta önce tanıdığı adamla restoran da balık yiyordu.
O bir erkekle konuşurken heyecanlanmazdı, ya da kekeleyerek konuşmazdı. Bu adamın karşısında eli ayağına dolaşıyordu. Konuşamıyor dili tutuluyordu. Farklı bir şey vardı onda, çok farklı bir şey.
Balıklarını bittikten sonra Pınar'ın tüm ısrarlarına rağmen hesabı Selim ödeyip çıktılar restorandan. Adliyenin önüne gelince vedalaşmak için Selim'e doğru döndü genç kız.
"Yemek için teşekkürler."
"Rica ederim, teklifimi kabul edip geldiğin için ben teşekkür ederim. Akşam beşte çıkıyorsun, değil mi?"
Pınar başını aşağı yukarı sallayıp "hı-hı" dedi. Hı-hı ne ya, ah Pınar ah...
"Benim iş başı yapmam gerekiyor, iyi günler."
"İyi günler, Pınar."
Gülümseyip adliyeye doğru hızlı hızlı yürüdü. Cam kapıdan içeri girip güvenlikten koşarak geçti, neredeyse. Bir an önce odasına çıkıp düşünmesi gerekiyordu. Ona neler oluyordu böyle? Odasına girip yerine oturunca alnını cam masaya dayadı. "Off..."Çocuk gibi davranıyordu bir an önce kendini toparlaması gerekiyordu.
"Hayırdır pek dertlisin?"
Sevinç'in sesiyle başını masadan kaldırıp, "yoo" dedi. "Sadece biraz yorgunum."
Karşısına oturup kırmızı ojeli tırnaklarını masaya vurmaya başladı Sevinç. Hiç sevmediği hareketti Pınar'ın. "Cuma günü stajyer avukatlarla Ağva'ya kampa gideceğiz, sen de gelsene."
"Çok isterdim ama o gün arkadaşımla başka bir yere gideceğim. Maalesef gelemem."
"Of Pınar ya hep sorun çıkarıyorsun. Bir kere de bizimle bir plan yap. Hep bizden ayrı duruyorsun."
'Çünkü sizinle olmak istemiyorum. Neden inatla benimle bir şey yapmaya çalışıyorsunuz ki? Anlamıyorum.' İçinden konuşmasını bitirip: "üzgünüm" dedi. "Siz plan yaptığınızda benim hep başka işim oluyor. Artık başka bir zaman gideriz."
"Bu sefer kabul etmiyorum Pınar, arkadaşına da haber ver o da gelsin. Çok eğleneceğiz bak."
Emrivakileri hiç sevmezdi. Ayağını sert bir şekilde yere vurup, "peki" dedi. Neşe'yi de yanında getirmeyi düşünüyordu. En azından onunla ikimiz takılırız diye aklından geçirdi.
"Tamam" dedikten sonra, Sevinç ellerini birbirine vurup ayağa kalktı. Her ne kadar iyi insan olsalar da bulundukları ortamlar Pınar'ı her zaman geriyordu. O akşamları ailesiyle oturmayı severken onlar gece kulüplerinde eğlenmeyi seviyorlardı. Onların yaşam tarzlarını sonsuz saygısı vardı. Sadece kendisi yapamıyordu.
Yorucu günün ardından akşamı etmişti. Üzerini giyinip herkese "iyi akşamlar" diyerek adliyeden çıktı. Yağmur şiddetini arttırdığı için mecbur taksiyle gidecekti. Durağa kadar sırılsıklam olurdu. Adliyenin önün de taksi beklerken önünde duran siyah Ford Kugaya kaşlarını çatarak baktı. Ön cam aşağı doğru açılınca ona doğru eğilerek bakan Selim'i görünce şaşırdı.
"Gelsene, ıslanma."
"Teşekkür ederim, taksi şimdi gelir."
"Pınar aynı mahalleye gidiyoruz zaten. Gel hadi."
Yanında duran insanların bakışlarını üzerine daha fazla çekmemek için, kapıyı açıp koltuğa oturdu. Kemerini takınca arabayı çalıştırıp ana yola çıktı Selim.
"Hayırdır, yine mi işin vardı adliye de?"
"Hımm, bu aralar adliye de çok işim olacak."
"Öyle mi? Hayırdır dava durumu mu var?"
Selim gülümseyip, "yok" dedi.
"Hadi itiraf et beni almaya geldin."
Genç adam kahkaha atıp, "aynen öyle" dedi. "Yağmur çok yağıyordu, karakol buraya yakın motoru teslim edince aklıma sen geldin. Dedim komşu kızı ıslanmasın onu evine ben bırakayım."
"Sağ olasın, her komşun için bu kadar yardım sever misin?"
"Elimden geldiğince."
Başını sallayıp önüne döndü. Selim'i uzun zamandır tanısa ondan hoşlandığını düşünecekti. Bir haftadır tanımasına rağmen adamı çözecek hali yoktu. Hem bir hafta da kim kimden hoşlanırdı ki?
Sessiz geçen yolculuğun ardından mahalleye geldiler. Selim'e teşekkür edip apartmana girdi. Birilerinin görüp yanlış anlamasını istemiyordu. Gerçi mahallelerinde öyle dedikodu iftira olayları olmazdı. Herkes birbirini tanırdı.
Evin içine girdiğinde Azra'nın ağlama sesini duydu. Botlarını çıkarıp salona girdi. Herkesin yüzü asık olduğuna göre anlaşılan Azra babasına okuldan ayrılmak istediğini söylemişti. Sessizce annesinin yanına oturup babasıyla Azra'yı izledi.
"Sen biliyor muydun Pınar? Azra okulunu bırakacakmış. Onca zaman doktor olacağım diye çabala, istediğin üniversiteyi kazan. Sonra bir anda okumaktan vazgeç. Bak sen şu kızın ettiği işe."
Babası ilk defa Azra'ya karşı yüksek sesle konuşuyordu. Elleri sinirden titriyordu. Annesinin yanından kalkıp babasının yanına oturdu. Titreyen ellerine masaj yapmaya başladı.
"Yazık kızım, bunca zaman verdiğin emeğine yazık. Bırakma okulunu oku yavrum."
"Baba ben okumak istemiyorum. Neşe ablanın yanına girer çalışırım."
Hıçkırarak ağlayan Azra'yı da annesi teselli etmeye çalışıyordu.
"Peki! Senin hayatın senin yaşamın, yarın sabah gider kaydını aldırırız okuldan. Sonra Neşe ablanın yanına girer çalışırsın."
"Baba?"
"Sus Pınar, kendi istedi kendi yaşayacak. İnşallah hiçbir zaman keşke seni dinleseydim baba demezsin. Umarım pişman olmazsın Azra."
Babası odasına gidince annesi de peşinden gitti. Sessizce ağlayan Azra'ya içinden isyan edip odasına geçti.
****
Yağmurlu geçen dört günün ardından cuma günü havada güneş açmıştı. Çok sıcak olmasa da hava bugün onlardan yanaydı. Neşe'yle sırt çantalarını ayarlamış, işyerindeki arkadaşlarının onları almasını bekliyorlardı. Neşe sürekli sağa sola mesaj atıp duruyordu. Sağ soldan kast Buğra'ydı. Yediklerinden içtiklerine kadar haber veriyordu adama. 'Sevgili misiniz?' Değinde, Pınar 'henüz değil' diyordu, Neşe. Birbirlerini tanıma aşamasındalarmış. Bir haftadır gece gündüz mesajlaşmalarına rağmen hala birbirlerini tanıyamamışlardı nedense.
"Telefonu çantana koy artık. Şimdi gelir bizim çocuklar."
"Onlar gelince kaldıracağım telefonu. Adam merak ediyor kızım, ne yapayım söylemeyim mi kampa gideceğimizi?"
"Söyle ama bu kadarda abartma. Adam üzerinde hâkimlik kurmaya çalışır sonra."
"Kardeşim sen beni hiç tanımamışsın. Sence kim cesaret eder benim üzerimde hâkimiyet kurmaya?"
"Haklısın Neşe, bir an başkasından bahsediyoruz sandım."
Neşe telefonu cebine koyup, "sen haber verdin mi Selim'e?" dedi sırıtarak. "Neden haber vereceğim ben ona?"
"Bilmem belki vermek istersin diye düşündüm."
Kaşlarını çatıp, "ben sen değilim" dedi. "Ayrıca ben ondan hoşlanmıyorum."
"Ben de hoşlanmıyorum Selim'den."
Neşe kahkaha atınca kolunu sıktı. Selim'in attığı mesajları gördüğü günden beri Pınar'la dalga geçip duruyordu. Bir gün eline bir fırsat geçecek ve o Neşe'yi rezil edeceği günü dört gözle bekliyordu.
Yarım saat sonra arkadaşları minibüsle gelince Neşe'yle binip Ağva'ya doğru gitmeye başladılar. Her zaman şakır şakır konuşan Neşe susmuş sürekli Pınar'ın yüzüne bakıyordu. Ona, "ne var?" deyip geri çekildi.
"Kardeşim çok korkuyorum. Bu kadar akıl küpü insanın içinde kendimi cahil hissediyorum. Ya bana soru sorarsalar?"
"Hay Allah'ım ya. Sen onlardan daha akıllısın. Ayrıca neden sana soru sorsunlar, hadi sordular diyelim hukuk ile ilgili soracak halleri yok ya."
"Ne bileyim ben. Birden şey ettim."
Başını camdan dışarı çevirip karanlık yolu izledi. Yanında kıpır kıpır olan arkadaşının elini tutup, "sakin olur musun?" dedi.
"Arkadaki erkekler içki içiyor Pınar. Nasıl bir ortama gidiyoruz?"
Pınar kaşlarını çatıp ayağa kalktı. "Gürkan ne yapıyorsunuz?"
"Bira içiyoruz, ister misiniz?"
"Hayır istemeyiz." Sevinç'e baktığında onun omuzlarını silkip önüne döndüğünü gördü. Ayağını yere vurup, 'kampa gelmeyi neden kabul ettim ki?' Diye söylendi sessizce. Bu saatten sonra yapacak bir şey yok deyip mecbur yerine oturup Neşe'nin endişeli yüzüne baktı.
"Korkma, iyi insanlar aslında."
"Sen yanımda olduğun sürece korkmam kardeşim. Zaten Buğra'yla Selim arkamızdalar. Bir şey oldu mu Buğra'ya mesaj atarım hemen müdahale ederler."
Gözlerini kocaman açıp, "ne?" dedi. "Kızım ne işi var onların peşimiz de?"
"Valla benim bir suçum yok. Buğra dedi ki, ormanda ayı var ben de geleyim sizleri korurum, dedi. Ben de sen bilirsin dedim."
"Allah'ım Neşe inanamıyorum sana. Yeni tanıdığımız adamları kampa mı çağırdın?"
"Bağırmasana Pınar, farkındaysan arkada oturan adamları da tanımıyorum. Anladığım kadarıyla sen de çok fazla samimi değilsin. Adamlar arabanın arkasında içki içiyorlar, bizi ormana getirip ya şey ederlerse."
"Saçmalama! Adamlar avukat."
"Yani? Avukat diye şey etmiyorlar mı?"
"Sus."
"Mola veriyoruz."
Şoförün sesiyle Neşe hızla ayağa kalktı. "Tamam kaptan. Hadi Pınar inip işemeye gidek."
"Sen şuna Buğra'ma gitmek istiyorum desene."
"O da var tabii."
Pınar başını iki yana sallayıp ayağa kalktı. Sırt çantalarını alıp aşağı indiler. "Oh mis gibi hava... "
"Pınar bak oradalar. Hatta bize doğru geliyorlar."
"Gelsinler canım gelsinler."
Minibüsten inen birkaç kişi benzinliğin lavabosuna koşarken içki içenler devam ediyordu.
"İyi akşamlar."
"İyi akşamlar Buğra, nasılsın?"
Ah Neşe, çocukluğunu bilmese Pınar, şu nazlı hallerine kanacaktı. Adamın karşısında nasıl da hanımefendiydi.
Buğra Neşe'yle konuşurken arabanın içini gözetleyen Selim'e baktı Pınar. Selim elini arabaya doğru uzatıp, "nasıl bir ortam var içeride?" dedi kalın sesiyle. "İçki kokusu geliyor."
"Pınar'ın arkadaşları bira içiyor arabada."
Aferin Neşe.
Selim Pınar'a dönüp, "isterseniz bizimle gelin" dedi. "Biz sizi gideceğiniz yere kadar bırakırız."
"Ayıp olur çocuklara. Sağ ol."
"Onlar size ayıp ediyor aslında. Arabada kız var beyefendiler koltuklara çilingir sofrası kurmuşlar resmen."
"Gördün mü kızdı senin ki."
Neşe'nin karnına dirseğini vurup, "haklısın" dedi Selim'e. Haklıydı da genç adam, arabanın içinde içki içiyorlardı. Kızlara ve şoföre karşı saygısız bir hareketti yaptıkları.
"Biz bırakırız sizi, açıkçası içerisini pek güvenli görmüyorum. Hatta diğer kız arkadaşlarınıza da söyleyin gelmek isteyenleri de bırakırız."
Ali Bey gibiydi Selim. Pınar yeni tanımasına rağmen kalbinin temizliğini hissediyordu genç adamın.
"Peki" deyip minibüse doğru gelen kızlara doğru yürüdü. Onlara durumu anlattı. Arabada bulunan erkekler sevgileri olduğu için, onlar için bu durumun sorun olmadığını söylediler. Kamp yapacakları mekânda buluşacağız diye birbirlerinden ayrıldılar. Onlar Selim'in arabasına binerken diğerleri minibüse binip yola çıktılar.
"Kamp yapmayı seviyor musunuz?"
"Ben daha önce hiç yapmadım. Bu gece ilk defa olacak. Eğer güzel geçerse sürekli gelir miyiz Pınar?"
"Geliriz canım."
Yolculuk boyunca Buğra ve Neşe konuşmuştu. Selim ve Pınar arada bir aynadan göz göze geliyordu. Onu izliyormuş hissine kapılmamak için bakışlarını hemen çekiyordu Pınar.
Ormanlık yola saptıklarında Neşe'nin gelen tuvaleti yüzünden mola verdiler. Arabadan inip Neşe'nin yüzüne sinirle baktı genç kız.
"Nereye edeceksin şeyini çok merak ediyorum."
"Sus kızım ya, zaten çok utanıyorum."
"Yürü ormanın içine."
"Buğra bakıyor mu?"
"Hayır Neşe, adamlar sen utanma diye telefonlarıyla ilgileniyorlar. Ama ikisi de salak değil sonuçta, senin şey edeceğini anlamışlardır."
"Sus be zaten rezil oldum gelecekte ki kocama. Yürü hadi."
Beş dakika tuvaletini tutamayan arkadaşıyla ormanın içine girdiler. "Gece vakti geldiğimiz yerlere bak. Neşe yap şu ağacın dibine. Nereye gidiyorsun?"
"Buraya hayatta yapmam. Buğra beni görür falan."
"Kızım adam bakmıyor yapsana şuraya."
"Sen burada bekle ben ileri yapıp geliyorum."
"Çabuk ol."
"Çattık ya, küçük çocuk gibi aynı. Az sabredemiyor mola yerine kadar. Gerçi burada mola yeri de yok gibi". Yüzüne yağmur damlası gelince ofladı. "Şansa bak ya. Neşe çabuk ol."
Arkasını dönüp ortalıkta görünmeyen arkadaşına baktı. İki dakika önce buradaydı şimdi nereye gitmişti Neşe?
"Neşe! Neşe bak oyun oynuyorsan seni burada bırakır eve giderim."
Ses gelmiyordu. Tedirgin olup, "kardeşim?" diye mırıldandı. "Eğer şaka yapıyorsan valla saçını başını yollarım. Bütün kötü özelliklerini Buğra'ya anlatırım. Neşe! Allah belanı vermesin senin. Şuraya işesen ne olurdu he!"
"Pınar bir sorun mu var?"
Arkasını dönüp başını aşağı yukarı salladı. "Neşe yok."
"Nasıl yok!"
Buğra otların arasından bir aslan gibi koşup yanına geldi. Ardından da kaplan Selim.
"Manyak ya, sanki siz işemiyorsunuz da sizden utanıp ormanın içine gitti şeyini yapmaya. Kayboldu işte, ne yapacağız biz şimdi?"
"Ben sağ tarafa bakayım, siz de sol tarafa doğru gidin. Çok uzaklaşmamıştır."
"Eğer bizden önce onu bulursan benim öldüğümü söyle."
Buğra gülümseyip sağ tarafa gitti. Onlarda Selim'le çalıların arasında sol tarafa doğru yürümeye başladılar. "Onu bulayım döveceğim."
"Sakin ol buluruz şimdi."
"İnşallah poposunu çekirge ısırmıştır." Selim arkasında kahkaha atınca hızla ona döndü. "Neden gülüyorsun? Benim arkadaşım kayıp olmuş senin umurunda değil. "
"Sakin ol Pınar. Buluruz şimdi, çok fazla uzaklaşmamıştır."
Dediği gibi de olmadı. Üç saattir ormanın içinde Neşe'yi arıyordular. Korkudan ağaca yaslanmış hıçkıra hıçkıra ağlıyordu Pınar. Selim ise gözyaşlarını silip duruyordu genç kızın. Buğra'yı aradıklarında telefonunu açmıyordu. "Kesin ona da bir şey oldu."
"Ağlama Pınar, bak biraz daha bekleyelim gelmezseler jandarmaya haber veririz."
"Jandarma gelinceye kadar hepimiz ölürdük burada. Allah'ım ormanın ortasında mahsur kaldık. Kutlar, ayılar, yılanlar, adını hatırlayamadığım hayvanlar tarafından yeneceğiz burada. Neşe neredesin? Kardeşimi ormanın ortasında kaybettim, kim bilir başına neler gelmiştir. O masum, saf, herkese güvenen bir kız. Biri gel bakkala gidelim dese koşa koşa gider benim canım dostum. Koruyamadım onu, Neşe..."
"Bitti mi?"
Pınar gözyaşlarını silip başını aşağı yukarı salladı.
"Birincisi saydığın hayvanlar burada bulunmuyor. İkincisi bulunsa da emin ol Neşe onları kaçırmasını bilir. Üçüncüsü ağlama be bal göz üzülen oluyor burada."
Omzunu silkip, "ağlamak istiyorum" dedi hıçkırarak. Selim gözlerini kısıp Pınar'a bir adım daha yaklaşıp, "ağlama" dedi tekrar. 'Neden bu kadar yakın oluyorsun komşu oğlu?' Geri çekileceği zaman, sırtını yasladığı ağaçtan baykuşun sesini duydu. Korkunun verdiği panikle, önünde duran Selim'e sarıldı. "Allah'ım öleceğiz burada."
"Ölmeyeceğiz."
Kaşlarını çatıp, "sen nereden biliyorsun? " diye bağırdı. Üç saattir ormanın içinde kaybolmuşlardı Selim'deki rahatlık deli ediyordu onu. Hem, Selim ona mı sarılıyordu? Kendini biraz geri çekip, "neden bana sarılıyorsun? "deyip Selim'in boynundaki kollarına baktı.
"Sen neden bana sarılıyorsun?"
Utançtan kollarını geri çekip, "refleks" diye mırıldandı. "Tamamen refleks, yoksa neden sana sarılayım ben?"
"Sevdim ben bu refleksi"
"Ne? "
Ormanın ortasından gelen kadın çığlıyla korkudan dizlerinin üzerine çöktü.
"Neşe?"
Ellerini başının iki yanına koyup öne arkaya sallanmaya başladı Pınar. Yağmur şiddetini arttırmış gök gürlüyordu ağaçların üstüne. Gecenin bir vakti ormanın içinde mahsur kalmışlardı. Neşe ortalıklarda yoktu, çığlık atan kızın o olduğuna emindi.
"Pınar."
Korkudan nasıl titriyorsa Selim'in sesi bile başka geliyordu ona. Başını yerden kaldırıp genç adamın endişeli yüzüne baktı.
"Korkulacak bir şey yok, eminim Buğra ve Neşe birlik olmuş bizi korkutuyorlardır."
Başını hızla iki yana sallayıp, "Neşe yapmaz öyle şeyler" dedi. İnşallah yapmazdı, eğer yaparsa onu saçından tuttuğu gibi eve sürüklerdi. Şimşek çakıp gök gürleyince çığlık atıp Selim'in kolunu tuttu. Selim onu ayağa kaldırıp göğsüne bastırdı. 'Bu da fırsattan istifade beni mi yokluyor ne?' bu halde bile aklına gelenlere inanamıyordu.
"Yağmur hızlandı arabaya gitmemiz lazım."
"Neşe ne olacak?"
"Bana güven Pınar, Neşe adım kadar eminim Buğra'nın yanında. Ve bu ikili bizi korkutmaya çalışıyorlar söz de. Ama sen merak etme onlara öyle bir oyun oynayacağım ki akılları başından gidecek."
Başını sıcacık göğüsten çekip yağmurdan ıslanan yüzüne baktı. "Emin misin? Ya başına bir şey geldiyse? Kadın çığlığını duydum, sen de."
"Eminim. Hadi arabaya gidelim."
"Peki," deyip onunla beraber çamurlu yerde kaymamaya dikkat ederek yürümeye başladı. Sanki biri arkalarından onları takip ediyormuş gibi hissediyordu. Selim'in koluna sarılıp, "Silahın yanında mı?" diye sordu kısık sesle. "Evet" diye fısıldayıp onu kolunun altına aldı Selim. Başka zaman neden bana sarılıyorsun diye bağırırdı ama şimdi durum farklı olduğu için sesini çıkarmıyordu.
Arkalarında çatırtı sesi duyunca gözlerini kapatıp tüm gücüyle Selim'in kolunu sıktı. "Dua oku. Allah'ım üç harfliler mi bastı bizi? En korktuğum şey." Vücudu korkudan titrerken yanı başında duran Selim kıkır kıkır gülüyordu. Hayır üç harfliler bir yerini çarpacak haberi yoktu Pınar'a göre.
"Sanırım arkamızda biri var."
Gözlerini kocaman açıp, "anne, baba" diye bağırmaya başladı. "İmdat yardım edin!"
Ormanın ortasında avazı çıktığı kadar çığlık atıyordu. Selim de onu susturmak için eliyle ağzını kapamaya çalışıyordu.
"Pınar bağırma lütfen. Hayır, katil varsa sesinden yerimizi bulacak."
"Katil mi? Ben sadece üç harfliler var sanıyordum. Sen katilden bahsediyorsun."
"Üç harfli mi? O da ne?"
Gözlerini kocaman açıp; "ne demek o da ne?" dedi. Bu adam üç harflileri bilmiyor muydu?
"Ah tamam sen cinlerden bahsediyorsun."
"Söylemeeee tükür yere üç kere. Tövbe de hemen. Sakın bir daha adını alma yoksa hemen yanımıza gelirler."
'Allah'ım bu adam saf mı ne? Hiç mi annesi küçükken camiye göndermemiş onu. Onun yüzünden çarpılacağız burada. Hayır, her şeyi geçtim, ben karşısında korkudan ölecekken beyefendi kahkaha atıyordu. Şeytan diyor çak bir tane.' Gözleri çatılı Selim'e içinden saydırırken Selim kahkaha atıyordu karşısında.
"Niye gülüyorsun ya?"
"Ö- özür dilerim. Hayatım boyunca böyle bir gece yaşamamıştım."
Sanki o yaşamıştı. Bak hala gülüyor, hayır adama trip de atıp gidemiyordu. Şu an ondan başka sığınacağı kimse de yok. "Ulan Neşe dua et sana bir şey olmasın seni gördüğüm an ben döveceğim."
"Tamam tamam gülmüyorum, öldürecek gibi bakma bana."
Yağmurdan sırılsıklam olmuş saçlarını arakaya atıp; "Neşe yok" dedi. "Kim bilir ne haldedir."
"Eminim iyidir. Çok ıslandık arabaya gidelim."
Kaldıkları yerden yürüme devam ettiler. Pınar Selim'e sığınmış, Selim de bu durumdan keyif alır gibi yürüyordu. Yerde olan bakışlarını kaldırıp etrafa göz gezdirdi. Zifiri karanlıktı resmen.
"Pınar..."
Biri ismini fısıldar gibi söyleyince hızla Selim'e sarıldı. "Biri beni takip ediyor, yemin ederim. Duydun dimi sesi?"
"Korkma güzelim. Hey! Yeter artık bu kadar şaka! Çıkın ortaya fena olacak!"
"Allah'ım ne işim var benim burada. Birileri bana musallat oldu gece gece. Acaba küle mi bastım yürürken."
"Korkma Pınar."
Nasıl korkmasın, korkuyordu. Başını biraz göğsünden çekip yüzüne baktı Selim'in. Deminki gülen yüzü gitmiş, sinirli bir hale bürünmüştü Selim'in. Elini beline uzatıp silahını aldı. "Korkma tamam mı?"
"Denerim."
Gülümseyip Pınar'ı önüne aldı. Sol kolunu göğsüne dolayıp; "yürü" diye fısıldadı. Buz gibi havada ateş basmıştı bedenini Pınar'ın. Çamurlara bata bata yürüyordular. Gök her gürlediğinde yüreği ağzıma geliyordu korkudan. Hayır ormanın ortasında mahsur kalmıştılar, araba nerede onu bile hatırlamıyordu. Bunların hepsi Neşe'nin yüzünden olmuştu. Pislik azıcık tutsaydı ya çişini. Ona bunun hesabını fena soracaktı.
"La la la..."
Biri şarkı mırıldanıyordu. Arkasını dönüp Selim'in kabanını sıktı. Selim dudaklarının arasından bir şey mırıldanıp; "Buğra hemen gelmezseniz fena olacak" diye bağırdı.
'Belki Buğra değil. Korku tünelindeki yaratıklar bastıysa ormanı, bizi diri diri yemek istiyorsalar. Allah'ım ne sapkın düşüncelerim var benim. Bunların hepsi Neşe'yle birlikte korku filmi izlediğim için oluyordu. ' iyice saçmaladığını fark edince alnını Selim'in sert göğsüne daha çok bastırdı.
"Selim."
Erkek sesi duyunca çığlık atıp ağlamaya başladı. Selim Pınar'a sarılıp "korkma" dedi. "Gecenin sonunda onlara öyle bir şey yapacağım ki akıllarını oynatacaklar. Çıkın lan ortaya."
"Pınar iyi misin?"
Başını Selim'in göğsünden çekip, ağaçların arasından yanlarına gelen Buğra ve Neşe'ye şaşkın bir halde baktı. Artık yüzü nasıl bir haldeyse; Neşe onu kendine çekip endişeli gözlerle inceledi.
"İyi misin Pınar?"
"Ağzına şıçtığımın kızı. Saçını tutup; iyi miyim?" diye bağırdı.
"Pınar ne yapıyorsun bırak saçımı."
"Ne bırakması, eşek sudan gelinceye kadar döveceğim seni."
Buğra müdahale edecekken; "sakın" diye bağırdı. Selim silahını beline koyup; "bırak Pınar" dedi sakin bir sesle. Nasıl bırakırdı ki hırsını çıkarması lazımdı bu zilliden. Ödünü patlatmıştı onun. Hoşlandığı çocuğun önünde dayak yesin de aklı başına gelsin. Hırsla Neşe'nin saçlarını çekerken Selim belimden tutup; "bırak" diye fısıldadı kulağına." İntikamımızı farklı bir şekilde alacağız. Sakin ol şimdi."
Elini yavaş yavaş çekip, "haklısın" dedi. Dayak onun bana yaptığının yanında çok hafif kalırdı.
"Araba ileride çok ıslandık hızlı yürüyelim."
Buğra'nın sesiyle Selim'e yanaştı. "Bu ikisi önden gitsin, onlarla mümkün olduğunca konuşmak istemiyorum."
"Pınar çok özür dilerim. Sadece şaka yapmak istemiştim. Bu kadar korkacağını tahmin edemedim."
"Selim arabaya gitmek istiyorum."
"Gidelim."
Neşe ve Buğra'yı arkada bırakıp hızlı hızlı yürümeye başladılar. Selim'in onlara ne yapacağını çok merak ediyordu. Yanına biraz yanaşıp; "ne yapmayı planlıyorsun?" dedi sessizce.
"İzle ve gör."
"İzleyelim ve görelim." Bu akşam korkudan adamın ellemediği yeri kalmamıştı, Neşe bu yüzden bile büyük cezayı hak ediyordu.
Arabanın yanına gelince ön kapıyı açıp hemen oturdu. Neşe'nin yanına oturmazdı. Selim de yerine oturunca göz kırptı. Bu da ne böyle, ona sarıldı diye yanlış anlamamıştır diye geçirdi içinden genç kız. Önüne dönüp ormanda yaşayamadığı utancı yaşamaya başladı.
Buğra ve Neşe de arabaya binince Selim arabayı çalıştırdı. Diğerleri kesin kamp yerine gitmiştir. Bu yağmurda çadırları nasıl kurduklarını düşündü. Yarım saatin ardından Selim arabayı ana yoldan orman yoluna soktu. Nereye gittiğini bilmediği için ona doğru döndü. Gözü Neşe ve Buğra'ya kaymıştı. Mışıl mışıl uyuyorlardı. Selim'e dönüp, "nereye gidiyoruz?" dedi.
"Sabret güzelim."
'Güzelim mi? Ben mi? Yok daha neler.' Islak kıyafetlerine rağmen terleyip önüne döndü. Yirmi dakika sonra ormanın kuytu köşesinde kalan iki katlı bir evin önünde arabayı durdurdu. Ev korkutucu derecede ıssızdı. Dışı simsiyahtı üstelik ışıkları bile yanmıyordu.
Selim ona göz kırpıp; "korkma" diye fısıldadı. Böyle dediyse kesin bir şey olacaktı. Arkasına dönüp Buğra'yı dürttü. Buğra gözlerini açıp gerildi. "Geldik mi?"
"Geldik hadi inin."
Neşe de uyanınca arabadan indiler. Çantasını sırtına takıp eve doğru döndü. Dönmez olaydı. Simsiyah kapıların arasında ruh mu vardı? Bismillah. Adımlarım geri gideceği zaman Selim yanına koşup elini tuttu. "Korkma, bu gece olan her şeyi ben ayarladım."
"Nasıl?" demesine fırsat kalmadan Neşe'nin çığlığı ormanı inletti. "Hayalet! Kaçın..."
Selim güvence vermese kaçardı buradan. Ama o bana güven der gibi sürekli gülümsüyor göz kırpıyordu. Buğra çığlık atan Neşe'ye sarılmış, kapıdaki kıza kaşları çatılı bakıyordu.
"Bu da ne lan?"
"Kız, görmüyor musunuz? Bağırmayın ayıp denen bir şey var. Yürüyün her yerimiz vıcık vıcık oldu ıslanmaktan."
"Selim komiserim o eve gitmesek mi? Başka otel yok mu buralarda?"
"Aynen Selim, neden buraya geldik?"
"İleride yol kapalıydı. Navigasyon en yakın otel olarak burayı gösterdi. Yürüyün hadi ya durmuş burada konuşuyoruz."
Selim'in yanında eve doğru yürürken Buğra ve Neşe isteksiz bir şekilde arkalarından geliyorlardı. Kapıya yanaşınca Selim'in arkasına geçti Pınar. Ne kadar ben ayarladım dese de kız çok korkunç gözüküyordu. Suratı bembeyaz, gözleri kıpkırmızıydı.
"Bu kızın tipi niye böyle lan?"
"Çok beğendin galiba?"
"Neyini beğeneyim onun ben? Tipe bak, mezardaki babaannem bile ondan daha güzeldir."
Arkada fısır fısır konuşan Neşe ve Buğra'ya susmaları için bakış attı. İkisi susup Selim'i dinlediler.
"İyi geceler, acaba bu gece pansiyonuz da yer varsa kalabilir miyiz?"
"Erkekler için yer var ama kızlara yok."
"Nasıl yok?" Selim'e baktığında; "sus" deyip kıza döndü. "Kız arkadaşlarımızı dışarıda bırakamayız. Dördümüzün kalacağı bir yer ayarlarsanız çok sevinirim."
Kapının arasından bakan kız, Buğra'ya gülümseyip; "peki" dedi kısık sesle. "Gerekirse beyefendi benim odamda kalır."
"Ne?"
Buğra'dan önce Neşe bağırınca kulaklarını kapadı Pınar. İntikam soğuk yenen bir yemekti ve Pınar bu gece çok eğlenecekti.
"Sağ ol bacım, ben arkadaşımla aynı odada kalırım."
Bacım mı? Ne kadar kibarsın Buğra sen.
Kız, "peki" deyip kapıyı araladı. İçeri ilk Pınar girmeye cesaret edemediği için, Selim girdi. Ardından Pınar ve diğerleri...
Evin içi dışından korkunçtu. Merdivenin kenarlarına koyulan büyük mumlar ortamı romantikleştirmek yerine korkunç bir hale getirmişti. Neşe yanına gelip; "korkuyorum" diye fısıldadı. "Oh olsun sana. Tuvaletini sıksaydın böyle olmazdı biliyorsun dimi? Senin yüzünden buradayız."
"Buğra şaka yapalım dedi onlara. Yoksa ben dedim benim canım arkadaşım çok korkar yapmayalım diye."
"Sus Neşe, benimle sakın konuşma."
Neşe dudaklarını büzüp, Buğra'nın yanına geçti.
"Odalarınız yukarıda, buyurun çıkalım."
"Tabii."
Selim kızı sanki yıllardır tanıyormuş gibi rahat rahat konuşuyordu. Buğra ise kızın bakışlarından ürperiyordu. Merdivenleri çıkarken isteksiz bir şekilde çıkıyordu.
Üst kata gelince koridorun sonundaki karşılıklı odalara doğru yürüdüler. Kız Buğra'ya göz kırpıp; "erkeklerin odası burası" dedi iç çekerek. Hayır oyun olduğunu bilmese sapık diyecekti kıza Pınar. "Siz ikiniz de karşıdaki odada kalın."
"Pardon da bizimle nasıl konuşuyorsun sen? Üslubuna dikkat et fena olur. "
Kız Neşe'ye doğru yaklaşıp, "ne olur?" diye sordu siyah gözlerini kocaman açarak. Pınar olsa altına yapardı Neşe, yürek yemiş gibi kıza bakıyordu.
"Gözlerini belertme sökerim yerinden."
"Bak sen sök de görelim."
"Kızlar çok ayıp, hiç iki hanımefendiye kavga etmek yakışıyor mu? Hele sen Neşe'cim neden uyuyorsun hayalet hanıma? Pardon güzel hanımefendiye diyecektim."
"Güzel mi?"
"Neşe şu sabahı yapalım başka hiçbir şey istemiyorum. Kız gözleriyle beni yiyor. Germeyelim birbirimizi."
Onlar kendi aralarında konuşurken Selim'e yanaştı Pınar. "Hepsinin bir oyun olduğundan emin misin?"
"Eminim. Telefonunun sesini kıs, sana mesaj attığım an dışarı çık. Bu ikisine öyle bir oyun oynayacağız ki, bize yaptıklarının cezasını çekecekler."
"Acaba bir şey yapmasak mı? Baksana kızın varlığından ikisi de korkmuş durumda."
"Yumuşama hemen güzel yürekli avukat. Seni nasıl ağlattılarsa aynı onlarda ağlayacak. Bana güven ve sakın uyuma."
"Tamam."
Bu gece Neşe'den yılların intikamını alacaktı. Yaşasın kötülük hahaha diye kahkaha atası geldi bir an. Bu gece çok güzel olacaktı.