Rabia'dan
Trabzon'dan geleli bir hafta olmuştu.
Artık hiç oturmadığım evime de alışmıştım bu süre zarfında.
Tamam, zaten burada kalıyordum ama kendi evin gibi hissetmek de ayrı oluyormuş.
Geldiğimiz ilk hafta teyzemlerle ne kadar görüşmek istesem de hep bir şeyler çıkmış ve ertelemek zorunda kalmıştık.
Bugün onlara gidecektik.
Evet evet, doğru duydunuz!
Bu yüzden sabahtan beri heyecandan yerimde duramıyordum.
Aslında başta hiç gitmek istemedim. Eniştemin yüzünü görmek istemiyordum haklı olarak.
Ama, teyzem eniştemin köye akrabalarını ziyarete gittiğini ve rahat rahat oturup hasret giderebileceğimizi söylediğinden kabul etmiştim.
Dışarda oturup bahçeyi izlerken yanıma Ömer geldi.
Saat henüz yedi buçuk olduğundan işe gitmesine daha vardı.
Elindeki iki kupadan birini bana uzatıp "kahve yaptım, içersin değil mi?" Dedi dudaklarını birbirine bastırarak.
Bende "ah, teşekkür ederim. Niye zahmet ettin" dedim aynı şekilde.
"Olur mu, ne zahmeti? Karıma kahvede yapamayacaksam.." deyip sıcak bir gülümseme gönderdi bana Ömer.
Bense onun gülümsemesinde kaybolmak isterken, bir yandan güneşin yeni aydınlattığı havadan dolayı bal rengi olan gözlerine bakıyordum.
O da benden bakışlarını çekmezken, hiç olmadığı kadar çok, doyasıya bakma isteği vardı içimde.
Trabzon'dan geldiğimizden beri, resmen elimi sıcak sudan soğuk suya sokturmamıştı.
Bir insan nasıl bu kadar değişebilirdi?
Sürekli bir ihtiyacımın olup olmadığını soruyor ve eve her gelişinde bana bir şeyler alıp öyle geliyordu.
Ben, evdekilerden utanıp aldığı ufak ve tatlı hediyeleri nereye saklayacağımı şaşırsam da, Ömer kimseden çekinmiyordu.
Ben O'na odamızda, bana artık bir şey alıp gelmemesi konusunda bir sürü nutuk çeksem de, bana mısın demiyordu.
"Rabia, istersen seni teyzenlere işe giderken bırakayım. Bizde annemlerle, ben işten çıktığımda geliriz. Biz gelene kadar rahatça takılırsınız" diyen Ömer'le tekrar O'na baktım.
Ne kadar da ince bir düşünceydi bu böyle?
Bu adam artık beni şaşırtmıyor, dediğim her an yeni bir şey yapıp, yine ve yine şaşırtıyordu.
Heyecandan parladığına emin olduğum gözlerle Ömer'in gözlerine baktım ve "gerçekten mi? Şimdi bırakır mısın beni oraya?" Dedim.
Ömer ise en şefkatli gülümsemesini takınıp "tabiki. Sen bu kadar istersin de ben bırakmaz mıyım?" Dedi.
Yavaş yavaş kendini belli eden güneşten ötürü gözleri elanın en açık tonu olan kehribar rengine dönmüştü.
O'nun, şefkat dolu yüzüne bakarken kendimi daha fazla tutamadım, elimdeki kupayı masayı koydum ve oturduğum yerden Ömer'e sarıldım.
Evet! Ben. Ben. Ömer'e. Sarıldım.
İki elimle omuzlarının üzerinden, kollarımı boynuna dolayıp sarıldım O'na.
Ben, Ömer'in o yakışıklı kokusunu içime çekerken, Ömer ani sarılmamdan ötürü öylece kalakalmıştı.
Ardından Ömer'in kendine geldiğini, belimi saran ellerinden anladım.
Onunda bana sarılmasıyla "teşekkür ederim" dedim.
Resmen ağzım kulaklarıma varmıştı.
Sonra kocamın doyamadığım kokusunu son kez içime çekip geri çekilmeye çalıştım.
Evet çalıştım, çünkü Ömer bırakmamıştı bu sefer.
Benim hareketlenmemle daha sıkı sarmıştı belimi.
"Biraz daha böyle kalalım" diyen Ömer, beni bir kez daha şaşkına uğratmıştı.
Bir iki dakika sonra ellerini gevşeten Ömer'in ardından bende geri çekilmiştim.
Şuan Ömer'in yüzüne bakamıyordum.
Resmen adama koala gibi yapışmıştım az önce.
Ben başımı ağaçlara doğru çevirip, nereye bakacağımı şaşırırken, Ömer'in elini yüzüne getirmesiyle donup kalmıştım.
Yanağımı nazikçe avucunun içine alan Ömer, yavaşça kendine doğru döndürmüştü başımı.
Ben yine gözlerimi kaçırırken, bu sefer de "Rabia'm. O güzel gözlerini kaçırma benden. Hasret bırakma bizi. Utanma artık benden ne olur? Sen benim karımsın ve hep öyle kalacaksın inşaallah" demişti.
Hem otoriter hem de incitmeden konuşmanın nirvanasıydı bu..
Bense Ömer'in hangi sözüne şaşırsam bilememiştim.
Rabia'm deyişine mi? Güzel gözlerin deyişine mi? Yoksa karımsın ve hep öyle kalacaksın deyişine mi?
Aklım ve kalbim ilk defa aynı şeyleri düşünüyor ve algılamaya çalışıyordu.
Sabahın sessizliğini kalbimin düzensiz ritimleri bölüyordu artık.
Allah'ım, İnşaallah Ömer duymuyordur!
"Şey, ben gidip hazırlanayım o zaman. Hem sende işe geç kalma" diye ne söylediğimi bilmeden Ömer'in yanından saçmalayarak uzaklaştım.
Ömer'in arkamdan kısık bir kahkaha attığını da işitmiştim.
Tam bir rezillik!
Odaya geldiğimde, teyzemin aldığı lila renkli düz elbisemi giydim. Üzerine de mor şifon şalımı da bağladığımda kendime aynada baktım.
Güzel göründüğüme kanaat getirip, yanımdan hiçbir zaman ayırmadığım çanta boy Kur'an-ı Kerim'imi de çantama koyduğumda hazırdım.
Aşağıya indiğimde Ömer beni salonda bekliyordu.
Daha kimse uyanmadığı için tedirgin olmuştum.
Seniha anneye söylemeden gidersem ayıp olacaktı.
Ömer'e doğru ilerleyip "Ömer. Biz gideceğiz ama seniha annemin haberi yok. Sonra kızmasını istemem" dedim, tedirgince.
Ömer'se güzel gözlerini kısarak bana baktı ve "ben hiç öyle bir şeyi göze alır mıyım? Asla senin annemle aranın bozulmasını istemem. Bu yüzden sabah namazı vaktinde söyledim anneme, merak etme sen" dedi.
"Eh, hadi hazırsan çıkalım madem" de dedikten sonra sehpanın üzerindeki cüzdan, telefon ve anahtarını da aldıktan sonra ayaklandı.
Yine harika gri takım elbisesiyle nefes kesici görünüyordu.
Birden bu detayla suratım asıldı.
Ömer'i başka kızlarında böyle süzüp, beğenebileceği gerçeği resmen karnımdaki kelebekleri öldürmüştü.
Ben öylece arkada dikilmiş dururken Ömer, "ne oldu Rabia? Yüzün neden düştü birden? Bir şey mi oldu? Ben mi bilmeden bir şey yaptım? Hıh? Söylesene güzelim" dedi.
Ardından koşar adım yanıma geldi.
Ama sen bu kadar güzel konuşurken benim yüzüm nasıl gülmesin ki?!
Hemen yüzümü düzeltip, "yok canım. Niye yüzüm düşsün ki? Aklıma bir şey geldi de. Onu düşünürken dalmışım sadece. İyiyim merak etme" deyip sevgi dolu bir gülümseme sundum Ömer'e.
"Hayırdır inşallah. Ne geldi aklına, seni üzecek?" Dedi bu seferde Ömer.
Al işte.
Yiyorsa söyle bakalım Rabia hanım.
Seni başka kızlardan kıskanıyorum diye, hadi!
"Yok.. yani önemli bir şey değil" deyip bir güzel saçmaladım.
"Hadi ama güzelim! Seni üzen sebep neyse, benim için çok önemli" dedi Ömer, ısrarla söylememi bekliyordu.
Ne desem acaba?
Yalan da söyleyemem. Sırf dünyada rezil olmamak için, ahiretimi yakamam!
Hah buldum! En iyisi konuyu değiştirmek.
"Ömer, senin ofiste kaç tane kadın çalışan var?" Dedim.
Evet. Aferin Rabia. Çok güzel değiştirdin konuyu.
"Bu nereden çıktı şimdi? Yoksa yüzün bunun için mi düşmüştü?" Diyen Ömer bana doğru bir adım daha atıp aramızda neredeyse hiç boşluk bırakmadan önümde durdu.
Bense hipnotize olmuş bir şekilde O'na bakıyordum.
Cevap dahi veremeden Ömer'e bakıyordum ki, Ömer bana doğru eğilip yüz hizama gelmeye çalıştı.
Sonra iki avucunu yanağıma koyup "sen beni kıskanıyor musun yoksa?" Diye sordu, kısık sesle.
Dudağının kenarı hafifçe kıvrılmıştı.
Bu durumun hoşuna gittiği açıkça belli oluyordu.
Bense Ömer'in yüzüne bu kadar yakından bakarken ne konuşacağımı bilemediğimden, kafamı toplamak adına Ömer'in bileklerinden tutup ellerinin aşağı doğru kaymasını sağladım.
Ardından hemen arkamı dönüp "yo-yok. Yani.. ben sadece.. aklıma takıldı, öylesine. Merak ettim sadece" diyerek daha da saçmalamadan sustum.
Hafifçe yan dönüp Ömer'e baktığımda, sırıttığını gördüm.
"Tamam. Her neyse. Gidelim o zaman" diyen ve aynı zamanda dudaklarını gülmemek için ısıran Ömer, arkasına dönüp kapıya ilerledi.
Bense içimden kendime saydırıp, onu takip ettim.
Ne güzel konuyu değiştirdim, değil mi?
Arabaya bindiğimizde Ömer hala bıyık altından gülüyordu.
Neyse ki çok geçmeden teyzemlere geldik.
Ömer de benimle birlikte arabadan inip, kapıya kadar geldi.
Kapıyı çaldığımda çok geçmeden Talha abim kapıyı açtı ve en içten gülümsemesiyle "hoşgeldiniz, buyrun içeri" dedi, hem bana hem Ömer'e bakıp.
Ben de Ömer'e baktığımda, Ömer "selamun aleykum kayınço. Yok ben girmeyeyim teşekkür ederim, işe gitmem lazım. Rabia geçsin, inşallah ben akşama doğru gelirim annemlerle" dedi.
Talha abim de selamını aldıktan sonra, ayaküstü birkaç hal hatır sordular. Ömer artık işe gitmesi gerektiğini söyleyip gittikten sonra, Talha abimle içeri geçtik.
Teyzem ve Esma'm ile sarılıp biraz duygusal anlar yaşadık.
Biz hasret giderirken, abimin adliyeye gitmesi gerektiğinden çok geçmeden evden çıkmıştı.
Süt annem ve Esma'yla mutfağa girip, kendimize şöyle güzel bir kahvaltı sofrası kurduk.
Ardından kahvaltıyı yaptıktan sonra çaylarımızı tazeleyip, salona geçtik.
Teyzem bana evlilikle alakalı güzel nasihatlerde bulunmayı da ihmal etmemişti, çay içerken.
Bir saati geçik salonda oturduktan sonra, Esma beni çekiştirerek odaya götürdü.
Bu kızın bir karın ağrısı vardı, belliydi.
"Kuzum ne oluyor Allah aşkına? Sende bir haller var. Anlat hadi bekliyorum" dedim Esma'ya soru dolu bakışlar atarak.
Esma ise gözlerini kaçırdı önce, sonra da "seni zaten anlatmak için getirdim odaya ama nasıl anlatacağımı bilmiyorum" diyerek odada volta atmaya başladı.
"Esma.. korkutma beni. Çatlayacağım şimdi bak" dedim sabırsızlıkla.
"Tamam, tamam. Anlatıyorum. Bak şimdi, hani annemin bir ahbabı vardı, biliyorsun sende. Zeynep teyze. Hah işte o geçen buraya geldi. Uzun zamandır gelmiyordu, dedim hayırdır inşallah. Neden gelmiş tahmin et?" Diyen Esma ile aklıma bir şeyler gelmişti ama..
"Neden gelmiş" demeyi tercih ettim yinede.
"Bana görücü bulmuş. Yok köyden akrabalarıymışta bilmem ney. Anneme dedim, yok anne ben istemem öyle tanımadığımız insanların gelmesini falan. Ay hem de taa Trabzon'dan gelecekler. Ay tövbe ya Rabb'im. Hiç üşenmez mi bu insanlar bilmiyorum. Neyse. Bu olayı babam duyunca ne yaptı tahmin et, dur yada etme ben söyleyeyim. Evden bir boğaz daha eksilecek ya, hemen 'tabi gelsin istesinler, bir tanışalım' falan dedi. Zaten burada akrabaları mı ne varmış. Eh anlayacağın kuzum, bana söz düşmedi. Ne olduğu belli olmayan bir adam isteyecek beni. Hemde yüzünü bile görmediğim!" Dedi Esma.
O kadar çok konuşmuştu ki, sözünü bitirdiğinde derin bir nefes aldı.
Bense şaşkın şaşkın bakmakla yetindim
"Rabia, sana diyorum. Huuu. Evleniyorum diyorum. Yüzünü bile görmediğim bir adamla diyorum" diyerek elini yüzümün önünde salladı.
Hemen kafamı toplayıp "Kuzum ya, ne diyeceğimi bilemiyorum şuan. Ama şunu söyleyebilirim sakın için almazsa tamam deme. Bak Mehmet'le neler yaşadık biz" dedim ben de kendime gelip.
"Haklısın kuzum da, bende böyle baba varken, gelen görücüler de zenginken, o biraz zor. Sen dua et de düzgün bir insan olsun. Tipi çokta önemli değil. Ahlak önemli olan. Yüzü güzele kırk günde doyulur da, huyu güzele kırk yılda doyulmazmış" dedi Esma, hülyalı hülyalı.
Bu kız şimdiden kendini kaptırmıştı sanki.
Onun bu haline gülüp, teyzemi daha fazla yalnız bırakmamak için salona geçtim.
Tabi ardımdan Esma da geldi.
Biz hasret giderip eski günleri yad ederken ikindi olmuştu bile.
Artık namazlarımızı kılıp mutfağa geçtik hep birlikte.
Güzel bir sofra hazırladıktan sonra, sonunda kapı çalmıştı.
Ömer'ler yada Talha abim olduğunu düşündüğümden hızla gittim ve kapıyı açtım.
Tam tahmin ettiğim gibi gelenler Ömer'lerdi.
Önden Seniha annem, Şeyma ve Selim geçerken Ömer elinde içinde tatlı kutusu olduğunu tahmin ettiğim poşetle yavaş adımlarla içeri girdi.
Ben ona heyecanla bakarken, O'nun kaşları çatılmıştı.
Ne olmuştu yine?
Allah'ım İnşaallah aramızın bozulacağı birşey değildir!
"Hoşgeldin" dedim Ömer'e tedirgince.
"Hoşbulduk da, kapıyı neden sen açıyorsun? Ya biz değil de yabancı bir adam olsaydı? Ya seni böyle elbiseyle görseydi? Başka kimse yok muydu kapıyı açacak?" Dedi, sesi kızgın değil de biraz daha uyarır tondaydı.
Yinede modumun düşmesine engel olamamıştım.
Hiçbir şey söylemeden başımı eğdiğimde Ömer işaret parmağıyla çenemden tutarak başımı kaldırdı ve "Canım. Sen üzül diye söylemedim. Ama senin güzelliğini başkası görürse dayanamam, anlıyor musun? Seni kırıp, parçalayan adama dönüşmek istemiyorum. Ama söz konusu sen olunca, aklım başımdan gidiyor" dedi ve beni eritti..
Artık gözlerimi kaçırmıyor ve O'na tüm saf hislerimle bakıyordum.
Biz gözlerimizi çekemeden birbirimize bakarken, kapının zil sesiyle kendimize geldik.
Bu sefer kapıyı açmaya yeltenmeden Ömer'e baktığımda, O da uzanıp kapıyı açtı.
Gelen Talha abimdi.
Ayak üstü onunla da hasbihal ettikten sonra salona sofraya geçtik.
Yemek yerken bir şey dikkatimi çekmişti.
Abimle Şeyma'nın arada bir birbirlerine kaçamak bakışlar attığını görüyordum.
Acaba bu ikisi birbirinden hoşlanıyor olabilir miydi?
Aman canım banane insanların hislerinden!
Yetişkin insanlar. Eğer öyle bir şey varsa belli olur zaten ilerde.
Ama, içimdeki yengelik ve aynı zamanda görümcelik hissine engel olamıyordum.
İnşallah olurdu bu ikisi.
En çok ben sevinirdim herhalde!
Yemekleri yedikten sonra sofrayı kaldırdık üç kız.
Çaylar ve tatlıları da hazırlayıp salona geldik.
Sohbet muhabbet derken saat nerdeyse gece yarısına geliyordu.
Artık eve dönme vakti gelmişti.
Teyzemlere sıkı sıkı sarılıp, hoşçakalın dedikten sonra evimize gittik.
Ertesi gün biz kalktığımızda Seniha anne oradan oraya koşturuyordu.
Ömer annesine neden bu halde olduğunu sorduğunda, hiç beğenmeyeceği yanıt geldi.
Mahir ve ailesi Trabzon'dan buraya geliyordu.
Ömer memnuniyetsiz sesler çıkararak "hangi dağda kurt ölmüş de seneler sonra geliyorlar?" Diye sormuştu.
Seniha anne ise "valla oğlum halan aradı. Kız bakmaya geleceklermiş. İstanbul'dan iyi bir kız bulduk, çocuklar tamam derse söz keseceğiz dedi" deyip, işlerine devam etti.
"Ne zaman geleceklermiş?" Diye sordu bu sefer Ömer.
"Yarın" diyen Seniha anneyle ben bile şok olmuştum.
Ömer'se "hay ben.." deyip bana baktı ve ağzının içinden mırıldanarak kahvaltı sofrasına oturdu.
Açıkçası bende gerilmiştim. En son yaşanan olaydan sonra tekrar görüşeceğimiz aklıma gelmezdi.
Rabb'ime huzurumuzun bozulmaması için bol bol dualar ettikten sonra bende sofraya oturdum.
O gün, üç kadın canımız çıkana kadar temizlik yapmış ve yarın için sarma ve tatlı yapmıştık. Geriye kalan yemekleri de yarın yapmaya karar verip, nihayet işleri bitirmiştik.
Yarın cumartesi olduğundan Ömer de evde olacaktı.
O yüzden daha rahattım.
En azından gözünün önünde olursam bir sorun çıkmaz inşallah diye düşünüyordum.
***
Ertesi gün, saat öğlen on iki gibi gelmişti Songül hanım ve ailesi.
Tuhaf bir şekilde, Ömer'in halası Seniha anneyle çok iyi anlaşıyordu.
Tahir de Ömer'le muhabbet kurarken, Mahir kendi aleminde telefonda takılıyordu.
Bense bir köşede oturmuş Songül hala ile Seniha annenin sohbetini dinliyordum
"Eee Songül, kimmiş bu kız? Nereliymiş? Tanıdık mı?" Diye sordu Seniha anne ard arda.
"Tanıdık sayılır yenge. Bizim Zeynep'in ahbabının kızı. Kız çok iyiymiş. İmam-hatip mezunu, elinden her iş geliyormuş. Birde abisi varmış, savcı. Mahir'ime yakışır güzel kız. Fotoğrafını gönderdi Zeynep. Mahir'e de gösterdim. Zaten o tamam demese gelmezdik. Kimseyi beğenmeyen Mahir, geldi İstanbullu bir kıza tamam dedi işte, nasip yenge" diyen Songül hanım ile benim beynimde bazı ışıklar yanmaya başladı.
Kız İstanbullu. İmam-hatip mezunu. Abisi savcı. Aracı olan kadın Zeynep...
Ne?!
Bu olabilir miydi?
O kız Esma olabilir miydi?
Yada Esma'nın anlattığı Trabzonlu görücüler de Mahir'ler miydi?
Daha fazla dayanamayarak Seniha annemin yanına gidip oturdum ve "Songül hala, şu kızın resmini bana da gösterebilir misin? Şey, merak ettim de" dedim utana sıkıla.
Kadın hemen yanındaki çantasına uzanarak "tabi kızım, dur göstereyim" dedi.
Telefonunu alıp birkaç hareketten sonra bana doğru çevirdi ve ben şok.
Tutuldum kaldım öylece.
Evet tahminim doğruydu.
Süt kardeşimi, kocamın kuzenine isteyeceklerdi.
Songül hala beni öyle görünce "ne oldu kızım, beğenmedin mi kızı? Bence çok güzel, değil mi yenge?" deyip birde Seniha anneye çevirdi telefonu.
Evet. Şuan Seniha anne de şok olmuştu.
Ama onun ki benim kadar uzun sürmedi.
"Kız Songül. Bu Rabia'nın kuzeni Esma" dedi heyecanla.
"Hangi Rabia'nın?" Diyen Songül hala, bana bakıp "senin kuzenin mi?" Diyerek şaşkınca sordu.
Bense sadece kafamı sallayabilmiştim.
Seniha annemler şaşkınlık naraları atarken, Ömer'lerin de dikkatini çekmiş olacak ki Ömer bize doğru gelip "ne oldu?" Diye sordu bana bakarak.
"Ömer.." diyebildim sadece, gerisine dilim varmıyordu.
"Evet Rabia. Niye öyle bakıyorsun? Kötü bir şey olmadı değil mi?" Diye sordu, sesinden tedirgin olduğu belli oluyordu.
"Yok, yok. Sakin ol. Sadece.. aff yani, Mahir'e istemeye gidecekleri kız, Esma'ymış" diyebildim sonunda.
Ömer de şaşkın şaşkın bakmış sonra da arkasına dönüp yerine geri oturmuştu.
"Eh madem siz kuzensiniz, bizim iş olur o zaman. Değil mi Rabia'cığım?" Diye soran Songül hanıma sadece "nasip bu işler" diyebildim.
Akşam olduğunda ise yemekleri yedik ve çayları da içten sonra, herkes odalarına çekildi.
Odamızda Ömer'in imamlığında yatsı namazını kıldıktan sonra üzerimi değiştirmek için banyoya girdim.
Ömer de benden önce girip duş alıp çıkmıştı çoktan.
Bende giyindikten sonra, ışıkları kapatıp yatağa, Ömer'in yanına uzandım.
Ömer bana doğru dönüp yatarken, ben yine tavana doğru bakıyordum ki, Ömer'in "iyiki seninle evlenmişim" demesiyle gözlerimi ayırıp ona baktım.
Ömer, sanki yüzümü ezberlemek istercesine gözlerini yüzümde gezdiriyordu.
Bu adama ne olmuştu şu bir hafta içinde bilmiyordum ama, çok iyi bir şey olduğu belliydi.
Bense daha fazla yüzüne bakamayarak kafamı tekrar tavana çevirdim.
"Neden öyle söyledin?" dedim kısık çıkan sesimle.
"Bir nedeni yok. İyiki hayatımdasın, sadece" dedi Ömer de.
Bu sefer bende ondan tarafa döndüm ve gözlerine baktım.
Karanlıkta bile ışıl ışıl olan gözlere..
Saçlarım yine yüzüme dökülmüştü.
Tam elimle düzeltecekken, Ömer elimi tuttu ve aşağı, yerine indirdi.
Sonra da kendi elini kaldırıp saçlarımı parmak uçlarıyla nazikçe kulağımın arkasına doğru ittirdi.
"Saçlarını çok seviyorum. İyiki onları benden başka kimse görmüyor. Yoksa kahrımdan ölürdüm" dedi, duygu yoğunluğunun net hissedildiği sesiyle.
Ben, bu ses tonu, bu hareket ve bu sözlerden sonra, her zaman ki gibi apışıp kalmıştım.
Sadece gözlerine bakıyordum ve bu bana fazlasıyla yetiyordu.
İnsan sevdiğinin gözlerine bakarken başka bir şey düşünemezdi zaten.
Bir dakika!
Ben ne dedim az önce?!
Sevmek mi? Sevdiğim mi?!
Gerçekten seviyor muydum ben Ömer'i?
Ah Rabia!
İçimden bunları söylerken, O'nun her hareketinde, her sözünde kalbimin ağzıma gelmesinden bunu artık anlamam gerekiyordu.
Evet. Sonunda kendime itiraf ediyorum.
Ben bu yakışıklı adamı, kocamı.. Seviyorum.
Sabah olduğunda namazdan sonra bahçeye çıkıp Esma'yı aradım. Dün olanları bilmesi gerekiyordu.
"Selamun Aleykum canım" dedim.
"Aleykum Selam, hayırlı sabahlar kuzum" dedi Esma da.
"Kuzum şimdi sana bir şey söyleyeceğim ama sakin ol tamam mı?"
"Rabia dur, önce ben bir şey diyeceğim. Görücüler İstanbul'dalarmış biliyor musun ve bu akşam gelmek istiyorlarmış. Ay ben ne yapacağım, ne giyeceğim kızım ya?!" Diyen Esma'yı benim sözlerim susturdu.
"Biliyorum Esma. Görücülerin bizim evde ve tahmin et bakalım kimler?" Dediğimde Esma şaşkınca
"Nasıl yani sizde? Neden? Kim kızım onlar? Çatlatma da söyle hadi!" Dedi.
"Tamam söylüyorum. Sıkı dur. Seni isteyecekleri kişi, Ömer'in kuzeni, halasının oğlu Mahir" dedim sonunda.
Esma'dan "ne?!" Diye çığlık benzeri bir ses çıkınca telefonu kulağımdan uzaklaştırdım. Sağlığım için.
"Esma yavaş. Kulağımı deliyordun az daha" diye hafifçe çemkirdim O'na.
Ardından Esma'nın yığınla gelen sorularını cevaplayıp, konuşmayı sonlandırdım.
Sabah namazından sonra, hava o kadar güzel oluyordu ki, sadece bir saat kadar süren bu vakti dışarıda geçirmeye bayılıyordum.
Ben ayakta dikilip ciğerlerime temiz havayı doldururken, arkamdan birinin sarılmasıyla irkildim ve hemen kafamı yana çevirdim.
Ömer'di bu.
Başka kim olabilirdi ki?
Kokusundan anlamam gerekirdi ama ne yapayım, birden sarılınca korktum açıkçası.
Ne?!!!
Şuan bahçenin ortasında Ömer'le sarmaş dolaş mıydık yani?!
Hemen ileri doğru atılıp Ömer'den ayrıldım.
Ömer öyle kalakalırken ben "Ömer ne yapıyorsun? Biri görebilir" dedim sahte kızgınlıkla.
Ömer'se boşta kalan ellerini cebine sokup "ne olacak ki? Karım değil misin? Bakmayı versinler" dedi gayet rahat bir şekilde.
Bense onun bu umursamazlığına çok şaşırmıştım.
"Ama çok ayıp Ömer. Bakmayı versinler olur mu? Sonuçta burası sadece bizim evimiz değil. Beraber yaşadığımız insanlar var sonuçta" dedim bende.
Ömer ellerini cebinden çıkarıp, bir elini dirseğine koyup öteki eliyle de çenesini sıvazlayarak "hımm. Aslında haklısın. Yarından tezi yok kendimize ev bakacağız. Bizim de gerçek bir aile olma zamanımız geldi çoktan" dedi.
Ne yani? Şimdi biz Ömer'le, sadece ikimizin kalacağı bir eve mi çıkacaktık?
Ama buna benim kalbim dayanmaz ki!
Hayali bile çok güzeldi ama ya sonra?
Ömer ne demişti? Gerçek bir aile olma zamanımız geldi.
Yani bu demek oluyor ki...
Ah olamaz!
Utançtan ölebilirdim şuan.
"Eee, ne düşünüyorsun?" Diye soran Ömer'e "kendi evimin olma fikri güzel olsa da Seniha anneyi bırakamayız. Zaten hasta, ya biz yokken bir şey olursa?" Dedim.
Ömer bana yine o harika gülümsemesini gönderip "merak etme. Annemin doktoruyla konuştum. Şuan tedavi de baya ilerleme kaydetti. Daha da iyi olacak İnşallah" dedi.
Bense bu haberle çok mutlu olmuştum.
Öyle ki kendimi kaybedip Ömer'in boynuna atladım.
Evet tam tabiri buydu.
Ömer de beni sıkıca sardı ve ardından "bana söyleyene bak. Cık cık cık, çok ayıp Rabia" dedi gülerek.
Ben bu laftan sonra yaptığım şeyden utanıp hemen geri çekildim.
Çok da çekilemedim aslında. Ömer başımın iki yanında tutup alnımdan öptü.
Sonra da beni hayallere sürükleyen şu sözleri söyledi;
"İyiki benim helalim olmuşsun, iyiki.. Rabia'm, ben artık içimdeki sevgiye engel olamıyorum. Seni nasıl seveceğimi, ne yaparsam daha çok sevgimin tatmin olacağını kestiremiyorum. Sanki seni alıp kalbime koymak ve orada saklamak istiyorum. İçime katmak istiyorum. Seni sevmeye doyamıyorum ve doymak da istemiyorum. Kısacası ben, bu orman gözlü kızı çok seviyorum" dedi.
Allah'ım sana şükürler olsun.
Sabrımın sonunda selameti verdin.
Sevgimi karşılıksız bırakmadın.
Elhamdulillah!