BİRİNCİ BÖLÜM

3081 Kelimeler
BİRİNCİ BÖLÜM "Gidiyor musun?" diyen sese döndü adam. Yatakta çırılçıplak uzanan kadına üstün körü bir bakış attıktan sonra cevap verme gereği bile duymadan gömleğinin düğmelerini iliklemeye devam etti. Arkasından dolanıp göğsüne ilerleyen ellerle duraklamak zorunda kaldı. Ellerin sahibi adamın sırtına yaslanarak kulağına ulaştı. Dudakları adamın kulağına sürtünürken, "Gitme, bu gece burada kal," dedi. Adam kadının ellerini kendisinden uzaklaştırdıktan sonra arkasını döndü. "Ateş hasta Hale. Evde olmalıyım," diye cevapladı. Kol düğmelerini komodinin üzerinden alıp takarken, aldığı yanıtla suratı düşen kadına sabırlı olmayı deneyen bakışlar fırlattı. "Ne olmasını bekliyordun ki?" Kadın az önceki sevişmenin izlerini taşıyan dudaklarını dişlerinin arasına alıp, omuz silkti. Adama arkasını dönüp yatağın yanındaki siyah saten geceliğini ve sabahlığını aldı. Her ikisini de üzerine geçirdikten sonra adamın karşısına geçip kollarını göğsünde bağladı. Tek kaşı kalkık bir şekilde adamın giyinişini izlerken, içinde kabaran öfkeye dur diyemedi. "Karın sana ihtiyaç duyacak olsa seni arardı Alaz. Beni sürekli geçiştiriyorsun ve ben bundan sıkılmaya başlıyorum!" Kemerini bağlayan adam işini bitirdikten sonra kadına baktı. "Keyfin bilir," dedi. "Bu ilişkiye başlarken seni yalanlarımla kandırmadım. Kendin istedin, ben seni hiçbir şeye zorlamadım. Şimdi de şikâyet etmeye hakkın yok!" Adamın umursamaz yanıtı kadını paniğe sürükledi. Pes etmek zorunda kaldı. Göğsünde bağladığı kollarını çözüp adama sokulan kadın, karşılık beklemeden kollarını adamın beline doladı. "Beni yanlış anladın," diye mırıldandı. "Sana şikâyet etmiyorum." Başını adamın göğsünden kaldırıp, gözlerini genç adamın yakışıklı çehresine dikti. "Sadece seni çok seviyorum ve artık tamamen bana ait olmanı istiyorum. Seni bir başkasının yanına gönderiyor olmaya dayanamıyorum." "Yanlış düşüncelere kapılıyorsun. Onunla hiçbir münasebetimin olmadığını biliyorsun. Beni birinin yanına gönderiyor olman, beni onunla paylaştığın anlamına gelmiyor. Ben şu anda tamamen sana aitim." Kadın adamın yanıtıyla gülümseyerek parmaklarının üzerinde yükseldi. Gözleri adamın gözlerinde dolaşıyor, Alaz'ın cevabında ciddi olup olmadığını tartıyordu. Gördüklerinden sonra gülümsemesi genişlerken, dudaklarını dikkat dağıtıcı dudaklara bastırdı. Öpüşmeleri bir anda hararetlenip yeni bir sevişmenin yolunu açmadan önce Alaz tarafından sona erdirildi. Kadını kendinden biraz uzaklaştırdıktan sonra gözlerinin içine baktı. Etkilendiğini ele veren boğuk sesiyle "Gitmem gerek," diye mırıldandı. Hale'nin çıplak bacakları uslu durmuyordu. Adamın kumaş pantolonuna sürttüğü ayağını biraz daha yukarı çıkarıp son bir kere daha şansını denedi. "Emin misin?" Adamın bu soru karşısında pek bir şansı kalmamıştı. Sevgilisinin sıkı kalçalarını kendi bedenine bastırarak gerisin geri yatağa yöneldi. Altına aldığı kadının önce sabahlığı, sonra da geceliği yeri boyladı. Kendi kıyafetleri de giydiği sırayla tek tek yeri boyladığında, geri kalan her şey şehvetin puslu dünyası içinde bulanıklaşmıştı. *** Gecenin karanlığı yerini günün ilk ışıklarına bırakırken, Alaz Hale'nin evinden ancak ayrılabildi. Hale onun için bir kaçıştı. Mahkûm edildiği hayattan aldığı bir intikamdı. Kendi evinde daralan ruhunu ancak Hale'nin yanında rahatlatabiliyordu. Fakat bu, adam için sevgiyle alakalı bir şey değildi. Aşk hiç değildi. Hale'ye güçlü bir kadın olduğu için saygı duymak ve bedenini arzulamak dışında başka hiçbir duygu hissetmiyordu. Zaten bu duyguların daha fazlasını herhangi bir kadın için hissedebileceğini de düşünmüyordu. Alaz duyguların gereksiz zaaflar oluşturduğuna inanan ruhsuz bir adamdı. Dalgın düşüncelerinin arasında bomboş yolları geçerek evine geldi. Lüks apartmanın önünde durdurduğu arabasından bir süre inmedi. Boş gözleri kendi dairesinin bulunduğu kata kayarken, yanan ışığı gördüğünde dişlerini sıkmak zorunda kaldı. Karısına her seferinde beklememesini söylediği halde aptal kadın onu dinlemiyor; adamı bitmek tükenmek bilmeyen vicdan muhasebeleriyle bir başına bırakıyordu. Arabanın kapısını öfkeyle açtı ve kırmak ister gibi sertçe kapattı. Kumandasıyla kilitlediği aracının kapılarını kontrol ettikten sonra apartmanın mermer kaplı giriş merdivenlerini tırmandı. Evrak çantasının ön gözünden çıkardığı anahtarıyla içeri girdi ve geniş asansör kabinine yöneldi. Eve girdiğinde ortalık sessizdi. Uyuyakalmış olabileceğini düşündüğü karısına görünmeden kendi odasına geçecekken, önünden geçtiği odanın içinden gelen konuşma sesleriyle duraladı. Başını çevirdiği odanın içinde gördükleriyle kaşları çatıldı. Zeynep çift kişilik yatağın ortasına yatırdığı oğlunun üzerine eğilmiş, çıplak bacaklarına dokunarak küçük çocuğu izliyordu. "Ateşi tamamen düşmüş," diye mırıldandığında Alaz'ın dikkati içerideki diğer kişiye kaydı. Genç adam en yakın arkadaşını karısının odasında, yatağın diğer yanında görmenin verdiği şaşkınlıkla kaşlarının daha derinden çatılmasına engel olamadı. Sinan’ın Ateş'in üzerinden eğilip karısının yıllardır dokunmadığı yumuşak tenine el sürmesi ve teskin edici cümleler kurmasıyla kapıda daha fazla dikilemeyeceğini anlayarak içeriye girdi. Sesinin sert çıkmasına engel olamadan "Neler oluyor burada?" diye sordu. Zeynep yanlış bir şey yaparken yakalanmış gibi oturduğu yerde sıçrayıp Alaz'a dönerken yüzü kızardı. Bulundukları durumda hiçbir anormallik yokmuş gibi davranan Sinan ise acele etmeksizin ayağa kalktı. "Zeynep sana ulaşamayınca beni aramış. Oğlunun ateşi yükselince ne yapacağını bilememiş. Onları doktora götürdüm. Ateş'e serum takıldı ve vücut sıcaklığı normale döndüğünde taburcu ettiler. Sen de geldiğine göre ben artık gideyim." Alaz arkadaşının açıklaması üzerine sessiz kaldı. Kaşları hala çatılı iken, Selim Zeynep'e dönüp gülümsedi. "Bana Ateş'in durumunu haber verisin. Sonra görüşürüz," diyerek kapıya yöneldi. Hala kapının girişinde duran Alaz'a sert bir bakış fırlatıp veda etmeden çıkışa yöneldi. Alaz'ı çocukluğundan beri tanıyor olabilirdi. Kendisinin de Alaz'dan bir farkı olmayabilirdi. Ancak Selim bir kadını hamile bırakıp evlenecek olsa, çocuğunu kendi kaderine terk edip karısına sırtını dönemezdi. Hele Zeynep gibi bir kadına bunu asla yapmazdı. Alaz bunun vebalini ölene dek taşıyacaktı. Bir dakika sonra dış kapının kapanma sesi geldiğinde Alaz da Zeynep de bulundukları yerde durmaya devam ediyordu. Alaz karşılaştığı manzara sonrası düşüncelerinin ibresini şaşırmıştı. Zeynep'in masum bakışlarını gördüğünde kendisine ona haksızlık etmemesi gerektiğini söylese de ağzından çıkanlara engel olamadı. "Benden umudu kesince en yakın arkadaşıma mı göz diktin? Bu senin dikkat çekme şeklin mi, yoksa sadece intikam mı alıyorsun?" Kocasının yıllardır süren soğuk savaşında çocuğuna sarılarak ayakta kalmaya çalışan Zeynep ise duyduklarının ağırlığı altında ezildi bir anda. Bunu hak edecek hiçbir şey yapmadığı halde Alaz'ın sözleriyle yıkılmıştı. Kocasının her hoyrat davranışına boyun eğmiş, sessiz kalmış olsa da buna susup oturmayacaktı. Yatakta yatan üç buçuk yaşındaki küçük oğluna son bir göz atıp ayaklandı ve Alaz'a değmemeye dikkat ederek kapıdan çıktı. Genç adamın kendisini takip edeceğini biliyordu. Nitekim de öyle oldu. Oğluyla kan bağı dışında fazla bir bağı olmayan Alaz, Ateş'e umursamaz bir bakış atıp kapısını kapattı ve mutfağa giden karısının peşine takıldı. "Bir cevap vermeden çekip gidemezsin," diyerek içeri girdi. Ocağa su koymakta olan Zeynep ise işini tamamlayıp arkasına döndü. İçinde biriken öfke, acı ve nefretle alev alev yanarken, hislerini saklamayan sesiyle genç adamı yanıtladı. "Sözlerini ciddiye alıp seni takıyor olsaydım, şu anda toprağın altında olurdum. Seni duymamaya alıştım ben Alaz. Bana ne söylersen söyle, bir kulağımdan girip diğerinden çıkacak." Uysallığına alıştığı karısından çıkan sivri sözlerle gözü kararan genç adam, Zeynep'in kollarından sıkıca tutup sarstı. "Bunlar öyle bir kulağından girip diğerinden çıkacak kadar önemsiz sözler değil lanet olasıca! Bana cevap ver, Sinan’la arkamdan ne işler çeviriyorsun?" Genç kadın moraracağından emin olduğu kollarını Alaz'ın sert tutuşundan kurtarmaya çalıştı. Başarılı olamayacağını anladığında çırpınmayı keserek genç adama baktı. Sonra Alaz'ın da beklemediği bir şey yaparak genç adama sokuldu. Ayakları üzerinde yükselip burnunu Alaz'ın boynuna gömdü ve derince soludu. Başını çekip ayaklarını yere indirirken, gözlerini adamın bakışlarından kaçırdı. "Beni kendinle karıştırıyorsun sanırım. Üzerinde hala başka birisinin kokusu olan sensin," dedi. Zeynep'in yakınlığıyla gerilen Alaz, karısının kollarını serbest bıraktı. Genç kadına cüzzamlıymış gibi bakarak bir adım geriledi. "Benim ne yaptığım seni ilgilendirmez ama senin ne yaptığın beni doğrudan alakadar eder Zeynep. Unutma, sen benim karımsın. Arkamdan Alaz'ın karısı başka erkeklerle gönül eğlendiriyor dedirtmem. Eğer Sinan’a yaklaştığını görecek olursam, seni ve oğlunu beş parasız kapının önüne koyarım. Beni anladın mı?" Kendisine yöneltilen tehdit karşısında iyice çileden çıkan Zeynep, tezgâhta duran boş fincanı alıp duvara fırlattı. Dört senenin ardından ilk defa kocasına başkaldırıyor, her zulmüne sessiz kaldığı adama ilk defa sesini yükseltiyordu. "Baba olsaydın da sen yanımızda olsaydın o zaman! Oğlumun bir babaya ihtiyacı varken, sen neredeydin? Telefonuna onlarca çağrı bıraktığım zaman, hangi bedende tükeniyordun? Bana ne yaptığın umurumda bile olmaz Alaz! Ancak bizi kapı dışarı edecek olursan, Ateş'in hakkını senden söke söke alırım. Asıl sen beni anladın mı?" dedikten sonra, Alaz tarafından duvara fırlatıldı. Heybetli bir canavar gibi önünde dikilen ve boğazına sarılan ellerin sahibi, yavaşça yüzüne yaklaştı. "Sana bu akılları kim veriyor, söylesene? Bana başkaldırmanı da Sinan mı söyledi? Ne zaman sesin çıkar oldu senin?" Zeynep Alaz'ın boğazındaki ellerinin baskısından dolayı nefessiz kalırken, kızarmaya başladı. Elleri boğazını sıkan ellere yapışıp baskıyı azaltmaya çalışsa da Alaz baskısını daha çok arttırdı. Boğazını sıktığı yetmezmiş gibi kadını kendisine doğru çekip, ardından sırtını duvara sertçe ittirdi. Aynı anda da ellerini çekerek kadını serbest bıraktı. "Seni öldürürüm! Yemin ediyorum ki seni öldürürüm Zeynep!" diye tısladı. Sesindeki sakinlik, içindeki nefreti saklayamıyordu. Aksine Zeynep'e buradan arkasına bile bakmadan kaçması gerektiğini bangır bangır bağırıyordu. Öksürerek ciğerlerine taze hava çekmeye çalışan kadın ağlayarak duvardan aşağıya kaydı. Çaresizce boşluğa diktiği gözleri durmak bilmeyen yaşlardan dolayı baktığı yeri görmekten uzaktı. Ölmekten korkmuyordu. Dört senedir bir ölü gibi yaşamıyor muydu zaten? Korktuğu yalnızca ardında bırakacağı oğluydu. Zeynep de giderse Ateş bu hayatta yapayalnız kalırdı. Çünkü babası Ateş'i zaten doğmadan önce terk etmişti. Hıçkırıkları gittikçe yükselirken "Keşke öldürsen…" diyebildi. Sesi gözyaşlarının arasında boğuk ve kısık olsa da Alaz onu işitmişti. Sol eli havalanıp karmakarışık saçlarını avuçlayıp çekiştirirken "Kahretsin!" diyerek mutfaktan çıktı. Zeynep oğlunun hastalığı, kendi yalnızlığı ve üç kişilik acısıyla o darmadağınık mutfakta bir başına kaldı. Dört senedir o karmaşıklığın içinde zaten tek başınaydı. Alaz ise her zaman yapmayı tercih ettiği şeyi yapmış, kapıyı çarpıp çıkıp gitmişti. Alaz’ın gitmesiyle Zeynep bir süre daha ağladı. Çöküp kaldığı mutfak zemininde oturmaya devam ediyor, son dört senesinin bütün iğrenç detaylarını tekrar tekrar gözden geçiriyordu. Ateş’in varlığına son vermek isteyen Alaz’ın gaddarlığı, evliliğin önüne bir lütufmuşçasına sunulması, amcasının yüzündeki utanç, düğün gecesi aldatılması, bütün yalnız geceleri, doğumda yaşadığı zorluklar, Ateş’in yalnızlığı, terk edilmişliği, artık kokulardan anladığı değişen kadınlar ve bu son olanlar… Hayır, bu sondu! Bütün bunlara daha fazla katlanamayacaktı. Bu dört duvar arasında sığıntı gibi yaşamak istemiyordu artık. Kendi canından, kendi kanından evladına sokaktaki bir evsiz muamelesi yapan bir babanın yanında duramayacaktı. Ezdirmeyecekti daha fazla kendisini. Vücuduna dolan cesaretle tezgâha tutunarak doğruldu. Akan yaşlarını son bir kez sildikten sonra omuzlarını dikleştirerek mutfaktan çıktı. İlk işi Ateş’i kontrol etmek olacaktı. Oğlunun sağlığı onun bütün kararlarından daha değerliydi. Kaldığı odaya sessizce geldi ve yatağa oturup Ateş’in alnını yokladı. Küçüğünün ateşi biraz daha inmiş, alnına dökülen saçları terle ıslanmıştı. Ateş’in saçlarını geriye doğru yatırdı ve alnına eğilip, sevgisini yansıtmakta yetersiz kalan bir öpücük kondurdu. Sonra komodindeki telefonunu alarak, rehberden bulduğu numarayı kararlılıkla çevirdi. Daha iki kere çalmıştı ki karşı taraf cevap verdi. “Alo, Zeynep?” “Sinan…” “Bir şey mi oldu, Zeynep? Ateş mi? Yeniden mi ateşlendi?” Sinan’ın sesi çok telaşlıydı. Ateş’in babası sanki oymuş gibi, hastalığında sağlığında yanlarında hep o vardı. Sinan’ın bu iyiliği karşısında Zeynep acı acı gülümsedi. Bütün erkeklerin aynı olmadığını kendisine gösterdiği için Sinan’a minnettardı. “Hayır, hayır. O gayet iyi,” diyerek onu yatıştırmaya çalıştı. Sinan hattın diğer ucunda derin bir nefes verdi. “O halde Alaz mı?” diye sordu. “Sana bir zarar mı verdi?” Zeynep son kezmiş gibi odasında gözlerini gezdirdi. Bir bakıma öyleydi de. “Alaz artık bana, bize zarar veremeyecek,” dedi. Sinan’ın araya girmesine izin vermeden devam etti. “Ben bir karar verdim Sinan. Alaz’ın hayatındaki misafirliğimiz fazla uzadı. Bunu artık sürdüremeyiz. Boşanmak istiyorum. Burada kalmaya da devam edemem. Sahip olduğum tek arkadaş sensin. Bana yardım eder misin?” Sinan bir anda maruz kaldığı bu bilgilendirme karşısında donup kalmıştı. Ne düşünebiliyor ne de konuşabiliyordu. Zeynep’in her bir cümlesinin üzerinde ayrı ayrı durmak istiyordu. Ancak karşısında ondan büyük bir umutla cevap bekleyen bir kadın vardı. O anda aklında olan tek şeyi söyleyiverdi. “Alaz’ın bu kararından haberi var mı?” Zeynep Sinan’ın zorluk çıkaracağını düşünüp bir anda endişelendi. Panikle “Yok ama zaten önemseyeceğini de zannetmiyorum. Sinan, lütfen… Bu hayata dayanamıyorum artık. Eğer devam edersem ölürüm. Ateş için yaşamak zorundayım. Onun benden başka kimsesi yok. Ben de olmazsam oğlum bu dünyada yapayalnız kalacak. Lütfen yardım et bize. Benim için yapmıyorsan bile Ateş için yardım et!” Sinan ikilemde kalmıştı. Zeynep’in katlanmak zorunda kaldıklarının farkındaydı. Bunun en yakın şahidiydi. O naif kadının bunları hak etmediğini biliyordu. Ateş’in de bu hayatı hak etmediğini biliyordu. O güzel çocuk onu seven annesine ne kadar muhtaçsa, onu koruyup kollayacak, yol gösterip büyümesine yardımcı olacak bir babaya da o kadar muhtaçtı. Ancak Alaz o baba olmaktan çok uzaktı. Varlığı ile yokluğu arasında bir fark yoktu. Kararını vermiş olmanın getirdiği rahatlıkla nefes aldı. “Ne yapabilirim senin için?” diye sordu. Zeynep Sinan’ın kararının verdiği mutlulukla hıçkırdı. “Bir saat sonra gelip Ateş’le beni alabilir misin?” Sinan kol saatine baktı. Çoktan sabah olmuştu ve güneş doğmuştu. Geceyi uykusuz geçirdiği halde Zeynep’e yardım etmeye hazırdı. “Orada olacağım,” dedi. “Teşekkür ederim.” Tam telefonu kapatacakken Zeynep’in tereddütle “Sinan,” dediğini işitti. “Efendim?” “İyi ki varsın.” Sinan gülümsedi. Zeynep’in utangaç, masum yüzü gözlerinin önünde belirdi. O hayali yitirmekten korkarcasına gözlerini boşluğa dikti. “Sen de iyi ki varsın köylü güzeli, sen de iyi ki varsın,” dedi. Sonra telefonu kapatıp yataktan kalktı. Üzerini değiştirmek için dolabından birkaç parça kıyafet çıkardı. Zeynep de kapattığı telefonu komodine bırakıp bir bavul çıkardı. Dolabından yalnızca kendisine ait olan, Alaz’ın parasıyla alınmamış giysilerini aldı. Zaten hepi topu birkaç parçaydı. Onları yerleştirdikten sonra Ateş’in odasına geçti. Oğlunun kıyafetlerini de toparlayıp geri döndü. Bavula yerleştirdiği eşyalardan sonra ağzını kapattı ve girişe çıkardı. Kapının ağzında bir süre öylece durdu ve etrafını inceledi. Nedendir bilinmez, bu evden ayrılacak olmasının üzerinde hafifletici bir etkisi olmuştu. Asla ait olmadığı ve asla da olamayacağı bu evden çıkıp gitmek onu yaralamıyordu. Asıl üzüntü yaratan oğlunu babasından ayıracak olmaktı. Her ne kadar Alaz Ateş’e babalık yapmıyor olsa da nihayetinde babaydı ve Zeynep bir gün Alaz’ın sorumluluklarına uyanacağına inanmıştı. Ne yazık ki artık o günün gelmeyeceğini çok iyi biliyordu. Bundan dolayı da çekip gidecekken hiçbir suçluluk hissetmiyordu. Ellerini birbirine sürterek girişten çalışma odasına ilerledi. Son bir görevi kalmıştı. Onu da yerine getirdikten sonra Ateş’i hazırlayacak, Sinan’ın gelmesini bekleyecekti. Çalışma odasına girdiğinde duraksamadan ortadaki büyük, ceviz ağacından yapılmış masaya doğru ilerledi. Masadan bir kâğıt ve kalem alıp, Alaz’a not yazdı. Yazacaklarını bitirdikten sonra gözden geçirdi. Yeterli olacağını düşünerek odadan çıktı ve Alaz’ın buram buram o kokan odasına girdi. Duyumsadığı kokuyla yıllar önceki o yaza dönmemek için kendisini zorladı ve parmağından çıkardığı alyansla birlikte yazdığı notu, şifonyere bırakıp Ateş’i hazırlamak için odasına döndü. Oğlunu uyandırmamaya dikkat ederek Ateş’i giydirdi. Onu kucağına aldıktan sonra telefonunu da alıp salona geçti. Sinan’ın yukarı çıkıp çıkmayacağını bilmediği için telefonunu yanına almıştı. Sinan’la birlikte buradan ayrılırken, onu da arkasında bırakacaktı. Ateş’in parasıyla sahip olduğu hiçbir şeyi almayacaktı. Tedirgin bekleyişi sırasında Zeynep’i sakinleştiren tek şey oğlunun güzel yüzünü izliyor olmasıydı. Ateş’in kollarında huzurla soluklanıyor olması katlandığı her şeye değerdi. Oğlu bütün o zor yıllara bedeldi. Çalan zille birlikte olduğu yerde sıçradı. Ateş az önceki huzurlu halinin aksine kaşlarını çatmış, derin bir soluk alıp, annesinin göğsüne biraz daha sokulmuştu. Zeynep kucağındaki oğlunu koltuğa dikkatle yatırdıktan sonra ayağa kalktı ve kapıya yöneldi. Gözetleme deliğinden geleni kontrol ederek kapıyı açtı. Sinan’la karşılaşmak güçlü duruşuna indirilen bir darbe gibiydi. Genç adamın varlığı, bütün bu yaşananların gerçekliğini yüzüne vuran bir tokattı. Zeynep sarsılsa da belli etmemeye çalıştı. Ancak Sinan’ın dikkatle inceleyen gözlerinden kaçamazdı. Karşılıksız bir şefkatle kollarını açıp “Gel buraya,” diyen adamın inceliği Zeynep’in akıtmamak için çaba sarf ettiği gözyaşlarının önündeki engelleri kaldırdı. Kendisini Sinan’ın kollarına bırakırken kendi ince kolları da adamın geniş gövdesine sarıldı. Sakinleyene kadar o şekilde sarıldılar. Zeynep son damlayı da akıtana kadar Sinan kollarını ondan ayırmadı. Sonunda kıpırdanan kadınla birlikte birazcık geriye çekildi. Zeynep’in yüzünü derinlemesine inceleyen gözleri, biraz daha aşağıya kaydığında öfkeyle büyüdü. Zeynep’in çenesini tutup havaya kaldırdı. “Bunu sana o mu yaptı?” diye sorarken dişlerinin arasından konuşuyordu. Sinan’ın öfkesiyle daha önce karşılaşmayan Zeynep için bu şaşırtıcıydı. Kendisini geri çekip yüzünü yere indirdi. Sinan’ın yumruk olmuş eli, kapının pervazına indi. “Lanet olsun, sana dokunan elinin bütün parmaklarını kıracağım!” diye bağırdı. Zeynep Sinan’ın sesiyle olduğu yerde sıçrarken, onu kolundan tutup içeriye çekti. Henüz sabahın erken saatlerinde komşularını kapının önüne toplamak istemiyordu. Fakat Sinan’ın öfkesinin Ateş’i rahatsız etmesinden de korkuyordu. “Sakin ol,” diyerek onu uyardı. “Senden bunun hesabını sormanı istemiyorum Sinan. Sadece bana yardım etmeni istiyorum. Ben kendime bir düzen, yeni bir hayat kurana kadar bana yardım etmeni; beni Alaz’ın ulaşamayacağı bir yerde saklamanı istiyorum.” Sinan elini saçlarının arasından geçirip Zeynep’e baktı. Onu korkutmak, kendisinden kaçmasına sebep olmak istemiyordu. Ancak Alaz’ın bunu nasıl yapabildiğini aklı almıyordu. Yıllardır tanıdığı, dostum dediği adamı hiç tanıyamamış mıydı? O adam bir kadına, hele de çocuğunun annesine nasıl el kaldırırdı? Yavaşça başını salladı. “Ne istiyorsan, senin olacak Zeynep. Bundan sonra Alaz’ın sana yaklaşmasına izin vermeyeceğim. Ateş’i de seni de koruyacağım. Fakat Alaz’ın yaptıklarının hesabını vermesi gerek. Bu konuyu şimdi tartışmayalım. Hazırsanız, çıkalım.” Zeynep de başını salladı. “Hazırım,” diye mırıldandı. Sinan koltukta uyuyan Ateş’i kucağına alırken, Zeynep de el çantasıyla küçücük bavulunu yüklendi. Tamamı acılarla dolu dört senesini geride bıraktığı bu eve son bir bakış attıktan ve yaşananlar için son yaşlarını döktükten sonra burada hiç var olmamış gibi kapıyı çekip; geçmişini geride bıraktığı geleceğine ilk adımını attı. *** Alaz karısını mutfakta bir başına bıraktıktan sonra evden çıkıp gitmişti. Güneş iyice yükselmiş olsa da şirkete gitmek için hala çok erkendi. Yine de arabasını iş yerine yönlendirmişti. Asansöre binip yönetim katına çıkarken, uykusuzluk ve yaşadıklarından dolayı yorgun düşen bedeninin isyanını hissediyordu. Odasına girip, kaliteli deri koltuklarına uzanabilir, birkaç saat hiç kimse tarafından rahatsız edilmeden uyuyabilirdi. Ancak Alaz aklındaki yüzlerce, hatta binlerce sorunun içinde bunu yapabileceğine emin değildi. Zira yabancı etkenler tarafından değil, kendi iç sesleri tarafından rahatsız edilirken bu imkânsızdı. Ateş'in hastalığı sırasında onları bir başlarına bırakıp, kendi hayatına dalmış olduğu için vicdanı kendisini yargılıyordu. Ona iyi bir baba olamadığı için huzursuzluk duyuyordu. Ancak hepsi bu kadardı. Daha fazlasını yapacak ne isteği ne de cesareti yoktu. Dört sene önceki öfkesi olduğu yerde, tüm canlılığıyla duruyordu. İstemediği bir çocuğa, istemediği bir evliliğe sahip olmasının tek sebebi Zeynep'ti. Eğer vücudunun kendisine yolladığı sinyalleri anlayabilecek kadar zeki bir kadın olsaydı, bebek on haftalık olmadan önce bu hamileliğin önü alınabilirdi. Zeynep'in amcası ve yengesinin ağzı verilecek üç beş bin lirayla susturulabilir; asıl önemlisi, Alaz babasından hayatının tokadını yemez ve bu evlilik karşılığında şirketle tehdit edilmezdi. Bunları düşünmek için artık çok geçti. Ailesinin dayatması sonucu yaptığı bu evlilik hiçbir zaman gerçek amacına ulaşamamıştı. Zeynep'e değil dokunmak, gözünün ucuyla bile bakmayı yasaklamıştı kendisine. Onun yerine hayatına giren onlarca kadınla idare etmesini biliyordu. Bunu çok da güzel başarıyordu. 
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE