Ortak
⚕ Nestor
Çantamı sırtıma takıp odamdan çıkarken her zaman olduğu gibi ablamın odasının önünden geçmek derin bir iç çekmeme sebep oldu. Onu aylardır görmüyordum ve bana bu süre yıllar gibi gelmeye başlamıştı. Babamın peşine taktığı hiç bir avcı ablamın izini bulmayı başaramamıştı. Bense ablamdan bahseden safkanı hala sır gibi saklıyordum. Bunun sebebi onu bulacak olan kişinin ben olmam gerektiğiydi. Ben olmalıydım, çünkü diğerleri aldığı emirle Narcissa'ı görecekleri ilk yerde öldürecekti.
Diğer yandan vampir avı ile ilgili de her hangi bir gelişme yoktu. Yeni dönüştürülen başıboş vampirler avlanıyor olsa da avcılardan hiç biri bir safkanlardan herhangi biriyle karşılaşmamıştı. Sanki bir şekilde gözden kaybolmuşlardı.
"Hazır mısın ufaklık?"
Duyduğum ses düşüncelerimi dağıtırken bana bakmakta olan Dajan'a gülümseyerek başımı salladım. Evet, hala uslu çocuk gibi davranıyordum ve şimdilik bu kimsenin dikkatini çekmemişti. Gerçi çekmemesi benim durumumum iyiye gittiği anlamına da gelmiyordu. Sonuç olarak hala kaçmayı başaramamıştım! Narcissa'nın odasında bulduğum kutunun üzerinden ise neredeyse iki hafta geçmişti. Elimde kaçacak bir mekan, izimi kaybettirmeye yetecek para ve ablamı bizden alan safkana kafa tutacak cesaret vardı. Tek eksiğim bana yardım edecek bir ortaktı. Ama ne yazık ki hala çok zeki dostumu ikna etmeyi başarmış değildim.
Evden Dajan ile birlikte ayrılırken onun arabasına doğru ilerledim. Babama iyi anlaştığımızı vurgulamak adına yaptığım her hareket onu bana daha fazla yaklaştırmıştı. Sadece eğitmen olarak görev yapması gereken adam önce gözetmen görevine atanmış, ardından benim ortağım olmuştu. Şu anda da bana özel şoförlük yapıyordu. İş biraz daha ilerlerse onunla aynı evi paylaşacak konuma gelmiştim ki, Narcissa'nın odasını bu gereksize vermem söz konusu bile olamazdı. Geriye kalan tek yatağın benim yatağım olduğu düşünülürse Dajan kesinlikle evime adım atmalıydı. Bu da kaçışı hızlandırmam için en önemli motivasyon kaynağımdı işte ama Trey'in korkusu her şeyi mahvediyordu!
Trey, çocukluk arkadaşım ve aynı zamanda yarı da olsa bir avcıydı. Benden farklı olarak annesi avcı geni taşımıyor, bu özelliği sadece babasından geliyordu. Ama tabi yarı avcı olmasının tam sebebi bu değildi. Sorun şuydu ki vampir avlamakla hiçbir şekilde ilgilenmemesi ve olabildiğince bu konudan uzak durmasıydı. İstediği tek şey sıradan bir insan olmaktı ve sırf bu yüzden bütün zekasını okulda derslere vererek harcıyordu. Bilgisayar dehası olması ise benim işime gelen bir özelliğiydi. Birde avcı olmak istese işim daha kolay olabilirdi. Yani içinde bu yetenek varken neden kullanmak istemiyordu ki? Üstelik içinde yetenek olmasa bile yasalara rağmen önünde iyi bir avcı örneği vardı, ablam Narcissa.
Gerçi şu an neredeyse tüm klan onu aramıza almamızın bir hata olduğunu söyleyip duruyordu. Ölen avcıların tek sorumlusu olarak bile ablam gösterilmişti. Hatta işler daha da ilerlemiş onun vampire dönüşüp avcı avlamaya bile başladığı iddia edilmişti. Babam her ne kadar onları susturmaya çalışsa da, onun olmadığı her noktada konuşulanlar bunlardan ibaretti.
Arabaya binip yüzümü olabildiği kadar güldürmeye çalışırken gözüme takılan kişi ile bağırdım.
"Trey."
Sevdiğim yüz sesimi duyup sırtında çantası ile arabaya doğru gelirken, yanıma oturması için ona yer açtım. Madem Dajan özel şoförüm olmayı sorun etmiyordu. Trey'i de okula götürmesinde bir sıkıntı olamazdı. Sessiz geçen araba yolculuğumuzun sonu okulda son bulduğunda sınıfa gitmek için acele eden dostumu yakasından tuttuğum gibi arka bahçeye doğru sürüklemeye başladım. O ise durmamı söyleyip duruyordu. Ama elbette onu dinlemeyecektim. Dünden beri beni yeterince ekmişti. Yok matematik çalışmalıyım, yok ödevim vardı derken dün elimden kurtulmuştu. Ama bugün elimden kaçamazdı. Söyleyeceği hiçbir bahaneyi kabul etmeyecektim.
"Kaçmayı deneme bile, Trey."
Geldiğimiz noktada etrafıma bakınırken kaçmaması için hala onu sıkı sıkı tutuyordum.
"En azından elini çeksen artık bir yere gitmiyorum."
"Bana bak eğer yine kaçmaya kalkarsan seni duvara çiviler öyle konuşmaya başlarım ona göre!"
"Bunu gerçekten yapar mısın?"
Yüzümdeki sahte gülümseme yerini öfkeye bıraktığında cevap vermesem de yapabileceğimi anlamış olacak ki yutkundu. Acaba yol yakınken başka bir ortak bulmayı mı düşünmeliydim? Gerçi avda olmasa da Trey bir çok konuda işime yarayacağı bir geçekti. Karakteri gereği de kimse ondan bana yardım etmesini beklemezdi. Düşüncelerim onun konuşması ile bozulduğunda gözlerimi devirmeden edemeyerek, ellerimi üzerinden çektim.
"Benden istediklerini yapamam, Nestor. Tyrone, beni kesin vurur."
"Babam, bulamadığı birini vuramaz. Ama sen bu tavrına devam edersen ben seni vurmaya başlayacağım. Sana durumu anlattım bana yardım etmen gerekiyor. Üstelik yapamayacağın bir şeyde istemedim senden."
"Yapamadığım bir şey mi? Ben ne zamandan beri sahte kimlik çıkartıp, safkan peşine düşüyorum, Nestor."
Trey'in tepkisi ile dişlerimi sıkarken sadece bir an, evet sadece bir an Dajan ile kaçmayı düşündüm. Ama sonra bu saçma fikri geldiği yere geri postalarken bakışlarımı Trey'in yüzüne odaklandım. Onu bir şekilde ikna edecektim.
"İstesen yapacağın şeyler işte, bilgisayar konusunda yeterince iyisin. Ayrıca kalacağımız yerler bile belli sadece klandan kurtulacağız hepsi bu, sonrasına ise sen yeteneklerini konuşturarak ablamı bulmam da bana yardım edeceksin."
"Başımız belaya girecek."
Sıkkın surat ifademle okul binasına sırtımı dayarken derin bir nefes aldım. Dudaklarımdan kelimeler dökülürken her kelime de biraz daha aşağı çöküyor, her kelimenin altında biraz daha eziliyordum.
"Biliyorum. Ama bunu senden başka kimseden isteyemem. Sen hariç herkes Narcissa'nın arkasından konuşmak ya da dalga geçmekle meşgul. Artık yoruldum. Sırf babama iyi görünmek için sessiz kalıyorum ama sinir krizi geçirmeme ramak kaldı."
Trey'de benim gibi yanıma çökünce elini omzuma koydu. Aslında onun başını belaya sokmak istemezdim. Ama bazı şeyleri tek başıma yapamayacağımı biliyordum. Feodras dan bile yardım istemeyi düşünmüştüm. Yine de o benim tarafımda olsa bile sonuç olarak bir yetişkin ve babamın yardımcısıydı. Bu yüzden de istese de yardım edemezdi.
"Tamam, sen kazandın."
"Gerçekten mi?"
"Evet, öyle. Daha fazla ölüm tehdidi duymak istemiyorum. Ayrıca Narcissa'ı bende severdim. Eğer iyiyse yardım etmek isterim. Ama yine de bu işin hala boyumuzu aştığı konusunda kararım değişmedi. Baban bizi bir şekilde öldürmez belki ama bir safkanın elinde can verebiliriz."
Aniden ayağa kalktığımda günlerden sonra ilk kez gülümseyerek Trey'i de çektiğim gibi kaldırdım ve ona sıkıca sarıldım. Bu iş düşündüğüm gibi gerçekleşirse her şey iyiye gidecekti.
"Teşekkür ederim. Hiçbir safkanın sana zarar vermesine izin vermem. Ben sadece ablamı kurtarmak istiyorum."
"biliyorum. Artık derse gidebilir miyiz?"
Trey'den uzaklaşıp kahkaha atmaya başladığımda, mırıldandım.
"Hala ders diyorsun"
"İşine yaramaya devam etmem için öğrenmem gereken bilgiler var, Nestor."
"Tamam. Tamam. Hadi gidelim."
Trey, isteklerimi kabul ettiğine göre, ona ayak uydurmaya başlayabilirdim. Sıramıza geçtiğimizde dersler hiç olmadığı kadar hızlı bir şekilde tükenirken sonunda çıkış saati ile derin bir nefes aldım. Zihnimin içinde türlü fikirler dolaşırken, kaçışı en erken hafta sonu gerçekleştirebileceğimize karar verdim. Tek temennim de ablamın izini bir an önce bulmamız yönündeydi.
~~~~~~~~~~~~~~~~~~~~
ღ Enzo☬
Babamın isteği üzerine katıldığım konsey toplantısında Mia'ı gördüğümden bu yana neredeyse bir ay geçmişti ve kafamı kurcalayan çok fazla şey vardı. İlki ve en önemlisi Mia'dı. Onu bir türlü aklımdan uzaklaştırmayı başaramıyor olmam yetmiyormuş gibi beslenmek için her altıma aldığım kadında, onu hayal eder olmuştum ki bu durum cidden berbat bir şeydi. Yani hiç bir şekilde birlikte olamayacağım bir kıza bu denli platonik olarak bağlanmak saçmalıktan başka bir şey değildi.
Üstelik bir de ölümsüz olduğumuz gerçeği vardı. Başımdan geçen iki asırdan sonra Mia'ı unutmak için kaç asır yaşamam gerekiyordu? Platonik aşık kısmını saymazsak ki -aşık kısmını kesinlikle saymıyorum- kafamı kurcalayan başka şeyler de vardı. Daha açık olmam gerekirse bir eksiklik, babamın her zaman üstümde bir örtü misali serili olan varlığı hayatımda yoktu. Beni bir daha konsey için çağırmaması şaşırtıcı olmasının yanında imkansız gibi geliyordu. Üstelik bildiğim kadarıyla taç giyme töreni olacaktı.
Bir aydır uzak kaldığım eve, içimdeki merak duygusu ile dönmeye karar verdiğim ilk dakika da içimi büyük bir sıkıntı kapladı. Bu sessizliğin hayırlı bir şey olmayacağı ne yazık ki beklenen gerçekti. Ne zaman bu denli nefes alacak bir alanım yaratılsa, hemen ardından tüm o nefeslerin adeta kefaletini ödediğim cehennem benzeri günler yaşanıyordu.
Yanıma aldığım bir kaç kıyafeti küçük çantaya doldurduktan sonra seri adımlarla şehir içindeki evimden ayrıldım. Ayaklarım hala geri geri gitse de sessizliğin getirisini öğrenmek zorundaydım. Arabama atlayıp son sürat ilerlerken henüz batmamış olan güneşin aydınlattığı yolda ilerledim. Önceki gece beslenme ritüeli gerçekleştirdiğim dişilerin kanları damarlarımda dolaşırken oldukça zinde hissediyordum. Bir kaç saatlik araba yolculuğu beni malikaneye getirdiğinde güneşin batması ile ortaya çıkan görevli vampirlerin açtığı demir kapıdan arabayı soktuktan sonra arabadan inerek anahtarı yanıma gelen vampire verdim.
Sırtıma astığım çanta ile ilerlerken etrafa göz gezdirdim. Burası bıraktığımdan oldukça farklı görünüyordu. Çok fazla sayıda vampir vardı. Malikane genelde de oldukça iyi korunan bir yer olsa da, bu sayı çok fazlaydı. Babam gene ne tür bir işin peşindeydi?
Çantamı hızla odama bırakıp ilk iş olarak annemin genel olarak zaman geçirdiği odaya girdiğimde, onu bulamamak canımı sıkmıştı. Koridorda bulunan bir vampiri durduğumda, ilk kez gördüğüm yüze gözlerimi devirerek baktım. O ise beni tanıyor gibi görünüyordu.
"Annem nerede ve de babam?"
"Anneniz, Bay Giles'ın emri ile diğer malikaneye geçtiler, babanız ise ofis olarak kullandığı odada."
Duyduğum kelimeler öfke ile dolmama sebep olurken vampiri iterek babamın bulunduğu odaya ilerledim. Annemi hangi akla hizmet kendi evinden uzaklaştırırdı? Buna kesinlikle haklı yoktu. Tüm görgü kurallarını bir kenara bırakarak kapıdan içeri daldığımda babamın öfkesini gösteren bakışlarını üzerime topladım.
"Kapı çalmak gibi bir adeti unutmuş olamazsın öyle değil mi Enzo?"
"Annemi hangi akla hizmet evden gönderdiğini açıklar mısın, baba?"
"Kaçak prens ki artık kendisi kaçak kral oluyor. Onunla geçirdiğin bir kaç dakikalık konuşma da anlaşılan onun gibi olmaya karar vermişsin. Günlerdir gelmediğin evin içinde neler olduğu seni ilgilendirmiyor."
Babamın her zamanki duygusuz bakışlarına eşlik eden öfke dolu kelimeleriyle yumruklarımı sıktım. Her fırsatta bana bir şeyler saymadan rahat edemiyordu.
"Baba bu gene beni sınamaya çalıştığın başka bir konuşma mı? Çünkü eğer öyleyse şu an yeterince sabrımın sınırımdayım. Neler döndüğünü söyler misin?"
Babamın öfkeli ifadesi yerine sinsi gülüşe bırakırken ayağa kalktı. Bu korkmam gereken an mıydı? Elbette değildi. Böylesine tepki verdikten sonra geri adım atacak değildim. Bu yüzden üzerime attığı bir kaç adıma karşılık bende korkusuzca ona doğru adımlar attım.
"Aslında evet sınadım. Sabır yönünden kötü olsan da bana karşılık vermen oldukça etkileyici. Sanırım yavaşta olsa istediğim kişiye dönüşüyorsun, oğlum."
Oğlum... Evet şimdi sahiden korkmaya başlayabilirdim. Ondan bu kelimeyi duymaya pek alışık değildim. Babam odadaki büyük masaya ilerlediğinde oturduğu sandalyenin karşısındaki sandalyeyi çekerek oturdum. Her ne dönüyorsa öğrenmek zorundaydım.
"Dinliyorum."
"Öncelikle anneni güvende olması için uzaklaştırdım. Artık eskisi gibi Kral Lysandre'ın güvenini sağladığı toprakların bir parçası değiliz."
"Nasıl yani?"
"Şöyle ki kralın inadı, Dawson'ın kral olmasını sağladı. Ama kendi taç giyme törenine gelmeyen bir kral olduğu için taht tamamen boş kaldı. Konseyin ve herkesin gözü önünde olan törenden sonra Lysandre halkına olan tüm güvenini kaybetti. Bu yüzden de tekrar kral olamaz. Bu da asırlar sonra tahtın boş kalmasıyla bizi savunmasız bıraktı."
Yokluğumda bir şeylerin olduğunu tahmin ediyor olsam da, bu benim için biraz fazlaydı.
"Peki, Dawson nerede?"
"İşte en güzel soru bu. Dawson, bebeğini taşıyan dişi, prenses ve Rio adındaki komutan hiç biri ortalarda yok ve kimse nerede olduklarını bilmiyor."
Babamın son cümlesi şaşkınlığa uğramama sebep olsa da benim odak noktam yine bir anda Mia olmuştu. Prenses... Bir asırdır, krallıktan ayrılmayan prenses, nasıl kaybolabilirdi? Ufak bir denklem kurulduğunda kuzeni ile ortadan kaybolduğu açıkça belli oluyordu.
Ama neden?
O an aklıma gelen şey tam bir ay önce yüzüme vurulan gerçeği yeniden ortaya çıkardı. Boş kalan tahta Mia ile evlenecek kişi getirilecekti yani ben... Prenses de benimle evlenmek istemediğini açıkça gösterdikten sonra benimle olmak yerine kaçmayı tercih etmiş olmalıydı.
Kendimi masallarda prensesi rahatsız eden kötü adamlar gibi hissederken içimde oluşan acıyı görmezden gelmeye çalıştım. Yine de pek başarılı olduğum söylenemezdi. Daldığım karamsar düşüncelerden ise beni uzaklaştıran babamın sesi oldu. Düşünceler ile eğdiğim başımı babama yönelttiğimde onu dinledim. Bakışlarındaki beklentiyi görmezden gelmeye çalışsam da, bu konuda başarılı değildim.
"Bir yorumun olmayacak mı Enzo?"
"Ne diyebilirim, baba. Artık kralımız yok, prenses de yok, Gluskin olur da saldırıya geçerse askerleri kontrol edecek bir komutan da yok."
Kelimeler dudaklarımdan tekrar teker dökülürken düşünmeye başladım. Kendimi felaket tellalı gibi hissederken öfkem yavaş yavaş kaybolmuştu. Tüm bunlar olurken annemin burada olmaması elbette iyi bir şeydi. Babamın burada oluşu ise aklında bir şeylerin olduğunu gösterse de, niyetini tam olarak anlamış değildim. Ortada boş bir taht varsa Giles Letalis'in onu elde etmeye çalışması gerekmiyor muydu? Yoksa prensesin de ortada olmayışı sebebiyle evlilik olmayacağından mı bu şekilde davranıyordu? Her şeyden de önemlisi neden babam bu kadar sakindi? Evet, soğuk kanlı olduğunu biliyordum ama bu kadarı onun için bile fazla olmalıydı.
"Peki, sen neden bu kadar sakinsin baba?"
"Sakinim çünkü beklediğime değdi ve sen kendi ayakların ile malikaneye geldin. Buda yapmayı düşündüğüm şeyleri gerçekleştirebileceğin anlamına geliyor."
İşte bu cümle ayaklarımın neden geri geri gittiğini ve hislerimin beni neden buradan olabildiği kadarıyla uzağa sürüklediğini açıklıyordu. Giles Letalis ve planları... Babam hayatıma yön verme işinden asla vazgeçmiyordu.
"Tam olarak neyi gerçekleştireceğimden bahsediyorsun."
"Elbette kral olmandan bahsediyorum. Konseyin onayını çoktan aldın. Kaçak bir prensesin varlığıda, Loxias ve diğerlerinin itiraz etmemelerini sağlayacak bu da bizim için güzel bir ayrıntı."
"Bir felaketten güzel bir şey sadece sen çıkarabilirsin, baba."
"Sadece haklı olduğumu biliyorum. Sen odana git bende üstüme düşen görevleri yerine getireyim. Yapılması gereken bir tören var sonuçta."
Babam beni kafam da bir dolu soru ile cevap vermeme fırsat bile tanımadan yalnız bırakırken, boş bakışlarımı oda da gezdirdim. Ben ve kral olmak! Kafama takacakları tacı direk babama fırlatıp bende kayıplara karışsam hakkımda en hayırlısı olabilirdi. Tabi sadece belki...
Kendimi dakikalar sonra oturduğum sandalyeden uzaklaştırdığım da, kafamda tek bir şey vardı. Buraya asla gelmemeliydim... Hatta hemen gitse miydim? Gerçi babamla konuştuktan sonra bu pek mümkün değildi. Anlaşılan benim özgürlüğüm sadece bir aydı ve bu eve attığım ilk adım kaderimi mühürlemenin yanında tutsak alınışımın da ilk anıydı.
#Bölüm Sonu#