bc

MASAL GİBİ (Ücretsiz hikaye)

book_age18+
1.4K
TAKİP ET
14.1K
OKU
HE
opposites attract
blue collar
city
like
intro-logo
Tanıtım Yazısı

Prensesler asla kurbağaları öpmezler.

*

Aşk kazandıysa, oyun bitmiştir.

Masal Gibi...

Yıl 1999 yer İngiltere

Ne prenses, ne külkedisi, ne de asildi. Gerçek hayat masallarda anlatılanlar gibi olmuyordu. Çocukken dinlediği masallar her zaman mutlu sonla bitiyor, kötüler kaybediyor, iyiler kazanıyor, prens prensesi ejderhanın elinden kurtarıyor ya da sonsuz uykusundan aşk dolu bir öpücükle uyandırıyordu. Aşk diye bir şey var mıydı? Varsa bile henüz kendisini bulamamıştı.

Casey bir ressamdı. Çok para kazanmasa da sattığı resimler hayatını idare ettirmesi için yetiyordu. Büyükannesi ile büyümüştü. Yatılı okuduğu okul dönemleri dışında, onun yanında kalır, aile yadigarı tarihi Cromwell kalesinde zaman geçirmeyi severdi. O yıllar geçmişte kalırken, büyükannesi bir bakımevinde yaşıyordu. Ancak hala kale kendisine aitti. Yatırımcıların dikkatini çeken yapı ve topraklarını hiçbir şekilde satmaya niyeti yoktu. Casey de onunla aynı fikirdeydi. Aile sadakat, sevgi ve bağlılık demekti. *

Armondo Latimer tarihi yapıları restore ederek, büyük yatırımlara çevirirken, bu yapıların ne geçmişi ne de aile yadigarı olmasını umursuyordu. Onun için önemli olan getireceği mali kazançtı. Hedefinde ise Cromwell kalesi vardı. Oranın yaşlı sahibi inanılmaz inatçı bir kadındı. Bedeli ne olursa olsun aile yadigarı dediği yeri satmaya niyeti yoktu. Ancak Armondo'nun da pes etmeye niyeti yoktu. *

Ölmüştü büyükanne. Artık tek sorun iki mirasçı ise, onları alt etmek çok kolay olacaktı. Biri genç bir kız diğeri felçli bir adam. Adamı para ile satın aldı fakat inatçı ve dediğim dedik genç kızı ikna etmek hiç kolay değildi. Kimdi bu Casey? Koca bir taş yığınını ne yapacaktı? Elinin tersi ile ittiği milyonlardan daha değerli nasıl olabilirdi bu lanet kale? Ortak olduğu kalenin eline geçmesi için önündeki engeli mutlaka aşacaktı. Taşralı bir kadına yenileceğini sanıyorsa, çok yanılıyordu genç kız. Amerikalı bir adam İngiliz bir kadını her türlü ikna edebilirdi. *

Henüz tanışma fırsatına erişemediği kadını, önce kaldığı evinden attırdı. Kalacak yeri ve parası olmayan biri ayağına gelip, satış için imzayı kesin atacaktı. Ancak düşündüğü gibi olmadı.

Tarihi ölümsüz aşklara tanıklık etmiş Cromwell kalesi... Asırlar sonra bile hala ayakta durabilen taş yapının yeni ev sahipleri, birbirine katlanmak zorunda olan iki insan. Casey hayatına izinsiz giren genç adama yenilmek niyetinde değildi. İstediği imzayı alabileceğini sanıyorsa, kesinlikle yanılıyordu. Ne sanıyordu bu adam kendini? Parasının olması, istediği her şeyi satın almasına yetiyor muydu? Hayatta bazı değerlerin asla karşılığı yoktu. Sevgi, bağlılık, samimiyet, dürüstlük... Aralarındaki fark işte buydu. *

Onunla aynı yerde yaşamak pahasına bile olsa, geri çekilmeyecek, pes etmeyecek, kaleyi asla satmayacaktı. *

Yaptığı şeye inanamıyordu Armondo. İnatçı bir kadını ikna etmek için onunla aynı evde yaşamaya başlamıştı. Ya aklını kaçırmış ya da bir anlık öfkesine yenilmişti. Kadınları hayatından uzak tutacağına dair ettiği yemine ne olmuştu? Üstelik kızıl saçlı kadınlardan hiç hoşlanmazdı. Kızıl saçlı, inatçı, çok akıllı olduğunu sanan kadınlardan asla hoşlanmazdı. Ama Casey... Kahretsin ki bu kız ettiği tüm yeminleri unutturacak kadar saf ve iyiydi. Ve çok güzel... Cromwell kadınları asla pes etmez derken ciddiydi. Kaledeki gizeme ne demeli? Burada garip bir hava vardı. *

"Prensesler asla kurbağaları öpmezler." demişti Casey. *

"Ben kurbağa değilim Casey. Masaldaki kötü kalpli kurdum. Sense kırmızı başlıklı kız." diye cevap Armondo.

*

Sonsuza kadar mutluluk sadece masallarda oluyormuş. Ya gerçekten varsa... O zaman yapman gereken tek şey var. *

Onu asla bırakma.

chap-preview
Ücretsiz ön okuma
1. Bölüm
"Taksi!" diye bağırdı genç kız ama lanet olsun ki bu şehirde sabahın ilk saatlerinde taksi bulabilmek oldukça zordu. Cadde boyunca işe gitmek için koşan insanlar, telaşlı bir kalabalık ve inanılmaz yüksek bir ses... Tanrım geç kalmıştı! Bu gün satabileceği birkaç tablosu olduğuna inanmış, gece boyunca gözüne uyku girmemişti. Sabah erken uyanamadığı için şimdi kendine kızıyordu Casey. Gideceği yer yirmi dakika uzaklıkta olsa da taksiye binmesi şarttı. Ayağına vuran topuklu ayakkabılarına aldırış etmeden, kaldırımda ileri geri koşuyor, taksi bulmaya çabalıyordu. Bu arada kolunun altındaki yağlı boya resim iyice ağırlaşmaya başladı. Bu resmi dün gece bitirmişti. Uykusuz kalmasına neden olsa da güzel ve ilgi çekici olduğundan kesinlikle emindi. Ve bugün bunu mutlaka satacaktı. Aslında satmak zorundaydı. Çünkü bu aralar ciddi manada paraya ihtiyacı vardı. Çantası elinden yere doğru kayarken cep telefonunun çaldığını duydu. Çantayı hızla kaldırıp, telaşla telefonu ararken yüzüne resmen ateş bastı. "Lanet olsun!" dedi bağırarak sabrının tükendiğini hissederek. Bugün neden böyle her şey ters gidiyordu ki? "Nerede bu telefon? Tanrım!" Diğer kolunun altında tutmaya çalıştığı tablo olmasa daha rahat arayacaktı. Yanından ağır adımlarla geçen genç delikanlı ile göz göze gelince "Pardon rica etsem bu resmi tutabilir misiniz?" diyerek rica etti ve gülümsedi. Genç daha cevap vermeden resmi eline tutuşturuverdi. Üstelik inanılmaz bir çeviklikle. Serseri tipli genç adam şaşkın bakışları ile Casey'i süzüp alaycı bir yüz ifadesi ile gülümsedi. Çantasındaki telefonu bulunca "Ed! Gerçekten çok üzgünüm." diye seslenerek açtı. Nefes nefese kalmıştı. Tıpkı uzun bir maraton koşan sporcu gibiydi. "Nasıl geç kaldım anlamadım? Taksi bulmaya çalışıyorum ama lanet olsun tüm taksiler dolu. Ya da taksiciler aralarında sözleşmiş gibi beni arabalarına almıyorlar." "Casey beni dinle!" diye cevap verdi telefonun ucundaki orta yaşlı adam ve gür bir kahkaha savurdu. "Resimlerinden ikisini sattım tatlım. Hem de çok iyi bir fiyata. " "Ne! Aman Tanrım." Bunu duyunca genç kızın yüzündeki sert ifade yumuşadı ve sabah bir anda kaybolan neşesi yerine geldi. "Şaka yapmıyorsun değil mi?" "Elbette şaka yapmıyorum. Bu konuda sana asla şaka yapmayacağımı biliyorsun. Paraya ihtiyacın olduğunu biliyorum canım. Ancak diğer üçüne henüz bir alıcı çıkmadı." "Ya... " derin bir nefes aldı genç kız. "Sorun değil Ed. Çok teşekkür ederim." "Çok fazla bir miktar değil ama yine de iyi sayılır." Casey duyduğu habere inanılmaz sevindi. O paraya çok ihtiyacı vardı. Bu arada birkaç adım ötesinde duran genç adamın tablosunu kaldırımın kenarındaki çöp varilinin yanına fırlattığını görünce, elindeki telefonu kulağından çekti. "Hey! Ne yaptığını sanıyorsun?" diyerek bağırdı öfkeyle. Ancak delikanlı gayet umursamaz bir yüz ifadesi ile kendisine doğru bakıp sırıttı. Sonrasında hızlı adımlarla oradan uzaklaştı. "Yüce Tanrım! Bu ülkede hiç iyi insan kalmamış." Oradan uzaklaşan gencin arkasından sert bir bakış attı. "Casey neler oluyor?" Telefondaki sese geri döndü. Bu arada yerdeki tabloyu eline alıp, telefonu omzu ile yanağı arasına sıkıştırdı. "Bu sabah hiçbir şey yolunda gitmiyor. Gerçi iki tablomun satılması dışında." "Tatlım şimdi git evine ve güzel bir kahvaltı yap. Buraya gelmene gerek yok. Akşama haberleşiriz." Genç kız dostunun teklifine hayır diyemezdi. Zaten galeriye gitmek istemesinin sebebi elindeki resimdi. Onun da satılacak hali kalmadığına göre evine dönmeye karar verdi. "Tamam." diye cevap verdi derin bir iç çekip. "Umarım diğerlerine de alıcı çıkar." "Umarım Casey. Bu arada ne zaman ihtiyacın olursa sana her konuda yardıma hazırım biliyorsun." "Teşekkür ederim. Sen harika bir patronsun inan. Şuan bir şeye ihtiyacım yok. " "Sen de harika bir ressam Casey emin ol." Telefonu kapatınca ağır adımlarla oturduğu on iki katlı eski binanın kapısına doğru ilerleyip, sırtı ile kapıyı iterek içeri girdi. Arkasını döndüğünde yüz yüze geldiği kişi ev sahibi Bay Hamid'den başkası değildi. Kahretsin! Şimdi sırası mıydı? Tanrım kesin bugün hayatının en uğursuz günlerinden birini yaşıyordu. Fas kökenli, orta yaşlı, esmer adam, genç kızı gördüğü için memnun görünürken, yüzüne sahte olduğu anlaşılan bir tebessüm yayıldı. "Bayan Cromwell." diye seslendi yarım yamalak İngilizcesiyle. "Kira güzel hanımefendi. Acaba biriken kiralarınızı ne zaman ödemeyi düşünüyorsunuz?" Of Tanrım bir bu eksikti." diyerek söylendi genç kız dudaklarının arasından. "Bugün berbat bir gün Casey." Adama aldırış etmeden hızlı adımlarla binaya girip, kapıdan uzaklaşırken, "Çok yakında Bay Hamid!" dedi zoraki sevimli gülümsemesi ve sesiyle. "Şimdi gitmem gerek maalesef." Ardından asansöre yöneldi. Daha biraz önce çalışan asansör ne olmuştu da bozuk alarmı veriyordu acaba? "Yine mi bozuksun Tanrı'nın cezası? Bay Hamid paralarını ne yapıyor merak ediyorum? Hayır kurumlarına bağışlamadığı kesin. Apartmanın tamiratına harcasa... Kira güzel hanımefendi demeyi biliyor cimri adam." Merdivenlere yöneldi. Ayağında bulunan ve artık işkence eden topuklu ayakkabıları eline alıp, beşinci kattaki dairesine soluk soluğa çıkmaya başladı. Dairesine ulaşınca çantasında bulunan anahtarlarını çıkarıp kapıyı açtı. İçeri girince derin bir iç çekip, karşısına çıkan tekli koltuğa oturdu ve elindekileri yere bıraktı. Dairesi çok küçüktü. Mutfak tezgahı ve eski bir buzdolabı salonun yarısına geliyordu. Bir geniş koltuk, bir tekli koltuk ve tv ünitesi, bilgisayar masası salonun geri kalanını dolduruyordu. Diğer oda bir yatağın, küçük bir dolabın ve çekmeceli bir aynanın anca sığabildiği yatak odasıydı. Banyo hemen yan tarafındaydı. Dizlerine gelen eteğine doğru bakarken ince çorabının kaçtığını fark etti. Ayaklarını ileri doğru uzatıp, başını geriye yasladı. Son zamanlarda başına gelen talihsizlikleri düşününce sinirleri gerilse de, gülümsedi bu kez. Yapacak bir şeyi yoktu değil mi? Aslında çocukluğundan bu yana hep sakar bir tarafı vardı. Başına gelen talihsizliklerinin çoğu bu sakarlığından kaynaklanıyordu. Yerinden kalktı ve tezgaha ilerledi. Kahve içmek için, ısıtıcıya su koydu. Madem bugün evde kalacaktı. Keyfini pek rahat sürebilirdi. Üzerini değiştirmek için odasına yöneldi. Dolaptan bir eşofman altı ve tişört aldı. Daha giysilerini değişitiremeden, çalan cep telefonunu duyunca salona doğru koştu. Çantasını koltuğun üzerine boşaltıp, telefonunu buldu ve açtı. Arayanın kim olduğuna bile bakmadı. "Alo" dedi sakin bir sesle. "Alo." diye cevap verdi karşıdaki kibar sesli hanım. "Bayan Casey Cromwell ile mi görüşüyorum? " "Evet benim." "Bayan Casey iyi günler. Ben Alexa Jacson. Büyükannenizin kaldığı Rehabilitasyon merkezinin müdürüyüm. " "Büyükannem mi? Tanrım yoksa ona?" "Sakin olun lütfen, büyükannenize henüz bir şey olmadı. Ancak sağlığının çok iyi olmadığını biliyorsunuz. Bugün özellikle sizi görmek istediğini söyledi. Acaba onu ziyarete gelmeniz mümkün mü?" Büyükannesini iki aydır hiç ziyarete gitmediğini fark edince üzüldü Casey. Oysa onu ne kadar çok seviyordu. Yetmiş iki yaşında olan kadının bedensel sağlığı çok iyi olmasa da yine de akıl sağlığı yerindeydi. Torunu olarak görevlerini bu aralar aksattığı için utandı. Anne ve babasını sekiz yaşında kaybedince onunla kalmıştı. Şu an yirmi yedi yaşında koca bir kadındı. Koleje gidene kadar büyükannesi ile yaşamış, on üç yaşında Londra'nın orta halli kolejlerinden birine yatılı olarak gitse de yaz tatillerini onun yanında geçirmişti. Sadece kızların okuduğu bu okulu, rahibelerin yaşadığı manastıra benzetirken çok sıkılsa da bitirebilmişti. Çok sıradan hatta hiç dikkat çekmeyen genç bir kızdı o zamanlar. Kızıl saçları ve bembeyaz teni ile dalga geçen arkadaşlarına pek de aldırış etmemişti. Gerçi o kendini beğenmiş kızlar yüzünden erkeklerle arası hiçbir zaman iyi de olmamıştı. Güzel olmadığını düşünüp, ona asılan bir kaç ergenden kaçmıştı. Büyükannesi "Kendini koru Casey. Sakın gebe falan kalma!" dedikçe iyice ürkek bir hale gelmişti. Yaşlı kadının nasihatleri çok doğru olsa da galiba şuan evde kalmasında parmağı vardı. En son iki ay önce onu ziyarete gittiğinde "Hayatının aşkı elbet karşına çıkacak Casey. Bekle." demişti. Tanrım yıllarca erkeklerden köşe bucak kaçmaktan, hayatının aşkını sanırım kaçırmıştı. Lise yıllarının aksine şimdi inanılmaz güzeldi. Açık kızıl saçları, mavi gözleri, kavisli küçük burnu ve yanaklarında gülünce ortaya çıkan gamzeleri vardı. Son derece düzgün fiziği gayet hoştu. Ama ne var ki birkaç kez yemeğe çıktığı adamlardan hiç birinden hoşlanmamıştı. Erkeklerin ona olan bakışları aç bir kurdun, kuzuya bakması gibi olunca aşk konusundaki umutları kalmamıştı. Casey müdüre hanımın sorusunu düşündü. Bugün başka planları vardı oysa. Evde keyif yapmak gibi. "Bayan Alexa mıydı?" dedi dalgın bir sesle. "Evet Bayan Casey." "Ben bu hafta çok yoğunum. Yani bu ziyareti gelecek hafta... " "Bayan Casey!" diye cevap verdi kadın sert bir sesle. "İnatçı büyükanneniz siz gelene kadar yemek yemeyeceğini hatta yatağından hiç çıkmayacağını söyleyip duruyor. Hemşireler ilaçlarını da almadığını söylediler. " "Ama..." "En kısa sürede burada olun lütfen!" Telefon bir anda kapandı. "Evet kesinlikle bugün berbat bir gün." diyerek iç geçirip telefonu bıraktı. Büyükannesinin ne kadar inatçı ve sinirli bir kadın olduğunu biliyordu maalesef. Eğer gitmez ise söylediklerini yapacağından hiçbir şüphesi yoktu. Derin bir iç daha çekti. Sonra ellerini dağınık saçlarının arasında gezdirdi. "Sen kazandın Martha Cromwell. Bakalım ne derdin varmış büyükanne?" Ve gülümsedi. Casey üzerine mavi bir kot pantolon ve askılı yeşil bir bluz giydi. Temmuz ayının sıcak günleri için iyi bir seçim olduğunu düşündü. Bugün evde kalıp keyif yapmayı planlarken, büyükannesine ziyareti beklenmedik bir durum olmuştu. Sırt çantasına bir kaç makyaj malzemesi, baş ağrısı ilacı ve cüzdanını koyup, yanına ince bir şal alarak dairesinden çıktı. Bu kez düz tabanlı sandalet tercih etmişti. Merdivenlerden inip, apartmanın kapısına yöneldi. O sırada karşı dairesine yeni taşınan yakışıklı genç adamla kapıda karşı karşıya geldi. Bu adamı yakışıklı bulsa da itici olan bir tarafı olduğunu düşünüyordu. Galiba bunun sebebi sarışın ve mavi gözlü olmasıydı. Bu tipte erkekler hiçbir zaman ilgisini çekmemişti. Ona göre esmerler daha karizmatik, yakışıklı, ilgi çekici ve hoştu. Adam kapıyı genç kızın rahatça geçebilmesi için tutarken "İyi günler Bayan Casey." dedi hoş bir şekilde gülümseyerek. Ve bakışlarında çapkınlık gizliydi. Casey'nin yerinde bir başka kadın olsa ona kesinlikle hayran olurdu. Özellikle de ünlü bir firmada reklamcı olduğunu duyduklarında ilgileri daha çok artardı. Ünlü olmanın yolunun böyle erkeklerle dolaşmak olduğunu bilseler, onu elde edebilmek için tüm cazibelerini kullanırlardı. "İyi günler bay Endru." diye cevap verdi Casey hoş bir sesle. Ve kendini kaldırıma attı. Birkaç sokak ötede bulunan metro istasyonuna doğru yürümeye başladı. İstasyona ulaşınca kuzeye giden ilk trene bilet aldı. Yarım saatlik bir hızlı tren yolculuğu ile Rehabilitasyon merkezinin bulunduğu kasabaya ulaştı. Tanrı'ya şükür hızlı tren diye bir şey vardı. Yoksa otobüsle bu yolu üç saatten önce kat edemezdi. İstasyonda inip, dik bir merdiveni çıkarak, üstteki caddeye ulaştı. Gözleri bir çiçekçi dükkanı aradı. Nihayetinde büyükannesine eli boş gidemezdi değil mi? Kendini affettirecek güzel bir çiçek demeti yaptırması şattı. Karşı caddede küçük bir çiçekçi dükkanı gördü ve o tarafa doğru yürümeye başladı. Birkaç dakika sonra dükkandan içeri girdi. Karşısına orta yaşlı bir hanım çıktı. "Buyurun." dedi kadın gülümseyrek. "Nasıl yardımcı olabilirim?" "İyi günler hanımefendi. "diye cevapladı Casey. Bu arada bakışları dükkanın içinde bulunan rengarenk çiçeklere takıldı. En çok da beyaz güllere. Kesinlikle beyaz günleri çok seviyordu. Evinin bir köşesinde vazosunda her zaman beyaz gül demetleri bulundururdu. Büyükannesine her ziyaretinde beyaz gül tercih etse de bugün farklı bir çiçek almaya karar verdi. "Düşündüğünüz bir çiçek var mı hanımefendi?" "Büyükannemi ziyarete gidiyorum ve her defasında gül götürdüm. Bugün farklı bir çiçek olsun istiyorum. Doğrusu karar veremedim. Hepsi çok güzel." Kadın çiçeklerin bulunduğu tarafa doğru ilerledi. "Demek büyükannenize götüreceksiniz? Acaba sevdiği bir çiçek var mı? " "Hepsini sever aslında. Evinin her köşesi çiçek saksılarıyla doluydu. Tabii bir zamanlar..." "Artık evinde yaşamıyor galiba." "Evet, şuan bir Rehabilitasyon merkezinde. Burada..." "Anladım. Orayı biliyorum." dedi kadın. Bu kez ses tonu daha yumuşak ve hüzünlüydü. "Babamda orada kalmıştı." "Yani şimdi?" "Maalesef babamı iki yıl önce kaybettik." "Çok zor olmalı... İnsanın ailesini kaybetmesinin ne demek olduğunu çok iyi biliyorum. Sizin için üzüldüm." "Teşekkür ederim. Umarım büyükanneniz iyidir." "Yaşlılığın getirdiği sağlık problemleri... Ama yine de yetmiş iki yaşında birine göre gayet iyi." "Anladığım kadarıyla ona değer veriyorsunuz. Çünkü şimdilerde yaşlıları ziyarete giden çok olmuyor." "Büyükannemi seviyorum. Annem ve babamı kaybettiğimde uzunca bir süre onunla yaşadım." Satıcı kadın rengarenk çiçeklerin arasında dolaşıp, beyaz zambakların yanında durdu. "Zambağa ne dersiniz?" dedi gülerek. "Zambak... Evet gerçekten çok güzeller. Sanırım bu iyi bir fikir." "O halde sizin için güzel bir demet hazırlayalım." "Teşekkür ederim. Çok mutlu olurum." Casey çiçek demeti hazırlanırken, kenarda duran pembe renkli koltuğa oturdu. Kadının işini bitirmesini beklemeye başladı. Bu arada çalan cep telefonuyla çantasına yöneldi. Arayan en yakın dostu Travis'ti. Telefonu açar açmaz arkadaşı heyecanlı bir sesle "Casey! Tanrı'nın cezası neredesin?" diye bağırdı. "Yirmi dakikadır kapındayım. Eğer hala yatakta isen kaldır o zarif poponu ve kapıya aç." "Travis." dedi gülerek Casey. "Beni duyuyor musun?" "Tatlım seni duyuyorum ama evde değilim." "Neredesin o zaman Cay?" "Büyükannemi ziyarete geldim." "Şükran günü falan mı ya da yaşlılar haftası?" "Hiçbiri değil. Özledim sadece." "Senin bugün resimlerini satman gerekmiyor muydu?" "Aslında gerekiyordu ama Rehabilitasyonun müdürü beni arayınca..." "Dur bir dakika yoksa?" "Hayır Travis hala yaşıyor. Tanrı korusun." "Nalları dikmesi çok yakın bence. Yani çok umutlanma derim. Ayrıca büyükannelerden hiç hoşlanmadığımı biliyorsun. Büyükannem bana eski erkek arkadaşının ismini koyarak, onlara olan tüm saygımı yitirmeme sebep oldu." "Travv." "Her neyse Cay. Sana dün geceki harika randevumdan bahsedecektim." Bu arada satıcı kadın çiçekleri hazırlamış, Casey'nin ödeme yapmasını bekliyordu. Genç kız onu fark edince telefonu omzu ile yanağının arasına sıkıştırıp "Bana bir saniye ver." dedi Travis'e "Borcum?" "Elli sterlin." Cüzdanından nakit para çıkarıp kadına uzattı. Ardından harika zambak demetini eline alıp "Teşekkür ederim."diyerek dükkandan çıktı. "Travis seni dinliyorum." "Adam mükemmeldi. Yemekten sonra dansa gittik. Sonra güzel bir yürüyüş ve..." "Yanlış hatırlamıyorsam diğerleri içinde aynı şeyleri söylüyordun?" "Ama bu kez farklıydı." "Travis onunla yattın mı?" "Tabii ki dostum. Uyumlu olduğumuzu başka nasıl anlayabilirim?" Çok şaşırmadı aslında. Travis'in ilişkilerinin kısa sürmesinin sebebini aceleci olmasına ve bir anda karşısına çıkan adamlara inanmasına bağlıyordu. "Yine çok erken olmamış mı?" "Yapma ama..."güldü Travis "Bakire olarak ölmek isteyen ben değilim sensin. Neler kaçırdığının ne zaman farkına varacaksın?" "Sanırım hiçbir zaman. Çünkü kısa süreli ilişkiler bana göre değil." "Senin sorunun ne biliyor musun?" "Ne?" "Bir erkeğe bağlanmaktan korkuyorsun. Ve hayatını yaşlı bir kadınla geçirdiğin için tam manası ile geri kafalı bir ahmak olmuşsun." "Şikayetçi değilim." diye cevap verdi kahkaha atarak Casey. "Ama ben şikayetçiyim güzel kız. En yakın arkadaşımın kız kurusu olarak yaşlanıp, öldüğünü görmek istemiyorum." "Tanrım Travis! Bu kadar umutsuz mu görünüyorum?" "Üzgünüm ama evet." Casey rehabilitasyon merkezinin önüne gelince durdu. "Travis işimi bitirince seni ararım olur mu?" "Eve dönünce ara. Daha anlatacaklarım bitmedi." "Mutlaka arayacağım." Rehabilitasyon merkezinin merdivenlerini ağır adımlarla çıkıp, oldukça uzun ve geniş bir kapının önünde durdu. Hemen sonra duvardaki zili çalıp, beklemeye başladı.

editor-pick
Dreame-Editörün seçtikleri

bc

HÜKÜM

read
200.9K
bc

Ne Olacak Halim (Türkçe)

read
13.2K
bc

AŞKLA BERDEL

read
71.1K
bc

MARDİN KIZILI [+18]

read
360.2K
bc

Dilsiz Yürek

read
10.1K
bc

ÇINAR AĞACI

read
5.0K
bc

PERİ MASALI

read
9.2K

Uygulamayı indirmek için tara

download_iosApp Store
google icon
Google Play
Facebook