İnsan neden hep ikilemlerle sınanırdı? Sınanmadan şükredemez miydi? Ya da sınanmadan bir şeylerin farkına varamaz mıydı?
Ben hayatım boyunca dört bir tarafım sınavlarla çevrili bir hayat yaşamıştım. Çoğundan başarılı bir şekilde çıktığım tartışılır ama hepsinden yaralanarak çıktığım kanıtlanabilir bir gerçekti.
Küçükken en çok silahlarla oynamayı severdim ben diğer kız çocuklarının aksine. Annem hep bunun babamdan kaynaklandığını söylerdi. Babam kendini vatanına adamış, fedakâr bir askerdi.
Eve ilk geldiğinde önce bize sarılır ardından beylik tabancasını temizlerdi.
Ondan tek hatırladığım yadigar hatıra, tabancasını temizlerken söylediği türküydü. En çok o zaman mutlu olurduk annemle.
Gözlerimizi kapatır babamın sesini dinlerdik.
Babam şehit olduğunda ben en ağır yaraların silahlardan olmayacağını öğrenmiştim.
İşte o zaman başlamıştı benim sınavlarla çevrili hayatım.
Kız çocuklarını en çok babaları yaralar der bir zât, işte ruhumda onun gidişiyle kapanmaz bir yara oluşmuştu.
Babamın ölmesinin ardından sadece üç lanet gün geçmişti ve annem saklambaç oynarken yakalamıştı beni.
"Napıyorsun kızım?" Diye sormuştu kırmızı gözleriyle.
"Anne babam saklanıyor. Onu arıyorum." Demiştim çocukluk akıyla.
Annem, babam toprağa koyulduğunda bile başı dik bir şekildeydi. Ağlamamıştı. Yüreğindeki acı onun başını eğdirmemişti fakat benim söylediğim cümle onu hıçkırıklara boğmuştu.
Annemi ağlattığım için kızmıştım kendime. Ve defalarca kez bu yüzden minicik yüreğimi kendime kızarak yaralamıştım. O günden sonra babamla ilgili hiçbir şeyi annem ağlamasın diye sormamıştım.
Sonra babamın bir anda akrabaları ortaya çıkmaya başlamıştı. 14 yaşındaydım o zamanlar. Annemin anlattığına göre onlar, babamın annemi kaçırması yüzünden küslermiş ama ben varım diye gönülleri el vermemiş bizi yanlarına almaya karar vermişler(!) Durumumuz iyi değildi, velhasıl kirayı bile ödeyemez haldeyken bu teklif bizi gafil avlamıştı.
Babamın çocukluğunun geçtiği bu şehre, Mardin'e gelmiştik.
Öğrendiğim her şey bir anda darmadağın olmuştu bu şehre geldiğimde. İnandığım değerler, bana öğretilerlen şeyler ve davranışlarım.
Babam hiçbir zaman despot, tutucu bir adam olmamıştı. Babamı erken kaybetmeme rağmen onunla ilgili hatırladığım her anıda hep sevgi dolu bir adam oluşu vardı.
İki yıl boyunca hep o evde ben ve annem eziyet edilircesine yaşamıştık. Ta ki annem bir anda kalp krizi geçirerek ölene kadar. Ben tamamen yalnız kalmıştım işte o an. Annem de beni bırakıp gitmişti. Dayanağım, meleğim.
Tek sığınağımda bu dünyadan gittiğinde bir tek amcam kalmıştı sırtımı yaslayacağım.
Amcam da; karısı, oğlu ve benim aramda sıkışıp kalmıştı.
İki yıl boyunca hep annemin yokluğunu hissettirmemeye çabalamıştı ama olmuyordu işte.
Sonra Boran ağanın kız kardeşini kaçırdı amcamın oğlu ve her şey altüst olmuştu. Yengem zaten beni evinden göndermek için zaman kolluyordu. Beklediği fırsat ayağına gelmişti.
Yani baba tarafımdan o kadar kız kuzenim varken ben kurban edilmiştim bu berdel'e.
Amcam benden daha çok üzülmüştü bu duruma. Ben kendime üzülmeyi yıllar önce bırakmıştım çünkü.
Şimdi bu şekilde beni kurtarmaya çabalaması...
Ben gerçekten ne diyeceğimi bilemiyordum.
Usulca Boran ağaya döndüm. "Neden bunu yapıyorsunuz? Bunu yapmanızın bir sebebi olmalı değil mi?"
Sorduğum soruyla yine tebessüm etti. Genelde hep sessiz bir insan oluyordum onunla her karşılaşışımda. Soru sormamı beklemiyor gibiydi ama sormuştum işte. Neden yapıyordu bu iyiliği bana?
"Seninle aynı yaşta bir kız kardeşim var Hazal. Okuyor. Hayalleri var. Ona aynısı yapılsa yemin olsun ki yakardım bu şehri. Empati yaptım yani bir nevi. Seni kız kardeşimin yerine koydum. Aşk kötü bir şey değil, bacımın yaptığını affedemem ama seninde ziyan olmana izin vermem. Daha küçücüksün. Hayatın cehenneme cevirilsin istemiyorum."
"Ben buradan gittiğimde nasıl engelleyeceksin onlara zarar gelmesini?"
"Mardin bana ait, emirlerim sorgulanmaz. Amcanların kılına bile zarar gelmeyecek. Söz veriyorum."
"Emirlerin sorgulanmazsa o zaman onlara benimle evlenmek istemediğini söyle."
"Bak Hazal şunu anlaman gerekiyor. Eğer burada kalırsan Her şey daha kötü bir hal alacak. Benim her şeyi rayına oturtmam için senin bu şehirden uzaklarda olman lazım."
Ben burada her ne kadar kötü anılar yaşamış olsamda burası benim evimdi. Yine bir ikilemin arasında canhıraş bir şekilde kalmıştım.
Gitsem herkes kurtulacaktı, peki ben bilinmezliklerle dolu o yoldan nasıl kurtulcaktim?
Yenik bir ifadeyle amcama baktım. Gözlerim dolmuştu. Amcamın da benden aşağı kalır yanı yoktu.
"Bu ifadeyi kabul ediyorum demene yoruyorum."
Boran ağa tekrar konuştuğunda tekrar ona döndüm.
"Onlar için." Dedim. Derin bir sükut gecenin karanlığını esir alırken Boran ağa amcama gözlerini çevirdi.
"Bekir amca sen evine git artık. Yeğenin emin ellerde. Onun saçının teline zarar gelmesin diye elimden geleni yapacağım. Hem gittiği şehirde yalnız olmayacak emin olabilirsin."
Amcamla uzun bir sarılma yaşamıştık o an. Ağlamaya başladım. Bu uzun dakikalar boyunca sürerken kulağıma fısıltıyla "Senin için kızım." Dedi.
"Biliyorum." Dedim bende aynı desibelde.
Birbirimizden zoraki bir şekilde ayrıldığımızda ise amcam arabasına binmiş, birkaç saniye bekledikten sonra ise uzaklaşmıştı.
Gözlerimi Boran ağaya çevirdim. "Bundan sonra ne olacak ağam?"
Sesim yine cılız çıktığı için kendime küfrediyordum.
Yumuşak bir ifadeyle beni süzüp "Bir arkadaşımla gideceksin İstanbul'a. Nişanda görmüşsündür zaten. Onunla saat üçte gece uçağınız var. O sana göz kulak olacak. Seni kollayıp gözetecek."
İstanbul'a gidiyordum ha? Ben bu düşünceyi sorgularken Boran ağa konuşmaya devam etti.
"Ben İstanbul'da tüm masraflarını karşılayacağım ama seninde ekstradan bir masrafın olursa çekinmeden söylemeni istiyorum. Beni abin belle. Çünkü artık sende benim bacımsın."
Evlenmekten son anda kurtulduğum adam bana, sen benim bacımsın, demişti. Fazlasıyla ironikti.
Kafamı sallayıp yeni hayatımı düşünmeye başladım. Nasıl olacaktı acaba? En önemlisi hala üniversite okuyabilme şansım vardı. Bu düşünceyle dudaklarıma bir tebessüm yayılmıştı.
Hayalim gerçek olacaktı. Bu benim acılarımın kefareti miydi?
Gözlerim dolarken Boran ağa kalçasını arabaya dayadı. Bende Boran ağanın uzağında kalan kısmına kalçamı dayadım.
"Teşekkür ederim." Dedim sessizliği bozarak.
"Rica ederim." Dedi. Ardından cebinden telefonu çıkardı. Parmağını okuttuktan sonra ise rehberine girip bir bandın üzerine bastı. Kulağına götürmüştü.
"Neredesin kardeşim?"
Uzakta olduğum için karşıdaki kişinin ne konuştuğunu duyamıyordum. Boran kaşlarını çatarken
"Hallettin mi peki?"
Yine karşıdakini dinledikten sonra bana döndü. Dudakları düz bir çizgi halini almıştı.
Ta ki gecenin karanlığını araba farları aydınlatana kadar. Gözlerimi işgal eden far ışıkları gözlerimi kör eden cinstendi. Gözlerimi kollarımla kapatıp kafamı arkaya doğru çevirdim.
Gözlerimi açtığımda ise farlar çoktan kapanmış, cılız telefon ışıyla bize doğru bir beden geliyordu.
Yüzünü tam olarak seçemememe rağmen hatırlıyor gibiydim bu simayı. Nişanda sadece birkaç kez Boran'la konuşurken görmüştüm onu. Şimdi ben bu adamla mı gidecektim İstanbul'a? Amcama eminim beni bir erkeğe emanet ettiğini söylememişti. Yoksa kabul etmezdi bu durumu.
Bize doğru yaklaştığında Boran'la erkekçe selamlaştılar. Adam bana döndü bu selamlaşmanın ardından.
"Nasıl yapacağız şimdi?"
Bunu soran Boran'dı. Adam dik bakışlarını benden çekti.
"Uçak rötar yaptı. Saat yediye ertelenmiş uçuş. Arabayla çıkacağız."
Adamın kurduğu cümlelerde şive yoktu. Muhtemelen buralı değildi. Düzgün bir diksiyonu vardı. Gerçi Boran'da da şive yoktu. Bu uzun süre Mardin'de yaşamadığından kaynaklanıyordu sanırım.
Benim varlığımı hatırlamışlar gibi Boran bana bu yabancı adamı tanıttı.
"Emir. Sana İstanbul'da kaldığın sürece yardım etmeye çalışacak."
Gözlerimi Emir'e çevirdim. Uzundu. En az 1.80 gibi duruyordu. Boran gibi yirmili yaşların sonlarında bir yaşı vardı sanki. Yakışıklı bir yüze sahipti. Gözleri ela ve yüz hatları ise kemikliydi.
Evli ve çocukları bile olabilirdi. Gözlerimi hemen çevirip Boran'a döndüm çok fazla baktığımı farkederek.
"Bu süreç ne zamana kadar sürecek? Ben ne zaman döneceğim buraya?"
Sustu. O da bilmiyordu sanırım. Burukça gülümsedim. Boğazıma bir yumru oturdu.
"Gidelim artık!"
Emir'in otoriter sesiyle ona döndüm. Sanırım çok konuşmayı sevmiyordu. Benim gibiydi yani.
Boran kafasını salladı. Yerimden kalkıp Boran'ın önünde durdum.
"Ne diyeceğimi bilemiyorum ama bana hayallerimi gerçekleştirmem için verdiğin fırsata çok teşekkür ederim."
Şu an hala inanamıyordum. Ben bir hafta öncesine kadar öyle umutsuzdum ki...
Şimdi de hayallerime sanki adım atıyormuşum gibi hissediyordum.
Bu şehre geldiğimden bu yana yapmayı unuttuğum şeyi, kalbimden geçeni yaptım. Gittim ve Boran'a sarıldım.
Önce afalladı ardından belimi sarmaladı. Minnettar hissediyordum sanırım ona karşı.