6/Yağmurda bir çift gözden ibarettin.

1880 Kelimeler
Ancak sen ilgilendiğinde kanamaya başladı yaralarım, oysa hep oradaydılar. Şu an parmaklarımla kan damlalarında izini sürdüğüm acı. Gereksinim duyuyorum izlere, bir zamanlar acı çektiğimi hatırlatmaları için bile olsa gereksinim duyuyorum onlara. Zamanın geçip gitmesine, elimde hiçbir şey bırakmadan akmasına dayanamıyorum çünkü. Oysa her iz doğduğu anda ayrılıp başkalaşıyor onu yaratandan, gerçek dışı oluyor. Her şey zamanla sahteleşiyor, yok oluyor, yenileniyor. Oysa biliyorum, sen dokunmadın bile yaralarıma, sadece baktın, şöyle bir an, göz ucuyla. Başını kitabından kaldırıp, kendini çağıran sese cevap veren biri gibi. Sen acının sınırları olduğuna inanır mısın? [Aslı Erdoğan] *** Giz, ayaklanmadan önce onlara kibarca gülümseyen genç kızın, kapıdan çıkışını izlerken oturduğu koltukta rahatça geriye yaslandı. Aslında gövdesi rahat olmanın kıyısından bile geçmiyordu ama birazdan -en uygun zamanda, diyerek içinden kendini düzeltti - Dilara'yı onunla gelmesi için, yüksek ihtimalle reddedileceği bir baloya davet edeceğinden bugünlük daha iyi ve rahat hissetmesinin oldukça düşük bir ihtimale karşılık geldiğini biliyordu. Sanki omurgası sıralı kemiklerden değil, üst üste dizilmiş ıslak taşlardan oluşmuştu da adam bir kez havayı derince içine çektiği an dökülüp dağılacaklardı. Kendini bir arada tutabilmek için tüm düğümlerine asılması gerektiğini hissediyordu Giz. Üstelik gövdesindeki tüm gücü kullanarak... Adam, durmadan, onu bir ucundan sökmeye devam eden iplerin peşinden bile böyle derin bir ihtiyaçla koşmuyordu. Aklında dönüp duran düşüncelerin neden olduğu sıkıntının, kaburgalarının ardına dadandığını hissederek oturduğu yerde kıpırdandı. Peşi sıra bakışları, ardında oturduğu masanın en alt çekmecesinde bir şeyler aramaya devam eden kadına kaydı. O gün telefonda konuştukları gibi önce Giz için Dilara'nın ikiye kadar indirdiği adaylarla görüşmüşlerdi. Şimdi de genç kadını derin bir hezeyana sürükleyen sözleşme hakkında konuşacaklarını tahmin ediyordu. Sonunda Dilara çekmeceden düzgünce sıraya konmuş bir tomar kağıt çıkardığında ondan önce davranarak "Niye adayların ikisi de öğrenciydi?" diye sordu. "Kişisel asistan olarak çalışacaklarını sanıyordum." Dilara önündeki kağıt yığınına eğdiği bakışlarını bir an sonra Giz'in yüzüne kaldırarak kaşlarını küçük bir meydan okumayla havalandırdı. Adamın bunu fark etmeyeceğini elbette düşünmemişti. Sonuçta Giz Üstünel, her ne kadar üzerine bir göktaşının geldiğini fark etse bile sırtını rahatça yasladığı koltuktan kaldırmaya tenezzül etmeyecek kadar umarsız görünse ve hatta yanında yöresinde bulunan insanlara kirpiğinin ucuyla dahi bakmıyormuş gibi davransa da hiçbir şeyi gözden kaçırmıyordu. Bu durumun kendisi için ne kadar zorlayıcı olduğunu görmezden gelmeyi tercih ederek "Onları bütünüyle senin insafına bırakacağımı düşünmüyordun herhalde?" diye yanıtladı. Giz, kadından duyduğu cümleyle birlikte gülüşünü dişlerinin arasında ezdiğini fark etmeden tatsız bir ifadeyle kaşlarını çattı. "Merhametinden bir ben nasiplenemiyorum anlaşılan." Dilara adamın ağzından çıkıp kulağına ulaşan her bir sesin, bir taş gibi içinde yuvarlanarak sırasıyla göğüs kafesine çarptığını hissetti. Oysa kadın bu yaşına gelene, Giz'le tanışana kadar, bunca zaman kaburgalarını göğsünde bir zırh gibi taşımıştı. Şimdi adamın hiçbir şey yapmadan, sadece karşısında durması, gözlerinin içine bakarak nefes almaya devam etmesi bile onu bir arada tutan bağın gevşemesine neden oluyordu. Sanki her an, çok yüksekten, derin bir boşluğa düşüyormuş gibi hissediyordu. Tutunabileceği hiçbir şey yoktu. Öyle ki adam, değil sivri yanları, köşeli kenarları, hatta dikenli dalları; insanı dipsiz bir kuyuya sürükleyen - çıkaran değil - zifiri bir sabırla kadının tırnaklarını bile törpülemeye başlamıştı. Bu durum Dilara'yı öyle tedirgin ediyordu ki kadın istemsizce geriliyor, Giz'e karşı tüm silahlarını kuşanmak zorunda olduğunu hissediyordu. Derin bir nefesle aklının içinde tahammül edilmesi güç bir uğultu halini alan düşüncelerini susturmaya çalışırken konuşmanın yönünü değiştirmesinin daha iyi olacağına karar vererek "İkisi de konservatuar okuyor," diye açıkladı. "Sahne dekorları ve kostüm tasarım..." "Así que?"*Yani? Adamın söylediği İspanyolca kelimeyi doğru anladığından emin olamasa da "Yani," diye mırıldandı Türkçesini söyleyerek. Giz'in zaman zaman - Dilara henüz bunların adamın yaralarını görmezden geldiği anlar olduğunu bilmiyordu - ana dilinde konuşmasını anlayışla karşılıyordu ama sadece gündelik konuşmalarını anlayabildiği bir dile karşılık vermek zorunda kaldığı için sesinin tedirgin çıkmasına engel olamamıştı. "Okullarından arta kalan zamanlarda çalışacaklar seninle." Adamın bir şey söylemek için atıldığını fark etmesine rağmen "Derslerine katılmak istiyorlar sadece," diye devam etti. "Çember'e mi gelmek istiyorlar?" Dilara adamın sorusuna karşılık zarif bir tavırla omuz silkmekle yetindi. Adamın bir yerde oyunculuk dersleri verdiğini bile o iki kızla yaptığı mülakat sırasında öğrenmişti. Kızlar bir akademiden bahsetmişlerdi ama Dilara derslerin nerede verildiğini sormamıştı. Merak etmediğini söyleyemezdi ama yine de, adama karşı duyduğu merakın içini gıcırdatan hissine göz yummayı tercih etmişti. Ne kadar başarılı olacağı tam bir muammaydı ama adama mümkün olduğunca yabancı kalmaya çalışıyordu. Yine de Giz hakkında öğrenmesi gereken nice şeyin olduğunu bilmek, içinde bir yere tırnağını çoktan takmıştı. "Ders verdiğin akademinin ismini bilmiyorum," diye itiraf etti mırıldanarak. "İşe alınmasına karar verdiğin, maaş da alacak tabi." Bir an durup bir şey söylemesini beklediği adamın sessiz kalması üzerine durumdan rahatsız olduğunu düşünerek "Tabi istemezsen," diye geveledi. "Yani senin derslerin sonuçta..." Adam bir an umursamazca bükülmesine izin verdiği dudaklarını ikinci kez İspanyolca konuşmak için araladı. Kadının onu anlaması, ana dilinde konuşmaktan aldığı zevki anlam veremediği bir şekilde artırıyordu. "No problema."*Problem degil. Dilara'nın anladığını göstermek istercesine hızlıca salladığı başını fark ederek dudağının kıyısındaki ince gülüşle devam etti. "İşe başlayan, derslere de gelebilir." "Peki," diyerek omuzlarını geriye itip duruşunu dikleştirirken ellerini, masanın üstündeki kağıt yığınına daha çok bastırdı. "Gelelim ikinci meseleye." Giz kendini savunmak istercesine, gardını alıp konuşmaya başlayan kadına "O sözleşmeyi Elis kontrol etmişti," diye karşılık verdi. "Peki sen?" Sesinin fazlasıyla tahammülsüz çıktığına karar vererek derin bir nefes aldı. Menajerinin kontrol ettiği bir sözleşmeyi imzaladığı için Giz'i neyle suçlayabilirdi ki? Üstelik kadın adamı suçlamak istemiyordu. Derdi imza edilmiş, üstelik hazırlıklarına dahi başlanmış bir proje için bir günah keçisi bulmak değil, bu şartlar altında elinden geldiğince adamın haklarını korumaktı. Sonuçta ikisi, öyle veya böyle bu işi birlikte yürütmek zorundaydı. Sesinin yumuşak olmasa bile, hiç değilse normal çıkmasına gayret ederek "İmzalarken sen şöyle bir bakmadın mı?" diye sordu. "İnan o sözleşmede uyamayacağım tek bir madde bile yok." "Dizi devam ettiği sürece sosyal medya hesaplarını kullanamayacaksın," diyerek ilk aklına gelen maddeyi söyledi Dilara. "Dizi için yapılmış haberler dışında magazine çıkmayacaksın." "Créame," diyerek diretti adam. Ardından Dilara'nın alamayarak ona baktığını fark edince "İnan bana," diye tekrar etti. "Öyle olsun." Dilara'nın sessizce mırıldandığı iki kelimeyi işitince göğsünde derin bir ağrı hissetti. Kadın adama güvenmiyordu. Bunun için haklı sebepleri olduğunu bilmek bile Giz'in kendisini daha iyi hissetmesini sağlamıyordu. Sıkıntıyla iç çekerken parmaklarını hızlıca saçlarının arasından geçirdi. Biraz olsun iyi hissetmesi için hiçbir neden yoktu. Kadın, adamın yüzüne bile bakmıyordu. Dilara, adamın ışıltılı yüzünün ardındaki pası gördüğü için mi bilinmez ama mümkün olduğunca göz göze gelmemeye çalışıyordu. Oysa o ilk gün, kadın iri gözlerini daha belirgin kılan tedirginliğine rağmen adamın gözlerine bakmaktan çekinmemişti. Giz o zaman, Dilara'nın her bakışında içine bir uçurum astığını hissetmişti. Şimdi anlıyordu ki adam, kadını öyle öyle, yani derin uçurumlar ekleyerek de olsa içinde çoğaltmaya razıydı. Bu düşüncelerle bir süre yeni bir şey söylemedi Giz. Düşündüklerinin oluru yoktu, biliyordu. İkisi, birbirine tesadüf etmeyen iki ayrı köhne sokak gibi başka kapılara açılıyordu. Başka mevsimlere, başka karanlıklara... Giz olanca gürültüsüyle şehrin damarlarına akıyordu, mesela. Bir anda Dilara'nın gözleriyle karşılaşınca, gözlerini kırpıştırarak dikkatini ona vermeye çalışmıştı. "Bir sorun mu var?" "Sí." Kendini düzeltmek istercesine "Yani," diye mırıldandı. "Bir mesele daha var." "Nedir?" "Bir davet var." Tepkilerini ölçmek istercesine, eğilen kaşlarının altından Dilara'ya kaçamak bir bakış attı. Merakla onu dinlediğini fark ederek konuşmasını sürdürdü. "Benimle gelmek..." "Hayır." "Dilara!" Adamın neredeyse, iç acıtan bir serzenişle ismini söylediğini kulak ardı etmeye çalışarak, bu sefer daha kararlı bir sesle "Hayır!" dedi Dilara. Giz, kadından tarafa ters bir bakış atmaktan kendini alamazken sabırlı olmaya çalışarak tane tane konuştu. "Annem seninle tanışmak istiyor, Dila." Genç kadın Giz'in annesine kendisinden bahsettiğini duyar duymaz isyanla gözlerini irileştirdi. Ama hemen ardından adamın ona nasıl seslendiğini fark edince bu yaptığından pişman olarak hızlıca bakışlarını kaçırdı. Buna müsaade edecek, karşısında keskin bir bıçak gibi ışıldayan adama teslim olacak değildi. Hayır, kesinlikle Giz Üstünel denilen bu adamı hayatına gerektiğinden fazla sokacak değildi. Dilara'nın koruması gereken bir kalbi vardı. Bu adamla her türlü ihtimalin sonunda tehlikeye girmesi kuvvetle muhtemel bir kalbi... Adamın sesiyle birlikte, kirpikleri tedirgince dalgalandı. "Öz bahsetti," diyerek konuya açıklık getirdi Giz. "Yoksa ben de insanlara senden bahsetmeye hevesli değilim." "Hayır, Giz." "Hemen hayır deme." "Bu üçüncü," diyerek terslendi kadın. Hemen ardından tüm gücüyle her zaman kuşandığı meydan okuyan tavırlarının ardına sığınarak kaşlarını havalandırdı. Adam karşısında kendini sürekli tedirgin hissetmekten kurtulmanın başka bir yolu yoktu. Varsa da Dilara bilmiyordu. "Üstelik seni birkaç kez daha reddetmek için, başka kelimeler bulabilirim." Giz oturduğu yerde huzursuzca kıpırdanarak Dilara'ya ters, gerçekten ters bir bakış attı. Yüzünden tekinsiz bir gölge geçip giderken öne doğru eğilerek "Sana bir sır vereyim mi?" diye tısladı. Yaralarını gözler önüne sermeye, olanca karanlığıyla ortalığa dökülmeye, kendini bütünüyle görünür kılmaya hevesli değildi. Biraz olsun cesaret bulmak istercesine nefes aldı. Adam tüm bunlara hevesli değildi ama zaten Dilara'nın da ona baktığı, onu ardında gizlediği her şeyle görmeye çalıştığı yoktu. Kadının tedirginliğini gizleyemeden ona bakmayı sürdürdüğünü fark ederek "Beni yaralamanın daha kolay yolları var," dedi. "Seni yaralamak istediğim falan yok." Adam dudaklarını umursamazca bükerek arkasına yaslandı ama sanki sırtına dayanmış bir hançere yaşlanmış gibi hissediyordu. Oturduğu yerde, gövdesini, etrafına dolanan dikenli tellerin arasında hareket ettiriyormuş gibi gergince kıpırdattı. İçine, içinde derin bir yere gerçekten bir diken saplanmış gibi hissediyordu. "O gece," diye başladı. "Şoförden neden seni taksiye almasını istedim biliyor musun?" "Merak etmiyorum." Adamın devam edeceğini anlayınca hızla atıldı. "Giz..." "Yağmurda bir çift gözden ibarettin. O gece neden yaralandığımı biliyor musun?" Kadının yeniden itiraz edeceğini bildiği için, araya girmesine müsaade etmeden "Carmita'dan çıktığımda biriyle kavga ettim," diyerek kayıtsızca omuz silkti. Yarası, tam elinin altında - ki kadının boynundaki koku hala burnunun ucundaydı - usul usul yanarak varlığını hatırlatmaya devam etse de umursamadı. "Barın isminin neden Carmita olduğuna gelince..." "Devam etme." Bakışlarını ağır ağır yere indirerek Dilara'nın bileğini kavrayan zarif parmaklarına baktı. Nabzı, kadının elinin altında atıyordu. Kanının damarlarına çarpıp gürültüyle dalgalandığını hissetti. Kadının parmak izi, etine işleyerek değdiği yerde derin yanık sızılarına neden oluyordu. Bakışlarını eğdiği yerden kaldırmadan çabasızca bileğini Dilara'nın parmaklarının arasından kurtararak ayaklandı. "Carmita on sekiz yaşındayken Madrid'de tanıştığım bir kadındı. Derin bakan, iri kahverengi gözleri vardı." Başını kaldırıp artık itiraz etmeden onu dinleyen kadına baktı uzun uzun. "İlk gece barda içki ısmarlamıştım ona. Sonra ikinci gece..." Nasıl devam edeceğini bilemeden sustu. Şimdi, tam olarak şu anda bu saçmalığa bir son vererek bu kapıdan çıkmalı, ardına bile bakmadan hızla oradan uzaklaşmalıydı. Doğrusu bu olurdu. Doğrusu kesinlikle bu olurdu ama Yusuf Giz Üstünel, hayatını doğru tercihler üzerine kurmamıştı. Üstelik şimdi, Dilara'nın gözlerinin ona çevrili olduğunu bilmek bile gözü kapalı yanlış yöne sapmasına, çıkmaz sokağa sürüklenmesine yeterdi. Kadın gözünü dahi kırpmadan adamın ne yapacağını bekliyordu. Bir şey söyleyerek işleri daha da içinden çıkılmaz bir hale sokmaktan korktuğu anlaşılıyordu. Giz derin bir nefes alarak ciddi bir uyarı yapmak istercesine havalandırdığı kaşlarıyla "Hiçbir kadına öyle davranamazsın," diye mırıldandı. Sesi tekdüze, bakışları ifadesizdi. "Bir fahişe bile olsa..." Aynı anda Dilara'nın içine keskin bir soluk çektiğini duydu. Kadın bu konuşmanın nereye gittiğini hiç bilmiyordu. "Bedeniyle para kazanıyor diye ona istemediği bir şeyi zorla yaptıramazsın." "Yusuf..." İlk ismini duymak dudaklarında buruk, küçük, kırgın, kanayan ve aynı zamanda kanatan bir gülüşün belirmesine neden oldu. Dilara bakmak için kendisini zorlaması gerektiğini fark ederek sessizce soluklandı. "Engel olmak isteyince kavga çıktı. Sırtıma defalarca bıçak saplandığını hatırlıyorum. O pençe izlerinin her birinin altında o bıçak yaraları..." Birden ağzını kapatan eli hissedince kaşlarının şaşkınca çatılmasına engel olamadı. Dilara'nın hangi ara ayağa kalktığını, bir eliyle omzundan kavrarken diğer eliyle ağzını kapattığını anlayamamıştı. Kadının ince bileklerini parmaklarıyla sararak sıkıca kavradığı sırada, bir şey söylemek, dudaklarının önündeki ılık tenin varlığından kurtulmak istercesine hamle yaptı ama Dilara buna izin verecek gibi durmuyordu. "Tamam!" diyerek nefes nefese atıldı kadın. "Yeter, tamam!" Avcunun içine vuran sıcak nefesin sakinleştiğini, sürekli kıpırdanan dudaklar nedeniyle sürtünen bıyıkların sonunda durduğunu hissederek sessiz bir nefesle mırıldandı. "Geleceğim, tamam."
Yeni kullanıcılar için ücretsiz okuma
Uygulamayı indirmek için tara
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Yazar
  • chap_listİçindekiler
  • likeEKLE