İleride hepimiz kaçmak istediğimiz noktalarda olacağız. Pişman olarak veya olmayarak...
_
18 yaş, lise zamanları.
Çocukluk ve gençlik çağını keskin bir çizgiyle ayıran yaş, 18.
Gerçeklik.
Yetişkin olmaya dair adım atılan bu yaşta, hedefler ve hayaller çoktan belirlenmiş olmalı ve hızla, milyonlarca maraton koşucusunun arasına katılmalıydık.
Ama benim ne olmasını istediğim bir hayalim, ne de hedefim vardı.
Tek istediğim top oynamak ve akşama kadar sahilde oturup vakit öldürmekti. Şu an'ı seviyordum.
Bir de sürekli geç kalmasaydım, hayatıma mükemmel diyebilirdim.
Dolaptan aldığım kapşonlu ceketi aceleyle giyerken bir yandan da saate bakıyordum. Geç kalmıştım yine. Hızla merdivenlerden indim ve eskimiş gri kramponlarımı aceleyle ayağıma geçirirken anneme seslendim. "Anne çıkıyorum ben, çocuklar bekliyor!"
"Geç kalma!" diye seslendi.
Koşarak mahalleyi yarıladığımda, diğer evden çıkan Çınarla karşılaştım. "Hadi kızım koş, geç kaldık!" Ensemden tutarak beni çekiştirdi.
"Sercan nerede?" diye sordum ellerinden kurtulurken.
Koşmaya başladı. "O önden gitti."
"Vay fırsatçı," dedim kaşlarım çatılırken. "Beklemedi demek."
"Ben gönderdim önden takımı toplasın diye, hadi acele edelim." Adımları daha da hızlandı. "Zaten bize kullanacak koz arıyorlar."
Haklıydı. İkimizde hızlanırken yapacağımız maçın ne kadar önemli olduğunu hatırladım.
Çoğunlukla yaptığımız arkadaş arasında oynanan maçların aksine bu bir dostluk maçı değildi.
Karşı takım, çoğunlukla kavga ettiğimiz ve bilhassa düşman bildiğimiz bir gruptu. Ayrı okullarda okusak da, bir yerde, bir şekilde, bir yolunu buluyor ve kavga ediyorduk.
Onlarla sadece birkaç defa denk gelmiştim, bu yüzden kişisel olarak tanımıyordum. Onların kavgaları Sercan ve Çınar'laydı.
Ama söz konusu arkadaşlarımken kendimi geride tutamazdım.
Sürekli kavga halinde olduğumuz için okuldan büyükler bizim için bir çözüm aramış ve sonuç olarak bu maçı bulmuşlardı. Maçın sonunda kim yenilirse, diğer takımın üstünlüğünü kabul edecek ve yolundan çekilecekti. Kavgalar da olmamış olacaktı.
Onlara yardım etmek istiyordum ve elimden gelen sadece bu maça katılmaktı.
Hile yaparak...
Maç erkekler arasında yapılıyordu bu yüzden Sercan ve Çınar bulduğum fikre şiddetle karşı çıkmışlardı. Ama onları bir şekilde ikna etmiştim, daha doğrusu ne olursa olsun o maça katılacağım diyerek tehdit etmiştim.
İyi kamufle olduğum sürece bir sorun yoktu, kız olduğumu anlamayacaklardı.
Sadece doksan dakikalığına erkek kılığına bürünecektim.
"Niye bu kadar yavaşsın?" diye sordu beni en az on metre geçmiş olan Çınar.
"Çok hızlısın," dedim nefes nefese. "Sana yetişemiyorum." Bir süre dizlerimin üzerinde durarak soluklanmaya çalıştım.
Homurdanarak geri geri yürüdü ve soluklanmamı bekledi. "Neyse, geç kaldık artık..."
O an, garip bir his doldu içime. İzlenme hissi. Gözlerim yan evin balkonuna kaydığında bizi izleyen bir çift gözle karşılaştım irkilerek. Balkonda, yirmili yaşlarda genç bir adam bu tarafa bakıyordu. "Bu ev..." diye mırıldandım "Birileri mi taşınmış?"
Çınar'ın da gözleri büyük, yeşil eve kaymıştı. "Ha, evet. Bu gün taşınmışlar sanırım."
Gözlerim tekrar balkona kaydığında, o gözlerin hala üzerimizde olduğunu gördüm.
"Neye bakıyor lan bu puşt?" diye sinirle söylendi Çınar.
"Hadi, geç kalmayalım." diyerek çekiştirdim onu. Küfrünü yuttu ve beni takip etti.
Büyük yeşil ev.
Üzerinde sayısız efsane dönen, bir zamanlar Sercan tarafından perili olduğuna inandırıldığım esrarengiz ev.
Hemen alt sokağımızda kalan bu ev, yıllardır boştu. Kimler taşınmıştı çok merak ediyordum.
Sonunda sahaya vardığımızda bizi ilk karşılayan Sercan oldu. "Oo, efendim... Bu ne büyük şeref. Gelmeseydiniz, ben tek başıma oynardım?"
"Özür dilerim Sercan," diye mırıldandım. "Benim yüzümden geç kaldık."
Eğilip saçımdan öptü. "Önemli değil minik kuşum." Ayak bileğime baktı. "Son maçta bileğini burkmuştun... Doğru söyle ağrımıyor değil mi?"
Başımı olumsuzca salladım. "Merak etme iyiyim, bu maçın bizim için öneminin farkındayım."
Saçlarımı karıştırdı. "Aferin."
Utku da yanımıza gelmişti. "Hadi gelmiyor musunuz?" diye asık suratıyla sordu.
Utku...
Henüz arkadaş grubumuza yeni katılmasından dolayı, ikimizin arasında belirgin bir sürtüşme vardı. Sercan ve Çınar'ın yeni arkadaşlarıydı bu yüzden ona alışamamış ve arkadaşlarımı da onunla paylaşamıyordum. O da benimle aynı düşünceleri paylaşırken, birbirimizden hoşlanmadığımızın farkında ve bunu olabildiğince belli etmeye çalışıyorduk.
"Başlayalım..."
Herkes yerini aldığında takım kaptanı topa vurdu ve maç başladı.
Başlarda oyunu iyi götürsek de ilk golü onlar atmıştı. Yüzüm asılarak Çınar'a döndüm, göz kırptı ve gülümsedi. Alacağız bu oyunu diyerek...
Devam eden oyunda motivasyonum daha yüksekti. Takım kaptanımız Çınar'dı ve kaptanlığının hakkını vererek oynuyordu. O benim ilk öğretmenimdi, ilk öğrendiğim şey de futbol...
Top bana geldiğinde hızla zeminde sürerek koşmaya başladım. Ceza sahasına yaklaşmıştım ama etrafımda çok fazla rakip oyuncu vardı, yediğim çalımlardan ve bu noktadan kaleye topu atmam imkansızdı. Üstelik kaleye en yakın bizim takımdan biri vardı, topu atsam bile ofsayta düşerdi.
Bu yüzden çevreme bakındığımda en yakınımdaki Utku'yu fark ettim. Eğer ona paslamazsam topu kaptıracaktım.
Göz teması kurduğumuzda ne yapacağımı anladı. Topu ona attığımda ustalıkla yakaladı ve kaleye sürmeye başladı. Daha fazla ileri gidemeyeceğini anladığında ise topu şutlamıştı. Top, seksen derecelik açıyla kaleyle buluştu.
İlk golü Utku atmıştı.
Çekişmeli geçen oyunda her iki takımda hırslanmış ve hırçınlaşmıştı. Birbirlerine atak yapıyor ve çoğu kez faule yol açıyorlardı. Böylece ilk onlar gol atmış sonrasında da biz durumu eşitlemiştik.
Topun bana geldiği çok nadir anlar vardı ama şimdi iki takım arasındaki sürtüşmeden dolayı imkansızlaşmıştı. Top belirli kişilerin arasında sertçe dönüyor ve bu oyunu daha da geriyordu.
Sercan yanıma geldi. "Ece, oyundan çıksana?" dedi acel acele.
Ona baktım. "Topu alamıyorum diye mi?"
"Hayır kızım, birazdan kavga çıkacak..."
Yaklaşan kavgayı hissetmiştim. "Olmaz, siz de çıkın." dedim endişeyle. Onları tekrar yara bere içinde görmek istemiyordum.
"Ece..."
O anda arkadan sertçe ayağıma çarpan topla yere düşmüştüm. Yüzümü buruşturarak bileğimi tuttum. Geçen maçta sakatlanan bileğim...
"Üzgünüm, sana mı geldi?" dedi karşı takımın kaptanı olduğunu bildiğim kumral çocuk. Ela gözlerini tehditvari Sercan'a dikti. "Ben başka bir yeri hedef almıştım da."
Kavganın fitili böyle ateşlendi.
Sercan çocuğun üzerine neredeyse uçmuştu. Ortalık karışırken, "Utku!" diye bağırdı Çınar. "Ece'yi çıkar sahadan."
Herkes birbirini yumrukluyor, tekmeler havada uçuşuyordu. Kimsenin birbirini gördüğü yoktu. Enkazın ortasına düşmüş gibiydim.
"Ayağa kalkabilir misin?" diye sordu Utku.
"Evet" dedim ve dizlerimi toplayarak ayağa kalkmaya çalıştım ama geri düştüm. Son maçta burkulan bileğim topun çarpmasıyla daha çok ağrıyordu.
Utku kolumu omzundan geçirdi ve beni ayağa kaldırdı. Kavgadan uzaklaşarak sessizce sahadan çıktık.
"Gerisini ben hallederim," dedim kolumu çekip. "Sen onlara yardım et."
Kafasını salladı ve tekrar içeri girdi.
Ayağım ağrıdığı için boş banklardan birine oturdum ve elimden bir şey gelmediği için kendime kızdım.
Ağrıyan bileğimle, endişeyle onları bekledim.
*
"Size inanmıyorum," dedim Utku'nun yarasını temizlerken. "Sözde bu kavgalar bitecekti ama durum daha da kötü oldu."
Acıyla yüzünü buruşturan Utku, "Sinirlendirmeyin şu kızı," dedi moraran gözlerini kısarak. "Yaralarımı acıtıyor."
"Keşke seni geri göndermeseydim," Üzgünce baktım yüzüne. Suratı yara bere içindeydi. Utku çelimsiz biriydi ve onu oraya gönderdiğim için suçlu hissediyordum.
"Sorun yok," dedi sırıtan Utku. "Kendimi kahraman gibi hissediyorum."
Sercan dudağının kenarındaki yarayı silmekten vazgeçip Utku'nun önünde diz çöktü. "Kahramanım!"
Çınar'da ondan farklıymış gibi hemen Sercan'a uymuştu. "Lordum!"
"Şebeklik yapmayın," dedim ayağımla onları iteleyerek. "Sinirliyim size, bir süre gözüme gözükmeyin."
"Neden böyle yapıyorsun kraliçem?" dedi Sercan ayağımı tutup. "Sahi, senin ayağın nasıl oldu?"
"Buz koydum, iyi şimdi."
Geçip koltuğa uzandı ve gözleri hafifçe kapandı. Çınar da yere bağdaş kurmuş elindeki aynayla yüzündeki yaraları inceliyordu.
"Sen yüzünü temizlemeyecek misin?" diye sordum uyku moduna geçen Sercan'a.
"Sorun yok, hala yakışıklıyım."
Çınar göz ucuyla Sercan'a baktı ve önüne döndü. Sercan birden doğrulmuştu, "Küçümsedin mi sen beni?"
"Hayır." dedi Çınar.
"Küçümseyerek baktın!" dedi Çınar'ın yanına oturarak.
"Hayır dedim."
Kapı çaldığında Sercan daha fazla Çınar'la uğraşmayıp ayaklandı ve kapıya bakmaya gitti.
"Annem mi?" diye sordu Çınar.
"Hayır," dedim. "O içeride uyuyor."
"Hoş geldin Melis!"
Sevgilisinin adını duyan Çınar, hızla ayaklanıp hazır ola geçmişti. "M-Melis mi geldi?" dedi yutkunarak. "Kim haber verdi lan?"
"Sercan haber verdi Çınar!" dedi Melis kızgınlıkla salona adımlayıp. Hızla Çınar'ın yüzünü inceleyip hasar kontrolü yaptı. "Yine mi kavga ettin?!"
"Sevgilim..."
Sercan bana ve Utku'ya kaş göz yaptığında, sevgilileri yalnız bırakıp mutfağa yöneldik.
"Aç mısınız?" diye sordum buzdolabını açıp içine göz atarak.
"Değilim," dedi Utku. Sercan'a baktığımda, dolabın kapağını kalçasıyla kapattı. "Boş ver şimdi onu, perili eve birileri taşınmış?"
"Perili ev mi?" diye sordu konuya Fransız olan Utku.
"Bizim aşağı mahalledeki büyük yeşil ev var ya, orası." dedim.
Yutkundu. "Ev... Perili mi?"
Sercan, Utku'nun omzuna kolunu attı. "Merak etme, bize alışkınlar bir şey yapmıyorlar da sen yabancısın şimdi..."
Utku'nun yüzü bembeyaz kesilmişti. Dirseğimle Sercan'ın karnına vurdum ve onu geri püskürttüm. "Ev perili değil Utku, saçmalama."
"Emin misiniz?"
"Al işte," dedi Sercan. "Gel benimle dalga geç diyor."
"Eminiz." dedim.
"Çocuklar, biz çıkıyoruz!" Çınar'ın sesi keyifli geliyordu, Melis'i yumuşatmış olmalıydı.
Ardından Utku da evden ayrıldığında ortalığı toplamaya başladım. Sercan arkamda bitti. Kaşlarımı çatarak ona döndüğümde, yüzünde muzip bir gülümsemeyle bana bakıyordu. "Ne oldu Sercan?"
"Kızım çok merak ediyorum ya... Gitsek mi şu perili eve? Kimler taşınmış merak ettim."
"Hayır," dedim kesin bir dille. "Niyetini biliyorum ben senin... Olmaz."
Mutfağa ilerlediğimde peşimden geldi. "Kızım hadi ya... Geçen gelen kiracıları nasıl korkutmuştuk? Eheheheh."
Ona düz düz baktım. "Geçen dediğin altı yıl önceydi, biz on iki yaşındayken... Artık çocuk değiliz, yapmamalıyız."
"Senin içindeki çocuk ölmüş!" dedi kınarcasına. "Eğlenmeyi bile bilmiyorsun!"
Tereddütle baktım. "Ya kötü bir şey olursa?"
"Kötü ne olabilir ki?" dedi beni ikna etmeye çalışarak. "Periler mi çıkacak etraftan? Hadi Ece..."
"Ya evde hamile bir kadın varsa?"
"O yüzden diyorum ya izleyelim diye. Hemen gidip korkutmayacağız ya insanları!"
"Korkutmak yok?" diye sordum temkinle.
Sırıttı. "Duruma göre, korkutmak yok!"
*
Beni nasıl ikna etmişti bilmiyorum ama kendimi Sercan'ın hemen arkasında, yeşil evi gözetlerken bulmuştum.
"Bir şey görebiliyor musun?" diye sordum.
"Sessiz ol, salonu görüyorum." dedi elindeki dürbünü hareket ettirip.
"Kaç kişi var?"
Biraz daha baktı. "Işıklar açık ama... Evde kimse yok."
"Demek ki erken yatmışlar, hadi gidelim."
Omzunun üzerinden bana baktı. "Sen ne korkak bir kız oldun ya," dedi kaşlarını kaldırıp. "Eskiden böyle değildin."
Kızgınca ona baktım. "Sercan!"
"Tamam tamam," dedi gülerek. "Hadi dönelim."
Neden bilmiyorum ama sokak çok ıssız görünmüştü. Ürperdim.
"Şştt." Fısıldayarak beni durdurdu Sercan. "Sen de duydun mu?"
Yutkundum. "Neyi?"
İleriye, yeşil evin yanında kalan karanlık bahçeye bakıyordu. "Oradan bir çıtırtı sesi geldi," dedi bahçeyi işaret ederek.
Korkuyla ona baktım. "Kedidir Sercan... Beni korkutmaya çalışıyorsun, değil mi?"
"Seni niye korkutmaya çalışayım?" diye fısıldadı kaşlarını çatarak. "Biraz hızlı yürüyelim."
Zaten olabildiğince hızlı yürüyordum. Sercan sürekli arkasını dönüp o karanlık bahçeye bakıyordu.
"Ece..." dedi yutkunarak. "Bir şey söyleyeceğim ama korkma..."
Buz kesilerek ona baktım, yüzünde endişeli bir ifade vardı.
"ARKAMIZDA, KOŞ!"
Çığlık atarak ve katiyen arkama bakmayarak koşmaya başladım. Damarlarımda salgılanan adrenalini hissedebiliyordum, bu daha da hızlı koşmamı sağlıyordu. Sercan'ın varlığını arkamda hissetmiyordum ve bu beni daha da korkutuyordu.
Sokağın sonuna geldiğimde sağa döndüm. Bir kaç adım daha koşmuştum ki, kolum yabancı bir el tarafından kavranarak beni kenara çekti ve bedenim yabancı bir surete çarptı. Ağzımdan sessiz bir çığlık dökülmüştü.
Şaşkınlık. İlk hissettiğim şaşkınlıktı.
Yanımızdan bir araç son hızla geçtiğinde, "Dikkatli ol," dedi kolumu yavaşça bırakan yabancı. Sercan'ın yüzünden az kalsın bir arabanın altında ezilecektim.
"Teşekkür ederim," dedim nefes nefese. Bakışlarım yabancının yüzüne tırmandı, sokak ışığı yüzünün yarısını aydınlatıyor, bir tarafını gölgede bırakıyordu. Yine de tanımıştım, sabah yeşil evde gördüğüm genç adamdı bu.
Hızlanan kalbim ve beni ele geçiren korkumla bir kaç adım geriledim.
Bakışları önce sokağın ilerisindeki eve, sonra da yüzüme döndü. Çatılan kaşları altındaki kuzguni siyah gözler parlıyordu. "Şimdi söyle bakalım..." dedi bir kaç adımla açtığım mesafeyi bir adımla kapatırken. "Evimi neden gözetliyordunuz?"