bc

Bir Dizi İz (2. Kitap)

book_age16+
515
TAKİP ET
1.8K
OKU
adventure
revenge
dark
kidnap
goodgirl
mystery
first love
lies
whodunnit
sacrifice
like
intro-logo
Tanıtım Yazısı

Anne babasının sevgi dolu yuvasından ayrılmak zorunda kalan bir kız çocuğu.

Başka bir kimliğe bürünerek yaşamak zorundadır.

Sayılı kişiler kimliğini bilmektedir.

Bu küçük kız çocuğu mu güçlüdür yoksa anne babası mı?

Bir Dizi İz'de Pellegrini ailesinin kıymetlisinin yaşadıklarına şahit olacaksınız.

Gizemlerin içerisinde kalan minik kızımız nasıl başa çıkacak?

Aşkı, sevgiyi bulabilecek mi?

chap-preview
Ücretsiz ön okuma
1. Bölüm
Üzerimde koşu taytım ve kısa kollu spor tsörtümle hızlı adımlarla eve doğru yokuş aşağıya hızlı adımlarla ilerliyordum. Koşu için spor salonuna ya da deniz kenarına gitmiyordum. Dolapdere’den Şişli’ye oradan tekrar Taksim tarafına gelirdim. Yedi senedir bu muhitteydik. Dolapdere’de beni tanımayan yoktu. Esnafta komşularda hepimizi bilirdik.  Can çekişir gibi duran binalara bakarken dar sokakların arasına daldım. Yabancı biriyseniz hemen tanınırdınız burada. Tedirginlikle ilerlemeniz çok muhtemeldi. Alaycı ve tehditkardır mahalle sakinleri sayesinde olurdu bu. Sebebi tehlikeli insanlar olduğumuzdan değildir. Ayrıştırıcı toplumda kendimizce oluşturduğumuz koruma kalkanıydı.  Genel olarak baktığımızda her milletten her ırktan kötülük yapanlar çıkar. Bir ailede bile tüm kardeşlerin hepsi bir değilken bunu ırklar üzerinde ayrıştırmak kötü değil de nedir?  “Günaydın Nadia.” İki binayı birbirine bağlayan, camdan cama uzanan ve ucunda mekanizması olan ipe rengarenk çamaşırlarını asan Fatoş ablaya kaldırdım başımı.  “Günaydın Fatoş abla. Erkencisin yine.” Binanın doğalgaz dolabına ayağımı kaldırarak parmak ucuma değmeye başlamıştım.  “Üzerimize güneş doğmuş mu kızım bizim. Seninki de laf.” Her sabah beşte koşuya çıkar bir buçuk saat sonra dükkanlar temizliklerine başlarken geri dönerdim. Sadece Çingeneler yaşamazdı Dolapdere’de.  Biz Çingeneler hariç, Kürtler, Selanikliler, Ermeniler, Rumlar, Süryanilerde vardı. Kendi mahallemizde olmasa da Talabaşı’na yakın mahallede hayat kadınları, travestilerde vardı. Sabahın o kör karanlığında çıktığım koşularda bir kişiden bile zarar görmemiştim. Gerçi attığım her adımı yakından ve uzaktan izleyen bir sistemin içerisinde olmamda etkiliydi.  “Haklısın ablacım. Terim soğuyor. Akşam görüşürüz.” Astığı çamaşırların kokusu burnuma dolmuştu.  “Selam söyle annene.” Mahalleye Fatoş ablaya arkam dönük el sallayarak girdim. Önümü döndüğümde birine çarpacak olduğumu son anda anlamıştım. Sert göğsüne çarparken ellerimle destek alarak bir adım geriledim. “Hoş kızım ne bu acele?” karşımda mahallemizin yakışıklı sayılabilecek abisi vardı. Bizim mahallede kuş uçsa ondan geçerdi. Hepimizin birlik beraberlik içinde yaşaması onun sayesindeydi.  “Ödümü kopardın abi.” Namı diyar Jilet Hamdullah. “Önüne baksan kopmazdı ödün. Geç kalmışsın.”  “Rotayı uzattım.” Bu mahallenin ağır abisinin olması dışında en büyük özelliği benim bakıcım olmasıydı. Yedi seneden beri onun himayesindeydim. Kapkara teninde parlayan yeşil gözlerini kırparak, “Oraya gitmenden hoşlanmıyoruz Nadia. Başımıza iş alırsak yakarlar bizi.” Dedi. Ses tonu o kadar kısıktı ki dudak okuyamıyor olsam dediklerini imkanı yok anlamazdım.  “Kimse fark etmedi. Korkma. Hadi kaçtım ben.” Bu durumdan hiç memnun değildi. Bende değildim ama yapacak bir şeyim yoktu. Aileme karşı çok büyük özlemim vardı. Orada olmadıklarını bildiğim halde Antuan kilisenin ve dolayısıyla apartmanının kapısından ayrılamıyordum. Mümkün olduğunda bunu Yuvadakilerden habersiz yapmaya özen gösterirdim ama Jilet Hamdullah’tan saklayamıyordum. Akıllı saatimdeki tüm veriler Yuvaya gidiyordu.  Oturduğumuz daire müstakil tahta bir yapıydı. İçten güçlendirme yapılarak yenilenmişti. Dış kısmına dikkat çekmemesi için dokunulmamıştı. Kapıyı aralayarak ayakkabılarımı çıkarttım. “Beyoğlu’nun üvey oğlu burası.” Annem yine bir şeye söyleniyordu.  “Haklısın Nita ama söylenmemize gerek yok.” Babam gülerek devam etti. “Talabaşı, Kurtuluş ve Kasımpaşa üçgeninin içerisindeyiz.” Yine bir olay vardı anlaşılan. Benim ilerlemem için paravan olan anne babam bu süre zarfında gizli görevlerde aktif olarak yer almaya devam etmekteydiler.  “Bermuda Şeytan üçgeninin ortasındayız.” Dedim. Lavaboya yaklaşarak bir bardak su doldurdum. “Haberler nasıl?” kalçamı tezgaha dayayarak babama baktım.  “Aylak sokak kırk üç numarada eylem hazırlığı varmış. Bu gece gireceğiz. Geç kaldın.” Jilet Hamdullah ile aram daha iyiydi. Samir ve Nita her zaman daha seviyeli ve resmilerdi. Tabi kimse yokken.  “Az önce Jilete raporumu verdim baba. Ben hazırlanayım. Derse geç kalmak istemiyorum.” Odama çıkarak duş suyunu ayarladım. Çıplak bir şekilde aynanın karşısında göz bebeklerime baktım. Hare ve Dante’nin yanındayken nasıl bakıyordum acaba? Duş öncesi meditasyonu gibiydi bu.  Ilık duşumu aldıktan sonra çıkmadan tüm vücuduma soğuk suyu tuttum. Bu beni çok daha dinç hissettiriyordu. Anne ve babama benzemeyen sarı saçlarımı kuruttum. Bedeni mi kuruladıktan sonra çıplak bir şekilde dolabımın karşısına geçtim. Kıyafetlerimin yüzde doksan dokuz nokta dokuzu kesinlikle bohem tarzdaydı.  İç çamaşırlarımı giyindikten sonra yeşil asimetrik kesim en kısa noktası dizlerimde olan ve içinde krem rengi kırçılları olan eteğimi giyindim. Üzerime omuz uçlarından başlayarak göğüslerime kadar inen yuvarlak yaka uzun kollu yapısı buruşuk olan gömleği giyinerek önündeki üç düğmeyi iliklerken bakışlarımı karnıma indirdim. Annemin tarzına tamamen zıttım. Gülümseyerek aynaya baktım. Güneş gözlüklerimi başımın üzerine koyarak kumaştan uzun saplı kol çantamı aldım.  Odamdan ayrılmak üzereyken telefonumun titreşimiyle durdum. Yuvadan aranıyordum.  “Günaydın. Sesimi duymanda güne başlayamıyor musunuz bakalım.” Hattın ucunda Mirza, Ayla ya da Agah abi olabilirdi.  “Ayak seslerini bile duyuyoruz bebeğim.” Telefon kulağımda merdivenleri indim. Çantamı kapının yanına bırakarak ayakkabı dolabından ayaklarımın rahat ettiği babetlerimi aldım.  “Evden çıkıyorum şimdi. Bir şey söyleyecek misiniz?” Annemle babamı bıraktığım noktada bulunca telefonu kulağımdan biraz uzaklaştırarak, “Ben çıkıyorum.” Dedim. Annem yerinden kalkarak protein içeceğini uzattı. Okuldaki dolabımda da olduğu için bazen hazırlamaz direk oradan ayarladım. “Teşekkür ederim.” “Sabah iletişimi kopardın.” Evden çıkmış Dolapdere’nin yokuşundan yukarı tırmanmaya başlamıştım.  “Farkındayım.” Verecek başka cevabım yoktu. Yarı çıplak sokağa fırlayan çocukların arasından sıyrılarak yanımdan geçen polis arabasına baktım.  “Agah abi Yuvaya gelsin dedi.” Ayla’nın dediklerini dinlerken durakladım. Sivil aracın içindeki adam yanındaki memura eliyle yavaşlamasını işaret etti. Buradaki yabancıları tanıdığımız gibi yeni gelen polisleri de bilirdik. “Nadia orada mısın?” “Bu akşam gelemem. Gülbahar’ın doğum günü var. Okuldan da çıkamam. Provalardan sonra Engin hoca kursta ol dedi.” Okuldaki bakıcımda Engin hocaydı. Neyse ki eğitmenlerimin hepsini severdim. Yeni gelen polisin göz hapsinden çıkarken dikkatimi tekrar Ayla’ya verebilmiştim.  “Tamam o zaman. Eve geçince görüntülü görüşürüz olmadı.” Agah abinin iyi niyetini hiçbir zaman suiistimal etmemiş her zaman dediklerini yapmıştım. Sadece ast üst muhabbetinden değildi. Anne babamdan ayrıyken benim ailem olmasının büyük bir etkisi de vardı.  “Görüşürüz Ayla. Agah’ı öp yerime.” Diyerek telefonu kapattım. Kadıköy rıhtımdaki kursa vardığımda saat sekiz buçuk olmuştu. Dersin başlamasına yarım saat vardı. Fakülteye benim gibi erken gelenler genelde rıhtımda takılırlardı. Buradan kimseyle samimi olmamıştım ama herkesle konuşurdum. Gerçi hepimiz birbirimize karşı mesafeliydik. Sanatçı egosu…  Soyunma odasına girerek dolabımı açtım. Üzerimdeki çıkartarak önce çorabımı sonrada mayomu giyindim. Telefonuma göz atarak dolabın içine koyarken toka çantamı aldım. Topuzumu yaparak çapraz hırkamı giyindim. Esneme ve ısınma hareketlerini yapana kadar genelde üzerimde tutardım. Su mataramı da yanıma alarak salona girdim. Isınma hareketlerinden sonra, çalışma matına oturarak bacaklarımı bükerek ayak tabanlarımı birleştirdim. Dizlerim zemine değerken başımı ayak parmaklarıma doğru ilerlettim. Pelvis kaslarımı esnetiyordum. Çalışmaya başlamadan önce bu hareketleri yapmazsam ciddi sakatlıklar yaşayabilirdim.  “Herkesten önce seni burada görmek hoşuma gidiyor.” Engin hocanın sesiyle eğildiğim yerden başımı kaldırdım.  “Günaydın hocam.” Yerdeki esnemeleri bitirirken hocamda esnemeye başlamıştı. Aynı anda bar egzersizlerine geçtik.  “Nasıl gidiyor?”  Salonun temiz olduğunu bildiğimiz için bazen Yuva hakkında konuşmalara girerdik. İkimizde birinci pozisyona geçtik. Bakışlarımız aynada birleşti. “Güzel. Bugün mahallede yeni polis gördüm. Kim?” aynanın karşısındaki bara tutunurken parmak uçlarımız yana bakacak şekilde açtım. Bir çizgi üzerinde duyuyor gibiydik. Bacaklarımı diz kapağımdan kırarak hafifçe eğildim. “Haberimiz var.” Aynı hareketi ellerimi başımın üzerine kaldırırken tekrarladım. “Sıkıntı çıkartır mı? Sürekli mahallede takılırsa.” Salona diğer arkadaşlarımızda tek tek geleye başlayınca, sırayla ikinci, üçüncü, dördüncü ve beşinci pozisyonlara geçtim.  Arkadaşlarımız hazır olana kadar hocamın söylediklerini çalışmaya başladım. Bale çalışmalarına İtalya’da başlamıştım. Sonrasında bana bakan ailem devam ettirmişti. Tabi bunun sebebi içerisine gireceğim kimlikten dolayıydı. Agah abi ve ekip büyük bir özenle kariyerimi planlamışlardı.  “Hadi bakalım.” Engin hoca ellerini şaklatarak devam etti. “Beşinci pozisyon. Zıplayan bir top gibi havaya sıçrayarak birbirine ardına battemenet yapıyorsunuz ve sonra Coup de pied ile yere ineceksiniz.” Hepimiz direktifleri dinlerken yapmaya başlamıştık. “Unutmayın. Zıplarken en büyük düşmanınız yerçekimi.” Pozisyonları bedenim ezbere yapıyordu. “Daha fazla yukarı.” Burası benim hayat bulduğum yerdi. “Zıplarken omuzları yukarı kaldırmıyorsunuz. Çene yukarı.” Öğlene kadar kesintisiz çalışmıştık. Zaman zaman kızlar zaman zaman erkekler olarak ara vermiştik ama tam anlamıyla pestilimiz çıkmıştı. Duşa girerek kıyafetlerimi giyindikten sonra ayaklarımı rahatlatacak kremimi sürdüm. Balenin tek kötü tarafı buydu. Süper güzel manikürlü ayaklar istiyorsanız bu kesinlikle hayaldi. Parmak ucunda dans edebilmek için bazı şeylerden feragat etmek zorundasınızdır. Benim için sorun değildi.  “Benimkiler gittikçe kötüleşiyor.” Işıl ayaklarını gösteriyordu. Aramızda bu mevzuya kafayı takan oydu.  “Yapısal olarak farklılıklardan olabilir.” Jülide benim kafadandı. “Sanat tarihi dersine girecek enerji kalmadı bizde. Kahve içmeye gideceğiz. Gelir misin?” Sanat tarihi derslerini sadece bizim grup değil okuldaki diğer bölümlerle beraber alırdık. Onlar gelmese bile başka kişilerde sınıfta olacaktı.  “Yok ben derse gireyim. Devamsızlık yapmak istemiyorum.” Kırkta yılda bir dışarı çıkarlardı. Hayatıma sokacağım insanları şuana kadar sadece iş ilişkisi olarak görüyordum. Diğer ajanların yaptığı hataları yapamazdım. İnsanlara değer verip bu hayata kendimizi kaybetme gibi bir lüksümüz yoktu. Yapanlar vardı elbette. Bunun örneklerinden biri de annemdi. Hare babama aşık olmuş arkadaşlarını korumuştu. Devletine ihanet etmemişti ama yine de kendisinden büyük fedakarlık vermişti.  Sanat dersinden sonra Taksim’de ki sanat merkezine geçtim. Engin hoca benden önce gelmişti. Kursta iki salon vardı. Biri profesyonellere aitti ki ben de bu salonda yer alıyordum. Diğeri ise baleye yeni başlayan gruptu. Soyunma odasına giderken Engin hoca beni durdurdu. “Odama gel Nadia.” Bunca yorgunluğun üzerine dayanıklılık testlerinden geçmek istemiyordum. Sohbet edeceksek harikaydı. Onun karşısına otururken, “Nasıl gidiyor.” “İyi hocam. Bir sıkıntı yok. Fal konusunu mu diyorsunuz?” Baledeki ben neysem mahallede de oydum. Haftada iki gün mahalleden arkadaşı Erman ile belirli meydanlarda dans eder para toplardık. Bir de fal bakma mevzusu vardı ki bunu gizliden yürütüp insanlarda merak uyandırmaya çalışıyorduk.  “Fal konusu sıkıntı değil. Cihangir’e çalışmaya devam ediyor musun?” Cihangir’in dikkatini çekebilmek için bir sürü kişiye fal bakmıştım. Onun kulağına gitmemesinin imkanı yoktu. Ama hala bana geri dönüş sağlamamıştı. Jilet Hamdullah benim için fal isteyenleri organize ediyordu.  “Cihangir’i ezbere biliyorum.” O adamdan konuşmak canımı sıkıyordu. Her işi yasaldı. Gerçekten yasallar mıydı? Biz den gizlendiklerini düşünüyordum ama Agah abi bana hak vermiyordu. “Ben onu size anlatırken siz inanmamıştınız ama Onur ile iletişime geçtiler. Onur ülkeme geri dönerse onun sayesinde olacak.”  “O adamla çalışmak istemiyorum. Bu durumdan nefret ediyorum. Emirlere karşı gelmem. Tabi ki bu işi yapacağım ama Cihangir’e seve isteye ulaşacağım anlamına gelmiyor.” Ne demek istediğimi biliyordu. “Haklısın ama Cihangir bizi Onur’a götürecek.” “O adam tam bir manyak. Tehlikeli ve ahlaki değerleri yok. Her şey onun yüzünden başlamadı mı?” Acaba annemin haberi var mıydı? Onur yakında ülkeye girecekti ve kızının önündeki dosya oydu. “Hastalıklı bir biçimde otoriteye karşı biri Onur. Gözü kara. Hemde fena kara. Onun gibi birini daha önce görmedim. Kaybedecek kimsesi yok.” Yanılıyorlardı. Kaybedecek kimsesi olmayabilirdi ama kaybedecek çok büyük miktarda parası vardı. Onur’un zihninden düşünmeye çalışıyordum. Herkes öyle yapıyordu ama olmuyordu.  “Cihangir’e yanaşabilmem için dans işini kullanayım diyorum.” Arkasına yaslanarak sağ elini uzatarak konuş dercesine açtı. “Onun olduğu mekanlara yakın konumlarda sokak dansını yapayım. Dikkatini çekmeye çalışırım.”  “Kadınlardan etkilenen biri değil.” Evet değildi. Şükür ki değildi. “Yine de aklında bir yer edebilirim. Fal için kapı açacaktır. Çingene kıyafetleri giyiniyorum.” “Mantıklı. Denemekte fayda var. Artık bize kendi isteğiyle ulaşması lazım.” Yoksa işler başka boyuta taşınacaktı. “Cihangir’e gideceğim. O beni seve seve içeri kabul edecek ama devletime faydalı olmazsa kafasına kurşun sıkacak olan benim.” Bu bir pazarlık mıydı? Belki… “Agah’a söylerim.” Dedi gülerek. Sonra yerinden kalkarak odasındaki gizli kapıdan eğitim odasına girdi. Sanırım bugünlük dayanıklılık testlerinden yırtmamıştım. Bu testler bazen bedenen bazen de psikolojik olurdu. Engin hoca bu konuda çok acımasızdı ama bende bir Pellegrini kızıydım. Herkesin üzerinde sonuçlarım damarlarımda akan anne ve babamın kanından kaynaklanıyordu.  Sanat merkezinden çıktığımda girdiğimden daha enerjiktim. Eğitimlerin sonunda gündelik hayata geri döneceksem bir takım ilaçlarla zımba gibi ayağa dikilebiliyordum. Bu işin en güzel yanlarından biri buydu. Aslında pek çok güzel yanı vardı. Karanlığa gömülü hayalettik hepimiz. Hayaletler iyidir derdi Agah abi. Kimsesiz olmamız başkaları tarafından acınası bir durum gibi gözükse de bu durum bile güzeldi. Hesap vereceğimiz bir yakınımız yoktu. Özgürdük ve bu özgürlüğümüzü kötüleri cezalandırmak için kullanabiliyorduk.  Mahallemize inerken kendimi daha huzurlu hissetmeye başlamıştım. Bizi kimse sevmezdi. İçerisinde bulunduğum bu ırktan herkes korkuyordu. Sanki bir tek dehşet saçan bizlermişiz gibi. Aslına bakarsan verilen işlerde en istekliler onlardı. Cesaretlilerdi. İstekleri çok fazlaydı ama yine de ne iş olursa olsun çok çalışıyorlardı.  Evin kapısına gelene kadar bir sürü laf atılmıştı. Sohbet muhabbet anca eve girdiğimde annem alt katta gözükmüyordu. Babam elinde bulmaca kağıdı masada oturuyordu.  “Neden hala bu şekilde haberleşiyorsunuz?” Nita ve Samir iki farklı ajan değildi. İkisi de tek bir beden olmuş ruhları bile iç içe geçmiş eşlerdi.  “Hoşuna gidiyor beni zorlamak.” Ayakkabılarımı dolaba koyarken salonun kapısında fısıldadım. “Zorlanmak mı? Imm. Pek sanmıyorum.” Gülerek merdivenlere yönelirken Samir babamda gülmeye başlamıştı. Eğitimlerimi aksatmadığım taktirde harika insanlardı ama konu iş ahlakına gelince ikisi de ağır eğitimci oluyorlardı.   Odama çıkarak Cihangir dosyasını açtım. Babası Ali Aslan Demirkıran öldükten sonra annesinin ailesi ile büyümüştü. Her zaman devletin göz hapsindeydi. Telefonuma gelen bildirimle dikkatim dağılmıştı.  **Yarım saate çıkıyoruz. Hazır mısın bebeğim? Gülbahar’ın mesajıyla yerimden fırladım. Üzerimdekileri çıkartarak dolabımdan çelik mavisi ipli salaş üstü giyinerek altıma beli lastikli kırık beyaz bir etek giyindim. Etek yere kadardı ama derin yırtmacı vardı. Göbeğimi açıkta bırakacak şekilde üstümdekinin uçlarını kıvırarak düğüm attım. Sağ ve sol koluma bakır tonlarında metalden bilezikler takarak boynuma tahtadan cevizden biraz küçük tespih gibi göğsüme inen kolye taktım.  Saçlarımı sağ omzumdan aşağıya gelecek şekilde yandan balıksırtı ördüm. Yeşil gözlerimi ortada bırakacak şekilde göz kapağımın altına ve üstüne siyah göz kalemi çektiğimde aynadaki yansımama güldüm. Ailem beni bu halde tanıyabilir miydi? Beni hiç görmedikleri için tanımalarına imkan yoktu ama ilk karşılaşmamızı çok merak ediyordum. Telefonum çalarken yeşil küçük şalımı başımın üzerinde çevirerek tepede küçük bir fiyonk yaptım. Bohem tarzı Çingenelerin arasında yaşamasıydım da muhtemelen sevecektim. Gülbahar’ı meşgule alarak aşağıya indim. “Baba, annem nerede? Ben çıkıyorum.” Babam yerinden kalkarak yanıma gelmişti. Küçük topukları, önü kapalı ama arkaları açık ve dizime kadar ipli ayakkabımı giyinirken başımı Samir’e kaldırdım.  “Hazırlanıyor. Bir saate bizde çıkacağız.” İpleri bağladıktan sonra çantamı yerden alarak dikleştim.  “Dikkatli olun. Bir sorun olursa hattım açık.” Kolumdaki saati kastediyordum. Onlar görevdeyse ve bende dışarıdaysam uyarılara çok dikkat ederdim. Hiç beni aramamışlardı ama aramayacakları anlamına gelmiyordu.  “Merak etme. Sende dikkatli ol.” Telefonlarını açmadığım için kapıyı yumruklama pozisyonuna geçen arkadaşım beni hazır görünce rahatladı.  “Samir abinin yanında küfür ettireceksin bana. Hadi kızım neredesin sen ya?” Babam onların gözünde sessiz ve kibar bir adamdı. Normalde başkalarının yanında hareketlerine dikkat etmezlerken babam ve annemin yanında çekinirlerdi. Korkularından değil saygı duyduklarından dolayıydı.  “Özür dilerim doğum günü kızı.” Dün gece kapısında küçük bir pastayla kutlama yapmış olmama rağmen arkadaşım adına çok seviniyordum. Sıkıca sarılmamızı korna sesleri bozmuştu. “Görüşürüz babacığım.” Babama da uzaktan bir öpücük atarak arabalara bindik. Hare annemin aksine benim hayatım bir tık aşağıdan devam ediyordu. Aklıma bu kıyaslamalar geldikçe tebessüm ediyordum.  “Çok güzel olmuşsun.” Arabayı kullanan Esved ile dikiz aynasından göz göze gelince bir kahkaha attım. Ortada oturan Gülbahar öne doğru eğilerek sert bir yumruk attı omzuna.  “Bana bak Esvet senin gözün göz değil. Oyarım o gözlerini bilesin.”  Esved abartılı bir şekilde koluyla başını koruma altına alınca daha fazla güldük.  “Güzel olmuşsun dedim. Ne dedim şimdi? Sende çok güzel olmuşsun.” Kendisine de iltifat alan Gülbahar dört köşe arkasına yaslandı. Beni dürtükleyerek göz kırpmayı da ihmal etmemişti.  Önce arabalarla tur atmıştık. Kafamıza göre mekan bulamayınca kürkçü dükkanına geri dönerek İstiklal’e çıktık. Her zaman gittiğimiz yere gidince rahatlamıştım. Böylesine kalabalık Çingene grubu alan çok fazla yer yoktu.  Anca bizi tanıyanlar kabul ediyordu. Onlar bu durumu yadırgamıyordu. Benimde yadırgamamam gerekirdi. Bazı anlar hariç sesimi çıkartmazdım. Çıkarttığımda da kimse sesini çıkartmazdı. Bizim genel özelliğimizdi bu. Bağır çağır sesinin tonunu olabildiğince yükselt.  Dokuz sekizlik ritimlerle coşuyorduk. Hepimiz çok güzel oynardık. On beş kişilik grubumuzda eğlenirken gözlerim en uç masadaki adama takıldı. Bugün gördüğüm polisti. Ortada dans ederken göz hapsine almıştı beni. Bende adama tüm özgüvenimle oynamış olacağım ki kolumdaki saat titremeye başladı.  Bazen sırf eğlencesine bazen de prova amaçlı erkekler üzerinde denemeler yapardım. Hepsi eğitimin bir parçasıydı. Saatim hiç durmadan titremeye devam ettiği için yanımdakilere çaktırmadan masama gittim. Adamın bakışları hala üzerimdeydi. Telefonumu elime aldığımda bir cevapsız çağrı gördüm. Gülümseyerek Yuvanın numarasına bastım.  “Ne yapıyorsun Nadia?”  “Ne yapıyorum Mirza?” Pek çok konuda beni eğiten başarılı bir ajandı kendisi. Benden on iki yaş büyüktü ama yetenekleri çok fazlaydı. Bana her zaman koruyucu davranan insanlardandı. Gerçek kimliğimi, bir Pellegrini olduğumu bilmezdi.  “O adama oynamayı bırak Truva.” Truva dediği an her şeyin bitmesi gerekirdi ama içimde hissettiklerimle tamam diyememiştim. “Bak Mirza. Bırak biraz eğleneyim. Şu hayatta kendim adıma ne yaptım ki? Adamın fiş kontrolünü istiyorum.” Telefonu kapattığımda yalan yok biraz vicdan azabı çektim. Sebebi belki de hayatımda ilk defa kendim için bir şey yaptığımdı.  Telefonun ekranı bana dönük masada otururken delici bakışlarını bedenimde hissediyordum. İlk defa beğeniyle süzülmüyordum. Bu adamda sonunca olmayacaktı muhtemelen. Parmaklarımla masada ritim tutarken bende boş durmuyordum. Telefonun ekranı yanınca gelen dosyayı açtım.  ** Yekta Yıldırım. Yirmi yedi yaşında. Taksim Polis Merkezi Amirliğinde Komiser. Bu merkezde bir haftadır çalışıyor. Ordu Ünye Sabahcı Çocuk Yuvasında büyümüş. On yaşında koruyucu aileye verilmiş. **Yakışıklı çocuk ama bizimkiler delirdi haberin olsun. Mesajları gönderenin Ayla olduğunu anlamıştım. Gülümseyerek telefonu elimden bıraktım. Yekta demek… Gizemli adama karşı bir şeyler hissetmemiştim ama daha ilk haftasından mahalleme gelmesi akabinde burada karşıma çıkması tesadüf olamayacak kadar şüphe uyandırıcıydı. Bir günde iki kere karşıma çıkmıştı.  Yekta’ya karşı verdiğim sinyallerle yerinden kalkıp bana doğru gelmeye başladı. Ayla hayatımda ilk defa birine karşı içimin kıpırdandığını düşünmüştü ama ben o duygulara hiçbir zaman girmemiştim bundan sonrada girmeyecektim. Hayatımın bu aşaması benim için sadece ön izleme gibiydi. Üç ay sonra… Doğum günümde doğacağımı bildiğim gibi bu sürede kimseyle duygusallık yaşamayacağımı da biliyordum.  “Merhaba.” Gülümseyerek yerimden kalktım.  “Merhaba yabancı.” Suratımda en sevdiğim maskem vardı. Karşımdaki adam utanarak etrafına bakındı. Ne diyeceğini bilmeden yanıma mı gelmişti? Elimi uzatarak, “Nadia Peeters.” Dedim. Gülümseyerek tuttuğu nefesini verdi. “Yekta Yıldırım.”  “Oturmak ister misin?” Bir saat boyunca arkadaşlarım masaya geri dönene kadar konuştuk. Bana hakkında bir sürü bilgi vermişti. Karşımda ya çok toy biri vardı ya da direk bana, ajan kimliğime oynuyordu.  Ortamdaki muhabbetlerden sıyrılmak için az önceki oturduğu masaya gittiğimizde onu daha fazla tanımaya karar vermiştim ve en iyi tanıma yöntemi de ballı tuzaklardan geçiyordu. Burada tek sıkıntı ava giderken avlanmamdı ama bunun bilincinde olduğum için problem yoktu.  “Sana gidelim mi?” dediğimdeki tepkileri gerçek gibiydi.  “Ailem bende.” Alt dudağımı dişlerimin arasına alarak gülümsedim. “Bir telefon etmem lazım.” Gürültü ortamdan uzaklaşarak telefonunu kulağına götürdü. Yaklaşık bir saattir tanıdığım adamı gözlerimle takip ederken telefonum titredi. Gülümseyerek açtım. Yuvadan aranıyordum. Ne diyeceklerini de çok iyi biliyordum. "Söyle." Agah abi sabırla bana açıklama yapacaktı şimdi ama umurumda değildi. Aslında umurumdaydı ama bu konuda onu takmayacaktım. Can sıkıntısından girdiğim bu oyunda biraz takılabilirdim.   "Yanlış yapıyorsun Nadia. Sakın o adamla gitme." Yirmi yaşıma basmamış olmamdan dolayı mı bir adamla yatmam batıyordu onlara? Bu gece birliktelik yaşayacak mıydım? Şüpheli…  "Abi ne derseniz yapıyorum zaten. Lütfen bir gecelik şeyler için beni bunaltmayın." Daha fazla konuşmasına müsaade etmeyerek telefonu kapattım. Benden yaşça büyük olan adam telefonu kapatarak yanıma geldi. Bir elini sandalyemin arkasına koyarak bana doğru uzandı. "Nadia. Seni eve bırakayım ben." Korkuyordu salak. Alt dudağımı dişlerimin arasına sıkıştırarak gülümsedim. Sık nefeslerimi duymamasının imkanı yoktu. Sol dirseğimi masanın üzerine koyarak başımı yasladım. Sağ elimi bacağına götürerek üst baldırına dokundum. Parmaklarımın hareket etmesi onu germişti. "Neden? Çingene olduğum için mi? Yoksa çocukken annen seni de mi kandırdı? Sakın elimi bırakma. Çingeneler seni kaçırır Yekta."  "Saçmalama. Sen hayatımda gördüğüm en güzel Romansın. Neyi sorun yaptığımı biliyorsun." Parmaklarımı uyluğuna doğru götürürken acı dolu bir kahkaha attı. "Şişş. Yapma." "Sorun yok komiser. Sadece bir gece. Sonra sen yoluna ben yoluma." İkna olmuş gibi değildi. "Vallahi çok sorun ettin. Bilseydim bu gecemi sana harcamazdım." Yerimden kalkarak çantamı elime aldım. Daha fazla takılacaklarını söyleyen arkadaşlarımla vedalaşıp mekandan ayrıldım. Arkamdan geleceğini adım gibi biliyordum. Taksi beklerken tanıdık sesi doldu kulaklarıma. "Aracı alabilir miyim?" omzumun üzerinden Yekta'ya baktım. "Bakma öyle. Madem başkasıyla gidecektin... Ailem bende söylemiştim ya. Bir arkadaşın evine gideceğiz." Bu cümleler çok hoşuma gitmişti. Topuklarımın üzerinde dönerek bir adımda çok yakınına girdim. Elimi kaslı göğsüne koyunca tedirginlikle etrafına göz attı. Ucuz bir mekandı. Geceydi ve etrafta kimse yoktu. Kalp atışlarının an an yükselmesi hoşuma gitmişti. En ufak temasımdan bile etkileniyordu. Tam bu esnada telefonum tekrar titremeye başladı. Yuva bu gördüklerinden hiç memnun değildi. "Git aracı sen al. Vakit kaybediyoruz." Dedim dudaklarımı dudaklarının yanına değdirerek. Karşımda eriyen adam hemen itaat etti. O uzaklaşırken telefonu kulağıma götürdüm.  "Yeter." "Bizi endişelendiriyorsun Nadia. Cihangir yüzünden böyle davranıyorsun." Bir bakıma o da vardı. Cihangir'den nefret ediyordum ve adım adım ona yaklaşıyordum.  "Endişelenecek bir şey yok Mirza. Bende bazı şeylerle baş edebilirim. Büyüdüm." Mirza sıkıntılıyla tuttuğu nefesini verdi telefonun ucuna.  "Her hareketin. Sıçtığın bok bile kayıt altında biliyorsun değil mi? O adam kim ne bilmiyoruz. Bu ani hareketlerin riskli. Onunla bir gecen annen ve babanın önüne gidecek." "Mahrem duygum yok. Ateşli sevişmemi izleyeceksiniz siz bilirsiniz." Sinirlenerek telefonu kapattım. Her hareketimi incelediklerini biliyordum ama bu bana has değildi. Yıldızdaki her çocuk böyleydi. Bu durumu baştan beri bildiğim için artık sorun etmiyordum. Devletin Yekta'ya tahsis ettiği sivil araç mekanın kapısına gelince gülümseyerek eski halimi aldım. Araca girerek bacak bacak üzerine attım. Yekta'dan beklemeyeceğim bir hareket gelmesi bir oldu. Elini bacağımın üzerine atarak yukarı doğru çıkardı. "Sıkı kalçaların var."  "Yumuşak kıç bizim alanda işe yaramıyor komiser." Vitesi bire alırken gözleri bendeydi. Çarpık gülümsememiz bu gece neler olacağını haykırıyor gibiydi. İçerisine girdiğim rol de öyleydi ama eve gittiğimizde durumlar değişecekti. Aslında arkadaşının evine değil de onun evine gidiyor olmayı yeğlerdim. Şimdilik buna da şükürdü.  –K.. Tropfen lazım. Arkamda ekip var mı?  Yekta mışıl mışıl uyurken telefonunda dolaşabilirdim. Belki de canımı sıkacak bir olayı yoktu. Bilmiyordum ama içgüdülerim beni ona çekiyordu. Cevap gecikmemişti. **İçeri girerken fırça teması olacak. İstediğim şeyin eve girmeden bende olacağını biliyordum. Bu isteğim Yuvadakileri mutlu etmiştir. Amacımın birinin koynunda sabahlamam olmadığı aşikar. Kalbimin derinliklerinde bunu yapacak olmamda saçma ama yine de korkmuşlardı. İlk karşılaşmamızda büyük bir azar işiteceğim kesindi. Agah abiye açıklama yaparken düşündüm kendimi. Yanımdaki adama çevirdim bakışlarımı. Peşimde üç tur koşan adama beslediğim öfkeyi gözlerime çektiğim perdeyle gizledim. Umarım dedim içimden. Umarım yanılıyorumdur.

editor-pick
Dreame-Editörün seçtikleri

bc

TUTKUYA TUTSAK (+18)

read
36.6K
bc

Patika

read
9.4K
bc

CEHENNEM ÇUKURU

read
7.9K
bc

A D A M

read
1K
bc

Genç Polisler

read
1.5K
bc

Kara Kutu

read
4.6K
bc

Ajan Akademisi 2 / Kara Liste

read
1.9K

Uygulamayı indirmek için tara

download_iosApp Store
google icon
Google Play
Facebook