Veliaht

Veliaht

book_age12+
1.1K
TAKİP ET
3.9K
OKU
dark
fated
dominant
student
drama
serious
musclebear
like
intro-logo
Tanıtım Yazısı

Soğuk hemde çok soğuk bir insandı o. Kabul etmediğim zaman canımı daha çok yakan bu duygu ile yaşamayı başarabilir miydim bilmiyordum. Sevmek hani iyi gelirdi insana. Nerede bunun iyiliği güzelliği...

chap-preview
Ücretsiz ön okuma
Bölüm 1
VELİAHT Bölüm 1 Başladığın anda bitmek bilmeyen bir durumun içine çekilirsin bazen. İstemediğin halde yaptığın şeyler, yeni Dünyaların kapısını aralar size. Adım gibi Hayat dolu biri değildim. Hiç de Hayat dolu biri olmadım bu yaşıma kadar. Tek istediğim şey ise güzel bir okula gidip annemi babamı gururlandırmaktı. Tabi bunu istememin bir sürü sebebi vardı. İlki ise annemle babam beni sevmezlerdi. Aslında, ilk aldıklarında seviyorlarmış ama sonra kardeşim olunca beni artık doğru düzgün sevmediler. Evde misafir gibiydim. Kardeşimi seviyordum. Yani onun hiçbir suçu yoktu ki. Babamla Annem çocukları olmayınca beni almışlar yetimhaneden. Bunu öğreneli bir 10 seneye yakın olmuştur. Şu anda 18 yaşındayım. Yaşam, seni hep bir yere sürükler gitmek istemem dersin, gidersin. Kalmak istemem dersin kalırsın... Hayattan kopmak iki söze bağlıydı. Tekrar yaşama tutunmak da iki kelimeden geçiyordu. Yoktu artık, beni hayata bağlayan iki kelime bile yoktu. O günden sonra ikinci planda oldum. Geri vermediler beni ama, hiç de sevmediler. O yüzden annemle babamı gururlandırmak istiyordum kendimi bir şekilde ifade etmek. Belki yine severler ha. Kardeşim ben, annem, babam bir arada oluruz. “Kalk artık şu bilgisayardan bulaşık bekliyor” diye kapının yanından bağırdı annem. Sıçradım yerimden. “Geliyorum anne” dedim bilgisayardan kalkıp koşarak mutfağa gittim. Bir dediklerini iki etmedim hiçbir zaman. Bulaşıkları yıkamaya başladım. Talha birden çekince beni elimdeki bardak düştü. “Talha” dedim şaşkınca yere düşen bardak paramparça olmuştu. Şimdi ne yapacaktım ben. Annem kapıdan gözüktü. “Aptal” diye tokat atınca başım yana savruldu. Elim tokat attığı yere gitti. Yanmıştı… Yüzüm değil kalbim… “Niye aldık seni bilmiyorum ki” Yine kırdı kalbimi. Verseler daha mı iyi olurdu. Gözlerim buğulu baktım onlara dayanamadı gözümdeki bir damla yaş, yerdeki parçaları gözümün yaşını silerek toplamaya başladım. Sonra da karşımda bana sırıtan kardeşime baktım. Kötü değildi o kaç kere eğlenmiştik. Biliyorum annem bana böyle davrandı diye böyle davranıyordu. Ağladığımı görünce yüzü düştü. Kapının yanından çekildi. “Hayat” diye seslenince babam kapının eşiğinden baktım. “Efendim Baba” “Çay koy” başımı sallayıp mutfağa geçtim yine. Çayı koydum bulaşıkları yıkadım. Babama çay olunca servis yaptım. Odama gideyim diye dışarıya çıktım. Odam odunluktu. Kışın çok soğuk oluyordu ama yorganla felan ayarlıyordum. Yani beni geri götürmediler değil mi. 10 yaşıma kadar sevdiler beni, diğer yetimhanedekilerden daha şanslıydım. Şanslıydım değil mi? Bilgisayardan özel bir koleje başvuru yapmak için Talha’nın bilgisayarını kullanmıştım. Karahan koleji. Eğer o koleje burslu olarak gidebilirsem annemler benimle gurur duyardı değil mi? Tabi duyarlardı geri göndermediklerine göre hala seviyorlar beni. Ertesi gün çalar saatin sesiyle kalkmadım. Çünkü artık ayarlanmış gibi saat yedi de gözlerim açılıyordu. Kenarda duran eski dolabın kapağına astığım formamı aldım. Onu giyip saçlarımı topladım. Eve çıktım. Kimse daha uyanmamıştı. Önce banyoya geçip ellerimi yüzümü yıkadım. Sonra da mutfağa geçip kahvaltı hazırladım. Kahvaltıyı hazırlayıp dışarıya çıktım yanda duran eski çantamı alıp. Yürümeye başladım sokakta. Evimiz tek katlı bir gecekonduydu. Küçük bir bahçesi vardı. Ellerimi ceketimin ceplerine soktum. Yürümeye başladım. Her adım attığımda kendi kendime sözler veriyordum. Mesela artık ağlamak istemiyordum. Ağlamayacaktım. Kim ne derse desin kim ne yaparsa yapsın ağlamak yok Hayat dedim kendi kendime. Ara sokaktan Ana caddeye çıktım. Okuluma doğru ilerlemeye başladım. Yanlardaki dükkanların bazıları açılmıştı bazılarının ise kepengleri kapalıydı. Bazıları ise yeni yeni açıyordu. Dışarıya ürünlerini diziyordu. Birbiri ardına uzanan dükkanlar. Bir fırın vardı ileride. Ekmek kokusu geliyordu buram buram. Sabahları etrafı izlemeyi seviyordum. Sakin oluyordu her yer. Tenha… Sessiz… Fırına doğru ilerlerken akşama kadar aç duracağım aklıma geldi. Kahvaltıyı hazırlayıp çıkardım her sabah dışarıya. En erken okula gidenlerden olurdum bu sayede. Hiç geç kaldığım olmazdı. Göndermeyeceklerinden korkardım çünkü. Erken kalkıp gidersem bir şey demezler diye düşünüyordum. Tabi bu da teoride kalıyordu. Hamd olsun bu halime hep dedim, hep de diyorum. Okula girdiğimde eski bina ile karşılaştım. Bu gün bilgisayar dersi vardı. Yani alınıp alınmadığıma bakabilirdim. Sınıfa girdim oturdum. Kimse yoktu. Pencereden bakmaya başladım. Benim gibi tek tük öğrenciler geliyorlardı. Bu duruma güldüm. İyi bari tek değilim. Okula böyle erken gelenlere okulu sevenlere ve dersleri iyi olanlara inek derler ya bende onlardan biriydim. Ama benim okulu sevmemin nedeni başkaydı. Evde olmuyordum okula gelince. Bana hakaret eden biri yoktu. Akşamları ders çalışmak için can atardım. Anlamıyorlardı beni inek deyip geçiyorlardı. Okul benim için tek kaçış tek çıkıştı. Başka şansım da çaremde yoktu. Yaz tatillerini o yüzden hiç sevmezdim. Kış aylarını üşüsem de çok severdim. Sınıf yavaş yavaş dolmaya başladı. Gelen bana bakıp gülüyordu. Başımı pencereye çevirdim. Keşke sizin gibi olsam bende. Derin bir nefes aldım. Ders başlamaya yakın sınıf doldu. Bu gün cumaydı. Hoca gelince ayağa kalktık. Eliyle oturmamızı işaret etti. “Hafta sonu da geldi” diye sınıftan biri laf attı biri. Arkamı döndüm söyleyen çocuğa baktım. “Hayat, hafta sonu gelir hocam” dediğinde burukça gülümsedim. Bir bilsen benim derdimi…  O ders öyle geçti. Bilgisayar odasına gitmek için çantamı aldım yanıma. Sınıfta inekler ne işe yarar ya kopya çekmek için ya da eğlenmek dalga geçmek için. Kızlar omzuma çarparak geçtiler. Bozuk fermuardan kitaplarım yere düştü. Onları eğilip topladım. “Önüne bak” diye arkasından bağırdım kızın. Durdu kız ama arkadaşları çekince bir şey diyemeden gitmeye devam etti. Bilgisayar odasına gidip bilgisayarın başına oturdum. Ellerim titriyordu mail adresimi yazarken. Önce gözlerimi kapattım sonra tıkladım. Nefesimi sesli bir şekilde dışarıya verdim. Elimi yavaşça çektim. Ama hala gözlerim kapalıydı. Önce tek gözümü açtım sonra diğerini. Ekrana baktım. “Hayat Sözeri, Okulumuza asil olarak kabul edildiniz” yazıyordu. Alındım yani. Önce bir boşluk oldu. Sonra ayağa kalktım. “Kabul edildim” dediğimde sınıf bana döndü. “Kabul edildim” dedim tekrardan.  Hocanın da başı bana döndü “Hocam Karahan kolejine kabul edildim hem de yatılı” dedim sevinçle. Hoca ayağa kalkıp tebrik etti. Bu şehirdeki en iyi okullardan biriydi, hatta ilkedeki en iyi okuldu. Üniversite sınavında bile okulun adı geçince Özel Üniversiteler kapılarını açıyorlardı. Bu benim kurtuluşumdu.  Diğer benimle konuşmayanlar bile tebrik etmişti beni. Annemle Babam benimle artık gurur duyar mıydı? Yaşasın kabul edildim. Hem de tam burslu kabul edildim. Önceleri eve yavaşça yürüyerek gelirken şimdi koşarak gidiyordum. Kalabalıklaşmıştı şehir. Gitmek zor oluyordu. Çekilin diyordum içimden annemle babam benimle gurur duyacak artık. Evin yolu bitmek bilmedi ara sokağa girip koşmaya devam ettim. Evin bahçesini geçtim. Kapıyı çaldım annem kızgınlıkla açtı kapıyı. “anne” dedim bir hışımla. “Bulaşıkları yıka” “Bırak şimdi bulaşıklar anne kabul edildim Karahan Kolejine kabul edildim” dedim neşeyle. Bana baktı bir şey diyecek diye bekliyordum. Hadi ama ben siz benimle gurur duyun diye yaptım bunu. Ağzını açtı. “Bulaşıkları yıka” çıktı ağzından. Beynimden aşağıya kaynar sular döküldü sanki. Sinirlendim hayatımda hiç bu kadar sinirlenmemiştim. “bu kadar mı?” dedim ilk başta sinirimi belli etmemeye çalışarak. “Ne olacaktı başka” diye bana döndü. “Sen bir hatasın” dediğinde dişlerimi sıktım. “Hataydım madem niye geri göndermediniz. Talha olana kadar benimle avundunuz o olduktan sonrada artık ihtiyaç kalmadı diye kömürlüğe attınız beni” diye bağırdım. “Sesini yükseltme Hayat” diye tısladı dişlerinin arasından. “Adımı siz koydunuz Hayat bulduk seninle diye, bu kadar mıyım sizin gözünüzde verseydiniz beni geri” diye sonlara doğru sesim titredi. Tokadı yiyip yere düşene kadar. Babam vurmuştu bana. “ Seni velet seni aldığımıza şükür etmiyorsun da” diye Dişlerimi sıktım ağlamayacaktım. Babama sadece baktım. “Dayak arsızı olmuş bu” diye yine tokat attı. Talha çekti babamı. Yerden destek alarak kalkmaya çalıştım olmadı. Tekrar denedim, merdivenleri indim. Kömürlüğe girdim eski çantama eşyalarımı doldurdum zaten az bir eşyam vardı. Yatılı kalacaksam orada yapardım bir şeyler. Yeter ki çıkayım şuradan dedim. Çantam elimde son kez kömürlüğe baktım. Eski kırık aynada aksimi gördüm. Sanki kendi kendimi uğurluyor gibiydim. Aynadaki yüzüme baktım çenemin kenarı morarmıştı. Akşam nerede kalırdım bilmiyorum ama okula gidersem beni alırlar diye umdum. Yürümeye başladım. Evden çıkınca bahçeden koşarak geldi Talha. “Gitme demeyeceğim” dediğinde hiç konuşmadım. Ağlamamak için sıkıyordum kendimi. “Git Abla burada olursan annem babam dediğin kişiler beni de seni de zehirleyecekler” ona baktım. Omzuma dokundu sadece. Kapıdan çıktım. Yürümeye başladım. Buraya ne kadar da neşeli gelmiştim halbuki. Koşarak geldiğim şu yolu şimdi kendimi sıkarak geri gidiyordum. Ana caddeye çıktım hava kararmak üzereydi ve yine cadde hınca hınç doluydu. Rengarenk ışıklandırmalar ile süslenmiş mağazalar ile karşılaştım yavaşça yürümeye devam ettim bazıları yanındaki arkadaşını dürtüp beni gösteriyorlardı. Başımı yere eğdim. Yüzüme bakmasınlar istedim. Utanılacak bir şey yapmadım ki. Okul hayli uzaktı hava daha fazla kararmadan gitmem gerekiyordu. Çantama yeniden baktım. Kimliğimi felan almıştım hep. Kitaplarımı. Oranın formasını bilmiyordum ve nasıl alırım onun hakkında da en ufak bir fikrim yoktu. Bir gideyim de ne olacaksa olsun dedim Adımlarımı hızlandırdım. Okula hemen gitmem gerekiyordu. İşin kötü yanı yürüdükçe bacağım ağrıyordu. Ama yine de umursamamaya çalıştım. Düşünce incittim sanırım. En sonunda ulaştığım ve nefes nefese kaldığım okula baktım bir kez daha. Kapısından içeriye girdim güvenliği aradım. “Pardon kimse yok mu?” dediğim zaman güvenlik geldi. Beni baştan aşağıya süzmeye başladı. “Dilenciler giremez” dediğinde dudağımın kenarını ısırdım. Elimdeki kabul kağıdını ve kimliğimi ona uzattım. İçim acımıştı ben buraya dilenci olmamak için gelmişken beni böyle görünüşe göre değerlendirmesi. “Aa şey” okuyunca anladı tabi benim dilenci olmadığımı. “Pardon” “Şey yatılı olarak gelmiştim” dedim açıklamak için. Kimsesizliğim çaresizliğim ayaklarımı bağlamıştı. Güvenlik eğilip çantamı aldı bende eğildim. “tamam ben alırım” dedi kendince özür diliyordu galiba. Birlikte müdürün odasına çıktığımızda Müdürün beni süzmesi ve burnunu kıvırması hiç hoşuma gitmemişti. “buldular tabi kapak atacak yer” dedi daha kaç kere kırılır ki bir kalp. Niye insanlar hiç düşünmüyorlar insanların kalbinin kırınca ellerine bir şey geçmeyeceğini. Güvenlik baya dil döktü sonunda ikna etmişti ama. “Teşekkür ederim” dedim yatakhaneye doğru birlikte giderken. “Ayı hatayı bende yaptım mecbur kalmasan gelmezdin bu saatte” dediğinde sesim çıkmadı. Biliyorum çaresizliğimi hatırlatma. Yatakhaneye girdiğimizde kimse yoktu şaşkınlıkla güvenliğe döndüm “Hafta sonu herkes evinde olur” aa ne güzel olur değil mi? Ailenin evine gidip sen karşılamaları. Boş bir yatak gösterdi bana kocaman camın kenarında alt ranzaydı. Üst ranza da kim kalıyordu merak ediyordum umarım anlaşırdım. Şanslıydım yatak konusunda galiba çünkü sokak lambasının ışığı yatağıma vuruyordu. Karanlıktan korkuyordum. Kömürlük çok karanlık olurdu. Nefes alamazdım kapıyı aralık bıraksam soğuk olurdu. Ondan el feneri kaçırmıştım evden. Telefonum yoktu. Çünkü beni merak edip arayacak biride yoktu. Düşünme bunları Hayat dedim kendi kendime sen yeni bir yola çıktın. Zorlukların seni beklediği bir yol. Uyudum sonra. Döne döne ağlamamak için sıka sıka kendimi uyudum. Değmeyenler için ağlamak olmazdı. Uyandığımda ilk defa böyle uyuduğumu fark ettim. Doğrulup güvenliğin gösterdiği banyoları gördüm. Kapıyı kilitleyip duş aldım. Burada şampuan bile vardı. Hatta bornoz bile. İki günde bir yıkanırmış. Her şey ama her şey düşünülmüş. Üzerimi giyinip Tekrardan yatakhaneye geçtim. Çalışmam gerekiyordu ki buranın seviyesine erişebileyim. Bende elimde olan kitaplardan çalışmaya başladım. Kapı açılınca sarışın bir kız girdi. “Sen” dedi parmağını bana doğru uzatırken. Baya güzel bir kızdı. “Ben yeni geldim” dedim ayağa kalktım. “Hoş geldin” diye cıvırdadı yanımda. Sevimli bir kıza benziyordu. Ön yargısız hoş geldin dediğine göre. “Umay” dediğinde elini uzattı. “Hayat” dedim uzattığı eli tutarken gülümsedi, gülümsedim. Arkadaşım mı oldu şimdi benim. Baktı benim çalıştığıma “Gelsene” dedi elimden tutup yukarı kata çıkarmaya başladı. “Nereye” dedim şaşkınca arkasından giderken. Bir kapıya gelince durduk. Baya büyük bir kapıydı. Kapıyı açıp içeriye girdik. Tavandan yere kadar uzanmış sıra sıra dolaplar vardı hepsinde de kitaplar… “Kokuyu alıyor musun?” dedi gülümseyerek “Çok güzel kokuyor” dedim kitap kokusu ne güzel kokardı. Etrafında gezinmeye başladım dolapların etrafında. “Bak burada ders kitapları var” dediğinde o tarafa doğru ilerlemeye başladım. Umay kitapları aldıktan sonra bana okulu gezdirmeye başladı. Gerçekten Yüzme havuzundan, at binmeye hatta okçuluğa kadar bir sürü spor aktivitesi vardı. Ülkenin en iyi okullarından biri olduğunu gözlerimle görünce daha iyi anladım. Hatta atların yanından geçerken atlara şeker bile vermiştik Umayle birlikte. “Çok güzel” dedim Umay’e dönüp. “Güzelde insanları senin benim gibi değil” diye saman balyasının üzerine oturdu. “Nasıl yani” diye karşısındaki balya ya oturdum bende. “Şöyle ki” dedi derin bir nefes aldı. “İlk arkadaşım sensin” dediğinde gülümsedim benimde oydu çünkü. “Zengin olmak insanlıkları satın almaya yetmiyor.” Dedi burukça gülümseyip. Desene zengin olsan da fakir olsan da bir yerden pürüz çıkıyor. Gerçekten mutlu olan var mıdır. Para sıkıtınsı olmayan, ailesi tarafından sevilen. İleriye bakmaya başladı sonra “Veliaht geliyor” dediğinde kaşlarımı çattım. Kim geliyor dedi bu. Çenesinin ucuyla ileriyi gösterdi. Gösterdiği yere baktığımda iki tane çocuk yürüyordu. Birinin elleri cebinde karşıya bakıyordu yüzünde mimik oynamıyordu. Giyimlerinden zengin Oldukları belliydi. Ve çok havalı giyinmişlerdi. Diğeri elleri cebinde olan çocuğa bir şey anlatıyordu. “Veliaht mi?” dedim Umay’e dönüp. adı mı Veliahtydi. Çok değişik bir isim değil miydi? “Elleri cebinde olan çocuk” dedi açıklayıcı bir biçimde tekrardan baktım onlara. Bir ara göz göze geldik sonra başını çevirdi. Gerçekten yakışıklıydı, baktığı yeri kül ederdi sanki. İçimden bir şeyler koptu gibi oldu sanki gözünü çevirince. Ne oldu ki bana birden böyle. Başımı salladım. Umay ‘e döndüm “Niye geliyorlar ki okula” “Hafta sonları at binmeye felan” dedi bana bakarak. Gerçekten de at binmek için gelmişlerdi. “Umay” dedi Veliaht’nin yanındaki çocuk. “Söyle Burak” başıyla beni gösterdi Burak. “Bu kıza araba mı çarpmış” dediğinde utanıp başımı yere eğdim. Babam dövdü diyemezdim. “Saçma salak konuşma sanane hem” dedi Umay Veliaht den ses çıkmıyordu atını besliyordu dinlemiyordu bile. Burak teslim olurmuş gibi elini kaldırdı. “sade tanışmak için” dedi elleri havada. “Hayat ben” dedim ona bakarak. “Yeni geldim” “Hoş geldin” dedi Umay’e döndü göz kırpıp Veliaht’nin yanına doğru ilerlemeye başladı. Veliaht ‘nin tabi umurunda değildi. Atını çıkardı üzerine bakmadan bir anda atına atladı. Vayy be çocuk çok yakışıklıydı. Ama bana göre değildi. Zaten bu halde de kimse beni beğenmezdi Burak haklıydı yani. Neyse dedim kendi kendime.   “Hadi gidelim” dedim Umay’e dönüp. O da kalktı benimle. Giderken Veliaht önümüzden geçti atıyla. Tabi bize bakmadı bile. “Şımarık” dedi Umay sinirle. “Neden Veliaht diyorlar” “Okul onun, yani babasının” dedi umursamaz bir tavırla. “Gerçek adı ne” “Ne yapacaksın” diye bana döndü Umay “Merak ettim hep böyle mi sesleniyorlar diye “dedim “Seymen Karahan” dedi sonra da Veliaht den hiç konuşmadık. Acaba hep böyle umursamaz birimidir. Niye hiç gülmüyor ki. Gülse nasıl görünür ki. Yakışır ama gülmek çok yakışır. “Umay” dedim yemekhanede yemek yerken. Kafasını bana kaldırdı ağzında salça kalmıştı güldüm bu duruma “Ne “dediğinde gülmeye devam ediyordum. “kız ne” dedi “Salça kalmış” dediğimde parmağını pastanın kremasına bulayıp burnuma sürdü. “yaa” dedim gülerek. Biz gülüşürken. Burak ve Veliaht yemekhaneye girdiler. “Ne bu ses” dedi Burak. Veliaht yine konuşmadı. Daha doğrusu umursamıyordu. Güzel olsa gerek böyle kimseyi umursamamak. Peçete ile burnumdaki kremayı sildim. Umay bir Burak’a bir Veliahtye baktı. “buranın tadı kaçtı” diye ayaklandı. Bende peşinden kalktım. Seymen’ın yanından geçerken de bizi hiç umursamadı. Ne kendini beğenmiş diye geçirdim içimden ki yandan bana döndü. Bana dönünce şaşırdım. Hayret yanındakini fark edebiliyor muymuş?. Bu seferde ben çevirdim başımı onu görmezden geldim. Bu duruma kaşlarını çattı. Yemekhaneden çıkınca güldüm. Yatakhaneye geçip birlikte ders çalıştık. Anlaşılan Umay de benim gibi ders çalışmayı seviyordu. Acaba onun işi neydi ki evinde durmak varken buradaydı. “Umay” dedim kitaptan başını kaldırdı. “Ne oldu” “Sen “ niye geldin buraya denmez şimdi nasıl sorsam bilemedim. “Yani sen ders çalışmak için mi geldin” dedim ona bakarak en mantıklı cümle bu olsa gerekti. “Ders çalışmaya geldim ev biraz kalabalıkta” dedi bana baktı. “Tüm sülale bizde” dediğinde güldüm. Kalabalık aile nasıl olurdu ki. Bence güzel olurdu ama bunu Umay’e sormak gerekirdi biraz. Ranzamın üst kısmı onunmuş. Daha ilk günden arkadaş bulmuştum. Pazar günü ne yapalım deyip duruyordu. Benim ama okuldan çıkmaya niyetim yoktu. Yani çıkmak istemiyordum. “Ben çıkmasam” dediğimde bana baktı. “Sende var bir şeyler” dedi var bir şeyler. Herkeste yok mu zaten. Kimin derdi yok ki. Benim derdim senin derdinden büyük diye birey yok. Allah kimseye yükleyemeyeceği derdi vermez. “Kimim yok ki” dedim derin bir nefes alırken. Sabahın köründe kabuslarım dan dolayı kalktım yataktan. Sabah ezanı okunuyordu. Pencereden dışarıya baktığımda Veliaht okulun dışına elleri cebinde gidiyordu. Arkasından baktım. Durdu merakla bakıyordum neden durduğunu. Arkasını döndü kafasını kaldırdı göz göze geldik. Bu kadar mesafeden seçebildim gözlerinin rengini. Hava alacakaranlıktı. Tekrardan arkasını döndü. İlerlemeye başladı. Nereye gidiyordu bu saatte. Merak etmiştim ama beni de ilgilendirmezdi. Umay Pazar günü alışverişe gitti. Daha doğrusu çağırıldı. Gitmeyi de hiç istememişti ölü taklidi bile yapmıştı. Ben gülünce hatta annesi beni de çağırmıştı ama… ama işte. Umay gittikten sonra ders çalışmaya devam ettim. Kütüphaneye geçmiş çalışma masasına kitaplarımı yaymıştım. Aklıma hep aynı görüntüler geliyordu. Ve ben sıkıyordum kendimi. Ağlamamak zor oluyormuş. İnsan ağlayarak kendini buluyormuş. Ama söz verdiğim için ağlamıyordum. Dolu dolu oluyordu gözlerim ama damla düşmesin diye başımı havaya kaldırıp ellerimi yelpaze yapıyordum.  “Ne yapıyorsun” Burak’ın sesi ile ellerimi indirdim. “Ders çalışıyorum” dedim durumu toparlamak için. Aslında yalanda değildi ders çalışıyordum. Üstelemedi. Yanıma oturdu. “Sen neden geldin” “Hiç” dedi gülerek. “Sıkılmıyor musun?” dedi çenesinin ucuyla kitapları göstererek. “Yok” dedim sadece. Amacı sıkıntısını benden atmaktı. “Gel birlikte Pazar günü dışarıya çıkalım” “Yok sağol” diye kitaplarıma döndüm. “Hadi ama” diye kolumdan çekti. Bende kolumu sertçe çektim. “İstemiyorum” dedim sertçe. Daha sonra da alıp başını gitti. Bende kafamı kitaplara gömdüm kimse gibi eğlenmeye zamanım yoktu. Zaten bunların eğlencesi de farklı olurdu acaba pazartesi ne olacaktı. Madem Pazar günü gezeceksin git başkasıyla gez evin var araban var suratsız bir arkadaşın var ne diye benimle uğraşıyorsun. Ama millet başkasıyla uğraşmayı kendine meslek edinir olmuş. Doğruyu doğru yerde söylemedikten sonra ne anlamı kalır. Saatime baktım baya çalışmıştım. Yeterli miydim bu okul için bilmiyordum. Bursumu yakmamam gerekiyordu bundan sonra gidecek yerimde yoktu. Kime gideceğimi bilmiyordum. Tekrardan odam dediğim kömürlüğe dönmek istemiyordum. Ayağa kalkıp kitaplarımı topladım. Onları elime alıp yatakhaneye doğru ilerlemeye başladım. Uzun büyük koridorda benden başka kimse yoktu. Pazar günü olunca birde herkes başka yerlere dağılmıştı. Yatakhaneye yaklaşmak üzereyken diğer taraftan dönen Veliahtyi gördüm onu umursamadan yatakhaneme girecekken seslendi ilk defa sesini duydum ve nasıl desem hani bazı sesler vardır duymayı seversiniz. Kulağınızı tırmalamayan bir nota gibi. Kalındı ve güzel bir ses tonu vardı. “Hayat’tı değil mi?” arkamı döndüm sorusu üzerine. “Evet” dedim yatakhaneye doğru yürümeye devam ettim. Bir hışımla önüme geçince korkudan kitaplarımı düşürdüm. “Ne zannediyorsun sen kendini” dedi bir anda bana.… “Nasıl” dedim şaşkınca ne diyordu bu ya. “Beni umursamayarak ne yapmaya çalışıyorsun” “bir şey yapmaya çalışmıyorum buraya okumaya geldim ben” dedim eğilip kitaplarımı toplayacağım sırada kitabın birini ayağıyla itti ona sinirle döndüm. “Sen ne yapmaya çalışıyorsun be” dedim sinirle. “Bir şey yapmaya çalışmıyorum buraya okumaya geldim” diye dalga geçti ama yüzünde gülümsemeye dair biriz bile yoktu. “Ne sen iyi kızsın ne de ben kötü çocuğum böyle yaparak kimseyi tuzağına düşüremezsin, siz kızlar hepiniz aynısınız” dedi bana bakarak. “Kaç tane kız tanıdın bilmiyorum ama, hayatımda gördüğüm en kendini beğenmiş kişi de sensin” dedim, sinirle bana baktı yanımdaki duvara yumruğu geçirince dişlerimi sıktım. Ağlama Hayat sakın ağlama. Sıktım dişlerimi ağlamamak için. Sinirle çekip gitti yanımdan. Kalbim değim yerindeyse boğazımda atıyordu. Bu çocuk gerçekten de kendini bir şey zannediyordu. Yok tanıdığım kızlar öyle de, yok kötü çocuk da. Devenin nalı. Adam gibi okumaya geliriz dalga geçerler. Gelmeyiz orospu derler. Siz neysiniz ya. Adam gibi adam olsan bir kızla bunların konuşulmayacağını bilmen gerekiyordu. Hayvan herif. Yatakhaneye girdim yatağımın kenarına oturdum pencereden dışarıyı seyrediyordum. Burak iki kızlar dışarıya çıkıyordu. Anlaşılan bulmuş eğlenecek birini diye geçirdim içimden. Başımı cama yasladım biraz sakinlemiştim. Aklıma Veliaht geldi duygudan eser yoktu gözlerinde. Bir tek siz kızların hepsi böyle dediği zaman bir kalp kırıklığı hissettim sesinde. Ne kadar saklamaya güçlü görünmeye çalışsa da güçlü olmadığı o sesinin tınısından belliydi. Onunda mı yarası vardı yani. Vardı tabi ya zengin diye onun yarasının olmaması gerekiyordu. Kim kırmıştı acaba kalbini, kim mutsuz etmişti onu. Dağlara şöyle dışarıdan bakınca ne kadar heybetli ne kadar güzel deriz. Peki kök salan ağaçlar onun canını acıtmaz mı. Bir sürü hayvanın ayak basması. Toprağının kazılması… İnsanlarda böyle değil miydi zaten. Kimin canı yanmamıştı. Kimin hayatında gereksiz insanlar tarafından boşuna geçmiş gibi olmamıştı. Saate baktım duvarda asılı saate. Umay erken gelmeye çalışırım demişti ama gideli de baya olmuştu. Giderken ara beni diye kartını da bırakmıştı. İşin kötü yanı benim telefonum yoktu arasam nereden arayacaktım. Derin bir nefes verdim yine. “Hamd olsun” dedim sesli bir biçimde. Hamd etmek Allah’ın verdiği imtihana dayanıyorum Rabbim demekmiş. Anneannem ölmeden önce söylemişti. Tabi o zamanlar ailem beni seviyordu. Talha doğana kadar. Onun doğmasına en çok sevinenlerden biride bendim. Bu zamana kadar neden sevmediklerini bilmeme rağmen asla onun ölmesini istemedim. Allah korusun dedim hep. Hep iki kişilik dua ettim. Beraber ağaca çıktığımız zaman o düşmesin diye ben atlayıp onu kucağıma almıştım. Kafam çok meşguldü. Tekrar ders mi çalışsam dedim kitaplar bana ben kitaplara baktım. Hayır şimdi çalışsam bile almazdı kafam. Çok doluydu çünkü. Saate yeniden baktım. Hava kararmak üzereydi. Yatağıma girdim bende. Gözlerimi kapadım. Biraz döndüm en sonunda uyumayı başardım. Gecenin geç saatlerine doğru şimşek çakınca sıçradım yataktan. Elektirik kesilmişti. Sokak lambası da yanmıyordu. Köşeye geri geri gidip sokuldum. “Geçecek geçecek” diye ellerimi kulaklarıma koydum. Kafamdaki sesler beni rahatsız ediyordu ‘Anne korkuyorum’ diye bağırıyordum. ‘Yat zıbar’ diye kapının dışına koydular beni. Ağlama Hayat ağlama hayat. Dişlerimi bastırdım birbirine. Gözlerimi sımsıkı kapattım. Karanlıktan korkuyordum boğuyordu beni. “Geçecek geçecek” diye söyleniyordum kendi kendime. Gözümü bir ışık alınca ışığa baktım. “İyi misin?” dedi Umay bir anda doğrulup sarıldım ona. “Tamam tamam korkma” dedi sırtımı sıvazlayarak. “Umay ben karanlıktan” dedim konuşamıyordum gerçekten karanlık sanki boğazıma yapışıyordu ses çıkarmamı istemiyordu. Karanlıkta üzerime gelen böcekler olduğunu düşünüyordum ki kömürlükte çok geliyordu. “Tamam sakin ol” diye telefonu ters koydu ortalık o kadar fazla aydınlanmamıştı ama idare ederdi. “İyi misin” dediğinde başımı salladım. İyi eğildim ama kimseye de bir şey diyemezdim. “Karanlık fobin mi var” “E- evet” dedim en sonunda derin bir nefes aldım. “Kapalı alan boğar beni, karanlık, su” dedim ona bakarak. Şaka olsun diye Talha beni süs havuzunda boğuyordu ondan itibaren korkuyordum sudan. Çok korkuyordum. Her şeyden korkuyordum. Çaresizdim acizdim ve buna rağmen inat etmiş gibi hala ağlamamak için sıkıyordum kendimi. Umay’in yardımıyla yatağıma yattım. Üst ranzama yattı oda sürekli konuşup burada olduğunu söylüyordu. Sonunda uyumuşum. Seslerden gözümü açtığımda birkaç kişi kahkaha atıyordu. Kalkıp neye güldüklerini merak ettim. Doğruldum yataktan. Tablete bakıp kahkaha atıyorlardı. Saçları kızıl olan saçlarını savurdu benim uyandığımı görünce Umay yanıma geldi. “Hadi formamızı giyelim bakma onlara” eyvah eyvah benim formam yoktu ki. Ona dudağımın kenarını ısırıp baktım. “Ne oldu” dedi şaşkınca “Formam yok” dedim “Bende fazladan var” dedi kolumdan çekip. Bavulundan formanın yedeğini çıkardı. Mavi pileli vücuda tam oturan bir etek. Üzerine beyaz gömlek. Gömleğin yakasına mavi kurdele. Ve üzerine tam oturan bir ceket. Eteğin uçlarında beyaz tek bir şerit vardı. Gerçekten güzele benziyordu. Bana ayakkabılarından birini de bana verdi. Topuklu kafes ayakkabıydı. Burada demek ki serbestti bu ayakkabılar. Saçlarımı toplamak istesem de toplattırmadı. Üstten sadece bir tel toka ile tutturdu. “Güzel kızsın” dediğinde güldüm. “Teşekkür ederim herşey için” “Ne için “dedi bilmezliğe gelerek. Gerçekten de ilk günden bir arkadaşım olmuştu bile. Birlikte sınıfa doğru geçerken Umay in yanına oturdum. Sıraları bile güzeldi. Hoca geldi kafasını bana çevirdi gülümsedi. Bayan sarışın hoca gerçekten de cana yakın birine benziyordu. “Hayat Sözeri” dediğinde bana baktı ayağa kalktım. “Hoş geldin” “Hoşbuldum hocam sağolun” dediğim anda Veliaht kapıda belirdi. Bazı kızlar iç çektiler. Özellikle o kızıl saçlı kız. Yerine geçene kadar arkasından baktı. Hoca onu umursamadı. Zaten o da özür felan dilemedi. Ben ayakta kalmıştım. “Ders notların baya iyi başarılar dilerim” “Sağolun hocam” dedim yerime oturdum. Veliaht kollarını bağlamış öylece camdan dışarıya bakıyordu. Anlaşılan istediğini yapıyordu ve kimse de bir şey demiyordu. Hoca İngilizce öğretmeniymiş başladı dersi anlatmaya. Ve İngilizce konuşuyordu. Devlet okulunda bu kadar geniş bir İngilizce öğrenmedik ama ben sürekli çevirilere bakıp kelime felan ezberliyordum. . Allahım ne olur bana bir şey demesin derken “Seymen” dediğinde Seymenın gözleri hocayı buldu.  “Answer my question” (Sorumu cevapla) “which question” (Hangi soru) dediğinde hoca gülümsedi anlaşılan sorusu buydu. İnglizcemi geliştirmem gerekiyordu. Tahtayı gösterdi hoca. “Write them down” (onları bir yere yazın) Umay ne dediğini anlamış olacak ki defterini çıkarıp tahtaya bakmaya başladı. Bende onun yaptığını yaptım. Ders bittiğinde çok geride kaldığımı anladım. Adamlar şakır şakır İngilizce konuşuyorlardı. Umay çekince birlikte sınıftan çıktık. “Hayat” dedi o kızıl saçlı kız. “Evet” diye döndüm ona. Bir Umay’e bir bana baktı. “Ben Şevval, yanlış kişilerle takılıyorsun” “Kiminle arkadaşlık edeceğimi kendim seçebilirim” diye Umay’in koluna girdim. Birlikte yürümeye devam ettik. “burada burslulara pek iyi davranmazlar” dedi arkamdan. Bu seni neler bekliyor bir bilsen anlamı taşıyordu galiba. Umay bana bakıp güldü. “İyi kafa tuttun” dediğinde bende ona bakıp gülümsedim. “Kimdi o” “Okulun popüler kızı ama Veliahtyi bir türlü tavlayamadı” dedi gülerek. Veliaht yi anlaşılan herkes seviyordu. Adam yakışıklıydı umursamazdı. Ki ilgi çekici olur ya böyle tipler. Başımı salladım bana neyse artık. Gidip süs havuzunun kenarına oturduk. Veliaht de geldi karşımızdaki banka oturdu. Ağaç altında oturan kızlar onu kesmeye başladılar. Umay’e döndüğümde o da Veliahtye bakıyordu. “Umay” “Hah ne oldu” dedi bana dönerek “Derdi ne bu çocuğun umursamaz tavırlar tek kalma çabaları” “Belki de gerçekten tek kalmak iyi geliyordur boşver” dedi bana bakarak. Bir şeyler bildiği kesindi. Bak sen herkesin derdi olduğunu unutmuşum. Teneffüs arasından sonra kalkıp sınıfımıza doğru yürümeye başladık. Sınıftan girdik yerimize oturacakken Umay’i çektim. Sıraya raptiye koymuşlardı. “Raptiye var” “Şevval” diye bağırdı Umay Şevval ileriden sırıtıyordu. “Seni öldüreceğim” diye ona doğru ilerlemeye başladı. “Umay” diye onu çekmeye çalıştım ama beni geçip Şevval in peşine takıldı. Bende onun peşinden koşmaya başladım. “Daha bu ne ki sana yapacağım” diye gülerek kaçıyordu Şevval. Umay de sinirle onun peşinden koşuyordu. Okulun balkonuna çıktılar. Şevval’i tutup yere attı Umay onu çekmeye bende gittim. Beni itekleyince Balkonun uç kısmında duruyordum zaten. Korkuluklar kırıldı. Yere doğru çakılacaktım. Vücudum tüm ağırlığıyla yere doğru düşmeye başladı. Adımı haykırdı Umay “HAYAT” tam her şey düzeldi derken şu olanlarda neydi böyle. Belki gerçekten ölecektim. Gözlerimi sımsıkı kapattım. Bakmazsam ölürken korkmazdım diye düşünüyordum. “Aç gözünü” dedi tanıdığım ses. Gözlerimi açtığımla Veliaht’nin kucağında olduğumu fark ettim. Ne yani o mu tutmuştu beni. Şaşkınlıkla ona baktım. O ise somsoğuk yüzüyle bana bakıyordu. Okulda kim varsa etrafımızda toplandı… Kalbim delice çarpıyordu..

editor-pick
Dreame-Editörün seçtikleri

bc

TYLER (Cherry 2)

read
5.7K
bc

KIRIK ANILAR MAHZENİ

read
4.0K
bc

Çobanaldatan

read
2.0K
bc

KAKTÜS| Texting

read
3.0K
bc

Yasak Sevda

read
75.9K
bc

Zor Ajanlar

read
1.3K
bc

PRENSİN KORUMASI

read
11.9K

Uygulamayı indirmek için tara

download_iosApp Store
google icon
Google Play
Facebook