Kaçış

1431 Kelimeler
Kurtulacaktım... Bana dönük bir çift kahverengi göze bakarken korku tekrar bedenimi ele geçirdi. Ya prens geri döner ve bu defa ikimizi birden tutsak ederse... O zaman hiç şansımız kalmazdı. "Ne duruyorsun sen hala!" dediğinde ona doğru yürümeyi akıl edebilmiştim. Delikten gördüğüm gözlerinin yerini dudakları aldığında onu daha kolay duyabilmek için kulağımı yaklaştırdım. "Birazdan buradan küçük bir delik açacağım ve sen prenses, oradan çıkacaksın." Kafamı geri çektim ve "Tamam peki." dedim hızlıca. Bir kaç adım arkaya gittiğimde gelen giden var mı diye bakınıyordum tedirgin gözlerle. "Hadi!" Açtığı deliğe baktığımda kaşlarım çatılmıştı. "Hadi! Ne duruyorsun!" dedi bu defa sabırsız çıkmıştı sesi. "Oradan nasıl sığacağım? Bilmiyorum farkında mısın ama boyum uzun." dediğim anda delikte bir hareketlenme fark ettim. Daha neler olduğuna anlam veremeden o küçücük deliğin içinden çıkan çocuğa şaşkınca bakar halde bulmuşum kendimi. "Şimdi çıkacak mısın yoksa seni ittireyim mi?" dedi sinirli bir ifadeyle. Neden sinir yapıyordu? Sanki oradan hayatta geçmeyeceğim demiştim! Kafamı sağa sola sallarken bir bacağımı delikten dışarı atmıştım bile. Vücudum iki büklüm olmuş bir halde delikten dışarı çıktığımda ilk önce suratıma soğuk bir rüzgar yemiştim ve çıktığım duvara doğru yapışmıştım. Ellerimle destek alarak doğrulduğumda duyduğum ses beni tedirgin etmişti. Korkuyla deliğe baktığımda çocuğun oradan çıkmaya çalıştığını gördüm. Bu tuhaf görüntüsü her ne kadar komik gelse de gülmek için doğru bir zaman olduğunu düşünmüyordum. Üşümüş bedenime kollarımı sararken sesin gittikçe artması beni daha da huzursuz etmişti. Nihayet yanımdaki yerini aldığında yeri göğü inleten sesle ellerimi koluna geçirdim. Bana ters bakışlar atarken vücudu savunma pozisyonu almış gibi dik duruyordu. "Neler oluyor?" dedim korkuyla. Sesimin titrek çıkmasına bir kez daha lanet ederken çocuk tedirgin gözlerini etrafta gezdiriyordu. Daha sonra gökyüzüne baktı ve kafasını hayır anlamında salladı. "Geç kalacağız." dedi umutsuz bir halde. Nereye geç kalacaktık neler dönüyordu burada! "Ne... Ne demek istiyorsun?" dedim ve bir kez daha duyulan sesle daha çok ona sokuldum. Üzerimdeki ince gecelik daha fazla üşümeme ve kendimi savunmasız hissetmeme neden oluyordu. Kolunu benden kurtarıp açtığı deliği kapattığında şaşkınca duvara baktım. Sanki orada hiç bir şey olmamış gibi sapasağlam duruyordu. Prens orada olmadığımı fark ettiğinde ne olacaktı peki? Bu düşünceyle hareket eden bacaklarım duvarın diğer tarafına gitmişti. Suratıma doğru gelen kumlarla neye uğradığımı şaşırmış ve yere düşmüştüm. "Bu da neydi!" diye öfkeyle bağırırken çocuğun bana sinirle soluğunu duydum. Kolumdan tutmuş beni kaldırmaya çalışırken bir yandan da bana söyleniyordu. "Neden hep kendi kafana göre hareket ediyorsun! Geri zekâlı gibi davranmayı kes!" Yerden kalktığımda hala ıslak olan saçlarıma yapışmış kumları silkelemeye çalışsamda fayda etmiyordu. "Az önce ne oldu?" dedim ona ters gitmemeye özen göstererek. Şu an ona ihtiyacım vardı ve ben bunu geri plana atamazdım. "Bir Püsküren suratına püskürdü!" dediğinde söylediği şeyin anlamsızlığı ile kaşlarım çatıldı. "Püsküren derken?" dedim suratsız bir ifadeyle. Beni kolumdan çekerek duvarın diğer tarafında kalan şeyi işaret ettiğinde bir an nefesim kesilir gibi olmuştu. Ağzım şaşkınlıkla açılmış az önce gerçekten suratıma püsküren şeye bakarken kalbim deli gibi atmaya başlamıştı. Bu... Bu resmen bir..."Ejderha..." dediğimde çocuğun sen salak mısın bakışlarına maruz kalmıştım. Kahverengi gözleri büyümüş kaşları çatılmış suratıma anlam vermeye çalışır bir halde bakarken açık kalan ağzımı kapama isteği duymuştum.      "Sana az önce Püsküren olduklarını söyledim." dedi tane tane anlamamı istercesine. "Ama onun kanatları var ve tıpkı..." diye devam etmeye çalıştığımda bunun gereksiz olduğunu düşünüp lafımı yarıda kesmiştim. "Hangi dünya da yaşıyorsun Prenses? Ejderha diye bir şey yoktur." Neden beni bu kadar aşağıladığını anlamıyordum. "Onlar sadece uydurmadır. Asıl gerçek olanlar Püsküren'ler... Onlar gerçekten hayran olunası yaratıklar... Ah küçükken babamdan her zaman bana minik bir Püsküren almasını istemiştim onun yerine aldığı şey..." Durdu ve tepkime baktı. Suratım dışarıdan bakıldığında nasıl görünüyordu bilmiyordum ama devam etmeme kararı almıştı. Kolumdan tekrar tuttuğunda hızlıca kendimi geri çektim. "Kendim yürüyebilirim!" dedim ve koluma baktım. Zaten her tarafım ağrıyordu bir de onun baskısını çekemezdim. "Buralar tehlikeli Prenses ve ben seni sağ salim aydınlık tarafa geçirmek zorundayım." dediğinde hemen yanı başımda yürüyordu. Ne tarafa gittiğimizden haberim dahi olmadan öylece yürüyordum. Dediklerini düşünmek beynimin yanmasına neden oluyordu. Biraz rahat bir gün geçirmek istiyordum çok muydu? Ayaklarıma batan çalı çırpı beni rahatsız ederken gökyüzü sürekli kasvetli bir şekilde gürlüyor ve beni daha da korkutuyordu. "Üşüyorum." dedim sonunda dayanamayarak. Çocuk durdu ve bana baktı. Gözleri vücudumu tararken şaşkın duruyordu. Kahverengi gözleri gözlerime ulaştığında düşünür gibi bir hali vardı. "Bunu hesap etmemiştim... Yani seni odandan kaçıracağımı zannediyordum ama sen bana yardımcı olarak kendini zindana kapattırmıştın bile... Belki de bu defa şans bizden yana..." derken gözleri uzaklara dalmış gerçekten düşünceli bir hal almıştı. "Pekala... Öyleyse üzerindekini bana ver." dedim kesin ve net bir ses tonu ile. Daha fazla bu soğuğa katlanmak istemiyordum. Çocuk ben söyledikten sonra kıymete binen kazağına sıkı sıkı sarındı ve gözlerini büyüttü. "Deli misin sen soğuktan ölürsem seni kim diğer tarafa geçirecek!" dediğinde ağzım bir karış açılmış öylece bir kaç saniye suratına baktım. Ciddi miydi? Uzun süreli manasız bakışlarımdan sonra pes etmiş bir halde ellerini kazağının eteklerine götürdü ve hızlıca çıkardı üzerinden. Altında siyah bir badi varken bana neden çemkirmişti acaba! Kazakla birlikte elektriklenen uzun saçları suratına yapışınca hafifçe tebessüm ettim. İlk defa içimden tebessüm etmek geliyordu... Kazağı bana uzattığında tereddüt etmeden aldım ve hızlıca üzerime geçirdim. Burnuma gelen tuhaf koku ile suratım buruşmuştu. "Ne yaptın sen bir hayvan falan mı öldürdün?" dedim kazaya bakarak. Hoşnutsuz bakışlarını üzerimde gezdirdi. "Buraya kadar kolay gelmedim herhalde Prenses. Diğer tarafa geçtiğimizde bundan daha berbat kokacaksın buna alış." dedi aksi bir sesle. Burun kıvırdım ve yanına ulaştım. Sahi onun adı neydi? "Şey..." derken az önce ona söylediğim şey için özür dileyip dilememem gerektiğini tartıyordum kafamda. Resmen pis koktuğunu söylemiştim o ise sırf beni kurtarmak için bunlara katlanmıştı. "Ne?" dedi hafifçe bana dönerek. O anda tekrar gürleyen gökyüzü beni sıçratmıştı. Ayağıma batan taşı göz ardı etmeye çalışarak iyice yanına sokuldum. Orman gittikçe derin bir hal alıyordu ve kararıyordu. Yolumuzu nasıl bulacaktık? "Evet Prenses seni dinliyorum." dedi sabırsız bir sesle. Neden bu kadar sabırsız ve aceleci olduğunu anlayamıyordum ben ona ne yapmıştım ki? "Pekala adın ne?" dedim hızlıca. "Khaw." dediğinde isim bana kendimi tuhaf hissettirmişti. "Peki anlamı nedir?" dedim bu tuhaf gerilimi dağıtmak için. Bana döndü ve çarpık bir ifade ile gülümsedi. Bu karanlıkta net olarak görebildiğim tek şey kahverengi ışıldayan gözleri olmuştu. "Beyaz..." dedi ve tebessüm etti. Bir anda tepemize yağan yağmur ile korkuyla ona baktım. Yağmurdan da mı korkmaya başlamıştım ah hadi ama! Prenses sen kafayı yemiş olmalısın ha! Kendi kendime düşünürken Khaw'ın sesiyle gerçek hayata döndüm tabi buna ne kadar gerçek denilebilirse... "Buraya gel." Beni çekiştirirken ayaklarım daha da acımaya başlamıştı. Köşede duran kayalıkların altına beni soktuğunda gök bir kez daha gürledi. İki büklüm olmuş halde etrafa baktım. Bir aydınlatma şarttı zira hiç bir yeri göremiyordum. "Ne kadar sürer?" dedim ona dönerek. Karanlıkta yüzünü seçemiyor olmak beni daha çok ürkütüyordu. "Sabaha anca gidebiliriz. Şu an her yer tehlike kaynıyor." dedi. Konuştukça ağzından soğuk buharlar çıkıyordu. Fark ettiğim şey ise etrafın aniden bu kadar soğuk olmasıydı. Üzerimdeki kazak bile beni ısıtamazken onun ince bir bluz ile üşüdüğünü hissetmek daha da donmama neden oluyordu. "Beni takip et." dediğinde ayağa kalkmış az ilerde duran mağara gibi bir şeye doğru ilerliyordu. Hemen peşinden yürüdüm ve içeri geçtim. O kısacık mesafede bile sırılsıklam olmuştum. "Ateş yakacağım." derken titrediğini fark etmem beni daha da huzursuz etmişti. Yutkundum ve kafamı salladım. Bir kaç dakika sonra elinde bir kaç odunla geldiğinde daha da ıslaktı. "Onlar yanmaz." dedim ıslak odunlara bakarak. Bana döndü ve baktı. O esnada elinin altında duran odunlar hızlıca yanmaya başladığında şaşkınlığım gözle görülür cinsten olmalıydı. Yerde duran alevlerle dans eden odunlara bakıyordum hala... Bunu nasıl yapmıştı? "Büyücü falan mısın?" dedim korkuyla. "Hayır tabi ki... Yine saçma sapan konuşuyorsun Prenses. Onlar ıslanmaz. Sadece..." bakışlarını bana çevirdi ve sonra tekrar konuşmaktan vazgeçip yanıma oturdu. "Sadece ne?" dedim sabretme çabası içerisinde. "Özel bir ağaç, bir çok faydası vardır ve genellikle tek tük bulunur buralarda ama şans bizden yanaydı ve ona rastladım. Odunlar o ağaçtan yapılmış..." dedi, yine düşünüyordu. "Odunlar bu halde miydi? Peki onları bu hale getiren kim yani kim ıssız bir ormana kesilmiş odun bırakır ki?" dediğimde bakışları beni buldu hemen. "Zeki Prenses." dedi. Bu halleri neydi? "Diyorum şans... Bir şeyler oluyor." dedi. Bu tavrı artık sinirlerimi bozuyordu. "Prenses olarak o bir şeylerden ben de haberdar olmak istiyorum." dedim bastırarak. "Bunları benim açıklamam doğru değil." dedi ve bakışlarını yanan odunlara çevirdi. "Sen değil o değil peki kim açıklayacak!" diye bağırdığımda gözlerini büyüttü. Ateşin suratına yansıyan tarafları kırmızı bir görüntü oluştururken gözleri bir şeylerden yorgun olduğunu hissettiriyordu. Genç görünen yüzüne rağmen alnında çıkan bir kaç kırışıklıkta kafamı karıştırmıştı. Elmacık kemiğinden kulağına doğru uzanan kabuk bağlamış bir çizik vardı ve nedense bu içimi cız ettirmişti. Bu zorlu yola benim için katlanmıştı peki neden? "Khaw." dedim dikkatini çekmek için. Bana döndü tekrar, ne var dercesine bakıyor olması direncimi yıkmaya çalışan bir kalkan gibiydi. "Beni neden aydınlık tarafa götürüyorsun? Benden çıkarın ne?"
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE