Karanlık yolda gözlerim yaşlarla dolu kör gözlerle koşarken, ne yeni dökülmüş asfalt ne alışık olmadığım topuklu ayakkabılarım ne de akıp yüzümde siyah izler bırakan makyajım umurumdaydı.
Ben bu hale nasıl gelmiştim? Tüm bunların olmasına nasıl izin vermiştim? Hepsi benim mi hatamdı? Hayır bu hastalıklı, tehlikeli oyunda tek hatam sevmekti benim. Ya da belki sevdiğimi sanmak... Geri kalan tüm günahlar onun eseriydi. Topuklu ayakkabılarım çakıl taşlarına takılınca en sonunda tökezledim. Dizlerimin üzerine düştüğümde boğazıma takılan sessiz hıçkırığı salıvermiştim.
Sonra onu duydum.
Adımı bağırmıştı ardımdan. Dönüp bakmayacaktım. Yüzünü bir kez daha görmek istemeyecek kadar nefret doluydum ona. Ancak ikinci bir ses arkamda ismimi seslenerek yankılandığında, korkuyla ve yaşadığım her şeyin utancıyla başımı çevirmek zorunda kalmıştım.
Başım gecenin içinde, sarı silik bir sokak lambasının altında bana seslenen iki adama doğru döndü.
Biri abimdi. Benim korkuyla başımı çevirmeme neden olan kişi.
Diğeri, diğeri ise benim ruhumu yavaş yavaş parçalayan adamdı; abimin en yakın arkadaşı...
*****
Onu ilk gördüğümde henüz on iki yaşındaydım. Abim yeni üniversiteye başlamıştı ve üniversitede tanıştığı yeni arkadaşlarıyla beraber yaz tatiline çıkmaya karar vermişlerdi.
Sadece on dakika kapıdan görebilmiştim onu. Abim eşyalarıyla arkadaşlarının yanına giderken, kapıdan onu uğurlamak için çıkmıştım. Dışarıda bekleyen dört arkadaşının içinden gözlerim hayranlıkla ona takılmıştı. Daha henüz çocuk sayılabilecek küçük bir kızdım. O zaman hissettiğim tek şey hayranlıktı. Yanında onunla yaşıt çok güzel bir kız koluna asılmış ve kapıda duran beni fark ederek
"Yiğit kız kardeşin mi? Çok tatlıı..." demişti uzatarak. Sonra şirin bir ifade takınarak yanıma gelmişti.
"Ne kadar güzel gözlerin var senin böyle. Bal rengi." demişti.
Bense asıl onun yeşil gözlerinin güzel olduğunu söylemek istemiş ama susmuştum. Çünkü çok küçük yaşlardan beri gerçekten samimi olan davranışları fark eder ve sahte bir ilgiyle yaklaşan, rol yapan insanlardan nefret ederdim.
Gerçekten benden hoşlandığı için değil, herkese özellikle ona ne kadar sevecen olduğunu göstermek için böyle yaptığını fark etmiştim. Sonra dönüp benim başından beri hayran olduğum kişiye sormuştu.
"Ozan sence de öyle değil mi?"
Adı Ozandı. İsmini ilk defa başka bir kızın ağzından duymuştum. Sonraki yedi sene boyunca da onun ismini hep farklı farklı kızlardan duyacaktım. Etrafında hep kızlar olmuştu. Çok güzel kızlar...
Ozan ise o zaman bile sadece bana kısa bir bakış atmış ve kız arkadaşına dönüp "Hadi gidelim artık... Yoksa öğle güneşine kalacağız." demişti.
Sonraki dört sene boyunca abimlerin tatili bir yaz geleneği haline gelecekti. Her zaman Ozan en yakın arkadaşı olarak gelir; yanlarındaki kişiler değişirdi. Abimi çok severdim. O da beni. Eve geldiğinde sürekli bana Ozan'ın macera tutkusundan, zekasından yaptıkları şeylerden bahsedendi. Ozan'ı yılda sadece bir kaç gün görsem de, o zamana kadar bir tek kelime bile konuşmamış olsak da onu tanıyor gibiydim.
On altı yaşıma geldiğimde yani abimlerin üniversitedeki son senesinde Ozan ile birlikte Avrupa'da bir tren turu yapmaya karar vermişlerdi. Uzun bir tur yapacakları için abim gitmeden bizim yazlıkta biraz bizimle vakit geçirmek istemişti. Son iki gün Ozan da aramıza katılmıştı.
Onun geleceğini öğrendiğimde çok heyecanlanmıştım. Daha önce hiç bizimle kalmamıştı. O zamanlar bu benim için sevdiğim bir aktörle aynı yerde bulunmak gibi bir şeydi. Yani ben sadece onun gizli, küçük hayranıydım. O ise bir hayaldi ve zaten o yaşta imkânsızdı benim için. Beni ancak bir çocuk gibi görebilirdi. Gerçi artık değişen vücudum çocuk olmadığımı kanıtlar nitelikteydi ama yine de o yaşta bir erkeğin gözünden ben bir
çocuktum sadece. Üstelik etrafımda yaşıtım birçok erkeğin dikkatini çektiğimin de farkındaydım. Ancak nedense etrafımdakilerin hepsi çok çocuksu, saçma geliyordu bana. Yani kimseyi küçümsediğimden değil... Sadece istemsizce onunla karşılaştırıyordum. Üstelik böyle işleri beceremeyecek kadar çekingendim.
Ancak Ozan'ın benim için bir hayal olduğunu biliyordum. Hem ben de fazlasıyla gururlu biriydim. Ona hayran olduğumu belli etmektense Lunaparkta en korkutucu aletlerde bir gün geçirmeyi tercih ederdim ve inanın lunaparkta tek binebildiğim alet çarpışan otomobildi. İnanılmaz bir yükseklik korkum olduğu için o aletleri izleyemezdim bile.
Yani demek istediğim Ozan ile sadece iyi bir sohbet ve arkadaşlık kurabilirdim belki şu iki günde. Ya da beni her zamanki gibi görmezden gelirdi. Ben de bu duruma sesimi çıkarmazdım ve her zamanki gibi fazlası için uğraşmazdım yine.
Sadece hiçbir şey tahmin ettiğim gibi olmamıştı.
O gün sabah erken saatlerde her yerde Fıstığı aramıştım. Fıstık benim üç yıldır büyüttüğüm köpeğimdi. Kışın deniz kenarında bizden birkaç sokak uzakta yaşayan anneannem bakardı Fıstığa. Yazlarıysa benimle beraberdi. Bazen kafasına esip anneannemin evine giderdi. Bu yüzden yine oraya gitmiş olabilir diye tam sokağın başına çıkmıştım ki Fıstığın çöp kutusunun yanında uzanmış bedenini gördüm. Şaşırarak yanına gittim.
"Fıstık sen ne yapıyorsun orada kızım?"
Normalde sesimi duyduğunda hemen canlanan köpek bu kez tepki vermemişti. Ben de yanına gidip uzun kulaklarıyla oynadım. Bunu yapmamdan nefret eder kulaklarını oynatıp hırlardı hemen. Ancak Fıstık yine tepki vermedi. O zaman bir terslik olduğunu hissetmiştim işte. Korkuyla Fıstığı daha iyi görebilmek için etrafında dolanmıştım.
Ağzında kan vardı. Vücudu cansız, hareketsiz öylece yatıyordu. Gözlerime yaşlar hücum ederken korkarak elimi burnuna götürdüm.
Nefes almıyordu!
Gözlerim akmaya zorlayan yaşlarla bulanıklaşmıştı ancak öfkem, öfkem o kadar büyüktü ki... Hızla doğruldum. Bahçe kapısına nasıl geldiğimi hatırlamıyordum bile. Niyetim evin içinden ön tarafa geçip karşı komşuyu bulmaktı. Onun yaptığını biliyordum. Karşıdaki adam Fıstık ile ilgili birkaç defa kapımıza dayanmıştı. Üstelik Fıstık çok uysal ve sessiz bir köpekti! Ne istemişti zavallı hayvandan!
Tam ön kapıya açmıştım ki aniden ona çarptım. Kapının önünde eli havada kalmış şaşkınlıkla bana bakan Ozan'a...
Ancak onu bile gözüm görmeyecek bir haldeydi. Hızla elimle kendime yol açarak karşı kapıya doğru ilerledim. Kapıyı kırarcasına yumrukluyordum. O esnada Ozan'ın hala beni izlediğinin farkında bile değildim. Karşıdaki yüz kiloluk insan müsveddesi kapıyı açtığında korkusuzca yüzüne bağırmıştım.
"Sen yaptın değil mi? Seni cani herif! Ne istedin zavallı hayvandan? Ne zararı vardı sana? O da senin gibi nefes alan bir canlı bunu algılayamıyor musun? Katilsin sen!!!"
Daha fazlasını da bağıracaktım öfkeyle ancak karşımdaki adam üzerime doğru kızarmış bir suratla yürürken bir el beni bir anda geriye çekmişti. Kapıdaki adam pancar gibi olmuş suratıyla bana bağırırken aramıza giren kişiye bakamamıştım bile. Adam ağıza alınmayacak küfürler ediyordu suratıma ve aramızdaki tek şey de... dönüp beni tutan ellere baktım.
Ozandı.
Her zamanki ciddi, soğuk, sarsılmaz ifadesiyle bir gram etkilenmiş gözükmeden benim tepinen bedenimi tutmuştu. Şaşkınlıkla ona bakarken bana doğru oldukça öfkeli bir yüz ile döndü. Daha da şok olmuştum.
"Cemre eve git!" dedi itiraz kabul etmeyen bir sesle.
Öfkesine mi, adımı bilmesine mi şaşırsam emin değildim. Tamam, elbette adımı biliyordur yani ama aklında tutmuş olması şaşırtıcıydı.
Sonra kapıdaki adam bir kez daha tehdit dolu ifadelerle üstümüze yürüyünce Ozan adama doğru döndü.
Dişlerini sıkarak adama doğru konuştu.
"Küçük bir kızı tehdit edip kendine adam mı diyorsun lan sen? Senin muhattabın bu kız değil! Şimdi biz seninle adam gibi konuşacağız anladın mı?"
Sözleriyle bir kez daha şok olmuştum. Küçük bir kız çocuğu mu? Tüm öfkemi Ozan'a yöneltmiştim o anda. Ozan da bana aynı öfkeli gözlerle bakıyordu.
"Cemre eve git dedim!"
Öfkeyle burnumdan soludum.
"Sen bana ne hakla karışabiliyorsun? Erkek olduğun için söz sahibi mi olduğunu sanıyorsun şimdi? Bu mesele beni ilgilendiriyor anladın mı? Ben hiçbir yere..."
O an arkadan duyduğum sesle susmak zorunda kalmıştım. Abim gürültümüzü duyup kapıya çıkmıştı. Hızlı adımlarla yanımıza geldi.
"Cemre ne oluyor burada?"
Hiçbirimiz konuşmaya fırsat bulamadan hayvan katili konuşmuştu.
"Kardeşine biraz edep öğret, edep!! Olur olmaz iftiralarla kapıma dayanıyor... Pireli bir kancık yüzünden elimden bir kaza çıkacak şimdi. Siz adam edemediyseniz ben hakkından gelmeyi bilirim."
Abimin yüzü öfkeyle kasılmıştı. Halbuki abim dünyanın en sıcakkanlı, en ılımlı insanlarından biriydi. Ancak o şerefsiz adam yerine bana döndü bakışları.
"Cemre sen eve git canım." dedi.
Hissettiğim acıyla küçük bir itiraz cümlesi çıktı ağzımdan.
"Ama..."
Abim tekrar ikna edici ama yumuşak bir tonla 'Cemre...' dedi. Ve ben teslim olarak eve doğru yöneldim. Kapıya geldiğimde arkamı dönüp bakmıştım ve Ozan'ın adamın üzerine doğru yürüyüp bir şeyler söylediğini görmüştüm. Her ne söylediyse adamın rengi solup geriye doğru bir adım atmıştı. Daha fazla izlemeyerek içeri girdim.
Benim içim daha soğumamıştı.
Fıstık o gün ölmüştü ve biz Ozanla sonraki iki gün hiç konuşmadık. Sanki anlaşmışız gibi birbirimizden uzak duruyorduk. Sanırım bu olay aramızdaki ilişkiyi garip bir şekilde etkilemişti. Ozan, o iki günde anne ve babama oldukça saygılı davranmıştı. Hal ve hatırlarını sorup düzeyli bir muhabbet kurmuştu.
Önceden onun için görünmezdim.
On altı yaşına geldiğimde, o olaydan sonra birden görünür olmuştum. Bunu biliyordum çünkü sonraki iki gün boyunca birkaç kez bakışlarımız karşılaşmıştı.
Artık beni görüyordu. Ancak benimle konuşmuyordu. Ta ki dört yıl sonraki o güne kadar...