1.bölüm
Keyifli okumalar
Aşk, güven, sadakat neydi?
Cem bana bir resim ile birlikte mesaj gönderdiğinde Masal'ı yıkamıştım ve kıyafetlerini giydiriyordum.
Resimde açık saçık giyinen bir kadın ve altında da 'Bu kız abimin asistanı ve maldan çalıyor. Kem gözleriyle yuvanızı yıkmaya çalışmasına izin vermeyin.' yazan bir mesaj vardı. Ve bu mesaj Cem'den gelmişti.
İçimdeki kıskanç kadın ayağa kalkıp horon tepmeye başlarken, ne ara Masal'ı giydirdim ne ara Emre'nin kucağına verip, Sena'yı aramasını söyledim bilmiyorum ama kendime geldiğimde şirkete gelmiştim ve asansöre biniyordum.
Can'a olan güvenim sonsuzdu ama etraftaki kadınlara özellikle giyinmeyi unutan kadınlara güvenmiyorum, güvenemiyorum...
Kata çıkıp asansör indim. Can'ın odasının önünde geldiğimde asistan masasının boş olduğunu gördüm. Derin bir nefes alıp kapıya döndüm ve elimi kapı koluna koydum. Açtığımda ise...
Gömleğinin yarısı açık bir şekilde göğüsleri sutyeni ile birlikte sergilenen, ruju dudaklarından taşıp dağılmış bir kadın...
Yüzünde yer yer ruj lekeleri ve boynunda gömleğinde de bu lekeleri barındıran, benim ilk ve sonum olacak aşkım, Can...
Nefesim kesilmişti olduğum yerde donmuştum. Hareket edemiyordum. Öylece beni boynuzlayan Can'a ve boynuzlanmama yardımcı olan kadına bakıyordum. Bunu nasıl yapmıştı bana?...
"Levlâ..." diyerek bana doğru bir adım attığında ne ara elimi kaldırıp onu durdurdum bilmiyorum. Veya,
"Allah kahretsin!" diye ne ara bağırdım, ne ara arkama dönüp asansöre bindim de kapanan kapının arasından Can'ın hâlâ ruj ile boyanmış yüzünü gördüm bilmiyorum.
Yaşlar gözlerime doluşurken bulanık bakışlarımla ilk katın düğmesine bastım. Bulanık bakışlarım ile kapılar aralandı ve güneş ışıkları beni buldu.
Kendimi dışarı atıp kaldırımda kırmızı ışığın yeşile dönmesini beklerken sanki adım seslenildi. Ağladığım için kulaklarım uğulduyordu ama bana Can'ın çağırdığına emindim. Yeşil ışık yanmıştı ama ben geçmedim ve dönüp bana bakan Can'a baktım.
Bir şeyler söylemişti ve şimdi de kırgın kalbimden yansıyan gözlerime baktı... Kırıldı, incindi, acımı anladı... Ama yaşadığım acının aynısını yaşayamadı... Yaşayamazdı. Çünkü ona asla böyle bir acı yaşatmazdım!
Önüme dönüp karşıya doğru koşmaya başladım. Geri dönüp bakmayacaktım. Ne olursa olsun bir kez daha o kadının izleri olduğu o yüzüne bakmayacaktım. Ki o kulaklarımı zorlayan sesi duyana kadar.
Arkamı dönmem ile birlikte Can'a bir araba çarptı ve çarpmanın etkisiyle cam kırılırken Can önce havalandı sonra da yere çakıldı.
Benden habersiz bir şekilde çıkan çığlıklarım bedenimin sanki birden alev almasındandı. Can'ım yatıyordu, hem de kendinden oluşan kan gölünde...
***
Ruhum çekmişti...
Kalbim atmayı bırakmıştı...
Her an ölecekmişim gibi...
Soluğum boğazımda tıkalıydı...
Göz pınarlarım sanki kurumuştu...
Ağzım dilim tutulmuştu...
Konuşamaz haldeydim...
Peki kaç saattir?
Tam tamına beş saattir. Hatta beş saat on üç dakika yirmi üç saniye. Yirmi dört... yirmi beş... yirmi altı... yirmi yedi...
"Kendine gel! Bırak artık şu saate bakmayı! Abim ameliyata girdiğinden beri transa geçmiş gibisin!" diye bağıran kimdi sesinden bile çıkaramayacak haldeydim. Çünkü Can'ım yanıyordu... Çünkü Can'ım içerde öylece yatıyordu...
Gözlerimi, beş saat on dört dakika on üç saniye sonra ilk kez çekip yanımda bana endişeli bir şekilde bakan Cem'e çevirdim.
Ne yani benim için mi endişeleniyordu? Benim yüzümden içerde yatan Can için değil mi?
"Cem..." dedim saatler sonra araladığım ağzımı aralayarak, kuruyan boğazımla ve damağıma yapışmış dilimle.
"Can, beni aldattı. Aşkıma, aşkımıza ihanet etti. Dayanamadım o görüntüyü görmeye. Gittim, uzaklaştım oradan. Ama benim peşimden geldi ve ona benim yüzümden araba çarptı. Şimdi ise içerde benim yüzümden yatıyor."
Cem birden bana sarılınca hıçkırarak ağlamaya başladım. Şimdi ne olacaktı? Can şuan ne durumdaydı? Ben ne yapacağım? Hayatım ne derece değişecek?...
"Abim seni seviyor yenge. Asla ama asla böyle bir şey yaptığını sanmıyorum. Bu işte başka bir iş var! Ve ben ne olduğunu öğrenip geri geleceğim."
Cem sarıldığı gibi birden çekildi ve koşarak hastaneden çıktı. Peki ben? Ben yine bakışlarımı saate çevirip dakikaları ve saniyeleri saymaya başladım. Taa ki saatin hemen altındaki çift taraflı otomatik kapı açılıp, içerden doktorlar çıkana kadar...
Herkes doktorun yanına koşturup Can ile ilgili sorular sorarken bende yanlarına ilerledim. Adam yavaş bir şekilde ağzından maskesini indirdi ve hüzünlü yüzüyle birlikte herkese baktı.
"Ameliyat çok zor geçti. İki kez kalbi durdu." dedi ve kalbim atmayı bıraktı. O benim kalbimdi nasıl bana ihanet edip durabilirdi?
"Kafasından büyük bir yara oluşmuş. Ne yazık ki hayati tehlikesi devam ediyor."... dedi Can'ıma. Ama nasıl...?
Doktor söylediklerine devam ederken kulaklarım uğuldamaya başladı. Gözyaşlarım beni bir bir terk ediyordu. Hayatım solmuştu sanki... Renkler anlamsızlaşmıştı... Şuan nereye gittiğimi bile bilmez bir haldeyim.
Dün herşey güzelken, şimdi ne olmuştu bize böyle? Can bana bunu nasıl yapmıştı? Bana, benim aşkıma nasıl ihanet etmişti?
Ondan o şekilde intikam aldım diye mi böyle yapmıştı? Ne yani beni affetmeden mi şirkete gitmişti? Hayır affetmişti! Sarılmıştı, öpmüştü! Beni sevdiğini söylemişti!
Beynimde boyumu aşan milyon tane soruyla, kalbim aşkından uğramış ihanetiyle, canım hem ihanetten hem de canıyla uğraşan aşkımdan yanarken, gözlerimden akan yaşlar bir saniye olsun dinmezken, midem ayaklandı ve kendimi tuvaletteki lavabolardan birinde kusarken buldum.
Belki beş belki de on dakika kustuktan sonra ruhum sanki bedenimi terketmiş gibi ayakta duracak halim kalmamıştı. Kendimi bok gibi hissederken bir bok çuvalı misali duvarın dibine çöktüm.
Haykırıyordum, ağlıyordum, yeri geliyordu çığlık atarak bir şeyler söylüyordum. Ama ne dediklerimin farkındayım nede idrak edebilecek bir durumdayım.
Taa ki yanağım da hissettiğim sızıyla birlikte kafam yana düşene kadar. Bu yanağımda hissettiğim acı, sızı da ne? Ne oldu veya neden oldu?
Sorularıma cevap bulmak için kafamı kaldırdığımda Cem ile göz göze geldim. Ne zaman yanıma gelmişti? Peki neden bana vurmuştu? Gerçi içimdeki hiç bir acıya benzemezdi ya o ayrı konu...
Peki içimdeki acı neyin acısı? İhanetin mi, yoksa Can'ın çektiği acı mı? Can ne demiş benim, bizim için?
Bizim ruhumuz bir...
Ama haksızlık değil mi? Bende zaten ihanetinin acısı varken bir de bedenen olan acısını hissetmem, gerçektende fena yakıyor...
"Yenge! Kendine gel artık! Benim dediklerimi duyuyor musun? Bana cevap ver! Bak korkuyorum!" diyerek bas bas bağırdı. Tabi birde iki kolumdan tutmuş, beynim yerinden oynayacak şekilde sarsıyordu.
"Cem, bırak beni!" dediğimde, durdu ve ellerini alnına koydu. Kafamı duvara yaslamak amaçlı kaldırdığımda tüm herkesin burada olduğunu gördüm. Ama gözlerim sadece birinde takılı kalmıştı.
Asistan bozması sürtük de buradaydı. Hem de ağlıyordu! Ne yani içerde yatan kocam için mi? Ben yani karısı buradayken birde tam karşımda öyle mi?!
"Senin ne işin var burada?!" diye bağırarak ayağa kalktığım gibi itip duvara yapıştırdım.
"Yenge dur!" deyip beni tutmaya çalışan Cem'den kurtulup acıyla inleyen asistanın yanına gittim. Saçlarını çekmeye başlağımda herkes ne olduğunu neden yaptığımı soruyordu.
Kazadan sonra nasıl olduğunu anlamadığım bir şekilde kendimi hastanede Can'ın ameliyata girdiği odanın önünde saatleri dakikaları sayarken bulmuştum.
Nergis anneler gelip bir şeyler sorsada hiç bir şey söyleyecek hâlde değildim. Ki şimdi de bunları sormaları çok normal. Ama yine cevap verebilecek durumda değildim. Çünkü bir sürtüğü yok etme çabasındayım.
Yüzüne yumruk geçireceğim zaman iki kol karnıma dolandı ve beni havaya kaldırarak geri çekti. Ama asıl sorun sürtüğün saçları parmaklarıma dolaşık olduğu için yüzüstü kapaklandı.
Ama ellerimden de kurtulmuş oldu ve Cem bana sıkı sıkıya sarılı olduğu için tekrar dövmek için hamle yapamadım.
"Yenge dur dinle! Bak abim seni aldatmamış! Bi dinle ondan sonra ne yapacaksan yap!" diyen Cem, ellerimin ve ayaklarımın boşalmasına sebep oldu. Ne demek istiyor?
Sürtük asistanın yerden kalkmasına yardım eden Levent Babadan sonra bir kaç dakika kendine gelmek için bekledi. Sonra da burnunu çekip kaçamak bakışlarla gözlerime bakmaya başladı.
"Bugün, siz gelmeden önce Cem Bey bana beni kovduracağı ile ilgili bir şeyler söylemişti." dedi ve iç çekti. "İşimi seviyorum ve kovulmak istemedim. Hem de durduk yere, hiç bir suçum yokken!
Bir şeyler yapmalıyım diye düşündüm. Ne yaparsam beni kovmazlar veya kovamazlar derken aklıma şey geldi..." s
Sustu, konuşamadı. Kafasını öne eğdi ve iç çekti. Gözlerinden yaşlar ardı ardına akıyordu. Benim kalbimden akan kanlı yaşlar gibi...
"Eğer patronumu ayartırsam belki beni kovmaz dedim, kendi kendime. Yada yinede kovmak isterse şantaj yapmayı düşündüm..."
O an artık nefes almak benim için o kadar güçtü ki, çok halsiz, bitkin, yorgun ve kızgın hissediyorum.
"Odaya girdiğimde kendimce bulduğum planı uygulamaya sokmaya başladım. Bana bağırdı, kovulduğumu ve çıkmamı söyledi. Ama ben o kovulduğumu söylediği kelimeden sonra daha çok üstüne gittim. Beni itti ama pes etmedim..." Ellerini yüzüne kapatıp hıçkırarak ağlamaya başladı.
"Ben... ben böyle olacağını hiç düşünmemiştim!" diyordu. Ama umursamıyordum. Can, aşkım, hayatım, anlamım, ilkim... O beni aldatmamıştı. Ama ben ona güvenmeyip dinlememiştim bile!
Ben kaçtım ondan. Sanki vebalıymış gibi koşarak uzaklaştım. Peşimden geldi. Bana beni aldatmadığını söylemek için koştu ardımdan. Ama ben durmadım ne dediğini bile dinlemedim. Sonra da o karşıya geçmeye çalıştım.
Peki sonuç beni ikna etmek için peşimden gelen aşkıma, benim inadım ve güvenine olan inançsızlığım yüzünden araba çarptı.
Benim yüzümden ameliyathaneye girdi.
Benim yüzümden ameliyat masasında iki kez kalbi durdu.
Benim yüzümden hayati tehlikesi devam ediyor.
Benim yüzümdendi... Herşey benim suçum!
Orada durup onu dinlemeliydim! Aşkına aşkımıza güvenip bunu yapmalıydım. Ama yapmadım! Çünkü ben onun aşkına layık biri değilim! Çünkü ben sevilmeyecek bir insanım! Çünkü ben gerizekalıyım!
Can'ın yerine orada ben olmalıydım! Karşıya geçerken o araba bana çarpmalıydı! Ben olmasam da olurdu. Ama Can olmazsa olmaz! Çünkü Can sadece bana değil, kızımıza, annesine, babasına sevdiği herkese can verebiliyordu. Ben ise...
Boş bakışlarımla birlikte amaçsız ve nereye gittiğimi bilmez bir şekilde gidiyordum. Gözlerim görmüyordu. Ayaklarım nereye bastığını bilmiyordu. Gözyaşlarım bağımsızlığını ilan etmişçesine kesilmiyordu. Kulaklarım uğulduyordu. Kalbim her saniye beni suçlayan kelimeler sarfediyordu...
Boş bedenim kendince yürüyordu. Suçluluğun, vicdanın, inancımın ağırlıyla nereye gittiğimi bilmeden ve umursamadan ilerledim. Taa ki, biri bana sarılıp birlikte bir yerden yuvarlanana kadar.
Anlamsız ve boş gözlerimi açtığımda altımdaki bedene baktım. Uzun zamandır görmediğim mavi gözlü, sarı saçlı ve iki metre boyuyla Chris, çatık kaşlarıyla ve ateş saçan gözleriyle, sertçe bana bakıyordu.
Kendimi geri çekip kaldırıma oturduğumda bir kaç arabanın durduğunu ve araba sahiplerinin inip bana baktığını gördüm. İşte o an anladım ki, Chris olmasaydı bende şuan Can gibi kaza geçirmiş olacaktım.
"Sizden özür dilerim, hiç iyi zamanlar geçirmiyorum." dedikten sonra adamlar tedirgin bir şekilde arabalarına binip gittiler.
"Delirdin mi sen?!" diye oldukça yüksek ve bir türlü düzelmeyen aksanıyla birlikte bağırdı, benim gibi yanıma oturduktan hemen sonra.
"Yaşamayı haketmiyorum!" dediğim gibi kafamı Chris'in göğsüne koyup kaldığım yerden ağlamaya hem de hıçkırarak devam ettim.
"Ne oldu da böyle diyorsun?" deyip kafamı okşadı.
"Ben aşkına layık olamadım. O bana hep her zaman sonuna kadar güvense de ben ona güvenip dinlemedim. Kaçtım, peşimden geldi. Sonra... sonra..." söyleyemiyordum, nasıl söyleyebilirdim ki?
"Sonra ne?"
"Sonra..."
"Levlâ!" diyerek bağıran kişiye baktığımda Levent Babayı gördüm. Karşıdan telaşlı bir şekilde yanıma gelirken bende kafamı Chris'in göğsünden çekip ayağa kalktım.
"Benim yüzümden baba. Benim suçum. Şimdi benim yüzümden orada öylece yatıyor." derken babam yanıma gelmişti ve bana öylece bakıyordu.
"Seni bizden daha fazla sevmişti, bizden hep önde tutmuştu. Her zaman sana sonsuz güveni vardı. Ama sen..."
"Ama ben ona güvenmedim! Çünkü onu, onları gördüğümde ki hallerini bilmiyorsun baba! Tamam Can bana her zaman her şekilde güvendi ama beni öyle o şekilde hiç bir zaman görmedi. Yine de ona güvenmeliydim, aşkına inanmalıydım ama yapamadım. Onları öyle gördüğümde olmadı!"
Levent Baba ağlarken bir kaç dakika gözlerime baktı. Sonrada geldiği yerden geri döndü. Ben ise yine aynı şekilde aynı yerde durdum.
Chris hiç bir şey anlamamıştı normal olarak. Soruyordu ama ben sadece bir süre önce Levent Babanın gitmiş olduğu yola bakıyordum. Haberi yoktu Can'ın halinden ne derece yaralı olduğundan...
"Virgül hastanesinde yoğun bakımda, hayati tehlikesi devam eder bir şekilde yatıyor..." dememle bir Chris omuzlarımdan tutup sarsmaya başladı.
"Ne diyorsun sen?! Ne saçmalıyorsun?!..." ve daha niceleri.
Chris'i umursamayıp kendimi geri çektim ve acımla birlikte ilerlemeye başladım.
Hayatımın bir kaç saatte nasıl mahvolduğunu...
Aşkıma olan güvensizliğimi...
Nasıl inançsız bir eş olduğumu...
Bunların hepsini her adımla dolu dolu yaşadım, anladım... Suskundum konuşamıyordum, halsizdim bitkindim. Ve özlemiştim...
Can'ı özlemiştim, Can ile parçamız olan kızımızı özlemiştim. Annemi, babamı, abimi, Sude'yi, İlayda'yı, Sevda'yı... Ve daha nicelerini...
Ama kimsenin yüzüne bakabileceğimi hiç sanmıyorum. Aşkımı kendim ölüme sürükledim. Tıpkı daha öncede olduğu gibi.
Ben hayatına girdiğimden beri başına gelmeyen kalmadı. Benim için askere gitti yaralandı, Koray'ın bana olan takıntısı yüzünden vurulmuştu ve yine ölüme yaklaşmıştı. Ve şimdi ise yanlış anladım! Doğruyu anlamak için beklemedim, dinlemedim! Sonuç ise...
Birine çarparak kendime geldiğimde geri çekilerek kim olduğuna baktım. Üstünde beyaz bir önlük ve pantolonu vardı. Görünüşe bakılırsa doktordu ama tek sorun elindeki sigarasıydı.
Sağlığımız için çabalayan bir doktorun sağlığını bir sigara için hiçe sayması ne kadar ironik bir durum. Ama umursayacak ne halim vardı nede dermanım. Bu yüzden ağzımın içinde bir özür mırıldanarak geldiğim yere baktım.
Hastane...
Farkında olmadan ayaklarım bedenimi Can'a getirmişti. Can'ıma... Burada olmalıydım. Her ne kadar sebebi olsam da Can'ın yanında olup, orada olduğumu hissetirmeliyim.
Şuan için beni anlayacak tek bir insan varsa o da Can'dı. Belki de kızgındı ona inanmadığım için... Belki de değildi... Bilmiyorum, bilemiyorum...
Hızlı adımlarım kendi kendime ilerlerken, Can'ın hangi kattaki kaçıncı odaya kaldırıldığını bile bilmiyordum... Lakin kalbim, beynimle işbirliği yapınca bedenim sanki biliyormuşçasına ilerliyordu...
Kısa süre sonra üçüncü katta, sağ koridorun sonundaki yoğun bakım ünitesinde ki beşinci odanın önündeydim. Hem de 'Can Kibaroğlu' yazan tabelanın yanında...
Kapının üstündeki camdan baktığımda kablolara bağlı bir şekilde yattığını gördüm. Görüşüm gözyaşlarımdan dolayı bulanırken, elimi kapıya koyup itmek istedim ama o sırada koridorun başında ağlama sesi duydum. Masal'ın sesi...
Yönümü geldiğim tarafa çevirip hızlı adımlarla kızıma koşarken Sena ağlamamak için kendini tutuyor gibiydi. Kucağında ise Masal hıçkırarak ağlıyordu. Uğraşmış ama susturmayı başaramamış gibiydi.
Yanlarına vardığımda minik kızımı kucağıma alıp sarıldım. Mis kokusunu içime çekip istemdışı bir kaç damla daha yaş akıttım. Ağlaması durmamıştı ama az önceki kadar şiddetli de ağlamıyordu.
Kenardaki banklardan birine oturup etrafa baktığımda kimsenin olmadığını farkedip, göğsümü açtım ve Masal'ın ağzı ile buluşturdum. Masal'ın üstündeki battaniyeyi de kendi üstüme de çekip birinin gelme olasılığında görünmesini engellemiş oldum.
"Sena, doktorlar bir şey dedimi durumu hakkında?" diye sorduğumda bana baktı.
"Ben daha yeni geldim. Gelmeden hemen önce haberim oldu." diyerek titrek ses tonuyla konuştu.
"Babamlar nerede acaba?" derken kendi kendime, Emre'yi gördüm. Battaniyeyi kontrol ettikten sonra ona baktım.
"Nergis Hanım kriz geçirmiş. Aşağıdaki bir odada sakinleştirici vermişler." dediğinde boğazımda düğüm oluştu.
"Can Bey'i sabaha kadar uyutacaklarmış. Sonra uyutmayı bırakıp uyanmasını bekleyeceklermiş. Eğer ertesi güne kadar uyanmazsa..." dedi ve sustu.
"Uyanmazsa?"
"Uyanmazsa koma durumuna geçmiş olacakmış."
Hayatım bir günde sanırım daha fazla kararamazdı. Daha fazla mahvolamazdı. Ben daha fazla kırılıp, yok olamazdım. Bugün herşeyi fazlasıyla dolu dolu yaşıyorum...
Emre'nin bana bakmadığı bir anda göğsümü kapatıp Masal ile birlikte ayağa kalktım. Yoğun bakıma ilerleyip kapısını açtım.
Can'ı bu şekilde hareketsiz görmek acı veriyordu. Nefessiz bırakıyordu. Konuşmaz hâle getiriyordu. En kötüsü kaybetme korkusunu iliklerine kadar yaşatıyordu. Hem de bu yaşadığım hislerin hepsi ikinci kez ve her ikisi de benim yüzümden...
Masal çığlık çığlığa ağlıyordu benim ise tek kelime söyleyecek bir şeyim yokmuş gibi ağzımı açılmıyordu. Can'ın hareketsiz bedeni kalbime bıçak saplıyordu sanki...
Ne kızımı susturmaya mecalim vardı nede Can'ın yanına ilerleyip elini tutmaya... Belki aşkımı hissetmeye ihtiyacı vardı, bilmiyorum... Belki de ona güvenmediğim için kalbi kırıktı ve gönlünü almamı bekliyordu, bilmiyorum...
Ağlamaktan içim dışım çıkmıştı artık, akacak bir damla kalmamıştı gözlerimde. Sadece bir adım attım Can'a doğru, elini tutup ısıtmak için, aşkımı hissettirmek için, kırılan kalbini, gönlünü almak için...
Ama olmadı attığım adım ile birlikte başım döndü ve ayakta durmakta zorlanmaya başladım. Kucağımda Masal olmasa kendimi bırakırdım ama yapamazdım. Ki içeri birinin girdiğini belli eden kapı sesi duymamla bir o birinin kucağımdan kızımı alması bir oldu.
Ama dönen başım yüzünden gözlerim bulanık görüyordu. Elimi bir yere yaslayarak başımın dönmesi geçmesini beklesem de kısa süre sonra bilincim kendini karanlığa bıraktı. Tabi ben yere düşerken...
***
Karanlıklar, kabuslar, kayan hayatlar ve kaybolan ben...
Zihnimin karanlığında kaybolmuş bir şekilde bana sunulan kabuslar ile birlikte hayatımın nasıl kaydığını gördükten sonra kan ter içinde uyandım.
Kolumda sızı ile birlikte bakışlarım oraya döndü. Kolumda serum bağlıydı ve ben bir hastane odasında yatıyordum. Etrafıma baktığımda kimsenin olmadığını gördüm. Buna Masal da dahildi. Yalnızdım, küçücük hastane odasında yanlız kalmıştım. Şuan Can'ın da yalnız olduğu gibi...
Aniden istemediğim halde aklıma doluşan anılarla birlikte yerimde doğrulup elimi kolumdaki seruma koydum. Hiç düşünmeden az ilerisindeki ince hortumu tutup çekeceğim sırada içeri biri girdi ve koşarak yanıma geldi.
"Durun ne yapıyorsunuz siz?!" diyerek elimi tutup dikkatli bir şekilde geri çekti.
"Can! Onun yanına gitmeliyim! Ayrıca kızım, Masal nerede?" derken elimi geri çekip kurtardım ve yine çıkarmak için hamle yaptım. Tabi tekrar doktor tarafından engellenene kadar.
"Bırakın beni!"
"Siz bu şekilde kendinize iyi bakmadığınız sürece, eşinize nasıl bakabilirsiniz?!" deyip beni zaptetmeye çalıştı.
"Ben kendime de eşimede iyi bakarım siz buna karışmayın!"
"Öyle olsaydı şuan yorgunluktan ve bitkinlikten bayılmış olmazdınız!" diyerek benimle inatlaşan doktoru bi kaşık suda boğasım geldi.
"Benim bir gün içinde neler yaşadığımdan haberiniz var mı?! Neler öğrendim, neler kaybettim, bi fikriniz var mı?! Bir insana yaşaması için lazım olan nefesimi, suyumu, kalbimi ne kadar üzdüm, hissediyor musunuz?!
Sizin yerinize ben cevaplarım, hayır! Koca bir hayır! Acım ne derece dorukta biliyor musun? Bunun da cevabı aynı... Hayır!" dediğim gibi, kolumdaki serumu çekip hiç bakmadan odanın çıkışına ilerledim. Daha doğrusu koştum.
Kaçıncı katta olduğumu bile bilmeden koştum. Kolum zonklamaya başlamıştı ama umrumda değildi. Aynı kolumdan aşağı kanın sızdığını hissetmeme rağmen umursamadığım gibi...
Asansör bulup içine girdim ve üçüncü katın düğmesine bastım. Böylelikle hangi katta olursam olayım Can'ın olduğu kata ulaşmam daha mantıklı olacaktı.
Asansör tek bir kat çıktıktan sonra durduğu gibi daha önce gittiğim koridora hızlı adımlarla ilerledim. İlk önce Fadime Teyzeyi ve kucağında mışıl mışıl uyuyan Masal'ı gördüm.
Sarsak adımlarla ilerleyip Masal'ın yanına geldim. Eğilip tüy gibi bir öpücük kondurdum alnına. İstemdışı akan gözyaşımı, Masal'ın yüzüne düşmeden sildim.
"Can nasıl, Fadime Teyze?" diye sordum geri çekildikten hemen sonra.
"Artık uyutmuyorlar. Uyanmasını bekliyoruz."
"Uyanacak Fadime Teyze." diyerek diğerlerine döndüm. Nergis Anne ve Levent Baba harici herkes buradaydı. Bende aynı sarsak adımlarla boş bir yere ilerleyip oturdum.
"Kolun neden kanıyor?!" diye sorarak yanıma geldiğinde Chris, ilk defa kanayan koluma baktım. İğnenin çıktığı yer şişmişti ve morarmaya dönmüştü. Umarsız bir şekilde de kan sızıyordu. Sanki başka derdim yokmuş gibi...
"Bir şey yok."
"Bok yok!" dediği gibi benim geldiğim koridora doğru yürüdü. Yada koştu, bilmiyorum.
Kafamı duvara yaslayıp gözlerimi kapattım. Kızım Fadime Teyzenin kucağında güvendeydi. Kolumu birazdan Chris'in getireceği doktor saracaktı. annem Can uyandığında normale dönecekti. Evet herşey Can'a bağlıydı ve o bizi bırakmayacaktı.
Kısa süre sonra kolumda birinin elini hissettiğimde gözümün tekini aralayıp kimin geldiğine baktım. İlayda çatık kaşlarıyla ve eldivenleri olan elleriyle kanamayı durdurmaya çalışıyordu.
"Anladığım kadarıyla serum iğnesini hiç normal olmayacak bir şekilde çıkarmış ve damar yolunu yaralamış. Önemli bir şeyi yok, bir kaç güne düzelir."
İlayda'nın açıklaması üzerine biliyordum diye mırıldandım ama keşke yapmasaymışım. Çünkü çok sevgili arkadaşım bu söylediğimi duyduğunda elindeki ilaçlı pamuğu sertçe koluma bastırıp inlememe sebep oldu. Hain!..
***
"Şunu bari ye!" deyip ağzıma sokmaya çalıştığı tostu elimle tuttum.
"Canım istemiyor!"
"Can'ın uyuduğu için mi canın istemiyor?" dedi sinirle.
Sadece on dakikası kalmıştı ve Can hâlâ uyanmamıştı. Abim yengemi de alarak yanıma destek olmaya gelmişti ama ben herşeye itiraz edince kızmaya başlamıştı, normal olarak.
"Abi, Can benim yüzümden içerde öylece yatıyor!" dediğimde elini alnına vurdu.
"Yüz on iki oldu." diyerek mırıldanan Sude'ye döndüğümde elindeki tostu uzattı.
"Kendin için değil Masal için ye. Eğer hiç bir şey yemezsen sütün nasıl olacak? O zaman onu doyuramazsın." dediğinde haklı olduğu için elinden alıp bir parça ısırdım. Ama ağzımda büyüdükçe büyüyen lokma bir türlü boğazımdan geçmedi.
O sırada bir kaç doktor ve hemşireler gelip bir şey söylemeden içeri girdiler. Kalbim boğazımda atmaya başladı. Ayağa kalkarken elimdeki tostu oturduğum yere bıraktım.
Can'ın göründüğü cama yaklaşıp doktorların nasıl muayene ettiklerini ve hemşirelerin nasıl not aldıklarına baktım.
"Uyandı mı?" diye soran kısık ve yorgun bir ses duyduğumda kafamı o tarafa çevirdim. Annem baba yaslanarak yavaş adımlarla yanımıza doğru geliyordu.
"Hayır" diye mırıldanıp tekrar bakışlarımı Can'a çevirdim.
Doktorlar kendi aralarında bir şeyler konuşup toparlandılar. Ardından hepsi bir arada dışarı çıktı. Hemşirelerin her biri bir yana ayrılıp giderken ne tek bir kelime söylediler nede yüzümüze baktılar.
Doktorların ikisi de hemşireler gibi giderlerken sadece bir tanesi yanımızda kalmıştı. Oldukça yaşlıydı. Hayatı boyunca bir çok şeyi tecrübe etmişti muhtemelen. Yüzündeki her kırışıklık bunları söyler gibiydi.
"Tüm tetkikleri yaptık ve muayene ettik. Dün uyutmayı bıraktık ve uyanmasını bekledik." dedi ve ardından bir süre susup boğazını temizledi.
"Üzgünüm ama uyanmayacak, o artık komada..." dedi ve beni öldürdü. Ama asıl beni mahveden şey, annemin beni itmesi ve ardından sarfettiği gerçek olan o sözleriydi.
"Senin yüzünden! Oğlum senin yüzünden bu halde! Keşke hiç hayatımıza girmeseydin! Belki iyileşmezdi ama en azından ölümle burun buruna da gelmezdi!"...
***
Umarım beğenmişsinizdir ☺