Olaylara Bakış

1469 Kelimeler
Bağdat seferi öncesi, Altın Otağı Bir avare mi, başıboş bir yolcu mu yoksa bir kahin mi ne olduğu bilinmez bir adam Hülagü Han'ın altın çadırına yanaştı. Huzura kabul görüldüğünde de bu bilinmez yabancı herkesi korkudan dize getiren Han'ın önünde ne diz çökmüş, ne de ona saygı ve büyükçe iltifatlar ile övgüler yağdırmıştı. Tek istediği Han'a, Tengri'nin hediyesinden bahsetmekti. Bunun için bir karşılık bile beklemiyordu. Sıska, giysileri yırtık pırtık, upuzun saçlarıyla örgüsüz, tokasız tıpkı kadın saçı gibi dağınık şekilde Han'ın huzuruna çıktı. Han ise bu avarenin karşısında tahtına kurulmuş, dimdik duruyordu. Sert bakışlı, yanık tenliydi. Sakalı da aynı derece gösterişli ve kişide korkuyla beraber saygı uyandıran bir adamdı Hülagü Han. Han, karşısında bekleyen adama konuşması için işaret verdi. "Ey Büyük Han, ben buraya, Gök Tengri'nin izniyle, sana yukarıdan Tengri tarafından gelecek hediyeyi beyan etmeye geldim." "Sen bunu nerden bilirsin?" dedi Hülagü Han lakin suratı asık ve sesi de öfkeliydi. Adam bakışlarını yukarıya dahi kaydırmadan cevap verdi. "Nasıl bildiğimi açıklayamam ama nasıl bir hediyedir anlatabilirim : Bir insandır bu. Ama öyle bir insandır ki gözlerini gökten almıştır ve ayın bir parçasından koparak Arapların çorak topraklarına düşmüştür." "Ayın parçası ha?!" diye kükredi Hülagü Han. Bu saçma sözlere hem şaşırmış hem de kaşlarını çatmıştı. Çadırda bulunanlar da Han'ın bir hiddete kapılıp bu zavallı adamın öldürülmesi emrini bekledi lakin en çok korkan bu avareyi çadıra sokan kapı muhafızıydı. Bilir ki Han'ın canını sıkan bu adam yüzünden onu aldığı için ilk kendisinin kellesi giderdi. Adam tekrardan lafa girdi. "Evet Han'ım. Aydan bir parça. Ayın en güzel emsali gibi yeryüzüne inecek. Dikkatli bakarsanız Bağdat seferiniz sırasında onu illa ki bulacaksınız." Han, bu ne dediğini bilmez adamı cezalandıracak kadar küçülmek istemedi. "Diyelim ki bu haberi sana Gök Tengri söyletti... Diyelim ki ben de bu dediklerine inandım. Ama herkes bilir ki yabancı bilge, cenk sırasında ben gözlerimi ve kulaklarımı kapatır, kalbime taş basar sadece kılıcımı sallarım. Şimdi de hele nasıl olacak da muharebe sırasında o hediyeyi fark ederim?.. Vahşi bir atı zapt ederim lakin bu huyuma bir gem vuramam. " "Orası da sizin bileceğiniz bir şey, bu sizi ilgilendirir. " dedi yabancı. "O hediye benim eşim mıdır peki?" "Öyledir. Yine de refaha kapılıp rahatlamayasın. Ay, o çorak topraklarda esir düşmüştür. Yani Ay'ı fethetmek öyle kolay değildir. Anlayacağınız üzere fetih yolu yine size kalmıştır Han'ım." O an ortalığı buz gibi bir sessizlik kapladı. Kapı muhafızı ise yine en çok korkan kişi olmuştu ortada. O avareyi içeri alan aptallığına yanardı öylece. Hülagü Han ise o an kimsenin beklemediği bir tepki verdi. Ağzından şuh bir kahkaha kaçarken, bilgine bakışlarını yöneltti. "Bu adamı ödüllendirin ve bırakın yoluna gitsin!" dedi. Bu sözler oradakilerin içini biraz da olsa rahatlatmıştı. Hatta daha da iyisi Hülagü Han'larını bekleyen bir armağan vardı Arap topraklarında. _____________________________________ Altın Otağı - Sefer Hazırlıkları Hülagü Han, Haşhaşilerin Alamut kalesi için Abbasilerden asker takviyesi istediğini belirten bir mektup yolladı fakat Han'ın ordusunun askere ihtiyacı yoktu. Abbasiler ise bunun Bağdat savunmasını düşürmek için Hülagü Han'ın bir oyunu olarak düşündü. Çünkü herşeyin sonunda hedefin kendileri olacağını biliyorlardı. Bunun için dostça bir özür mektubu olarak Han'a mektup yolladı. Mektupta aynen şöyle yazıyordu. "Belki size asker gönderemedik ama hediyeler gönderiyoruz. Kabul buyurun." diyerek Hülagü Han'a birbirinden güzel mücevherler gönderdi. Yanında da birbirinden güzel cariyeler, şayet herkes bilirdi ki Hülagü Han bir kan kokusuna bir de güzellere aşıktı. Lakin bilmedikleri bir şey vardı ki onun istediği güzel o topraklar içindeydi. Onu almak için de her şeyi yapmaya hazırdı. Arapların bu hediyelerini ordudaki askerlerine veren Han, gönderilmeyen destek talebi karşısında öfkeden deliye dönmüştü resmen. Fakat aceleci davranmamaya çalışıp Hülagü Han bir mektup daha yolladı. "İtaatinizin ve sadakatinizin işareti, biz düşmana karşı sefer ederken destek asker göndermenizdir. Lakin bunu yapmak yerine bana sadece bahaneler gönderdiniz. Hanların Han'ı Dedem Cengiz Han zamanından bugüne kadar dünyanın başına gelenleri duymuşsunuzdur. Size daha önceleri tavsiyelerde bulunmuştuk. Ve şimdi de tekrar ediyorum! Cesaret edemeyeceğin şeyleri deneme ve açık olanı görmezden gelme. Çünkü sizi pişman edeceğim. Şimdi kendi şehrinin surlarını yık, açtığın hendekleri de doldur. Ardından tahtını oğluna emanet et ve huzuruma çık gel. Tavsiyeme kulak asmazsan ve bize karşı çıkmaya devam edersen, ordunuzu hazırlayın ve savaş alanını seçin. Çünkü ben savaşa hazırım. Şayet ordumu Bağdat'a sürersem, istersen göğün en yukarısında saklanıyor ol, seni aşağıya indirip derini yüzerim! Aynı şekilde şehrinde bulunan kimseyi de canlı bırakmam! " Bu mektubu alan halife korksa da unvanı hatırına onurunu ayaklar altına aldırmayacaktı. Artık kendisi de barışçıl ve dostça tavırlardan çıkıp aynı düşman tavırla cevap yolladı. " Hülagü, büyük Han Mengü Han ile dostluğum bulunmakta. Bu yüzden elçinizin bana verdiği mektuba inanmak istemiyorum. Ayrıca kazandığın başarılara da aldanma! Bil ki Doğu'dan Batı'ya bütün krallar ve sultanlar kulum ve askerimdir! Şayet bize yine de saldırırsan unutma ki Allah'ın laneti üzerine olur, dünyan baştan aşağı sarsılır! " Hülagü Han'ın daha da köpürmesine sebebiyet vermek istercesine bu haddine olmayan mektup sonuna yanında bir sürü de hakaret dolu cümleler eklemişti Halife. Han'ın siniri öyle bir seviyeye ulaşmıştır ki bu mektubu getiren Abbasi elçilerinin kafalarını kesip birer torbaya koymuştur. Ardından tez vakitte Bağdat'ı alması gerektiğine karar vermişti. İlk iş Bağdat'a hakim tepeleri, köyleri ve kentleri ele geçirmiş, Abbasilere yardım gönderilebilecek tüm yolları kendi askerleriyle çevirmiştir ; büyük ordusuyla, her türlü araç gereçle donatılmış halkını peşin sıra götürerek Arap topraklarına, Bağdat'a doğru tez vakitte yola düşmüştü. Yol boyunca da tek bir Abbasi Birliği ile karşılaşmış onu da kolayca aşarak yoluna devam etmişti. Hedefi Bağdat'ı düşürüp, içinde olan her şeyi kendisine almak idi. Normalde seferler için böyle alelacele yola çıkmazdı lakin Tengri tarafından kendisi için gönderilen hediyeye tez vakitte kavuşmak isterdi. Geniş ve açık alanda üç ordu ilerliyordu. Her ordu üç tümenden, her tümen kırk bin savaşçıdan oluşuyordu. Oldukça görkemli bir ordu ile yola gidiyordu. Bu kalabalık ordunun atların toynaklarından göğe doğru büyük bir toz bulutu yükseliyordu. Tıpkı büyük bir yangının dumanı misali kara bulutlar mavi göğü sarıyordu adeta. O an bu kararan göğü, o'nun gözleriyle tekrardan aydınlatmayı düşündü Hülagü Han. Yoldaki Abbasi birliğinin feci şekilde can verdiği haberini alan Halife de ettiği laflardan pişman olmaya başlamıştı. Hatta bir umut Hülagü Han'ın gönlünü almak için kendilerine doğru ilerleyen orduya öncekilerden daha değerli hazineler gönderdi, yanında da af dileyen bir özür mektubu. Ancak kurdun dişine kan değmişti bir kere. Herkesin anlayacağı üzere halife için iş işten geçmişti. ______________________________________ 4 Ay Sonra Arap Toprakları Hülagü Han, çok sevdiği rahvan yürüyüşlü Kuba adındaki atıyla karşıdan gözüken Bağdat'a ve surlarına baktı. Yüzündeki sevinçle yanındaki kumandanlardan birine döndü. "Bu Halifeye cevabını verme vakti gelmiştir artık, ne dersin Dilmaç?" Dilmaç, saygıyla başını eğip itaatkar bir şekilde karşılık verdi. "Size saygısı olmayan bu Halifeye cevap verme vakti çoktan gelmiştir Han'ım." Han, yüzüne bu sefer alaycı bir ifade takındı. "Bu fasıklar bir daha ağzını açamayacak." ardından Ünen'e doğru döndü bakışları. "Cenk esnasında yanımdan ayrılma da uyarasın. Tengri'nin armağanına bir zeval gelsin istemem." Ünen, başıyla Han'ını onaylarken bir eliyle ordudaki mancınıkları hazırlamaları için askerlere talimat verdi. Hazırlanan mancınıklar Bağdat'ın surlarına seri bir şekilde ateş ederken, duvar parçalanıyor, etrafa saçılan molozlar her yeri büyük bir toz bulutuyla sarıyordu. Daha sonrasında surlarda açılan boşluklardan askerlerini yolladı Hülagü Han. Bu işgal sırasında Halife ise ilginç derecede sakindi. Düşünüyordu ki ne olursa olsun Moğollar Halifeye bir şey yapmazdı. Ve kuşatmanın başlamasından yaklaşık üç gün sonra da  iki oğluyla birlikte Halife, Han'a teslim oldu. Han, bu erken pes etme davranışı karşısında hayal kırıklığına uğramış fakat belli etmemişti. Öyle ki kendisine teslim olan Halifeye ilk başta sıcakkanlı davranmış ve halka daha fazla direnmemesi için öğütler vermesini söylemişti. Halife ise aldığı bu emir karşısında kendi ve oğullarının hayatının emniyeti için Han'ın isteğini ikiletmemiş, şehir boyunca  halka silahları bırakma emri vermişti. Arap halkı da Halifeden aldığı bu emirle direnmeyi bırakmış, şehirde sakinliğin sağlanmasını beklemişlerdi. Fakat işler hiç de bekledikleri gibi olmadı. Tam tersi Moğol askerleri şehirde ne var ne yok yağmalamaya başladı. Bu yağmanın yanı sıra binlerce sivil de kılıçtan geçirildi. Tabii bu siviller içerisinde bir arayış da mevcuttu. Tengri tarafından Han'larına gönderilen gök gözlü Ay. Tahminen bir ay süren bu arayış içinde Hülagü Han ve askerleri hem öldürüyor hem de yağmalamaya devam ediyorlardı. Kütüphaneler, yıkıldı, mezarlar dağıtıldı, kemikten meydana gelmiş dağlar birer birer yükseldi, kentin sokaklarından nehir gibi kan akıyordu. Her yer kanla ıslanmış, kuru toprak kızıla boyanmış kaygan bir hal almıştı. Kan haricinde insanların parçalanmış etleri de sokaklarda aşikar bir şekilde gözüküyordu.  Durum öyle vahimdi ki şehri uzaktan görenler bu halkın helak edildiğini düşündüler. Öyleydi de şayet Hülagü Han'ın Deccalden bir farkı yoktu. Halife ve oğulları esir durumda iken Han ile askerleri hala sokaklarda dolaşıyor ve bir şeyler almanın peşine düşüyorlardı. İşte o an Hülagü, duvara korkuyla sinmiş küçük bir beden gördü. Dehşet içerisinde etrafı izleyen gök rengi gözlere, bu yakıcı Arap Baharı yazında ışıldayan kızılımsı saçlara baktı. Teni ise, borşa borşası çıkmış (param parça olmuş) kıyafet içinde bile ay gibi parlıyordu. Ünen ve diğer muhafız da Han'larının baktığı yöne doğru çevirdi bakışlarını. Gördükleriyle anlamışlardı ki o biçare avarenin dedikleri doğruymuş. Hülagü, attan hızla inip kılıcını ait olduğu kınına geri soktu. Yüzünde ise aylardır hasretini çektiği güzele kavuşmanın verdiği keyif vardı...
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE