İlk görüşte aşk ❤️

1095 Kelimeler
Neden Didim dedim? Geçenlerde bir reklam çıkmıştı karşıma. Sanırım bir telefon görüşmesi yaparken bilgisayara daldığım an görmüştüm bu reklamı. Oradaki denizin temizliği, suyun rengi... Bir anlığına kendimi orada hissettirmiştim. Şimdi tatil yapacaksam, o denizde olmalıydım. — İpek, iyi misin sen? dedi Gamze ve sarıldı. — İyiyim, iyiyim. Doktor böyle çalışmaya devam edersen, seni akıl hastanesine yatırırız dedi ondan yani... Yoksa turp gibiyim! — Deli olduğunu zaten biliyoruz. Bu yeni bir bilgi değil! dedi gülerek. — Gamzeeee! dedim alıngan bir edayla. — Tamam, tamam. Sen eve geç, ben hallederim her şeyi. Yeter ki tatil yap. Bu arada, şirketi ararsan yüzüne kapatırım telefonu! — Yok yok, kesin kararlıyım! Ölsem de aramam sizi. — Hiç inandırıcı gelmedi ama hadi bakalım... — Bu arada, Pamuk sende kalacak. Yedek anahtarın var, akşam gelir alırsın olur mu? Yalnız kalamaz benim minnoşum... — Tamam, seve seve bakarım ben Pamuğuma! Pamuk benim minnoş kedimdi. Bembeyaz olmasına rağmen üzerinde birkaç siyah beneği var. Gözleri yemyeşil. Ona bakıp huzur bulmamak mümkün değil. O benim minik oğluşum, tabii ki onu da düşünmek zorundayım. Eve geçtim. Orta boy bir valiz hazırladım ama içerisine çok kıyafet koymadım; oradan alacaktım her şeyi. Eve yemek söyledim. Kendime bakmaya kararlıydım. Yemeğim gelene kadar duşa girdim, üzerimi değiştirip hazırlandım. Pamuğumla ilgilenirken kapı çaldı; yemeğim gelmişti. Hızla yemeğimi yerken, Gamze'den otel bilgisi ve uçak bileti geldi. Yarım saat içerisinde çıkmam gerekiyordu. Pamuğumu son kez öpüp taksiye atladım. Bekle beni Didim! Ben geliyorum. Deniz, kum, güneş... İpek geliyor! Uçaktan indim. Valizimi alıp taksilere doğru yürürken biriyle çarpıştım. Ama nasıl bir çarpışma. Hızla yere yapıştım. Şansımın bana güzellikleri hep böyle sert olur. Kolumun üzerine düştüğüm için bileğim fena halde acımıştı. Yerde oturup bileğimin acısıyla kıvranırken, bir ses duydum: — İyi misiniz? Çok özür dilerim! — Değilim... Bileğim... diyebildim, hâlâ acıyla yüzümü buruşturmuş, bileğime bakıyordum. — Bakmama izin verir misiniz? dediğinde, kim olduğuna bakmak yeni gelmişti aklıma. O ilk bakış… Sanırım nefes almayı unuttum. Bileğimi uzattım. O, bileğime bakarken ben de yüzünü inceliyordum. Kalbim hızla çarpıyordu. İçim tarifsiz bir huzurla dolmuştu. Oldukça yakışıklı, kumral, uzun boylu, ela gözlü ve beyaz tenli bir adamdı. Bileğimi incelerken yüzünde endişeli bir ifade vardı. Bende ise sanırım zaman durmuştu. Onun sesiyle bulutların arasından sıyrıldım. — Bu şekilde acıyor mu? dedi nazikçe. — Hayır... dedim, tekrar nefesimi tutarak. — İncinmiş sanırım. Kırık yok gibi. Yardım etmeme izin verin, lütfen. Beni bekleme salonlarındaki sandalyeye oturttu. Sonra telaşla: — Burada biraz bekler misiniz? Hemen geliyorum. Lütfen bekleyin! deyip yanımdan koşar adımlarla uzaklaştı. İçimden “seni bir ömür beklerim yiğidim diyesim geldi” ama tabii ki hemen bu kafadan çıktım. Onu uzaktan izlemeye başladım. Koşarak bir yerlere gidip, birkaç dakika sonra aynı hızla geri döndü. Elinde küçük bir poşet vardı. İçinden bir krem çıkardı. Önümde diz çöküp, bileğime hafifçe krem sürdü. Kalbim kanatlanmaya başlamıştı. İçimde inanılmaz bir huzur vardı. Parmağında yüzük göremedim ama... Belki sevgilisi vardı? Kendi kendime: “Saçmalama İpek, kendine gel!” dedim. Hemen kendimi içinde bulunduğum hayal dünyasından, gerçek dünyaya fırlattım. Kremi sürdükten sonra bana uzatarak: — Tekrar ağrırsa bu kremi sürmeniz yeterli. Bavulunuza yardım edeyim, nereye gidiyordunuz? — Taksiye gidiyordum, otele... — Size taksiye kadar eşlik edeyim. — Teşekkür ederim, gerek yok. Kendim gidebilirim. — Lütfen... Benim içim rahat etmez. Sonuçta benim yüzümden oldu. Lütfen. — Peki, teşekkür ederim... dedim ve bavulumu taşımasına izin verdim. Allah’ım ses tonu şiir gibiydi. Çok karizmatik. Taksiyi durdurup valizi bagaja koydu. Yanıma gelip: — Tekrar özür dilerim. — Hiç önemli değil. Teşekkür ederim yardımlarınız için. — Rica ederim. Dikkat edin kendinize... O gittikten sonra kendi kendime: "Bu neydi böyle, İpek? Kendine gel! Basit bir çarpışmaydı, kafayı mı yedin?" Dedim. Hemen yaşadığım olayı unutup, bana sorgular gözlerle bakan taksiciye otelin adını verdim ve camdan dışarı bakmaya başladım. Bileğimin ağrısı geçmişti. Krem sürerken hissettiğim sıcaklık ve heyecan tekrar geldi aklıma. Kendimi başka şeylerle meşgul etmeye çalıştım. Camdan bakarken, bu şehir beni şimdiden büyülemişti. Denizin güzelliği gözlerimin bayram etmesini sağlamıştı. Otele vardığımda hızlıca odama yerleştim. Sonra alışverişe çıkmaya karar verdim. Bir taksiye atlayıp çarşıya gittim. Kendime cıvıl cıvıl elbiseler, bikini, havlu, terlik, şapka, güneş gözlüğü... Ne lazımsa aldım. Canım dondurma çekince bir kafeye oturup dondurma yedim. Ellerim poşetlerle dolmuştu. Otele dönme vaktimin geldiğini hissedip bir taksiye atladım. Otele dönerken kendi kendime düşündüm: "Gamze, yine harikalar yaratmışsın!" Otel muhteşemdi. Odaya çıktım, aldıklarımı yerleştirdim. Sonra hızlıca duşa girip arınarak balkonda yerimi aldım. Kendime bir Türk kahvesi söyledim. Sigaramı yaktım ve denizi izlemeye başladım. Bana en iyi gelen şeylerden biri doğaydı, diğeri ise deniz. Su sesi, yağmur sesi... Adeta ruhumun ninnisi gibiydi. Saatime baktım. Akşam yemeği saati gelmişti. Restorana inip yemek yedim. İlaçlarımı da almayı unutmadım. Ne demişti doktor? “İlaçları aksatma, yoksa kötüleşirsin." Burada, Didim’de, yalnız başıma bayılmak istemiyordum. Bu yüzden kendime iyi bakmaya kararlıydım. Sigara içmeyi bırakmalı mıydım? Doktora sorsaydım keşke...Ama dinleyeceğim de meçhuldü! Yemeğimi bitirdikten sonra deniz kenarında yürüyüş yaptım. Akşamları deniz ayrı bir güzelliğe bürünüyordu. Yıldızlar pek görünmüyordu; ışıklar çok yoğundu. Sonra dışarıdaki bir kafeye oturdum. Canlı müzik vardı. Tam zamanında gelmişim! Haluk Levent’ten "Zor Aşk" çalıyordu. Ben şarkıyı mırıldanırken şarkıcı bana göz kırptı. Şarkı bitince yanıma geldi: — Merhaba, ben Buğra. Sonraki şarkıyı birlikte söyleyebilir miyiz? — İpek. Memnun oldum. dedim. Başta hayır desem de ısrarına dayanamadım. Kabul ettim. Çünkü yanında bir solist daha varmış ama işi çıktığı için acilen gitmek zorunda kalmış. Tek kaldım dedi. Kıyamadım. Ama bu şekilde şarkı söylemek bana çok zor gelecekti. Yine aklıma geçmiş geldi. Yutkundum… Sahneye çıktık ve İlyas Yalçıntaş’tan "Olmazsa Olmazımsın” söyledik. Birlikte söyledikçe içim ısındı. İnsanlar alkışladı. Ben bir an bile o anın büyüsünden çıkmak istemedim. Arada gözlerim doldu. Geçmişi neden silemiyoruz ki. Şarkı bittiğinde masama dönerken, ön masadan bir adamın beni pür dikkat izlediğini fark ettim. Çok da önemsemedim. İçeceğimi yudumlarken, siyah saçlı, siyah gözlü, uzun boylu, esmer bir adam masama geldi. Oldukça karizmatik hatta seksi bir tarafı vardı. Kızlar bunu gibilere bayılırdı. Ben değil tabii ki. — Merhaba, oturabilir miyim? — Tabii... dedim. Şarkıya eşlik edip alkışlamaya devam ettim. Adamın bakışlarının üzerimde olduğunu hissediyordum ama umursamıyordum. — Sesiniz çok güzel. Keşke bir şarkı daha söyleseniz. — İltifatınız için teşekkür ederim ama söylemekten çok dinlemeyi seviyorum. — Aaa, tanışmadık! İsmim Mete. diyerek elini uzattı. — İpek. Memnun oldum. — İsminiz de kendiniz kadar güzelmiş. Ben de memnun oldum. Anlaşıldı; bana burada rahat yoktu! — Teşekkür ederim. Ama ben odama geçsem iyi olacak. Biraz uykum geldi de... — Tabii, iyi geceler size. — Size de. Sinirli bir şekilde odamın yolunu tuttum. Adam kötü bir şey yapmadı ama ben nedenini bilmeden adama karşı kötü bir hisse kapılıyordum. Bu da beni oldukça rahatsız etmişti. Odama geldiğimde biraz balkonda oturup bir şeyler içtim. Şarkı söylemek bana iyi gelmemişti. Uzun uzun denizi izledim. Sonra yorgunluğun ağırlığıyla kendimi uykunun kollarına bıraktım.
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE