🎶🎶 Peppina - Mademoiselle Noir
Ben hatayı bir adamın deliliğini aşk zannetmekle yaptım. O geceden sonra Jêhat kendini odasına kapatmıştı ve onun için tamamen yok olmuştum.
Kale gibi konakta ne varlığımı görüyordu ne de yoluma çıkıyordu. Odasının içinde sürekli elinde sigarasıyla dört dönüyor, aynanın karşısında kendini izliyor, boş bir tuvalin önünde saatlerce oturuyor, sürekli kendi kendine bir şeyler mırıldanıyordu ama bunlar ne şiirlerdi ne de şarkılar. Sürekli tekrar eden dualar.
Bir haftadır hiç uyumadı, yemek yemedi, gülmedi, ağlamadı, konuşmadı.
Her odasına girdiğimde gözlerimin içine bakması için verdiğim savaşı yavaş yavaş kaybediyordum ve Jêhat'ın durumu düpedüz varlığın içinde yok olmaktı. Ve ben onun için ne yapacağımı bilmiyor, gün içerisinde saatlerce piyanodan çığlık çığlığa çıkan sesleri ve çaresiz haykırışlarını dinliyordum.
🎶🎶🎶🎶🎶
Bir şarkı çalışıyordu, bilmediğim bir dilde, bilmediğim bir tınıda, bilmediğim bir uzaklıkta.
A man came across this old tower one day
(Bir adam bir gün bu eski kuleye rastladı)
It was straight like from a book he once read
(Tıpkı bir zamanlar okuduğu kitaptaki gibiydi)
He lifted his head up and saw this young lady
(Başını kaldırdı ve o genç kadını gördü)
And here's what the lady said:
(Ve işte kadının ne söylediği:)
"Moi je m'appelle mademoiselle noir
("Benim adım Matmazel Siyah)
Et comme vous pouvez le voir
(Ve gördüğün gibi)
Je ne souris, ni ris, ni vis."
(Gülümsemiyorum, ne kahkaha atıyorum, ne de yaşıyorum.")
Et c'est tout ce qu'elle a dit.
(Ve tüm söylediği buydu.)
The man was so scared he could only run away
(Adam çok korkmuştu tek yapabildiği kaçmaktı)
He ran to the town and then said:
(Kasabaya koştu ve sonra dedi ki:)
"I just saw a lady with the longest dark hair
("Az önce çok uzun siyah saçları olan bir kadın gördüm.)
And I think she's a living dead!")
(Ve sanırım o yaşayan bir ölü!")
The people, so scared, took their guns and their swords
(İnsanlar çok korktular silahlarını ve kılıçlarını aldılar)
They ran to the tower and then
(Kuleye koştular ve sonra)
They saw the pale lady and felt a great fear
(Solgun tenli kadını gördüler ve dehşete kapıldılar)
When they heard how she said it again:
(Nasıl tekrar söylediğini duyduklarına)
"Moi je m'appelle mademoiselle noir
("Benim adım Matmazel Siyah)
Et comme vous pouvez le voir
(Ve gördüğün gibi)
Je ne souris, ni ris, ni vis."
(Gülümsemiyorum, ne kahkaha atıyorum, ne de yaşıyorum.")
Et c'est tout ce qu'elle a dit.
(Ve tüm söylediği buydu.)
The people, they knew what this all was about
(İnsanlar neler olduğunu bilmiyorlardı)
She was clearly a demon from hell
(O şüphesiz cehennemden gelen bir iblisti)
They decided to set her long hair on fire
(Onun uzun saçlarını ateşe vermeye karar verdiler)
In the end it would burn her as well
(En sonunda ateş onu da yakacaktı)
But the lady was no demon she was a lonely soul
(Ama kadın iblis değildi, o yalnız bir ruhtu)
Just like in that book they once read
(Tıpkı bir zamanlar okudukları kitaplar gibi)
Still waiting for her prince while her hair was on fire
(Saçları yanarken hâlâ prensini bekliyor)
The one last time she said:
(Son kez dedi ki:)
"Moi je m'appelle mademoiselle noir
("Benim adım Matmazel Siyah)
Et comme vous pouvez le voir
(Ve gördüğün gibi)
Je ne souris, ni ris, ni vis."
(Gülümsemiyorum, ne kahkaha atıyorum, ne de yaşıyorum.")
Et c'est tout ce qu'elle a dit.
(Ve tüm söylediği buydu.)
Saatlerdir çalan piyanonun sesi yavaş yavaş sustuğunda, mutfakta oturduğum masa başında derin bir nefes verdim. Şarkı ne anlatıyordu, kimi anlatıyordu bilmiyorum. Fakat hissettiğim acı ve beynimi parçalayacakmış gibi sıkıştıran bir çılgınlık boğazımı delip geçiyordu.
Dinlediğim şarkı bir delirmenin eşiğiydi sanki, Jêhat'ın aklının sınırlarında gezinen bir delilik. Aynı şarkıyı bir kez daha dinlediğimde delirerek özgürleşebilirmişim gibi geliyordu.
Konağın kapısının sesiyle masada küçük bir çığlık atarak irkildim. Aklın sınırlarında geziniyorum, biliyorum.
Oturduğum sandalyeden kalkıp mutfaktan çıktım. Omuzlarımdan göğsüme doğru sarkan saçlarımı geriye atarak kapıya doğru yürüdüm. Sanırım belimi de aşan saçlarımın ucunu kesme zamanı gelmişti, toplamak artık daha zordu.
Kapıyı açtığımda karşımda kocaman bir demet beyaz şakayıklar tutan Cihat hüzünle gülümsedi. "Özür dilerim yenge, tekrar bulmam gerekti."
Gözlerimin önündeki bembeyaz çiçeklere baktım. Şimdi alsam ve Jêhat'a uzatsam ona bir adım daha atmaya çalıştığımı anlayacak mıydı? Ne beni ne de beyaz şakayıkları görebilecek miydi? Acı boğazımı yakarken başımı çevirip merdivenlere baktım.
Şimdi Jêhat'ı siyah örtüsüyle çırılçıplak merdivenlerin sonunda kolları trabzana dayamış gülerken görüyordum. Ama bu aklımın bana oynadığı küçük bir oyunu, orada ne Jêhat vardı ne de gülüşleri. Derin bir hiçlik beni kendime getirdiğinde gülümsediğimin farkında bile değildim.
Cihat'ın sesi uzaklardan geliyordu. "Yenge, Evîn Yenge.."
Sakince başımı çevirip gülümsemeye devam ettim. "Çiçekler bu kulede sokacaklar."
Cihat gözlerinden geçen hüzünle çiçekleri bana uzattı. "Sevgi çiçekleri yeniden açtıracak, başka çiçeğe hayat verecek."
Gülümseyerek başımı salladım ve elindeki çiçekleri aldım. "Çıkmıyor mu odasından?" diye sorduğunda başımı iki yana salladım.
"Eski haline dönene kadar yok olur, geri dönecektir."
"Belki de" mırıldanıp "Gitmeliyim, kimse bilmiyor" dediğinde elimi kapı koluna koyup gülümsedim. O giderken kapıyı kapattım.
Elimde beyaz şakayıklarla beni görmeyen, duymayan, hissetmeyen deli ağa ile içten içe çöküsüme kahkahalar atan kulede yalnızdım. Ve bu yalnızlık yavaş yavaş ruhuma işleniyordu. Yok oluyordum.
Kucağımdaki çiçekleri koklayarak en azından canlı olduğumu hissedecek bir koku, bir his, bir kıpırtı arıyordum ama duyduğum o bağırma sesi beni tüm gerçeklikten birden çekti.
Jêhat'ın çıldırır gibi bağıran sesiyle çiçekler elimden düşerken koştum, ölmemek için savaşan beyaz şakayığıma ulaşmak için, korkunun en saf haliyle. Eteğimi parmaklarımın arasına sıkıştırıp merdivenleri hızlı hızlı çıktım ve beklemeden sağa dönüp Jêhat'ın odasına kapıları kırar gibi girdim.
Jêhat camın önündeki sıralanmış tabloları delirmiş gibi siyah örtüleriyle beraber elindeki bıçakla delik deşik ederek kesiyordu. Bir yandan da "Her yerde, her yerde, her yerde" diye bağıra bağıra eline geçen bütün tabloları parçalıyordu.
"Jêhat" diye bağırdım var gücümle.
Sert ve inceltmediğim sesim tüm camlara çarparak yankılandı. Elindeki bıçakla eli havada kalan Jêhat başını bana çevirdi. Gözlerinde gördüğüm o bakışla nefesimi tutarak geri adım attım.
Ne zifiri karanlık, ne yaramaz bir çocuk, ne de aşık olduğum adam. Boşluk, büyük, kocaman bir boşluk. O boşluk bacaklarınızdan tutup sürükleye sürükleye kuyunun dibine çekiyor ve attığınız atacağınız tüm yardım çığlıklarınız o kuyuda hapsolacaktı.
Korkmak şu anda hissetmem gereken en son duygu olmalıydı. Deliyle deli, boşlukla boşluk olmalıydım. Ta ki gördüğüm adamda Jêhat'ı bulana kadar.
"Günahlarınla zehirledin beni aşk."
Sanki kuyunun dibinden gelen boğuk ve çaresiz bir sesle söylediği cümle sırtıma o bıçağı saplandı. Pişmanlık, kırgınlık ve safi acı. Gözlerimi sıkıca kapatıp derin bir nefes vererek açtım.
"Jêhat" diye fısıldadığımda elindeki bıçakla elinin altındaki tabloya öfkeli darbeler vururken boğuk sesiyle hırlar gibi konuşmaya devam etti.
"Bütün resimler sana benziyor, bütün aynalarda sen varsın, nereye gitsem peşimden geliyorsun. Zehirleniyorum, midem bulanıyor, korkuyorum, yanıyorum, ölüyorum. Git başımdan, git."
Ona doğru büyük adımlar atarak bu defa daha yumuşak bir sesle gözlerim dolu dolu "Jêhat" dediğimde birden durdu ve acı dolu bir yüzle gözlerime baktı.
Elinde sıktığı bıçağın sapını başına vura vura "Jêhat gitti, Jêhat yok, öldü, gelmiyor, kayboldu. Boyamıyor, çizmiyor, uyumuyor, konuşmuyor, görmüyor. Yalnız seni biliyor..." derken ona doğru koştum ve elindeki bıçağı umursamadan sıkıca sarıldım. Öleceksem aşık olduğum deli bir adamın ellerinde ölürdüm.
Jêhat sarıldığım için kaskatı kesildi ve bıçak elinden düştüğünde metalin sert sesi odada yankılandı. Onu o kuyudan çıkarmak ister gibi daha da sıkıca sarıldım, kollarımı omuzlarına kenetledim ve elimle sırtındaki yara izlerini okşadım. Onun yolundan gitmek için onun şarkılar söylediği gibi bir şiiri fısıldadım.
"İçinden doğru sevdim seni. Bakışlarından doğru sevdim de, ağzındaki ıslaklığın buğusundan, sesini yapan sözcüklerden sevdim bir de.Beni sevdiğin gibi sevdim seni. Kar bırakılmış karanlığından."
Bedeni yavaş yavaş gevşerken yüzünü uzun saçlarıma gömüp başını omzuma yasladı. Havada kalan elleri tutunmak ister gibi elbisemin belini sıktı, çaresiz ve acı dolu sesiyle fısıldadı.
"Birlikte günahlarımızla çürüyeceğiz bu kulede, kaç benden Matmazel Siyah, seni gülümsetemem."
Kimden bahsettiğini bilmiyordum, umrumda da değildi. Şu anda tek düşündüğüm, tanıyıp bildiğim o karanlık, haylaz çocuk ve deli Jêhat'ın geri gelmesini istediğimdi.
Elleri saçlarımı okşarken kokusunu içine çekerek saçlarımdan öptü.
"Her yerde seni görüyorum, aynalarda, resimlerde, kafamın içinde. Ben zehirlendim mi şimdi? Günaha mı bulandım? Kan kusucam. Öleceğim."
Tüm bunlar deli bir adamın aşk karşısındaki ilk çıldırmasıydı. Ve Jêhat için aşk, kan kusacağı bir hastalık ve o aşkın sarhoş eden zehrinde kusmaktı. Jêhat, aşkın ilk mide bulandıran sarhoşluğunu kusmak istiyordu. Tıpkı aylar önce beni aşkıyla sarhoş ettiğinde kustuğum günlerdeki gibi.
Omzundaki başımı iki yana salladım, sırtını okşayarak saçlarımın arasında kendini kaybeden adama fısıldadım.
"Hayır, ölmeyeceksin. Aşk zehirse ben de o zehirle zehirlendim. Seninle sarhoş oldum, seninle günaha bulandım, seninle yandım. Ama ne seni ne de aşkı bir an bile bırakmadım, bana gelmeni bekledim."
Jêhat saçlarımdan bir kez daha öpüp boynumda fısıldadı. "Bekle beni Matmazel Siyah, geleceğim."
Ve yıllar sonra öğrendim ki Matmazel Siyah, kitaplarda yazan Rapunzel masalı gibi bir kulede yaşayan yalnız bir ruhtu. Gülümsemiyor, kahkaha atmıyor, yaşamıyordu. İnsanlar tarafından dili anlaşılmadığı için cehennemden gelen bir iblis olduğu düşünülmüş, uzun siyah saçlarından ateşlere teslim edilmişti. Fakat Matmazel Siyah ölürken bile onu kurtaracak prensini bekliyordu.
İşte bu yüzden Jêhat, benim de yalnız bir ruh olarak bu kuleye hapsedileceğimi ve yıllar sonra insanlar tarafından döktüğüm aşk dili anlaşılmadığı için yok olacağımı düşünüyordu. Ben ise saçlarıma sakladığım sırlarım yanmadan bu kuleden çıkabilir miydim, bilmiyordum. Fakat geleceğim demişti, bekleyecektim bana geri dönmesini.
Ta ki saçlarımı yakmak için kuleye gelen o insanlara kadar.
O gecenin sabahını ikimiz de nasıl çıkardık bilmiyordum. Jêhat yerdeki parçalanmış tabloları toplamama izin vermedi. Ellerimi tutup gözlerindeki garip bir korkuyla "Dokunma onlara, ellerin kirlenir aşk" diye fısıldadı.
Sonra ellerimi bırakıp hiçbir şey demeden yatağına yattı ve uyudu. Bir haftanın sonunda Jêhat bir kez daha delirmenin eşiğinden çıkıp uyumayı başardı. O uyurken baş ucunda bekleyip saatlerce saçlarını okşadım. Gece olduğunun farkında bile değildim. Kabus görürse yetişemem korkusuyla o uyurken sabaha kadar başında bekledim.
Güneşin ilk ışıkları camlardan aynalara vurduğunda gülümseyerek yeni bir günü karşıladım. Jêhat'la her güne dehşetle uyanırsınız evet, ama her sabah o güneş doğduğunda Jêhat'ın her halini kucaklamak için gülümsemelisiniz. Onun da dediği gibi aşk zehirli bir hastalıktı ve ben aşkımı kusalı çok olmuştu.