DEFNE

3227 Kelimeler
KÜÇÜK KARIM ONUR YAKUZ DEFNE DİNÇOĞLU Bazı insanlar hep kaybeden olan taraftır. KESİT Hikâyeler, her zaman, bir varmış bir yokmuş diye başlamaz mı? Bir varsındır bir yoksunuzdur… Bizimkisi de öyle değil miydi? Bir vardık, bir artık yoktuk. Bir zamanlar var olduk şimdilerse koca bir hiç! GİRİŞ “Defne!” Defne, yok olması gereken hüzünlü bir isme sahip olan Defne! Yer yarılsa da yerin bin kat altına girmesi gereken o zavallı Defne. Koca bir hiçliğe savrulup küllerini bedeninde yeniden toparlamaya çalışan o ahmak Defne… “Kime diyorum, nefes alıyor musun?” Beynimde uğuldayan sesin gerçek olduğunu anladığımda önce başımı hafif yana doğru eğmiş sonrada başımı yavaşa yukarıya doğru kaldırmıştım. Buğulu gözlerimin aralarından bir yerlerden net olmasa da dev gibi bir adam gördüğümü anımsamaya çalışsam da kim olduğunu net olarak seçecek yetiye sahip değildim. Ben biraz daha gözlerimi kısarken o dağ gibi duran bende bana doğru eğilerek yüzüme doğru yaklaşmıştı. Buz gibi eller yüzüme dokunduğumda içim titremiş birkaç damla daha gözyaşı akıtmıştım. Benimle konuşup bir şeyler söylemeye çalışırken ben yalnızca donuk bakışlarla onu görmeye çalışıyordum. Bana sesi tanıdık gelse de bir türlü seçemiyordum. Kendimden geçer gibi olsam da hala burada oturup karşımdaki adam her kimse ona baktığıma inanmıyordum. Ve o adam o anda bir şey yapmıştı? Hiç yapmaması gereken bir şey… Bilincim yerinde olsa yapmaması için uğrunda savaşabileceğim bir şey yapmıştı. Ellerini yüzümden çekip avuç içimde sıktığım, ölümüne orada tutmak istediğim o kirli kağıdı eline almıştı. Sonumun yazılı olduğu kağıdı ben hiçbir müdahale edemeden almıştı. Bunu fark ettiğimde elimi kaldırıp uzattığımda elim boşlukta süzülerek tekrar dizimin üstüne düştü. Tekrardan ellerim bir ölü eli gibi soğuk toprağa düşer gibi düştü. Onun kağıtta yazılan şeyleri okuduğunu görürken gözlerimle hala baygın şekilde ona bakıyordum. Sanki illet bir kabusun içindeymişim de içimin avaz avaz bağırmasına rağmen sesimin çıkamaması gibiydi. Bir kez daha elimi kaldırdığımda bakışlarım aşağıya çevrildi. Kesinlikle herhangi bir güce sahip değildim. Ne hareket edebiliyordum. Ne de konuşabiliyordum. “Sen! Defne, sen!” Bu ses her geçen saniye daha tanıdık gelirken beynimi çalıştırmaktan yorulmuştum. Beynim uyumuş gibiydi. Şu durumda felç geçirmeden nasıl durduğumu dahi bilmiyordum. Kendimi bir kez daha kaybeder gibi olduğumda kanatlanmıştım. Bir zamanlar düşlerimi süsleyen hep olmak istediğim melek gibi kanatlanmıştım. Sanki yeryüzünde süzülüyormuş gibi ilerlemeye devam ediyordum. Az önce kiri kağıdı tutan elim havada sallanırken sanki taşlı yollarda yürür gibi sallanıyordu. Galiba melekler de ilk kez uçtuklarında gökyüzünde böyle sendeliyorlardı? Galiba onlarda düşmeden uçmayı bir türlü öğrenmeyi başaramamışlardı. Galiba onlarda düşe kalka öğrenmişlerdi bu işi… Tam da özgürlüğümü yakaladığımı hissettiğim o anda yeryüzüne çakılır gibi oldum. Bir yerlere oturduğumu hissettiğimde biri başımı kuş tüyü yastığa bırakmıştı. O an fazla uykum olmalıydı ki hemen gözlerimi kapattım. Anlaşılan rüya görüyordum. Rüya içinde rüya… Önceleri rüyamda büyük bir asansörün içindeydim. Asansörde ilk başta tek başımayken dördüncü kata çıktığımı görmüştüm. Çünkü bina dört katlıydı ve benim son durağımda orasıydı. Bir iki üç dört derken asansör dördüncü katta durmayı geçtim onunca kata kadar yükselmişti. Yukarıya çıktıkça daha çok hızlanmış daha sonra da binanın sınırlarını aşarak gökyüzüne doğru fırlamıştı. Korkudan çığlık çığlığa bağırırken bir an da asansör durmuş aksine daha hızlı yere doğru çakılmıştım. Korkuyla uyandığım o anda yeni bir rüya atlamış orada da kalabalık bir toplum görmüştüm. Bir kadın ve ateşin etrafında dizili onlarca erkek… Başlarında duran erkek başını kaldırıp bana baktığında elinde tuttuğu değneğiyle adamlarına beni işaret etmiş ve adamlarını o anı bekliyormuşçasına peşime takılmıştı. Kim olduğunu bilmediğim adamlar ellerinde silahlarla peşime takılırken yolun yarısında bir kız çocuğu elimden tutup benimle birlikte kaçmaya başlamıştı. Kızın kim olduğunu bilmesem de yıllardır tanıyormuş gibi elinden daha sıkı tutup kötü adımlardan olabildiğince hızla kaçmıştım. Yalnızca durup bir an nefes aldığımda başımı çevirip elini tuttuğum kıza bakmıştım ki kendimi gördüm. Tıpkı benim gibi iki büklüm soluklanan kız benden başkası değildi. O bana ben ona bakarken anladığım tek şey bana benden başka hiç kimsenin yardım edemeyeceği olmuştu. Bana benden başka hiç kimse yardım edemezdi. Hem de hiç kimse! *** Beynim yeniden uğuldamaya başladığında elimi zonklayan başıma götürdüm. Bir yerlerde hata vardı ama nerede? O hatayı bulsam hayatımı yeniden yoluna koyabilirdim ama o hata bulamayacağım kuytu bir köşeye saklanmış gibiydi. “Sonunda kendine gelebildin.” Yankılanan o sesle öylece donup kaldım. Hareketsiz şekilde kalırken gözlerim açılmış beyaz tavanla karşı karşıya kalmıştım. İşittiğim o sesin sahibi öylesine derin bir tonda konuşmuştu ki başımı çevirip ona bakmaya cür'et dahi edemiyordum. “Boşuna telaşlanma diye söylüyorum. Burada olduğundan kimsenin haberi yok…” Derinden gelen o sesin sahibine başımı çevirip baktığımda orada tüm heybetiyle durmuş bana bakıyordu. Arkasından ışık vuran adam bana doğru bir adım attığında tuttuğum nefesi sonunda verebilmiştim. “Bana öyle baktığına göre bilincin yerine gelmiş olmalı.” Ondan gözlerimi kaçırdığımda acıyla yutkundum. Biliyor olabilir miydi? O her şeyi biliyor olabilir miydi? En son? En son sonuçları almıştım. Sabahın köründe hastaneye gelmiş ve birkaç tahlil yaptırmıştım. Sonra da sonucu görmüş ve öylece donup kalmıştım. Yeniden gözümden bir damla yaş aktığında gözlerimi sonsuz bir boşluğa diktim. “Aklım bir türlü almıyor Defne! Sen bunu nasıl yaparsın? Söyle bunu nasıl yapabilirsin? Hiç mi düşünmedin? Hiç mi kendini düşünmedin? Herkesi her şeyi geçtim kendini düşünmez mi bir insan? İnsan önce kendini düşünmez mi?” “Ben… İsteyerek yapmadım. Yapmadım.” Yapmamıştım. Ben hiçbir şey yapamamıştım. İstememiştim. “İsteyerek hamile kalmadım mı diyorsun? İsteyerek değil kazara mı oldu?” Öylesine iğneleyici konuşuyordu ki benden tiksindiğine dair yemin dahi edebilirdim. Şu anda benden nefret ediyor olmalıydı. “Onur! Lütfen. Sana yalvarıyorum lütfen aileme bir şey söyleme.” Yeniden ona baktığımda bir zamanlar şefkatle bakan o adamın gözlerinde nefrete şahit oldum. Bana her zaman sevgiyle yaklaşan o adam bana artık tiksinerek bakıyordu “Komik misin sen?” Komik olan ben değildim. Komik olan insanlardı. Ciğeri beş para etmez insanların karşısında aciz kalıyor oluşumuzdu. Ve beni öldüren ise zorunda kaldıklarımdı... “Yemin ediyorum. Sana yemin ediyorum hataydı. Bilerek olmadı. İsteyerek olmadı. Ben…” “Yeter! Yeter Defne, daha çok gözümden düşmek istemiyorsan sus.” “Söyleyecek misin? Bizimkilere anlatacak mısın?” “Kızım sen kafayı mı yedin, ben söylemesem bile ailen birkaç ay sonra anlamaz mı sanıyorsun? Ailen anlamayacak mı? Abin duyarda benim de bildiğimi öğrenirse bana ne yapar haberin var mı? Küçük kız kardeşinin hamile kaldığını ve benim zamanında ona söylemediğimi öğrenirse neler olur biliyor musun?” Ne sanıyorsun beni yarım akıllı bir çocuk mu? Ben ne saftım ne de salak. Bir zaman öyleymişim ama artık değilim. Kesinlikle değilim. “Söyleyemem. Söyleyemem. Ben onlara söyleyemem. Söyleme. Sen de söyleme. Ne olur söyleme.” Kısa bir sessizlik olduğunda Onur yanımda doğru gelerek hemen yatağın boş kısmına oturarak elimden tuttu. Bana gözlerimi açıktan sonra ilk defa şefkatle bakıyordu. “Bak güzelim, belki bir hata yapmışsın. Eyvallah. Bana laf söylemek düşmez. Ama ailen bunu bilmek zorunda, onlar senin ailen sana her ne kadar kızsalar da seni yine bağırlarına basacaklardır.” “Olmaz. Babam yeni kalp krizi geçirmişken onu kendimle sınayamam. Babam duyacak olursa kalpten gider.” “Benimde tek kızım hamile kalırsa kusura bakma ama benimde kalbime inerdi. Üstelikte o kızı el bebek gül bebek büyütmüşsem ve de henüz on dokuz yaşındaysa…” Yeniden köpürmeye başladığında bilincim yeni yerine geliyor gibiydi. Ne yapacağımı bilmezken Onur, bana onu sormuştu. Bir anda o kim demişti. Ona aslında nelere yaşadığımı anlatmalı mıydım? İstemeyerek olduğunu aslında onu sevmediğimi ilk aşkım sensin demeli miydim? Hayır, hayır! Öğrenirse her şey sarpa sarardı. “O diye biri yok.” “Bu da ne demek şimdi? Haberi mi yok? Yoksa ayrıldınız mı?” “Hayır, ne ayrıldık ne de haberi var?” “O hadle şimdi onu arıyorsun ve üstüne düşen görevi yerine getirmesini söylüyorsun.” “Söyleyemem. Söylemekte istemiyorum. O diye biri yok çünkü öldü.” “Öldü mü? Sen benimle alay mı ediyorsun. Sonuçları gördüm. Bebek yalnızca birkaç haftalık... Seni… Tövbe. Tövbe!” “Öldü diyorum çünkü benim için öldü. O olası bir bebek söz konusu olduğunda asla beni arama dedi. Zaten çoktan ülke dışına da gitti. Yabancı uyruklu biriydi bir daha döner mi onu da bilmiyorum. Anlayacağın o diye biri yok.” Bana hayret dolu bakışlar atarken bu konuda ki soğukkanlılığım beni bile şaşırtmıştı. Söz konusu o şerefsiz olduğunda sinirlerimin bir hayli gerilemesi gayet normal olmalıydı. Ondan nefret ediyordum ve adını bir daha anmamaya yemin etmiştim. “Onur biliyorum şaşkınsın bana da konduramıyorsun ama inan bana bende aynı duyguları yalıyorum. En az senin kadar şoktayım.” “Bu kadar sakin kalabildiğine göre bir plan yapmış olmalısın. Mesela bebeği aldırmak gibi… Hani yaşın küçük ya bu yüzden bu seçeceğin üstünde daha çok duruyor olmalısın.” Ban nasıl böyle bir olasılıktan bahsederdi. Ben cani miydim? Allah’ın verdiği canı almak ne haddimeydi. Ben asla böyle bir şey yapmayacaktım. Asla ama asla bebeğime kıymayacaktım. Belki varlığını yeni öğrenmiştim ama uzun zamandır bu olasılığın üstünde duruyordum. “Evleneceğim.” Onu öfkelenerek ayağa kalktığında ellerini ensesinde birleştirerek deli danalar gibi odada dolaşmaya başladı. Zaten onun sakinliği de buraya kadardı. “Sen kafayı yemişsin. Sen kesinlikle kendinde değilsin. Aksi halde bir öyle bir böyle konuşmazdın.” “Kızım, sen az önce bana o it her kimse benim için öldü dememiş miydin?” “Birincisini senin kızın olamayacak kadar yaşım büyük ve ikincisi evet, dedim. Öyle de oldu.” Onur tekrar yanımda oturduğunda elimden tutmuştu. Bana tuhaf şekilde bakarken kafasını bulandırdığımı bende iyi biliyordum. “Güzelim, kafandan her ne geçiyorsa bana da söyler misin? Belki ben sana yardımcı olabilirim. Eğer makul şekilde bebeği aldırmak istersen ayarlamaları yaparım. Sen henüz çok küçüksün anne olamaya hazır olduğunu hiç ama hiç sanmıyorum.” “Seni annen seni doğurduğunda kaç yaşındaydı bilmiyorum ama benim annem abimi doğurduğunda henüz reşit bile değildi.” “Sen beni mi sınıyorsun Defne, burada oturup seninle tartışmak yerine çözüm yolları üretmeye çalışıyorum. Sense sürekli işi çıkmaza sokuyorsun. Üstelikte evleneceğini söylüyorsun. Allah aşkına söyle bana kimle evleneceksin?” “Seninle…” Hiç düşünmeden cevap verdiğimde bu defa hareketsiz kalma sırası odaydı. Ben gayet ciddiydim. Benim artık kaybedecek hiçbir şeyim yoktu. Hem de hiç. “Benimle evlen Onur,” Bana uzaylıymışım gibi baktığında hayatının şokunu yaşadığını anlayabiliyordum. “Sen harbi kafayı yemişsin kızım. Durup burada seni dinleyende kabahat…” Onur ayaklandığında gayet ciddi şekilde devam ettim. Eğer biriyle evleneceksem bu kişi o olmalıydı. “Duydum sizi.” Onur durup bana baktığında tüm ciddiyetimle devam ettim. “Abimle olan konuşmalarınızı duydum. Artık evlenmek istediğini söylemiştin. Evlenip baba olmak istediğini söyledin. Zamanı geldiğini yaşının geçtiğini bile söyledin.” “Ve sende kendini bana peşkeş çekmenin en doğrusu olduğunu düşündün öyle mi?” “Laflarının nereye gittiğine dikkat et. Sen de bende birbirimizi yılladır tanıyoruz. Eğer zorda kalırsam bana gel diyen senken benimle alay etmen hiç hoş değil.” “Ben mi seninle alay ediyorum Defne, durup burada seninle konuşmam bile hatayken yapmam gereken şeyleri geciktirirken ben mi seninle alay edip eğleniyorum. Sana konuşmak için bir şans veriyorsam sana olan iyi niyetimin göstergesi olarak kabul et.” “Ben kimseye kendimi yamamaya çalışmıyorum Onur, üstelikte sana. Çok sevip değer verdiğim adama hiç Aile dostumuza hiç.” “Peki, tam olarak ne yapıyorsun? Bana evlenme teklifi ederek bana neyi ispatlamaya çalışıyorsun?” “Ben sana bir aile teklif ediyorum. Senin aradığın hayallerini kurduğun bir aile...” “Ne büyük bir lütuf böyle, beni çok mutlu ettin.” “Az önce daha fazla gözümden düşme dedin ya asıl şimdi sen bunu yapıyorsun eğer tanıdığım o gururlu, sahip çıkan koruyucu adama geri dönüşmezsen asıl benim için bu konu kapanmıştır.” Onur ciddiyetimi yeni fark ettiğinde pencereye doğru giderek bana sırtını döndü. Bende yatakta biraz daha aşağıya doğru kayarak önce bitmez üzere olan seruma bakmış sonrada ona bakmıştım. Onur ellerini cebine soksa da yumruk yaptığını görebiliyordum. Onu gerçekten bozguna uğratmış olmalıydım ki böylesine yoğun bir tepki vermişti. Düşüncelerimde onunla evlenme fikri hep var olsa da asla teklif etmeyi düşlememiştim. Hatta bu durumu en son öğrenmesini dileğim son kişi de oydu. Herkes öğrensin ama o bilmesin istemiştim. Takdir o ya ilk o öğrenmişti. İkimizin de aynı gün aynı hastane de bulunmamız ya tesadüf ya da kaderdi. Ve hangisiyse az önce belli olacaktı. Kaderimize yön verecek olan tek kişi de oydu. Onu tanıyordum ve en az adı kadar onurlu bir adam olduğunu biliyordum. İkimiz içinde düşünmek için uzun süre geçirdiğimizde Onur bana doğru dönmüştü. O döndüğünde gözlerim kapanırken beni esneme almıştı. Onur bir karara varmışçasına bana bakarken bende gözlerimi onda kaçırmadan ezbere bildiğim yüzünde gözlerim yine dalıp gitmişti. “Ben senin zannettiğin gibi bir eş istemiyorum Defne, ben kendime hayat yoldaşı arıyorum. Sevip sayabileceğim bir kadın. Çocuklarımızın olacağı hayatımı ona adayabileceğim gerçek bir kadın.” Ben çocuk değildim bunu neden anlamıyordu. Ben çocuk değildim. “Benim sana kadınlık yapacağımı zannediyorsan beni hafife alıyorsun demektir. Ama yok asıl sorun bebekse işte orada duracaksın. Senin benden önce bebeği kabul etmen gerekir aksi halde zaten benden sana eş olmaz.” Sakin kalıp huyuna gitmek istedikçe kaşlarını daha fazla çatıp başka bir adama bürünüyordu. Onu tanımasam karşımda başka bir adam olduğunu zannedebilirdim. “Bebek için kendini bana adayacağını mı söylüyorsun ya da diğer deyişle bunu yapabileceğini mi sanıyorsun? Abi olarak gördüğün adama kocam diyebilecek misin?” Ben çok uzun süre bununla hayaliyle yaşamıştım. Senin beni gözün görmese bir zamanlar bunu düşünmüştüm. Hayat beni başka bir yöne savursa da hep kalbimde sen vardın. “Ben seni hiçbir zaman bir ağabey olarak görmedim Onur, o kanayı varman içinde hiçbir aksi harekette de bulunmadım. Eğer sana o gözle bakmamış olsaydım zaten teklifte etmezdim.” “Ne düşünüyorsun Defne, hamile kalacaksın ve son yol olarak bana geldiğinde seni kabul edebileceğimi mi?” Bu kadar basit olmadığını bende bilmiyordum. Buları hangi öz güven ile dile getirebildiğimi de bilmiyordum. Tek bildiğim şey eğer bir gün çocuğumun bir babası olacaksa yalnızca senin olmanı istiyor olmam. “Eğer sorun sadakatse hayatımda yalnızca bir erkek oldu. Her önüme gelenle yatıp kalmadım ben. Ve diğer sorun ise güvense seninle evlendikten sonra senden başkası olmayacak.” “Seninle evlendikten sonra benden öncesi zaten beni alakadar etmez. Ben yalnızca sen ve beni yan yana koymaya çalışıyorum. Sen bu bebeği istemekte kararlı mısın?” İşte duymak istediğim şeyler bunlardı. Beni ve bebeğimi kabullenebileceğini duymak istiyordum. Ailem özellikle de abim buna nefretle karşı çıkacak olsa bile onun varlığı bana güç verecekti. İğrenç bir saldırı sonucu hamile kalmayı elbette bende istemezdim. Onun masum gelini olmak isterdim fakat hayat her kadının yüzüne gülmüyordu. “Bu konu bir hayli uzadı Onur, bir an önce kararını versen çok iyi edersin aksi halde ben kendi yolumu çizmeye kararlıyım.” “Ne yapacaksın ben olmazsam önüne çıkan ilk adama evlenme teklifi edip evlenecek misin?” Hayır, kaçacaktım. Ailemin de bebeği öğrendikleri anda aldıracaklarını bildiğimden kaçacaktım. Sen kabul etmezsen ardıma bakmadan bu şehirde kaçacak uzun yıllarda dönmeyecektim. “Belki evet belki hayır… Ama şunu bilmeni isterim ki cevabın hayır ise bu beni son görüşün bana sarf ettiğin son sözün olur.” “Şimdi de beni tehdit ediyor musun? Bakıyorum da o masum görüntünün altında küçük bir panter çıktı.” Gerçek anlamda panter sayılmazdım ama elimden geleni de ardıma koymayacaktım. Ben bu bebeği her koşulda istiyordum. “Çok uykum var Onur, bir karar verecek misin? Aksi halde seçeneklerimin arasından seni çıkarmak zorunda kalacağım.” Bana bir kez daha tuhaf baktığında ne düşündüğünü merak ediyordum. Gerçekten ne düşünüyordu? Onun karısı olmaya layık değil miydim? Bunu mu düşünüyordu? Bana hiçbir zaman sevgili gözüyle bakamaz mıydı? “Sen uyu, bende o zamana kadar düşüneceğim.” Yalnıca düşünecek miydi yoksa ben uyur uyumaz aileme haber mi verecekti? “Eğer ben uyurken aileme haber verecek olursan sana asla hakkımı helal etmem.” “Ben tehdit dolu cümlelerden hoşlanmam küçük hanım, eğer benden bir şey yapmamı istiyorsan rica etmen yeterlidir. Bunu bugüne kadar öğrenemediysen sende beni hiç tanıyamamışsın demektir.” “O halde rica etsem, benimle evlenir misiniz Onur Bey?” “Uyu Defne, uyu!” Bedenen ve ruhen yorgunluğum ağır bastığından söylediğini yapmakta çok zorlanmamıştım. Bünye olarak fazlasıyla hassas bir dönemden geçerken gözlerimi kapatır kapatmaz pancar gibi kızarmaya başladım. Ona evlenme teklifi etmiş olduğuma inanamıyordum. Ben hangi ara bu kadar cüretkâr olmuştum? Hangi ara bu kadar büyümüştüm? Yalnızca bebeğin varlığı öğrenmek beni bir anda büyütmüş müydü? Anlaşılan eski Defne ölmüştü. Eski aklı beş karış havada olan Defne ölmüştü. Belki de o avare Defne o gün ölmüştü. O hataya düştüğünde, kandırıldığında ölmüştü. Artık eski Defne yeniden var olamazdı. Artık düşünmem gereken bir bebeğim vardı. Varlığını henüz hissedemediğim içimde can bulan bebeğim vardı. Bebeğim için anne olmalıydım Büyümeli ve anne olmalıydım. Yeniden kendimi kâbusun eşiğinde hissettiğimde bana uzatılan el sayesinde kâbusun pençesinden uyanmıştım. Uyanıp neler olduğunu anlamak ister gibi etrafıma bakarken bir anda heyecan basmış kollarımdan destek alarak doğrulup etrafıma bakmıştım. Yoktu. Şükür ki oda da ondan başka hiç kimse yoktu. Rahatlayarak başımı yastığa bıraktığımda başımda duran adamla göz göze geldim. “Merak etme seni ele vermedim.” Bana sevemediğim o ciddi ifadelerinden birini takınarak baktığında ağzımı açıp tek kelime edememiştim. Az önceye nazaran bilincim yerine gelmiş o öz güvenle konuşan kadının yerine başka bir kadın gelmişti. Henüz kendimi kadın diye nitelendirmem bile tuhafıma giderken bebeğe alışabilecek miydim? Oysa uyumadan önce dünyaya kafa tutacak kadar öz güvenliyken artık kendimi sönük bir balon gibi hissediyordum. “Kendini nasıl hissediyorsun?” “Daha iyi.” Onur akıl karışıklığımı hissetmiş olmalıydı ki ses tonunu az önceye nazaran daha çok alçaltarak konuştu. “Kararımı sormayacak mısın?” Deli gibi merak etsem de korkuyordum. Eğer ben ret ederse ne yapacağımı bilmiyordum. “Sormasam da söylemeyecek misin?” Kendimi şu anda çok güçsüz hissediyordum, ayağa kalkamayacak bir daha yürümeyecek kadar güçsüz. Bir saat önce dünyayla savaşacak kadar güçlüyken şimdi kendimi bir hiç gibi hissediyordum. Kendimi bu yatağa mahkûm kalmış kırık bir oyuncak bebek gibi… “Sen haklıydın. Sana şu durumda bebeği aldırmaktan bahsetmem büyük bir hataydı. Mademki sende hatalarının farkına vardın. Mademki kendin ve bebeğin için temiz bir sayfa açmaya kadar verdin. Bana da saygı duymak düşer.” “Yani? Ne demeye çalışıyorsun?” Heyecandan kalbim ağzımda atarken vereceği tek bir olumlu cevap için gözlerinin içine bakıyordum. “Yanında olacağım. Şu durumda seni yalnızca bırakamam. Bırakırsam adamlığımdan şüphe duymam gerekir. Arkadaşımın kardeşi benim de emanetim sayılır.” Tam olarak ne demeye çalışıyordu? Benim beynim tam olarak sözlerini kavrayamamıştı. “Sonuç ne Onur, ben o kadar zeki değilim. Bana düz hatta en basit şekilde anlat. Saf bir kız olduğumu düşün ve en kestirme yoldan cevabını ver.” “Bi arkadaşımla konuştum. Araya birkaç adam sokarak işleri hızlandırabileceğini söyledi. Eğer olur da becerebilirsek yarın yıldırım nikahıyla evleneceğiz.” Evlenecektik. Kabul etmişti. Beni nasıl da mutlu etmişti. Beni nasıl da dünyanın en mutlu insanı yapmıştı anlatmazdım. Bana değmeyecek birine en kötü zamanında yardım elini uzatmıştı. Benim için hayatını feda etmeye hazırdı. Böyle bir adam nasıl sevilmezdi. Böyle bir adamı nasıl olurda sevmezdim. Boşuna kalbim onun için atmıyordu. Bu adam dünya üstünde tanıdığım en muhteşem adamdı. Ona mutlulukla elimi uzattığımda elimi hiç düşünmeden tutarak başımda durmaya devam ederdi. Konuşabilseydim. Boğazımda koca bir yumru oluşmasaydı teşekkür edecektim. Beni yalnız bırakmadığı için ona ne kadar minnet duyduğumu söyleyecektim. Onur fısıldar gibi ağlama dediğinde dudaklarımı büzdüm. Bunlar acıyla karışık mutluluk yaşlarıydı. Ağlıyorsam da gülüyorsam da mutluluktandı. Sonunda birkaç defa denemek zorunda kalsam da birkaç defa teşekkür ettim. Artık korkmam gerekmeyecekti. Artık kendimi güçsüz bir o kadar da aciz hissetmem gerekmeyecekti. Yanımda artık o vardı. Yanımda artık Onur, vardı. Sevdiğim adam vardı. Bilmese de ben aşık olduğum adamla evlenecektim. İlk aşkımla evlenecektim. Koşullar başka olsa da bu elimi tutan adam eşsiz bir adamdı. İyi ki bir zamanlar hayatımıza girmişti. İyi ki abimle yolları kesişmişti. İyi ki. İyi ki… Artık tüm iyikilerim bu adam olacaktı. Yalnızca ve yalnızca iyikilerim bir tek o olacaktı. Aldığım her nefeste varlığına şükredecektim. Elimden geldiği kadar ona en iyi şekilde eş olacak onu asla hayal kırıklığına uğratmayacaktım. Sana yeminim olsun ki Onur, bu küçük kalbim kuruyana kadar yalınızca ama yalnızca seni sevecek. Yalnızca senin için atacak…
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE