1. Bölüm

4061 Kelimeler
Hoş geldiniz canlarım. uzun ve güzel bir maceranın başındayız. Hazır mısınız? Başladığınız tarihi buraya bırakalım :)) (09.03.2022) Not1: Bu hikaye Paris'te geçmektedir; Hikayenin yazım dili Türkçedir ancak Karakterler Fransızca konuşmaktadır. Not 2: Bölüm içinde ağır cinsel betimlemeler mevcuttur. Not 3: Bu hikaye ağır cinsellik, madde kullanımı ve küfür içermektedir. Rahatsız olacakların hikayeyi okumamasını tavsiye ederim. 1. Bölüm Bir Gemballa Hypercar ve SSC Tuatara yolu gaza boğuyordu. Henüz kimse yarışı başlatmamıştı ama bu zaten sadece bir gövde gösterisiydi. Starter kızlar olarak pistin kenarında ayakta laflıyorduk. SSC Tuatara'nın sahibi adam olduğumuz tarafa bir puma gibi bakıyor, muhtemelen içimizden birini seçiyordu. Gemballa'nın sahibi ise çoktan kızını seçmişti. Yan koltuğa oturtulacak kız sokak yarışlarının olmazsa olmazı değildi ama bazen olmazsa olmazı oluveriyordu işte. Özellikle mevzu bahis yarışçılardan biri ünlü playboy Gustavo Auclair olunca. Gustavo bizi boydan boya süzerken arkamı döndüm. Onunla bir kez takılmıştım; bir daha aynı hatayı yapmaya hiç niyetim yoktu. Bir kere burnu o kadar büyük biriydi ki. Kibirliydi en başta. Parası var diye her şeye sorgusuz sualsiz sahip olabileceğini sanıyordu ama sahip olduklarına değer verdiği yoktu. Her şey onun malıydı ve malının bir önemi yoktu. Ayrıca... Çok sert takılıyordu. Oyuncakları bile sınırlarımı çok çok aşıyordu. Pikarist'ti. Kanı en fazla erkeğimin sırtını çizdikten sonra tırnaklarımda görürsem memnun olurdum. İş üstündeyken kesilmek asla fantezim değildi. Her neyse. O da benden çok hoşlanmamış olacak ki tek gecelik takılmamızın devamı olmadı. Koyu kestane kızıl dalgalarımı fularımla başımın tepesinden toplayarak yol kenarlarına toplanan insanları süzerken Gustavo yanımıza gelerek deri şortlu, yırtık file çoraplı, croptop giymiş bir kızın yanına gitti. Kız buralarda yeni yeni takılmaya başlamıştı. Ki muhtemelen Gustavo'nun o kızı seçmesinin en büyük nedeni de kızın yeni bir yüz olmasıydı. Kız yirmili yaşlarının başında minyon bir tipti. O yüksek topukluların bir sebebi olmalıydı elbette. Dümdüz uzun, siyah saçları kalçalarını okşuyordu. Birbirine yakın kahve gözleri vardı ve belli ki burnunu yaptırmıştı. Üzerinden yayılan fazla şekerli koku burnumu kırıştırmama sebep olurken Gustavo'nun onu seçmesiyle genişçe sırıtmaya başlayan kız dudaklarıyla seyircilere, daha çok Gustavo'nun kollarına atılmak isteyen kızlara dönerek öpücük attı. Bu gece başına gelecekleri bilseydi bu kadar hevesli olmazdı. Gözlerimi arabalara çevirip direksiyon başlarına geçen sürücüleri süzdüm. Kızlar yavaşça yol kenarına doğru çekilirken çelik gibi bakışlarımı arabalara çevirdim. İşte şimdi yol egzoz dumanıyla kaplanmıştı. Starter kızlara yakışan bir şekilde cat walk yaparak iki arabanın önüne ve tam ortasına geçtim. Arabalar sırasız ve duraksız bir şekilde sokağı dumana boğarken tiz ve yüksek bir ıslık sesi duyuldu. Sesi duymamla saçlarımdaki fuları çekip saçlarımı omuzlarıma saldım. Arabalar yanımdan yıldırım hızıyla çıkış yaptığında fularım yere bile düşmemişti henüz. Arabaların rüzgarıyla nemli dudaklarıma yapışan saçlarımı kurtarıp dağınık bir şekilde sırtıma doğru sallandırdım. Arkamda egzozdan bir yol bırakan iki arabaya bakıp aheste adımlarla yol kenarına çekilirken yolun karşısında Natt'i gördüm. Buğday renkli saçlarını geriye taramış, yanındaki kızı süzüyordu. Kızın hiç şansı yoktu. Natt oldukça yakışıklı bir adamdı ama piçti. Bağlanma problemleri olan, takıldığı kızla bir daha takılmayan, karanlık işlerde çalışan bir herifti. Ev arkadaşımdı. Gözleriyle varlığımı bulmuştu. İki parmağıyla bir asker selamı çakıp göz kırparken sanki benimle iletişimde değilmiş gibi yanındaki kızla konuşmaya devam ediyordu. Selamını havada kapıp diğer herkes gibi yükselen müziğin sesiyle görünmeyen arabalar için çığlıklar ve sloganlar atmaya başladım. Bu gece Gemballa'nın sahibini tutuyordum ama henüz adını bile bilmiyordum. O yüzden sadece "Gemballa!" diye çığlıklar atıyordum. Birden bir adamın belimi sardığını hissettim. Sırnaşık değildi. Yanında bir başka erkek daha vardı ve diğer kolunu onun omzuna atmış benimle birlikte "Gembella!" diye çığlıklar atıyor ve ıslık çalıyordu. Bu yalnızlığımın armağanı kalabalığımdı. Tanımadığım insanlarla tanışmamın, kaynaşmamın tek yoluydu. Elimi adamın beline atıp Beraberimde zıplamasını sağlarken bu kez hiçbir şey demeden çığlık atıp gecenin harmonisinde bende bir renk kattım. Arabaların gürültüleri yolun diğer ucundan yükselirken ıslıklar çok daha arttı. Müzik sesi sondaydı ve yanımdaki çocuk gibi pek çokları renkli sis bombalarını hazırlamıştı. Adam elini belimden çekip duman konfetisini hazırladı. Görünen Gemballa'ydı. Renkli sis konfetileri gökyüzüne doğru salındığında Gembella taraftarları zafer çığlıklarıyla zıplamaya, ıslık çalmaya başladılar. Haliyle bende zıplayarak patinajla duran Gemballa'ya doğru koşmaya başladım. Birkaç kişi salladıkları ucuz şampanyaları fışkırtarak zafer kutlayanların üzerini ıslatırken Gemballa'dan bir numara kesilmiş saçlar ve keskin hatlı çenesinde dolgun dudakları olan, kaşında bir piercing ve elmacık kemiğinde küçük bir dövmesi bulunan, ürkütücü bakışlı bir adam indi. Zaferini bile keskin bakışlarıyla kutluyordu. Minik bir zafer tebessümü dudaklarını ısırsa da suskunluğunu ve asaletini koruyordu. Yanındaki kız sürtünerek adama sarılmaya başladığında, umarım burada sevişmezler diye düşünmeye başladım çünkü kızın böyle bir meyli var gibiydi. Gustavo tıpkı Gemballa'nın sahibi gibi drift yaparak sokağa girerken hiç ama hiç temkinli değildi. Sanki sokak boştu. O kadar rahat hareket ediyordu ama hayır. Bir sürü insan koşar adım kayan arabadan uzaklaşırken sırtımı Gemballa'ya çarptım. Daha da geri çekilmek üzere arkama baktığımda Gemballa'nın sahibini gördüm. Bakışları kısa bir an beni süzse de hemen ardından birkaç adımla önüme geçip arabasına doğru kayan Gustavo'ya baktı. Ben bu sırada birkaç küçük adım daha kaçmıştım. Gustavo'nun gözleri öfkeyle kararmıştı. Arabasının kapısını o kadar büyük bir güçle kapattı ki arabanın sallandığını fark ettim. Peşi sıra inen kız koşar adım Gustavo'nun arkasından gelirken Gustavo'yu tutan taraftarlar arkasında toplanmaya başlamıştı. Şimdi sırada Gustavo istemese de SSC Tuatara'nın ruhsatını ve anahtarı verme faslı vardı. Kaybetmeyi sevmeyen birisi için fazla ağır bir yenilgi yaşıyordu Gustavo. Gustavo'nun kızına acıdım. Bu gece onun için zevkli değil korkunç geçecekti. Gustavo ruhsatını ve anahtarını verirken yol ortasında bir ateş yakılmaya başlamıştı. Paris'in gettolarında sıradan bir sokaktı burası. Dar, çatlak yolları, hırsızları ve düşkünleriyle polis buraya dönüp bakmazdı bile. En fazla sivil polisler basarsa ya da ciddi bir ihbar alınırsa ancak gelirlerdi. Bunun yanı sıra maceraperest milyarderlerin şımarık çocukları, tehlikeli adamları bu gettoda takılmaya bayılırdı. Büyük showun bitmesiyle partilemeye başlayan güruh tüm sınırları zorlarken sokak kenarındaki eski, kirli bir koltuk ateşin önüne çekildi. Normalde pireli ya da hastalık dolu olduğunu düşünüp yanından bile geçmeyeceğiniz bir koltuktu ama bu gece Gemballa'nın sahibinin tahtıydı. Adam tahtına yerleşirken etrafına kızlar doluştu. Bir kız elinde kokain sıralı tepsiyle etrafta dolaşırken ben plastik bardakta votka içmeye başladım. İnanılmaz yüksek müzik, içki ve koko etkisiyle zaman geçtikçe etrafta sevişmeye başlayan çifteler çoğalmaya başladı. Eh, bu standart prosedür diyebilirdim ama kuytu bir köşede oral yapan bir çifti yanlışlıkla gördükten sonra gözlerim Natt'i aramaya başladı. Bu sahne, eve gitme zamanının geldiğinin bir göstergesiydi. Polis sirenleri caddenin başından yükselince ateşi sönmeye başlamış parti çocukları koşuşturmaya başladı. Haliyle bende ama çok fazla votka içmiştim ve kafam bir dünyaydı. Ayrıca yüksek topuklar da işimi kolaylaştırmıyordu. Hızlı hareket etmeye çalışıyordum ama bu da midemi bulandırıyordu ve Natt muhtemelen çoktan topuklamıştı. Kendim kaçmalıydım ama adım atacak tek bir halim kalmamıştı. Bana en yakın arabaya atlayıp şoförü beklemeye başladım. Kimse arabasını bırakmazdı nihayetinde. Gemballa'nın sahibi yanıma bindi ve olduğum tarafın kapısı açıldığında adam üzerimden uzanıp sertçe kapıyı kapattı. Buğulu gözlerimden gördüğüm kadarıyla kız bu gece Gemballa'da oturan kızdı. Arka kapıya yeltendi ama adam çoktan gaza basmıştı. "Kemerini tak." Sesi toktu ama tonunda keskin bir emir vardı. Biraz sonra bu emrinin altında yatan sebebi anladım. Dar ve ara sokakları bitirip ana yola indiğinde adam radarları umursamadan önce 140 km'ye arkamızda polis aracı fark ettiğinde ise 160 km'ye kadar çıktı. Yaptığı sert manevralar yüzünden sürekli kemere tutunmak zorunda kaldım. Midem hala bulansa da adamın açtığı pencerelerden yüzüme çarpan ılık hava sayesinde soluklandım. Ama o hızla gittiğimiz için içeri giren hava da içimi açmak yerine beni dövüyordu sanki. Öne eğilip torpido gözüne tutundum. Siren sesleri uzaklaşmıştı ama son hız gitmeye devam ediyorduk. Ve birden dönen katlı otoparka girdik. Bu dönüş mideme hiç iyi gelmiyordu doğrusu. Bir elimle midemi tuttum. Biraz daha durmazsak arabanın içine kusacaktım. Neyse ki sert bir manevrayla arabayı durdurdu. Kendimi Gemballa'dan atarak taşıyıcı kolona tutundum ve fazla votkayı kusmaya başladım. Ihk... Yine her zamanki gibi alkolü içimde tutamamıştım. Aralık dudaklarımdan derin nefesler alırken adam elleri belinde beni bekliyordu. Yüzünde yine ifade yoktu. Lütfen ama insan bu kadar donuk olamazdı. En azından biraz iğrenmesi gerekmiyor muydu? İğrenmiş bir tavrı yoktu. Sadece bekliyordu. "Su var mı?" diye sordum elimin tersiyle ağzımı kapatarak. Gemballa'dan başka bir arabaya gidip bir şişe su getirirken merakla onu izledim. Hiçbir şey demeden suyu bana uzattı. Ben gargara yapıp ağzımı silerken yine tepkisizdi. Sarhoşluktan açmakta zorlandığım bakışlarımı adama çevirdiğimde ürkütücü bir sessizlikle beni izliyordu. "Arabaya kusmadın." dedi bir süre sonra. Arkasına dönmeden önceyse. "Sevdim seni." diye ekledi. Sağ olsun. "Neredeyiz?" diye sordum. Gettoya dönmeliydim ancak getto da yaşayan biri olmama rağmen ben bile bu geç saatte o sokaklardan tek başıma geçmemeliydim. "18. Bölgedeyiz." Dedi bir binek otosuna doğru ilerlerken. "La butte - Montmarte." İç geçirdim. "Ah, bu kötü. " Dönüp bakmakla yetindi. Bir cevap bekliyordu ama ortada soru yoktu. Yine de aptal değildim. "Evim 17. Bölgede." Adam anlamış gibi başını salladı yavaşça. "Seni bırakmam." Sağ ol ya. Dudaklarımı ıslatıp telefonuma baktım. Saat sabahın dördüydü. Başka bir şey demeyen adama bakıp arkamı döndüm. Fransızlardan iyilik beklemek aptallıktı. Ellerimi çıplak kollarıma sarıp otoparktan inmeye başladım. Cebimi kontrol etmeye gerek bile yoktu. Yanımda sade 20 Euro vardı. Bu taksi parasına yetmezdi. Bir an için Natt'i aramayı düşündüm ancak yanındaki kızla çoktan işi pişirmeye girişmişlerdi muhtemelen. Asla gelmezdi. Paytak adımlarla döne döne otoparktan çıkıyorken bir an için ucuz bir motelde kalmayı düşündüm ama bu paraya motel falan bulamazdım. Ne kadar istemesem de yürümek zorundaydım. Otoparktan caddeye çıkarken havanın iyiden iyiye soğuduğunu hissettim. Belki de kustuğum için alkolün verdiği sıcaklık azalmaya başlamıştı. Yanımdan bir binek otosu normal bir hızda geçip gitti. İç geçirip ayağımdaki topukluları çıkarttım. Biz Türklerin dediği gibi, tabanlara kuvvet. Topuklularım elimde, çıplak bacaklarım soğuktan titreyerek birkaç blok ilerledim. Şimdilik herhangi bir evsiz ya da sarhoşla karşılaşmamıştım. Aslında Fransa'nın daha nezih bölgelerinde böyle bir durum için kaygılanmama gerek bile olmazdı ama gettoya yaklaştıkça korkularım nesnel bir hale bürünüyordu. Üstelik sarhoş kafayla da ne kadar ayık takılmaya çalışırsam çalışayım yine de sallanıyordum. Karşıdan gelen bir araba bana yaklaştıkça yavaşlamaya başladı. Üstüme başıma bakılacak olursa bir fahişeye benziyordum doğrusu. Mini pilili bir etek, yırtık siyah çoraplar, derin göğüs dekolteli dar siyah bir tişört, bir dolu bilezik, bozulmuş imajı verilmiş bir makyaj ve dağınık saçlarla beni görenin başka bir şey düşünmesi zordu zaten. Kaldırımın en uzak köşesine geçip yürümeye devam ettim ancak yaklaşan araba selektör çakıyordu. Kollarımı göğsümde bağlayıp önüme bakmaya devam ettim. Araba hizama geldiğinde durup penceresini açtı. "Hey." Cevap vermedim. "Biraz takılmak ister misin?" Adamın tipine göz attım. Teklifini düşündüğümden değil. Laf anlayacak türden biri mi diye baktım ama yüzünde faça izi olan esmer bir adamdı. Konuştuğunda ortodontik sorunları olduğunu fark ettim. Yüzündeki çirkin gülüş ve gözlerindeki karanlıktan laf anlayan birisi olmadığını düşündüm. Orta parmağımla hareket çekerek yoluma devam ettim. Araba birkaç saniye duraksadı ama tavrımın net olduğunu gören adam yoluna devam etmeye karar verince derin bir nefes aldım. Sonraki birkaç blok karanlık ve sessizlik eşliğinde geçti. Biraz sonra ise karşıdan yine bir araba göründü. Yüzümü buruşturdum. Hem yorulmuştum hem uykum vardı ve kimseye laf anlatmak istemiyordum. Araba son sürat gelirken bakışlarımı yola çevirip tüm özgüvenimle yürümeye devam ettim ancak gelen araç Gemballa'nın sahibinindi. Yaklaştıkça yavaşladı. Tam önümde dururken bende aracının farlarına karşı kirpiklerimi kırpıştırdım. Açtığı penceresinden başını uzatıp. "Buralardasın?" dedi ama sesinde soru tınısı vardı. "Gidiyorum işte." dedim ben de dümdüz. "Araban yok mu?" Var gibi mi görünüyordu? İç geçirip yoluma devam ettim. Aleni olanı sorgulaması sinirimi bozdu. Elbette beni eve bırakmak zorunda değildi ama hiçliğin ortasında, gecenin karanlığında bırakıp giderken bunu hiç sorgulamamıştı. Arabasıyla usulca kat ettiğim mesafeyi kapatıp tekrar sordu. "Evin nerede?" Beni bırakıp gitmeden önce söylediğimi tekrar ettim. "17. Bölgede." Adam sertçe burnunu çekip kısa bir an süzdü beni. Aynı soğukluk ve duygusuzluk. İç geçirip yoluma devam ettim. Yine aynı şekilde arabasıyla açtığım mesafeyi kapattı ama bu sefer bir şey demeden yolcu kapısını açtı. "Atla." Bunu beklediğimi söyleyemezdim. Bir arabanın açık kapısına baktım bir de bitmeyecek gibi görünen uçsuz bucaksız yola. Adamın nezaketsiz olduğunu kabul etsem de baskın karizmasını ret edemezdim. Ayrıca çok yorulmuştum. Arabasına binip kemerimi taktıktan sonra adres tarifimi verdim. "Batignolles - Monceaux Bölgesi, Batignolles" "Seni evine bırakacağımı söylemedim." dedi dümdüz. Kaşlarımı çatarak adama döndüm. "Yorgunum." dedi. "Evime gidiyorum." Başka bir şey söylemedi. Onda kalmak isteyip istemediğimi sormadı. Gerçi beni evine alacak mıydı bilmiyorum ama herhalde evimden daha uzak bir yere atmak için almamıştı arabasına. İnmem gerektiğini biliyordum ama şimdi evime yaklaştığımdan çok daha uzaktım. Üstelik ben de yorgundum. Adam zifiri karanlık sokaklarda süratle ilerliyordu bense arabanın kliması önünde artık iyice mayışmış, jöle kıvamına gelmiştim. Başımı cama yaslayıp akan yolu seyrettim. Gün alacakaranlığa dönerken gözlerimin kapandığını hissettim. Derin uykuya teslim olacaktım ki adamın tok ve yüksek sesiyle kırpıştırdım kirpiklerimi. "Uyan." Kollarımı gererek arabayı park eden adamı izledim. Topuklularımı elime alıp arabadan inen adamı takip ettim. Korkmaya gerek yoktu. Daha önce de adını bilmediğim adamların evinde gecelemiştim. Sarsak adımlarla adamı takip ederken artık 18. Bölgede olmadığımızı biliyordum. Uykulu gözler ve hafif sarhoş kafayla nerede olduğumu çıkartamıyordum ancak uzaktan Eyfel'in gölgesini gördüm. Adam yolumu bulmam için eliyle beni belimden yönlendirince etrafı gözlemleyen bakışlarımı adama çevirdim. Mesafeli biri için nazik davranıyordu. Yönlendirmesiyle asansöre bindim. Küçük, dar bir asansördü. Adamla neredeyse göğüs göğüseydik ve bu gereksiz yakındı. 7. Kata basmıştı. Sallantıdaki bedenimi asansöre yaslayıp gözlerimi kapadım. Bu aramızdaki keskin yakınlığı bozmaya yetmemişti elbette ama bir yere dayanmam şarttı ve adama dayanamayacağım da aşikardı. O sırada elinin tersiyle saçlarımı takip ettiğini hissettim. Önce saçlarımı başımın üzerinden çeneme doğru okşadı; çene hizamda bekleyen elleri biraz duraksarken başımı kaldırdım. Yüzü yine donuktu. İfadesiz gözlerinde herhangi bir arzu olmamasına rağmen hareketlerinin net bir tavrı vardı. Elleri çenemi okşarken birden boğazıma inip sıkmaya başladı. Arkadaşım, hayır! Fena yorgunum ve aramızda sekse dair bir enerji akışı bile oluşmadı. Bir elimle boğazımı tutan koluna uzanıp itmeye çalıştım. Elbette ondan çok daha cılızdım ve kaslarım da yoktu. Boyum kısa olmamasına rağmen onu üstümden atmak konusunda bana hiç yardımcı olmuyordu. Bir eli kalçama doğru kayarken elleri arasındaki vücudum çırpındı. Bunu gerçekten istemiyordum ama hain fizyoloji hormonlarıma seslenmişti. Biraz daha devam ederse ben de akışa kapılabilirdim. Biraz daha devam etti. Asansör Titanik zamanından falan kalmış olmalıydı ki bir türlü 7. Kata ulaşamıyorduk ama Gemballa adam hızla üçgenime doğru ilerliyordu. Boğazımdaki eli ağzıma kaydığında adam kalçamı sıkmayı bırakmış üçgenime gelmişti bile. Parmakları çorabımın üzerinden okşarken ellerimi ağzıma götürüp elinden kurtuldum. Dudaklarım serbest kalmasına rağmen konuşmam zaman aldı. Nitekim o tehlikeli noktanın sınırını aşmıştım... Tüm irademi toplayıp baş parmağıyla dudaklarımı okşayan ve parmağını ağzıma zorlayan adamı bir kez daha itmeye çalıştım ve aklı başındaki kelimelerimi soludum. "Bırak lütfen." Dedim emir veren bir tonda. Göğüslerime dikkat kesilmiş gözleri yüzümle buluşurken ilk kez güldüğünü gördüm. "Peki." Dedi üzerimden ellerini çekerek. Boşluğa yuvarlanmışım gibi titredim. Üzerimdeki ağırlığıyla beni ısıttığını fark etmem zaman almadı. Benden uzaklaştığında fazlasıyla ısınmış bedenim asansörün apartman boşluğundan emdiği soğuğu hissettim. Bilinçsizce kollarımı bedenime sardığımı gören adam buna da güldü. Başımı başka tarafa çevirmek istesem de asansör küçük ve dardı. Dudaklarımdan titrek bir nefes soluyarak asansörün kata gelmesini bekledim. Gemballa adamsa az önce ret edilmemiş gibi umursamaz ve tepkisizdi. Asansör nihayet kata geldiğinde elbette çıkmamı beklemedi. Sadece ona özel değil, tüm erkeklerden nezaket beklemeyi bırakalı epey olmuştu. Tasmalı köpeği gibi peşinden takip ettim. 20. Numaralı dairede oturuyordu. Kapısını üç ayrı kilitle açtıktan sonra içeri girdi. Evi oldukça sadeydi. Bir uyum yoktu ama kahverengi ve siyah ağırlıklı döşenmişti; göze batmıyordu. Kahverengi koltuğu hafif tozlu görünüyordu, ortadaki sehpada yemek kalıntıları vardı. Mutfak barı olduğumuz yerle mutfağı ayıran tek sınırdı. Mutfakta yıkanmamış bir sürü bardak olduğunu gördüm. Bakışlarımı içeriye tekrar çevirdiğimde bir müzik seti gözüme çarparken ayakkabılarımı yere bıraktım. Ayakkabılarım tıkırtılar eşliğinde yerle buluştu. Bu Gemballa adamın dikkatini çekmişti. Dönüp ne yaptığıma baktı. Bir şey yapmıyordum, sadece koltuktaki tozları silkelememek için kendimi zor tutuyordum, o kadar. Bir süre hareketlerime baktı. Hareketsizliğimi izledi. Hemen ardından ise içeriye açılan bir başka kapıdan geçerek gözden kayboldu. Önce tereddüt ettim ama sonra tozlar yüzünden alerjimin tutacağını düşünerek kanepeyi silkelemeye çalıştım. Elbette bir bez gibi silkelemekten bahsetmiyorum. Ellerimle nazik bir şekilde tozları süpürüyordum ki bir elin baldırlarımda gezdiğini hissettim. Sıcak parmaklar aç bir kurt gibi baldırımdan kalçama doğru çıktı. Parmaklarını tenime öyle bastırıyordu ki acıdan inledim. Elimle beni pençeleyen adamı ittirmek için hamle yapacaktım ki adam havadaki elimi bileğinden yakalayıp bel boşluğuma bastırdı. "Bu gece kimseyi becermeyi planlamıyordum aslında." Dedi adam üzerimden eğilip kulağıma doğru. Pençesini baldırımdan çekip boğazıma götürmüştü. Arkamda olmasından ve boğazımı yakalamasından dolayı kalçalarım yusyuvarlak ortaya çıkmış, belim neredeyse kırılacak kadar gerilmişti. İşin açıkçası tam olarak pozisyondaydım. Kıpırdandım ama buna izin vermedi. Kasıklarını kalçalarıma bastırdığında adamın çoktan erekte olduğunu hissettim. Isınıyordum. Boğazımdaki elini çeneme çıkartıp arkama bakmamı sağladı. Üzeri çıplaktı ama altında hala pantolonu vardı. Hareket etmeyeceğimden emin oluncaya kadar pozisyonumu sabit tutmaya ve erkekliğini sürtmeye devam etti. Arkamdaki gittikçe büyüyordu ve ben asansörde aştığım o sınıra yine yaklaşıyordum. Çıkıntısını o kadar sert bastırıyordu ki tangamın kumaşı resmen içime gömülmüştü ve aslında sınırı aştığımın en bariz ispatı dudaklarımdan akan zevk suyumdu. Tangamı ıslatmıştı. Bu farkındalıkla adama bakarken dudağımı ısırdım fark etmeden. Adam sinyal buymuş gibi boynumdaki pençesini sırtımdan kaydırarak kalçama getirdi ve oldukça gaddar bir şekilde kalçamı tokatladı. Adamın gözlerinde ilk defa bir duygu yakaladım. Şehvet. İçime girmek için sabırsızlanıyordu. Artık onun için bacaklarımı aralayacağımdan emin olan adam sertçe beni koltuğa iterken kendi pantolonunu çıkarmakla meşguldü. Koltuğa düşüp döndüm. Çorabımı çıkartıp önünde efendisini bekleyen bir köle gibi beklemeye başladım. Domine edilmekten hoşlanırdım. Belli ki adam da domine etmekten hoşlanıyordu. Erkekliği tahmin ettiğim gibi büyüktü. Kadınlığım gibi ağzım da sulanmıştı doğrusu. Bana bakarak sıvazlamaya başladı. Bu sırada eteğimi yukarı çıkarmış bacaklarımı elleriyle aralamıştı. Göz kontağını kesmeden tangamı sıyırıp kendimle oynamaya başladım. "Dokunma." Diye emir verdi sertçe. Hemen ardından beni koltuktan çekerek dizlerimin üzerine çöktürdü. "Sularının akmasını istiyorum." Diyerek başımdan tutup ağzıma vermeye başladı. Hiç acıması yoktu. Bir alışma süreci bile tanımamıştı. Gırtlağıma kadar bastırıyordu. Hazırlıksız yakalandığımdan nefessiz kalmıştım. Öğürüyor, nefes almaya çalışıyordum ama buna bir süre izin vermedi. Gırtlağımda git gel yapıyordu ve aletini asla ağzımdan çıkartmıyordu. Görünürde zevk almıyordum ama kadınlığım sırılsıklamdı ve bana sikilmek için yalvarıyordu. Nefessizlikten yaşaran gözlerimi kapatıp kendime lanet ettim. Yine her zaman olduğu gibi azdığımda terbiyeyi elden bırakıp bir fahişe gibi düşünmeye başlamıştım. Nihayet ağzımdan çıktığında dudaklarımdan salyalar akıyordu ve nefes nefeseydim. Nemli kirpiklerimi kırpıştırıp adama baktım. Elime aletini verip toplarına yönlendirdi bu sefer de. Aşağıya eğilerek ilgilenmeye başladım. Erkekliği elimi becerirken bir yandan da göğüslerimi okşuyordu. Sessizlik içinde beceriyordu beni. Bu daha da tahrik ediciydi çünkü arzudan vücuduma yayılan kanın akışını duyuyordum adeta. Şehvetten bir nabız gibi atan kadınlığım kulaklarımı yırtıyor, ihtirasla yanan kanım vücudumu alev alev ısıtıyordu. Birden saçımdan yakalayıp ayağa kaldırdı beni. Şaşkınlıktan savrulan bedenim her şeyini bırakmıştı. Buna kızar gibi elimi erkekliğine götürüp okşattı. Bir kez göstermesi devam etmem için yeterliydi. Ben ellerimi onun için kullanırken o kadınlığıma dokundu. "Sırılsıklamsın." Dedi tehlikeli bir tonda. Dudaklarımı okşayıp orta parmağını içime soktu birden. İnledim. Ya ön sevişmeden hoşlanmıyordu ya ani hamlelerle kadınları inletmeyi seviyordu. Bilmiyorum hangisi ama acıyla zevki aynı anda tattırıyordu. Parmaklarıyla içimi, erkekliğiyle elimi beceriyordu. Göğüslerimi sırayla ama sabırsızca emiyordu. Diğer eli bedenimi sabit tutmak için belime dolanmıştı. Kordineyi sağlayacak üçüncü bir eli olsa ağzımı da boş bırakmayacağını anladım. Tüm noktalarımdan uyarılmak bedenimi sınıra taşısa da bu bana yetmemeye başladı. Erkekliğini içimde hissetmeliydim. "İçime gir," diye inledim tiz bir şekilde. İçimdeki parmak sayısını ikiye çıkartıp parmaklamayı hızlandırırken dudaklarını kulaklarıma çıkardı. Hem içime parmaklarını sokuyor hem de parmaklarını içeride sağa sola ittiriyordu. Zevkten gözlerim kayarken soludu. "Ne yapayım?" Yalvarırcasına inledim. "İçime gir!" Daha da hızlandı. "Anlamadım." Yalvarmamı istiyordu. Bu kadar tahrik olmuşken elbette yalvarırdım. "Becer beni." "Seni sikmemi istiyorsan beni sik, de." Dedi tehlikeli bir tonda. Geriye doğru gerilirken inledim. İstediğini söylemediğim için daha sert parmaklıyordu şimdi beni. Nefes nefese boynuna tutunup dişlerimi omzuna geçiriyorken üçüncü parmağını zorladığını fark ederek kendimi kastım. Geniş bir erkekliği zor da olsa içime alabilirdim ama üç parmak... Benim için zordu. "Sik," dedim soluk soluğa parmağından kaçarak "Sik beni." Parmaklarını son bir kez tüm gücüyle içime iterken "Fahişe." Diye soludu. Beni kucağına alarak kollarını bacaklarımın altından geçirip kasıklarımı karnına yasladı. Erkekliğinin başı kadınlığımın dudaklarını yalıyordu. Kollarını indirerek başını dudaklarımın arasına soktu. Erkekliğinin ıslak kadınlığımın ağzında kayışını hissediyordum ve birden kendini içime ittirdi. Yine bir ön sinyal yoktu. Zevkten başımı geriye atıp dudaklarımı ısırdım. Uzun zamandır sevişmemiştim ve erkekliği içimin darlığını yırtıyordu. "Evet bebeğim kas kendini." Dedi zevkle. Bunu bilinçli yapmamıştım ama emreden tonuyla içimi kasmamı söyleyince daha da kasarak ikimize birden zevk vermeye başladım. "Fahişe," dedi tekrar. Dirty talktan hoşlanırdım ama başlatan taraf olmazdım ama adam bana fahişe dedikçe gaza geldim. Bana zaten alttan pompalıyordu ama sözlerinin hakkını vermek istedim. O pompalıyorken bende kucağında zıplamaya başladım. Keyifle kahkaha atıp "İşte benim orospum." Dedi. "Zıpla." Konuşması beni delirtiyordu. Zıvanadan çıkmış gibi inip kalkıyordum zevkle. Boynuna tutunup kalçalarımı sallarken gözleri kaydı zevkten. Bu kez ben inletiyordum onu. Bu hoşuma gitti ama kontrol hala ondaydı. Kanepenin ucuna oturup kollarımı belime bastırarak genişçe açtığı bacaklarıyla kadınlığımı ortaya serdi. Onun üzerinde, bacaklarım ikiye ayrılmış vaziyette, göğsüne yaslanmış haldeydim. Oldukça seri hareketlerle içime girip çıkmaya başladı. Alnından ter süzülüyordu ama hızını asla kesmiyordu. Titremeye ve kasılmaya başlamıştım. Zevkten yerimde duramıyormuş gibi başımı sağa sola sallıyordum ve birden patladım. Bunu fark ederek olabilirmiş gibi daha da hızlandı. Belimdeki kollarıma sertçe bastırarak "Geliyorum." Dedi güç bela. "İçime gelme." Dedim ama çok geçti. Son kez abandığında içime fışkırdığını hissettim. Soluk soluğa kalktım üstünden. Hemen tuvalete giderek temizlenmeye çalıştım. Aptal herif. Tek gecelik ilişkilerde içeri gelmemesini herkes bilirdi. Ya döngümün en verimli günündeysem ve hamile kalırsam? Gerçi bunun ihtimal dahilinde olmadığını biliyordum ama yine de... Aptal herif! Geri döndüğümde kanepede boxerıyla oturmuş sigara içiyordu. Pencereden giren güneş ışığına gözlerim kamaşarak bakarken ben de yerden tangamı alıp bacaklarımdan geçirdim. Hareketlerimi takip ediyor ama asla bir mimik yapmıyordu. Sanırım en çok mimik ve jest yaptığı, en azından konuştuğu zaman seks yaptığı zamandı. Yırtık çorabımı da bacağıma geçirdikten sonra yanına çökerek bir sigara da ben yaktım. "Zoe." Dedim sigaranın yarısında. "Chase." Dedi. Demek adı Chase'di. Gemballa adam demekten daha kolaydı en azından. Bir an bana döndü baktı ve önüne dönerken parmağıyla boynumu işaret etti. "Morarmış." Elim otomatik olarak boynuma gitti. Hard takılmıştık, savaş yaralarım olduğunu tahmin ediyordum doğrusu. Mesela kollarımda da muhakkak parmaklarının izi vardı. Elimi geri indirip Chase'e döndüm. "Birkaç saat kestirebilir miyim?" Derin bir nefes alıp tekli koltuğunda duran yastığı ve battaniyeyi göstererek yatak odasına doğru ilerledi. Koltuk pek rahat değildi ama en azından Chase'le yaptığımız boğa güreşinden sonra üzerinde toz kalmamıştı. Birkaç dönme, oflama, puflamadan sonra nihayet uyudum ve uyandığımda saat öğleden sonra ikiye geliyordu. Gözlerimi ovuşturup koltukta toparlandım. Telefonumda Natt'ten gelen mesajlar ve aramalar vardı. Birisinde eve hatun atacağından ve eve gelmememi istediği bir mesaj yazıyordu. Dün geceki hatunu eve atmış olmalıydı. Diğeri ise daha yeni atılmıştı ve peşi sıra birkaç arama vardı. 'Sana uygun bir işim var. Çabuk dön bana. -Natt' Aslında bundan emin değildim. Natt tekin işler yapmazdı; bana son işi düştüğünde üçüncü sınıf bir kumarhanede ki batakhane çok daha doğru bir terim olur, kurpiyer olmuştum. Daha sonra bir polis baskınındaysa beyaz kadın ticareti yapan bir batakhane olduğu tescillenmişti zaten ama öte yandan paraya ihtiyacım vardı. Günlük işler iyiydi ama elime düzenli para geçmesini tercih ederdim. Natt'i arayıp koltukta oturdum. "Hey güzellik." Diyerek açtı telefonu. "Nerelerdesin?" "Bir yerlerde işte." Diye geçiştirdim. Sormazdı da zaten. "Peki, lafı uzatmayacağım." Dedi yekten. Natt'in en sevdiğim özelliği buydu. Lafı uzatmazdı. "Birkaç saatliğine rol kesebilir misin?" Oyunculuğum fena değildi. Son dört yıldır pasaportsuz bir Türk olarak doğuştan bir Fransız'mışım gibi burada takılıyordum, değil mi? Birkaç kez polis çevirmesine takılmıştım ve akıcı Fransızca'm sayesinde hiçbir şey çakılmamıştı ve elbette akıcı Fransız hareketlerim sayesinde de. Natt bile beni bir Fransız sanıyordu. Teşekkürler sevgili dadım, Madam Lane. "Tabii." Dedim Natt'i daha fazla bekletmeyerek. "Yaparım. Peki ne yapacağım?" "Şu büyükler için şakalar hazırlayan şirketi hatırlıyor musun?" Hatırlıyordum. Sevimli bir mizah anlayışları olduğunu söyleyemezdim. Natt son işinden döndüğünde iki dişi kırıktı ve sol kolu çatlamıştı. Bir cinayet gördüğünü iddia ederek mekândan kaldırdıkları adamı tartaklayıp korkutacaklardı güya. Sonra da bu olayların kamera kaydıyla, arkadaşınız size bu şakayı satın aldı yapacaklardı adama. Şaka yaptıkları adam ninja çıkmıştı. "Bu gece için bir kadına ihtiyaçları var." Sağ olsunlar ama ben almayayım. Kıçımı elime verecekleri bir organizasyona dahil olmak istemiyordum. "Tek yapman gereken iş ortaklarıyla yemek yiyen bir adamın masasına çöküp onu rezil etmek." Kim, niye böyle bir şaka satın alırdı ki? Bu insanların hiç mi mizah anlayışı yoktu? İç çekerek "Bak Natt," diye girdim olaya. "Bu biraz riskli değil mi?" "Tek bir gece ve 500 euro tak cebinde." Tek bir gece için iyi paraydı doğrusu. "Detayları şirket verecek zaten," dedi Natt ısrarla. "Talimatları uygula o kadar." Cüzdanımdaki tek başına yatan 20 euroya baktım. Tek başına üşüyor olmalıydı. "Ve artık benden para istemenden de bıktım." Dedi Natt biraz sonra kızgın bir tonda. Haklıydı, ne diyebilirdim? "Peki," dedim gönülsüzce. "Bana patronun adresini ver de ne yapacağımı, adamı nerede bulacağımı öğreneyim. *** - - - Not: Nasıl buldunuz? İlk mafya temalı hikayem ve ilk defa kötü erkek karakter yazmaya çalışıyorum. Eleştiri , öneri ve düşüncelerinizi merakla bekliyorum. :)) Beni yorumlardan eksik etmeyin. Bu arada merak edenler için Picarist: Cinsel birleşme sırasında partnerini kesmekten ve delmekten hoşlanan kişi. Bu kişiler keserek, delerek, kan akıtarak tahrik olur.
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE