ON BİRİNCİ BÖLÜM

3014 Kelimeler
Bekâr ve özgür bir anne olarak güne başlamak her şeye rağmen çok garipti. Yıllarca sürdürdüğü hayatın dışında bir durum olmasa da resmiyette boşanmış olduğu için kendini garip hissediyordu Zeynep. Güne her zamanki gibi oğluyla başlamış, Sinan’ın küçük mutfağında hep birlikte neşeli bir kahvaltı yapmışlardı. Daha sonra Sinan işleri uzun süredir ihmal ettiğini söyleyerek evden ayrılmıştı. O andan sonra evde tek başına kalan Zeynep sıkıntıdan boğulacağını hissetmişti. Alaz’ın evinde de günleri yalnız geçiyordu ancak belki de orayı kendi evi gibi gördüğü için böylesine huzursuzluk duymuyordu. Ya da Sinan’a öylesine alışmıştı ki, onun olmadığı şu kısacık sürede bile kendisini tuhaf hissediyordu. Evet, evet… Öyle olmalıydı. Sinan öylesine iyi bir insandı ki, Zeynep’e ona alışmakta başka bir seçenek bırakmamıştı. Genç kadın kahvaltının ardından bir süre oğluyla oynamış, Ateş’in uyku vakti geldiğinde onu yatırdıktan sonra kendisiyle baş başa kalmıştı. Televizyonla arası olmadığı için açıp izlemeye çalışmamıştı. Hem açmak istese bile muhtemelen doğru kumandayı, doğru tuşu bulamazdı. En iyisi kendisine bir kahve yapmaktı. Hem belki de oturup bir hayat planı oluşturması için bu iyi bir fırsattı. Sinan’ın evinde daha fazla kalamazlardı. Yakında Burcu’nun ortağı Sevgi Hanım’ın sekreteri olarak çalışmaya başlayacaktı. İlk maaşıyla belki de Ateş ve kendisine yetecek küçük bir daire tutabilirdi. Alaz’ın aldığı telefonu o evden ayrılırken bıraktığı için yeni bir telefona da ihtiyacı vardı. Çalışma hayatına uyum sağlayamayacak kıyafetlere sahip olduğunun da farkındaydı. Ayrıca Ateş’in bakım masrafları, oyuncakları, ilaçları, kıyafetleri… Masraflar düşündükçe çoğalırdı ama en önemlisi eğitimine devam etme kararıydı. Zeynep’in önünde büyük bir engel oluşturan bu sorunu bir an önce çözümlendirmesi gerekiyordu. Nisan ayındalardı ve Zeynep açık öğretim için kayıtların aşağı yukarı beş ay sonra yapılacağını düşünüyordu. Beş aylık süreç içinde kayıt için gerekli parayı kazanabilir, belki biraz da birikim yapabilirdi. Öğleden sonra Ateş’in de uyanmasıyla vakit daha çabuk geçti. Ateş mutfakta uslu uslu oturup, annesini seyrederken Zeynep yemeği yaptı. Sinan gelene kadar birlikte oyun oynadılar. Şirketindeki işlerini eve biran önce gitmek için erkenden bitirmeye uğraşırken Sinan çok heyecanlıydı. Evinde yıllardır eksik olan bir şeyler sonunda tamamlanmıştı sanki. Kendi çapında büyük olan evinin içinde bir ses vardı, hareket vardı. Zeynep gibi bir kadının dokunuşları mutfağını süslemiş, Ateş’in neşesi duvarlarda hapsolmuştu. Hız limitlerini zorlayarak evine ulaşmıştı. Kapıyı sessiz olmaya dikkat ederek açmış, içeriyi saran yemek kokularını gözlerini kapatarak içine çekmişti ve yüzüne yayılan gülümsemeyle kapıyı kapatıp parmak uçlarında içeriye süzülmüştü. Zeynep ve Ateş oturma odasında yerde emekleyerek ellerindeki arabaları yarıştırıyorlardı. Ateş’in hırsla attığı çığlıklar Zeynep’in kahkahalarına karışıyordu ve genç anne oğlunun kazanabilmesi için olabildiğince yavaş sürmeye dikkat ediyordu. Seyrine doyulamayacak bir manzara sunduklarından habersizlerdi. Kapıda dikilmeye dayanamayan genç adam elindeki poşeti olduğu yerde bırakıp içeriye girdi. “Bensiz bensiz oyun mu oynuyorsunuz siz?” diyerek ikilinin arabalarının önüne dikildi. Önce Zeynep’in başı yukarı kalktı. Sonra da Ateş önünde bir dağ misali dikilerek arabasının geçişini engelleyen şeyi görmek için kafasını kaldırdı. Sinan’ı gördüğünde kaşlarını çatıp dudaklarını büzdü. Sinan abisini seviyor olsa bile şimdi annesiyle önemli bir yarışın tam ortasındalardı. “Çekil önümüzden Sinan abi,” diye kızdı genç adama. “Annem şimdi beni geçecek.” Sinan, Ateş çok ciddi bir şeyden bahsetmiş gibi telaşla Ateş’in önünden çekildi. Ancak Zeynep’in önünü kapatmaya devam etti. “Anneni burada tutmaya devam ederim ben küçük paşa. Sen kazanmana bak,” dedi. Zeynep Sinan’ın bu dediğine kıkırdayarak ayağa kalktı. Dizleri üzerinde emeklemekten ve uzun süre aynı pozisyonda kalmaktan dolayı beli tutulmuştu. Koltuğun kolluğuna ilerleyip kalçalarını yaslayarak ayakta kalabilmek için arkasından destek aldı. “Hoş geldin,” diyerek Sinan’a gülümsedi. “Hoş buldum.” “Açsan yemek hazır, hemen sofraya oturabiliriz.” Sinan gözlerini kapatıp karnını ovuşturdu. Başını yana eğip kocaman bir nefes aldı. Gözlerini araladıktan sonra gülümsedi. “Kurt gibi açım ama aç olmasaydım bile buram buram yükselen bu kokulardan sonra midemde bir yer açılırdı eminim.” Zeynep dayandığı yerden kalkıp mutfağa ilerledi. Giderken “O zaman sen üzerini değiştirip ellerini yıkarken ben de tabakları doldurayım. Rica etsem Ateş’in de ellerini yıkayabilir misin?” diye seslendi. Sinan Ateş’e atılıp karnından tuttuğu gibi omuzlarına atarken “Olmuş bil,” dedi ve banyoya ilerledi. İşleri bittiğinde aşağıya inip birlikte mutfağa geçtiler. Zeynep çoktan masaya oturmuş, Sinan ve Ateş’i bekliyordu. İki erkek de masadaki yerlerini aldıktan sonra Zeynep Ateş’in önüne peçete serdi, kendi yemeğini yemeden önce Ateş’in yemeğini yedirmeye başladı. Sinan da büyük bir mutlulukla kendi yemeğine atılırken Zeynep’in kendisine baktığını hissederek ona baktı. Uzunca bir sessizlikten sonra “Ne oldu?” diye sordu sakince. Zeynep omuz silkti. “Bir şey olmadı. Sadece bize karşı ne kadar iyi olduğunu düşünüyordum.” Sinan bu konudan sıkılmış gibi kaşlarını çattı. “Eğer yine bir teşekkür konuşması yapacaksak hiç başlamayalım bence Zeynep. Ben teşekkürlerimi bu muhteşem yemeklerle alıyorum.” Durup Ateş’e döndü ve oyuncu bir şekilde göz kırptıktan sonra başının üzerini okşadı. Ateş durumu anlamaya çalışan gözlerle annesini ve Sinan abisini izlerken “Hem bu yakışıklının neşesi de evimin ıssızlığına iyi geliyor. Yani sizin burada olmanız aslında size değil bana bir iyilik. Görüyorsun ya, çok bencil biriyim ben,” dedi. Zeynep güldü ve başını iki yana salladı. “Sana teşekkür etmeyecektim. Elbette ki her şey için minnettarım ama bunu sürekli dile getirmemden hoşlanmadığını fark ettiğimden beri bu minnetimi içimde yaşıyorum. Sadece o anda ne düşündüğümü söylemek istemiştim.” Zeynep sustuktan sonra Sinan bir şey söylemeyince, genç kadın Ateş’e yemeğini yedirmeye devam etti. Sinan da birkaç dakika anne oğlu izledikten sonra yemeğine başladı. Ateş başını çevirip bir lokma daha almayacağını belirtene kadar Zeynep sessizce oğlunu doyurdu. Ateş’i sandalyeden indirip ağzını sildi ve oğlunu oyun oynaması için oturma odasına yolladı. Yerine oturduğu zaman kendi tabağına dokunmadı. Ellerini çenesinin altında birleştirip, dirseklerini masaya yaslayarak Sinan’a bakmaya başladı. İzlendiğini fark eden genç adam heyecanla karışık merakını dizginleyerek çatalını tabağının yanına bıraktı ve Zeynep’e yamuk bir gülüşle baktı. “Yakışıklı olduğumu biliyorum ama bana böyle bakmaya devam edersen kendimi eşsiz bir şey sanmaya başlayacağım Zeynep,” diyerek genç kadına takıldı. Zeynep’in yanakları utançla kıpkırmızı olurken bakışlarını Sinan’dan çekip tabağına eğildi. “Beni utandırmasan olmuyor mu sanki?” Sinan işaret parmağını çenesine vururken düşünür gibi yaptı. “Sanırım olmuyor,” diyerek Zeynep’in yanağından bir makas aldı. Genç kadın gülerek yüzünü Sinan’dan kaçırdı. “Önemli bir konuda yine yardımını isteyeceğim,” dedi. Ortamdaki şakacı hava bir anda ciddiyete büründü. “Elimden ne geliyorsa yaparım.” “Biliyorsun, eğitimime devam edeceğimi söylemiştim.” Zeynep durup Sinan’ın yüzüne baktığında genç adam başını sallayarak devam etmesi için genç kadını teşvik etti. “Lise eğitimim de olmadığı için öncelikle lise diplomasını almam gerekiyor. Ve bunun için ne yapılması gerektiğini bilmiyorum. Benim için araştırabilir misin diye soracaktım.” Daha önemli bir konuyu konuşacaklarını düşünen Sinan gelen bu istek üzerine rahatlayarak sandalyesinin sırtlığına yaslandı. Kollarını göğsünde birleştirip başını salladı. “Tamam. Yarına olmuş bil,” diyerek Zeynep’e gülümsedi. Genç kadın minnetle başını eğdikten sonra çekinerek devam etti. “Bir de şey var…” Devam etmekte zorlandığı için Sinan “Ne var?” diyerek genç kadını konuşmaya zorladı. “Biz artık daha fazla burada kalarak sana yük olmayalım. Çok kısa bir süre içerisinde çalışmaya başlayacağım ve o zaman kendimize bir ev tutabilecek kadar maaşım olacak. Düşük kiralı, çocuğuyla tek başına bir kadının yaşamasına uygun ortam şartlarına sahip bir daire bulmamda yardımcı olursan çok mutlu olacağım.” Uzun süredir gelmesini korkuyla beklediği cümleleri sonunda duymanın verdiği gerginlikle Sinan az önce yaslandığı sandalyede dikleşti ve dirseklerini masaya dayayarak Zeynep’e doğru eğildi. “Bak Zeynep,” dedi. “Sanırım sana az önce yemek başlarken kendimi yeterince iyi ifade edemedim. Ben burada kaldığınız için çok mutluyum. Gitmenizi istemek şöyle dursun, gitmemeniz için elimden ne geliyorsa yapmaya hazırım. Bu isteğinin sebebi beni rahatsız ettiğini düşünmekse unut gitsin. Yok, eğer sen burada rahat değilse-” derken Zeynep telaşla atılarak sözünü yarıda kesti. “Hayır, hayır. Yanlış anlamanı istemem. Ben burada çok rahatım. Ancak öyle ya da böyle sen bekâr bir adamsın Sinan. Çevreden bizim burada yaşadığımızı görenlerin konuşmaya başlaması uzun sürmez. Benim bir evladım var ve bundan sonra attığım her adıma dikkat etmek zorundayım. Yanlış anlaşılmaların önünü şimdiden almakta fayda var. Hem biliyorum ki, an gelir senin de evine misafir etmek isteyeceğin başkaları olabilir.” Bunu söylerken Zeynep’in kızarması, Sinan’ın misafirin türü konusunda bilgi sahibi olmasında yardımcı oldu. Dudaklarının kenarları istemsizce yukarı doğru kıvrılırken ‘Şu anda istediğim tek kadın zaten evimde,’ dememek için kendini zor tuttu. “Beni düşünme,” dedi bunun yerine. “Sizden başka bir misafir isteseydim sizi buraya getirmezdim.” Sonra durup derin bir nefes bıraktı. “Bence bu konuyu burada kapatalım. Rahatınız yerindeyse Ateş’i de boş yere peşinde sürüklemeye kalkma. Başka bir yerde daha mı rahat olacağını düşünüyorsun? Asıl o zaman senin arkandan konuşacaklar. Tek başına olduğun için seni rahat bırakmayacaklar ve kim bilir başına neler gelecek? O zaman seni korumak için yanında bile olamayacağım. Bir de bunları düşün olur mu?” Masadan kalkıp Zeynep’in omzunu sıvazladı. Kapıya doğru giderken “Bu arada yemek çok güzel olmuştu. Ellerine sağlık,” dedi. Zeynep’i ne yapacağı ya da ne yapmayacağı konusunda düşünmek üzere mutfakta bir başına bırakarak oradan ayrıldı. *** “Alaz, acıktım. Ne zaman yemeğe gideceğiz?” Hale uzandığı koltuktan başını kaldırarak salona yeni giren Alaz’a baktı. Genç kadın işten erken çıkmıştı. Alaz ise eve gitmemek için türlü bahaneler bulmaya çalışmışsa da işlerini bitirdikten sonra oyalanmak için başka sebebi kalmamıştı. Eve gelip duşunu almış, üzerini giyindikten sonra salona geçmişti. Hale’nin sorusuyla öylece kapıda dikilmeye devam etti. Bir yandan elindeki havluyla ıslak saçlarını kuruluyor, diğer yandan Hale’ye ne cevap vermesi gerektiğini düşünüyordu. Zeynep’e Hale’ye verdiği şansı vermiş olsaydı şimdi bu yaşadıklarından çok daha farklı şeyler yaşayacağını biliyordu. İki kadın arasındaki fark öylesine barizdi ki… Zeynep Alaz’ın yemeyeceği yemekler yapıp bir gün yiyeceğini düşünürken Hale yemek için dışarıya çıkarılmayı beklemiyor, bunu adeta talep ediyordu. Zeynep hakkı olmadığını düşündüğü bir şeyi kabul etmezken Hale hakkı olmayana göz dikiyor, Alaz’dan istediğini elde edene kadar genç adamın başının etini yiyordu. “Sen bir şeyler yapmadın mı?” diyerek tüm düşüncelerini bir kenara itti. Hale yattığı yerden doğrulup oturdu. Ayaklarını yere sarkıttıktan sonra “Şaka yapıyor olmalısın,” dedi. “Ben işten yorgun argın gelip bir de yemek mi yapacağım?” Alaz elindeki havluyu bir kenar atıp, ellerini koltuğun sırtlığına yasladı. “İşten bunun için erken çıktığını düşünmüştüm.” Hale alayla homurdandı. “Ne demeye yemek yapmak için erkenden çıkayım ki? Ufak çaplı bir alışverişe çıkmıştım. Bana önceden açtırdığın kredi kartının limiti artık yetmiyor. Bundan sonra kendime daha fazla özen göstermeliyim.” Alaz biraz daha masrafla baş edemeyecek değildi ancak Hale’nin aralarında resmi olarak hiçbir şey yokken böylesine rahat olmasına şaşırıp kalıyordu. “Neden? Bilmediğim bir terfi aldın da şirkete genel müdür mü oldun yoksa?” diyerek içindeki kızgınlığın bir kısmını alayla dışarı yansıttı. Hale de artık sinirlenmeye başlamıştı. “Senin sevgilin olduğumu artık saklamayız diye düşünmüştüm. Eğer bunu herkes bilecekse de benim senin yanına yakışıyor olmam lazım, değil mi? Arkandan Alaz Baysal’ın kız arkadaşı da pasaklının teki diye mi konuşsunlar istersin? Kusura bakma Alaz, ama sen beni köylü karınla karıştırdın sanırım. Onu yanında taşımaya utandığın için dışarı bile çıkaramıyorken ben sürekli senin yanındaydım. Hep sana layık olmaya, yanına yakışmaya çalıştım. Bunun için bana minnettar olacağına, hesap mı soracaksın?” Koltuğun arkalığını sıkmaktan parmak uçları bembeyaz kesilmişti Alaz’ın. Dişleri de biraz daha zorlasa kırılacaktı. Fakat kendisine hâkim olamazsa Hale’ye zarar verecekti. Derin nefesler alarak öfkesini dizginlemeye çalıştı. Dişlerinin arasından “Zeynep hakkında konuşmaktan vazgeç!” diyerek tısladı. “Onunla dışarıda görünmememin sebebi…” derken duraksadı. Aklına Zeynep’in hamile olabileceğinden bahsettiği gece gelmişti. Zeynep’in ayağındaki basit terliklerle pahalı platform ayakkabıları kıyaslamış, bu kadınla ne işim olabilir diyerek kendisine kızmıştı. Hale’nin yaptığını yargılıyordu ama kendisi de aynısını yapmamış mıydı? Utanarak susmak zorunda kaldı. Dudaklarını dişleyip kaşlarını çattı. Yorgun bir nefes verdikten sonra ellerini gevşetti ve koltuğun arkasından önüne geçip, kendisini bıraktı. “Bir şey söyleyemedin?” “Sadece sus, Hale. Sus, yeter! Geçmişi sürekli önüme sererek ne zevk alıyorsun?” Hale bulduğu yaranın kanadığını fark etmeksizin Alaz’ın üstüne gitmeye devam etti. “Senin geçmişini önüne getirmiyorum ben,” dedi. “Yeri geldiğinde beni kimseyle karıştırmaman gerektiğini hatırlatıyorum. Öyle bir yanlışa düşersen başkaları gibi sessiz kalmayacağımı bilmeni istiyorum.” “Kimsenin seni bir başkasıyla karıştırdığı yok. Olanları kendince kurup benim de canımı sıkma.” Hale hızla oturduğu yerden kalkıp Alaz’ın karşısına dikildi. “Ben mi kendimce kuruyorum?” diye sordu hayretle. Sesinin tonu gittikçe yükseliyordu. “O kafanın içinde beni sürekli yargılamakta olduğunu fark etmediğimi mi düşünüyorsun? Beni o köylü güzeliyle kıyasladığını anlamıyorum mu sanıyorsun? Beni sen seçtin Alaz! Bana sen geldin. Seni zorla hayatıma sokmadım ya da silah zoruyla yatağıma girmedin. Eğer aradığın her şey bende olmasaydı ilişkimiz de bu kadar uzun sürmezdi!” Karşısındaki kadının tüm öfkesiyle üzerine gelmesi üzerine Alaz da kontrolünü serbest bıraktı. Az önce kendisini bıraktığı koltuktan kalkıp Hale’nin üzerine üzerine yürümeye başladı. “Sana ben geldim öyle mi?” diye sordu ilk adımında. “Seni ben seçtim?” Bir adım daha yaklaştı. “Aradığım her şey sende var?” Ve bir adım daha… Tam önüne geldiğinde durdu. Hale’nin boynundaki saçları elinin yumuşak bir hareketiyle geriye itip, parmaklarının üstüyle genç kadının beyaz teninde gezintiye çıktı. Hale daha ne olduğunu anlamadan Alaz’ın parmakları arkadan ensesine dolandı ve saçlarını parmaklarının arasına hapsedip aşağıya doğru çekiştirdi. “O zaman hafızam beni yanıltıyor olmalı hayatım,” diyerek ileri doğru bir adım daha attı. Hale korkuyla büyüttüğü gözlerini Alaz’ın gözlerine dikmiş, üzerine doğru atılan adımla kendisi de bir adım geriye gitmişti. “Alaz, ne yapıyorsun? Kendine gel, bırak beni!” “Kes sesini!” diye bağırdı Alaz. “Kes sesini ve beni iyice dinle.” Hale’yi de önünde gerilemeye zorlayarak bir adım daha ilerledi. “Bir buçuk sene önce şirkete ilk geldiğinde beni baştan çıkarmak için etrafımda dönüp durduğunu yanlış mı hatırlıyorum yoksa hayatım? Bir akşam iş çıkışı içmeye gitmek için ısrar ettiğini ve gecenin sonunu net hatırlamadığım bir şekilde senin evinde getirdiğimizi düşündüren hafızam yine yanıltıyor mu beni? Sabah kalktığımızda sanki bir ilişkiye başlama kararı almışız gibi davrandığını ve beni de bu kararın içine sürüklediğini çarpıtıyor olmalıyım?” Hale gelen her soruya başını iki yana sallayarak karşı çıkıyordu. Alaz son bir kere güçle asıldığı Hale’nin saçlarını serbest bıraktığında genç kadın duvarla kendi arasında sıkışıp kalmıştı. “Neden bir buçuk yıl boyunca hiç sesimi çıkarmadım, biliyor musun?” Hale yaşlarla dolu gözlerini Alaz’ın omuzları üzerinden karşı duvara sabitleyip bu işkencenin bitmesini diledi. Zeynep’i asla anlayamazdı ancak Alaz’ın bu yaptıklarından sonra onu anlamaya bir adım yakın hissediyordu kendisini. Bu iki olmuştu. Alaz’ın şiddete meyilli yüzüyle karşılaştığı ikinci seferdi. Tüm hırslarını bir kenara bırakıp arkasına bile kaçmadan kaçması için yeterli bir sebepti aslında, ama Hale korkak değildi. Başladığı bir işin devamını getirmeden pes etmeyecekti. Hale’nin bir cevap vermeyeceğini anladığında Alaz devam etti. “Çünkü bana yetiyordun,” dedi. “Zeynep’e el sürmeyeceğime dair bir yeminim vardı. Ve takdir edersin ki ben genci sağlıklı bir erkeğim. Belirli ihtiyaçlarımı karşılamak zorundaydım. Emrime amade bir kadın varken neden başka bir arayış içine girseydim ki? Zekiydin, güzeldin evet ama bunlardan daha da önemlisi benim için her daim hazırdın. Diğerleri daha fazlasını isterken sen hep verdiğimle yetinmeyi bildin.” Hale’nin gözyaşları artık söz dinlemiyordu. Alaz’ın her bir sözcüğüyle yanaklarından aşağıya yuvarlanırken genç kadın avuçlarıyla akan yaşları siliyordu. Bütün hırsıyla yüzüne bastırdığı avuçlarıyla kendisine olan hıncını çıkarıyor gibiydi. “Boşanacağımı öğrendiğinden beri sen de bütün cazibeni yitirmeye başladın. Önce evime ortak çıktın. Bana sormadan eşyalarını buraya taşıdın, dolabımın yarısını kendi eşyalarınla doldurdun. Daha bir hafta olmamışken oğlumun ve annesinin odalarını boşalttırdın. Yerine henüz görmenin nasip olmadığı bir şeyler sipariş verdin. Sesimi çıkarmadım çünkü sen yapmasaydın bunu ben yapardım. Bu kadar erken olmasa bile o odaları tekrar elden geçirtirdim. Şimdi ise onca söylenmenin sonunda sana açtırdığım hesabın yetersiz geldiğinden yakınıyorsun. Söylesene, sen nasıl bir kadınsın?” Devam etmek istese daha söyleyecek çok şeyi vardı Alaz’ın ama yorulmuştu. Geçmişle, bugünüyle kavgalı olmaktan bitap düşmüş; bir de hiç değmeyecek bir kadına laf anlatmaya çalışmaktan bunalmıştı. “Bana bak kızım,” diyerek Hale’nin bakışlarını yakaladı. Elini kaldırıp arkasını işaret etti. “Elindekilerle yetinmeyi beceremiyorsan kapı orada. İstediğin an çıkıp gidebilirsin. Ne seni tutarım ne de ardından koşarım. Yerin doldurulmaz sanıyorsan boş yere hayal kurma. Tüm bunlara rağmen kalmak istiyorsan da sen bilirsin. Benim için gerçekten fark etmez. Fakat kalacaksan diline hâkim olacaksın. Zeynep ile ilgili tek bir imada daha bulunursan gözünün yaşına bakmam, seni kapı dışarı ederim. Beni anladın mı?” Hale bütün gurur kırıntılarının arasında yaşlı gözlerle başını salladı. Hayır, buraya kadar gelmişken pes etmeyecekti. Tüm bu laflara rağmen, Alaz’ın bütün aşağılamalarına ve hakaret edermişçesine söylenmelerine rağmen buradan da Alaz Baysal’dan da gitmeyecekti. Onca konuşmasına rağmen başını sallayarak kendisini onaylayan Hale’nin ardından Alaz içinin hayal kırıklığıyla dolduğunu hissetti. Daha fazla uğraşmamak için Hale’nin önünden çekildi ve yatak odasına geçmek üzere odadan çıktı. “Ne yapmak istiyorsan onu yap Hale. Ben yorgunum, yatacağım. Açsan bir şeyler söyleyebilirsin ya da çıkıp yiyebilirsin.” Ardında bıraktığı Hale ve beyninin içinde dönen onlarca düşünceyle yatağa girdi. Geç kalınmış bir tepkiydi verdiği. Zeynep’e karşı böylesine bir hassasiyet geliştirmekte de geç kalmıştı. Kaybettiklerinin ardından elinde kalanlara saygı duymaktan ve saygı duyulmasını sağlamaktan başka hiçbir şey yapamazdı artık. Hale ise Alaz gittikten sonra dayandığı duvardan kayarak yere çöküp kalmıştı. Geleceğinin bir ön gösterimi gibi yaşadığı bu olay üzerinde büyük etkiler bırakmıştı. Yine de, her şeye rağmen, kararlarından dönmeyecekti. Hale bugünlere kolay gelmemişti. Çocuk yaşından beri bir şeyleri kazanabilmek için hayata dişiyle, tırnağıyla tutunmak zorunda kalmıştı. Bataklıktan kendi çabalarıyla kurtulmuştu. Hak ettiğini düşündüğü yere ulaşana kadar durmazdı, durmayacaktı. Canı yansa bile durmayacak, aşağılansa bile yılmayacaktı. Savaşmak zorundaydı. Kim kolayca isteklerine ulaşabilmişti ki Hale ulaşacaktı?
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE