Bölüm.1."Gerdek Gecesi"

2460 Kelimeler
Etrafını sarmalayan kalabalığın ortasında sandalye üzerinde otururken Şifa, ellerini dizlerinin üzerine koymuştu. Sağ avuç içi, sol avucunun tersini tutarken, heyecandan kalbi duracakmış gibi hissediyordu. Üzerindeki zarif gelinlik ve altınlar, sanki her geçen saniye daha da ağırlaşıyordu. Zaman geçtikçe, kalbinin gümbürtüsü, göğüs kafesini daha da fazla sarsıyordu. Eşi, kocası, dünya ve ahiretlik can yoldaşı olmasını beklediği adam ise hemen yanında oturuyordu. Bundan sadece bir ay öncesine kadar biri Şifa’nın karşısına geçip, Poyraz ile evleneceksin dese kesinlikle gülüp geçerdi. Ama bugün, bu masanın arkasında, kendi üzerinde gelinlik, onun üzerinde ise damatlık vardı ve resmi nikahları, ortalama yarım saat önce resmen kıyılmıştı. Bir ay öncesine kadar aklından bile geçirmeye cüret edemeyeceği o adam, artık Şifa’nın kocasıydı… Belki binlerce insan gelip sarıldı, tebrik etti, iltifatlar yağdırdı, fotoğraflar çekildi. Sevgili kayınvalidesi Zümre Hatuna, gelinin dünyalar güzeli olduğuna dair birden fazla sözler ulaştırıldı ve en nihayetinde düğün merasimi yavaş yavaş sonlandırıldı. Konağın bahçesinde yapılan üç gün, üç gece boyunca devam eden düğün merasiminin, sonuna artık gelinmişti. Bugün, Şifa, ilk defa artık ömrünü geçireceği eve tamamen ve gelinliğiyle girmişti. Düğün merasimini sonlandırma çabaları, misafirlerin tek tek gitmesiyle uzunca bir zaman aldı. Ancak, vakit gece yarısını geçmeye başladığında her şey tamamdı. Artık, vakit gelmiş, düğün resmen bitmişti… Görümcesi Güldeste ve yengesi Dila hanımın yardımlarıyla konağın üst katına tırmandı Şifa, bu sırada kabarık gelinliğinin eteklerini avuçlarında toplamış, mümkün mertebe bacaklarının açılmaması için çabalamıştı. Üst kata çıktıkları anda Dila hanım, onu, balkonun az ötesinde yer alan büyük odaya aldı ve: “Az bekle güzelim,” dedikten sonra da odadan çıktı. Eli ayağı bibirine girmiş olan Şifa, yanaklarının kıpkırmızı kesildiğinin farkındaydı: “Heyecanlı mısın?” diye soran görümcesi Güldeste’ye kızarmış, ağlamaklı gözleriyle baktı. Dudaklarını birbirine bastırıp hafif bir tebessüm ederken, olumlu anlamda başını sallayarak sorduğu soruyu yanıtladı. Güldeste, yeşile çalan badem gözleri, alımlı dudaklarıyla kocaman gülümsedi: “Kıyamam sana,” deyip eliyle yavaş bir şekilde yanağını okşarken de ekledi: “Sakin ol kız. Bu gidişle, gerdek gecesinde kalp krizinden ölen ilk gelin olarak tarihe geçeceksin.” deyip kıkırdadı. Zarif sesi, kıkırdaması ile birlikte bir ninni edasında odada yankılandı. Şifa, nazik ve tatlı görümcesinin sözlerine gülümseyerek karşılık verirken, elini kalbine dayadı. Haklıydı Güldeste, eğer bu şekilde atmaya devam ederse birazdan kesinlikle kalbi, duracaktı. Birkaç dakika sonra Dila hanım, yeniden odaya döndüğünde, Şifa ve Güldeste aynı anda gözlerini gelen kişiye çevirdi: “Hadi bakalım kızlar. Hoca gelmiş, imam nikahı kıyılacak.” Dediği anda Şifa’nın kalbinin atış ritmi sanki mümkünmüş gibi biraz daha arttı. Gecenin sonu ve gerdeğin başlangıcı neredeyse gelmişti. Derin bir nefes çekip içine kendini rahatlatmaya çalışırken, Güldeste’nin fısıltısıyla bedeninin irkilmesine ve tüylerinin yekinmesine mani olamadı: “Büyük an yaklaşıyor,” Güldeste, eğlendiğini alenen belli edip kıkırdarken, Şifa, utancından o an ölebilirdi. Açık fikirli, ya da rahat bir kız değildi. Büyüdüğü ortamda ona göre pek çok şey ayıp kabul edilirdi ve Güldeste’nin bu hallerine alışması zaman alacak gibiydi. Yine dudaklarını birbirine bastırıp gülümsemeye çalıştıktan sonra, ne yapması gerektiğini sorarcasına bakışlarını Dila hanıma yönlendirdi: “Önce, duvağını kapatalım güzelim,” dedi Dila hanım ve yanına gelerek işlemeli, beyaz duvağını yüzüne indirdi. Sonra kırmızı duvağını da onun üzerinden kapattığında, gelinliğinin eteklerini hafifçe havaya kaldırarak düzeltti: “Hazırız,” dedi samimi bir sesle ve yürümesine yardımcı olmak amacıyla koluna girdi. Bulundukları odadan çıktıktan sonra bir süre yürüdüler. Şifa, kapalı duvağının izin verdiği kadarıyla puslu şekilde önünü görmeyi ve düşmeden yürümeyi denedi ve nihayet bir kaza geçirmeden nikahın kıyılacağı odaya gelebildi. Güldeste, bir tarafında Dila hanım, bir tarafında odaya girdiğinde, kimseye belli etmemek için büyük bir savaş vererek usul, derin bir nefesi daha ciğerlerine çekti. Ölecekti, kesinlikle bu gece ölecekti… Odanın arka kısmına götürülüp, bir sandalye üzerine oturtulduğunda, hemen yanında kocasının olduğunu fark etti. Poyraz’ın nefes alış verişi bile o an, Şifa’yı heyecanlandırmak için yeterli bir sebepti. Yutkundu, boğazı heyecan ve sevinçten kururken, bu kurumayı yutkunarak gidermeyi denedi. Bir süre o şekilde, kocasının yanında oturuyor oluşunun verdiği heyecanla bekledi, odaklandı, bu gece yaşayabileceği, yaşaması gereken şeyleri zihninde tasarladı. Ya da tasarlamayı denedi. Hiçbir bilgiye sahip değildi, o sebeple alnının akıyla bu işi başarabilmesi ve kocasının anlayışlı davranması için dualar etti zira o an elinden gelen tek şey bu gibiydi… “Sen Yusuf’tan olma, Neslihan’dan doğma Şifa Kıratlı, Doğan'dan olma, Zümre’den Doğma Poyraz Kıraç’ı, kocalığa kabul ettin mi?” Hocanın kendisine soru sorduğunu isminin geçmesiyle fark eden Şifa, hızlı bir şekilde zihnini boşaltarak ana odaklandı: “Ettim,” “Kabul ettin mi?” “Ettim,” “Kabul ettin mi? “Ettim,” Hocanın üç defa bu soruyu soracağı ve üçünde de aynı cevabı vermesi gerektiği yengesi tarafından tembihlenmişti. Bu tembihlere binaen cevap veren Şifa, aynı sorunun eşine de sorulmasını, onunda aynı şekilde kabul edişini kalbinde çiçek bahçeleri açarak dinledi. Çok mutluydu, artık bir yuvası ve sevdiği bir kocası olacaktı. Artık, kara günler geride kalmıştı ve artık Şifa’da gerçek anlamda mutluluğu tadabilecekti. En azından kurduğu hayaller bu yöndeydi… “İstediğiniz Mehr-i Misil nedir?” Hocanın bunu soracağını da yengesi söylediği için bilen Şifa, kısa bir süre sessizce bekledi. Yengesi, bir kilo altın talep etmesini söylemişti ama o, bunu yapmak istemediğinden adı kadar emindi. Kızın sessizliğini çekinmesine bağlayan Dila hanım, hafifçe eğilerek söze girdi: “Poyraz? Eşine ne kadar mehir vereceksin?” Dila hanım, kocasının kulağına eğilip, fısıltılı bir tonda konuşsa da, Şifa’nın tarafında durduğu için söylediklerini duyabilmişti: “Yüz gram, altın.” dedi kocası ve onun sesini duyar duymaz Şifa’nın, kulakları şenlendi gönlünde davullar çalındı, şarkılar söylendi, eğlenceler düzenlendi. Söylediği sözler önemli değildi, ne kadar Mehr-i Misil vadettiği de. Önemli olan tek şey onun sesiydi, kalbine değen, ruhunu okşayan o güzel sesi… “Kocanın biçtiği Mehri-i Misili kabul ettin mi?” diye sorduğunda hoca, bu defa hiç beklemeden “Ettim,” diyerek yanıtladı. Hoca, dualarını toplayıp nikah akdini gerçekleştirdikten sonra ayaklanarak odadan çıktı. Dila ve Güldeste, tekrar koluna girdiğinde, Şifa, gerdek odasına doğru gittiğinin gayet net farkındaydı. Kalbi kulaklarında gümbürderken, derin birkaç nefes daha aldı. Ardından odaya ulaştıklarında Dila hanım kapıdan girer girmez sinirli bir tınıyla sözü aldı: “Yüz gram mehir mi olur? Neden daha fazla istemedin Şifa?” diye adeta azarlar bir tonda sordu: “Önemli değil,” dedi Şifa, dudaklarını birbirine bastırıp gülümserken, konuyu değiştirmeye çalıştı: “Yenge? Duvağımı açsam olur mu?” “Hiç sorma,” diyerek yengesini desteklerken Güldeste, sesi en az onun kadar kızgın çıkıyordu: “Yüz gram altınla ne yapabilirsin? Allah aşkına, biri duysa ne der? Koskoca Poyraz Kıraç, karısına yüz gram mehir verdi. İnanılır gibi değil!” Güldeste, sinirle söylenirken, Dila hanımda benzer şekilde onun sözlerini tasdikledi. Bir yandan da kızın yüzünü kapatan iki duvağı da kaldırmayı ihmal etmedi: “Neyse,” dedi Dila hanım, sırtını dikleştirip, yeni gelinin karşısında dikilirken: “Verdiği bu mehrin hesabını sonra sorarsın. Orada, hocanın yanında sesimi çıkarmadım ama bu yaptığı olacak iş değil. Nikah sırasında şaka mı yapılır?” “Neden şaka yapsın ki?” diye sorarken Şifa, kadınların konuşmasını ve hatta öfkelenmesini anlayamadı. Yüz gram altın az mıydı? Oysa ona fazla bile gelmişti. Hem, kolu, dalı, boynu, gerdanı şu an her yanı altınla kaplıydı. Bunlar mehir sayılmaz mıydı? “Bu yaptığı, kötü bir şakadır bence,” diye onu karşılarken Güldeste, yüzü sinir ve gıcık olmuşlukla kırışmıştı: “Bu konuyu bir ara detaylıca konuşuruz. Saat epey geç oldu. Biz çıkalım. Malum, bunların işi uzun.” deyip küçük bir kıkırdama sergilerken Dila hanım, Şifa, ondan böyle bir konuşma beklemediğinden dolayı oldukça şaşırmıştı. Oysa, çok ciddi biri gibiydi ve hatta nişanlı kaldıkları bir ay boyunca ondan korktuğu zamanlar bile olmuştu: “Bak güzelim,” diyerek yatağın yanına ilerleyen Dila, önce beyaz çarşafı eline alarak havaya kaldırdı: “Bunu kullanmayı unutmayın sakın. Zümre hatun, sırf bunu görmek için sabahın köründe kapınıza dayanacaktır. Şu çekmecede kıyafetlerin var. Duştan sonra onları kullanırsın. Havlu ve ihtiyacın olabilecek diğer her şeyi banyoya bıraktım. Eksik bir şey olmamasına dikkat ettim, ama olursa Poyraz’a söyle beni arasın.” Seri bir şekilde konuşan kadını gözleriyle takip edip, can kulağıyla dinleyen Şifa’nın, yanakları artık kızarmanın ötesinde bir yerlere geçmişti. Bu… Bu gerçekten de çok ama çok utanç vericiydi: Başını öne eğip, elleriyle gelinliğinin eteklerini sıkan Şifa, yerin yarılıp o an kendini içine çekmesini diledi. Resmen, kocasıyla sevişmesi için hummalı bir çalışma yürütülmüştü ve bunun şu an, dillendiriliyor oluşu onu, gerçekten çok fazla utandırıyordu… “Oy kıyamam,” dedi Güldeste ve Dila hanıma bakarak kıkırdadı: “Yenge, yengem çok utandı.” dedikten sonra Şifa’nın yanına yaklaştı: “Utanacak bir şey yok. Bu normal ve herkesin yaptığı bir şey. Yani, genel olarak evlenen herkesin yaptığı bir şey. Başını eğme, dik dur, kocanı bekle ve bu gece onun…” “Güldeste!” Dila hanım uyarmasaydı eğer, Güldeste çok daha fazlasını sözlerine dökecekti. Böylece, zaten utançtan ölmek üzere olan kızı, yerin yedi kat dibine kendi elleriyle gömecekti. Neyse ki Dila hanım, olaya çabucak el atması gerektiğini anlamış ve uyaran sesiyle susmasını sağlayabilmişti. “Hadi, çıkalım biz,” diyerek yeni gelinin koluna girmiş olan görümcesini kolundan tuttuğu gibi çekiştirdi: “Gerisini sen halledersin” dedi Dila hanım ve kapıdan çıkmadan önce kızın beyaz duvağını yüzüne örtüp, çiçek buketini eline tutuşturmayı ihmal etmedi ve sonrada oldukça önemli olduğunu belli eden bir sesle ekledi: ”Yüz görümlüğünü almadan, duvağını açmasına izin verme sakın!” Dila hanım ve Güldeste odadan çıkar çıkmaz tüm vücudunun ateşler içine atılmış gibi yandığını hissetti Şifa, ellerini yelpaze gibi kullanarak yüzünün önünde salladı. Şimdi ne yapacaktı? Sahi, şimdi ne yapacaktı? Odanın ortasında öylece dikildi bir süre, sonra yatağa gidip ucuna emanet gibi oturdu. O an, aklına yatakta yaşayacakları ilişince utanıp yeniden kalkma ihtiyacı duydu. Hem, güllerle süslenmiş yatağı bozmak, en son isteyeceği şey bile değildi. Aklına ilişen ayıp düşünceleri, uzaklaştırmak amacıyla beyaz duvağının arkasında,n gerdek odasını şöyle bir süzdü. Her şey mükemmel görünüyordu. Bembeyaz, ipek çarşaflar örtülmüş, kocaman bir yatak vardı. Odanın hemen her detayı, saflığın ve sadeliğin simgesi beyaz renkle kaplıydı. Kırmızı gül yaprakları serpilmiş olan yatak, oda içinde adata göz alıcı şekilde parlıyor, insanın cezbederek kendine geçirmek ister gibi duruyordu. Yatağın az ötesinde duran şifonyer gözüne takılınca yanına giderek aynada, aksine baktı. Mavi gözleri kan çanağı, yüzü kıpkırmızıydı. Makyajı profesyonel bir elden çıktığı için bozulmamıştı fakat, yanaklarının kızarmış hali, o makyaja rağmen oradaydı: “Off,” dedi kendini rahatlatmak için bir kere daha çabalarken: “Ben bu gece ölmezsem, daha da ölmem,” diyerek sayıkladı. Kapı önünde duyduğu seslerle kocasının geliyor olduğunu anlayıp ufak çaplı bir telaş yaşadı. Bir an ne yapacağını şaşırsa da yataktan olabildiğince uzaklaşma iç güdüyle salonun ortasına doğru ilerleyip kapıya uzak bir konuma dikildi. Gelinliğinin eteğini ve duvağını elinden geldiğince düzenleyip, elinde duran çiçek buketini karnına kadar kaldırarak, iki eliyle orada tutmak üzere sabitledi. Kalbi duracaktı… Kesinlikle kalbi duracaktı. Bu kadar hızlı atan bir kalbin yaşama tutunması, neredeyse imkansızdı… Odanın kapı kulpu usulca aşağı doğru kıvrıldı ve kapı aynı şekilde usulca aralandı. Sonra kocası, Poyraz, siyah damatlık elbisesi ve tüm ihtişamıyla aralanan o kapıdan içeriye sızdı. Nefesini tuttu Şifa, duvağının ardından, belkide ilk defa doğrudan onun yüzüne baktı. Puslu bir şekilde görüyor olsa da, yüzünün her bir detayını en ince ayrıntısına kadar zihnine kazıdı. Siyah saçları, siyah gözleri ve keskin yüz hatları... Poyraz, ona göre, paçalarından ihtişam ve güzellik akan bir adamdı… Kapıdan içeriye giren kocasını utangaç ve kaçamak bakışlarla izlerken Şifa, onun hallerinde bir terslik olduğunun sanki farkındaydı ama henüz, kendi başına geleceklerin maalesef ki farkında değildi ve olamazdı… Poyraz, gelinliğiyle odanın ortasında duran, kendisini bekleyen kadına hiç bakmadı. İçeriye girdiği andan itibaren sanki gözlerini ondan kaçırır gibi bir hali vardı. Bir süre, sırtını kapıya dayayıp öylece tavana baktı ve derin, dertli birkaç ‘Off’ çekti. Ardından elleriyle sanki parçalamak istiyormuş gibi suratını sıvazladı ve en nihayetinde düşüncelerini toplamış gibi orada öylece duran gelinine baktı. Gelini olmasını istemediği o kadına… Bakışları geline değer değmez midesinde bir kasılma hisseden adam, adımlarını yatağın az ötesindeki cam kenarına yönlendirdi. Uzun sayılabilecek bir süre etrafı izlerken o, Şifa, fısıltılı bir ses tonuyla söze girdi: “İyi misin? Bir şey mi oldu?” Kocası sıkıntılıydı, bunu, görünüşünden ve dahi aldığı nefeslerinden anlamıştı Şifa ve ne yazıktır ki merak edip sormaktan kendini alamamıştı. Sadece dünyalık değil, ahiretlik de kocası olarak kabul ettiği adamın hislerini, elinde bile olmadan merak etmişti. Hala yüzü duvakla örtülü, halen elinde çiçeğiyle öylece bekledi… “Kapa çeneni,” Kocasının dudaklarından dökülen kelimeleri anlamayan Şifa, “Efendim?” diyerek oldukça kısık bir ses tonuyla yeniden söylemesini bekledi: “Sana!” dedi adam, ses tonunu yükseltirken:”Çeneni kapatmanı söyledim!” diye devam etti. Şok olmadı Şifa, bu tavrını, kocasının bir şeye canının sıkılmış olabileceğine bağladı. Usulca başını önüne eğerek, kesik, hafif bir kaç nefes aldı. Ne kadar süre Poyraz, cam kenarında, Şifa, odanın ortasında bekledi bilinmez, belli bir zaman sonra adamın, küfürlü sesi aralarında gezindi. Bu küfürler, Poyraz’ın dudaklarından kısık bir şekilde dökülüyor, Şifa, o küfürlerin hedefinin kim ya da ne olduğunu bir türlü çözemiyordu: “İyi misin?” sorusunu sorma cesareti gösteren Şifa, yeniden kendini kocasını izlerken buldu. Adam bakışlarını camdan çekip, kıza çevirdi. Derin, hızlı bir nefesi içine çekerken ellerini saçlarında gezdirdi ve ardından artık dayanamıyormuş gibi sözlerini, bir bir dudakları arasından döküverdi: “Ne o? Seninle yatacağımı falan mı düşünmüştün?" diyen adamın sesi kulaklarına ulaşırken, sürmeli gözlerini ona çevirdi Şifa, ne dediğini anlamak amacıyla odağını kocasına doğrulturken, yutkundu. Daha birkaç saat önce hem resmi, hem imam nikahı ile kocası olmuş bulunan adam, damatlığının kravatını sanki onu, boğuyormuş gibi hırsla boynundan çıkardı. Kravatını, gerdek gecesi için özenle hazırlanmış, çiçekler serpilerek süslenmiş yatağa fırlattıktan hemen sonra, ceketine de aynı muameleyi yaptı. Kızgın ve öfkeli görünüyor, gerilmiş bedeninin titrediği, vücudunu sarmalayan beyaz gömleğin üzerinden bile anlaşılıyordu. Burun deliklerinden derin ve hızlı soluklar alarak kıza yaklaşan adam, dişlerini sıkar bir vaziyette konuşmasını sürdürdü: "Sen," dedi yüzük parmağını onun yüzüne, gözüne sokarcasına uzatırken: "Bu yüzükle, ayağıma zorla takılmak istenen bir prangasın." duraksadı. Tiksinen bakışları kızın, gelinliği taşıyan vücudunda gezindi. Onun, omzunu süsleyen dantel işlemeyi, sanki pis bir şeye dokunuyormuş gibi işaret ve baş parmağıyla tutup çekiştirdi. Yüzü, hissettiği tiksinti ile buruşmuş, kaşları bunu belli etmek istercesine çatılmıştı "Seninle, evlenmek istemediğimi bile, bile geldin." dedi ve kıza oranla oldukça heybetli duran bedenini, onun varlığına dayanamaz şekilde geriye doğru çekerken devam etti: "Soysuz, kalitesiz ve basit bir yaratıksın." "Poyraz," demeye çalıştı Şifa, kocasının ne demeye çalıştığını anlamaktan çok uzak bir şekilde, gök mavisi gözlerini kırpıştırdı. Adamın, hafiften yükselen sesi, kelimelerini gırtlağına dizerken, bedeni korkuyla irkilerek birkaç adım geriledi. Ve işte, tam da o an, Şifa, kurduğu hayallerin tamamının aslında ne denli boş ve anlamsız olduğunu fark etti... "Sakın! Adımı ağzına almaya kalkma! Sakın ola, karım olduğun yanılgısına düşüp, kirli ağzında adımı dolandırma. Sen, sadece zorla evlendiğim birisin ve inan bana, çok sürmeden, bugün gelinlikle girdiğin o kapıdan, siktir olup gideceksin!" Korkuyla iki adım gerilemek zorunda hisseden Şifa, omuzlarını düşürdü. Elinde tuttuğu çiçek buketi, titreyen parmakları arasından düşerken, yanaklarından birkaç damla yaş süzüldü. Anlamıştı ki; sevilmek umuduyla çıktığı o yol, karanlık ve korkunçtu. Kocasının, ondan nefret ettiği, bilmediği, hiç tanımadığı bir eve gelin gelmişti ve adamın sözlerinden net bir şekilde anlamıştı ki, hiçbir zaman da sevilmeyecekti... Ne var ki; kabullenmek, onun alnına yazılmış olan kaderdi. Dayısının da söylediği gibi; bu eve, gelinliği ile girmişti ve ancak kefeniyle çıkabilirdi…
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE