1-Karan Alp Hanoğlu!

2010 Words
“Ne istersen yaparım!” “Ne istersem gerçekten yapabilir misin?” Kafamı salladım. “Evet, yaparım.” “Bedeninin sahibi olmak istiyorum!” O günden sonra ben bedenimi kendi ellerimle ona satmıştım çünkü o beden artık benim değil, Karan Alp Hanoğlu’nun olmuştu. O benim bedenimin sahibiydi. 1 Hafta Önce Hayat adaletsizdi ama eğer zengin ve güçlüysen senin adaletini sağlamak için bütün insanlık seferber olurdu. Tek sözünle her şey halledilirdi. Bunu ne zaman mı anladım? Zengin ve güçlü insanların olduğu yerlerde çalışarak. Ben Minel. Zenginlerin girip çıktığı mekanlara sadece garson veya hizmetli olarak girebilecek sıradan bir üniversite öğrencisi… Sıradan olmaktan memnundum çünkü etrafımdaki sahte insanlar gibi olmak istemiyordum. Yine de adaletsizlikler insanın canını sıkıyordu. Ben öğrenci olduğum için çalışmaktan başka şansım yoktu. İnsanlara içecek servisi yaparken onları inceleme şansım oluyordu. Sahte gülücükler, samimiyetsiz konuşmalar, yüzlerinden bile birbirlerinden nefret ettikleri belli olan insanlar… Hepsi bir araya toplanmıştı ama kimse kimseyi gerçekten sevmiyordu. Bu gece çok önemli bir ödül töreni vardı. Törene sıradan insanlar gelemiyordu. Sıradan insanlar ya benim gibi garson olurdu ya da çerez ve çekirdek eşliğinde televizyondan izlerdi. Şefimizin sert sesiyle düşüncelerime ara verdim. “Bu gece tek bir hata bile istemiyorum. Çok önemli isimler gelecek. Saygısızlık yapan kendini kapının önünde bulur.” Hepimiz bir ağızdan “Tamam, şef.” dedik. Şefimiz bizi uyardığına göre gerçekten de çok güçlü insanlar gelecekti. Kimseye saygısızlık yapmamamız gerektiğini defalarca kez söyledikten sonra servise başlayabileceğimizi işaret etti. Elimde tepsiyle içecek dağıtırken insanlara güler yüzlü olmaya çalışıyorum ama onlar benim yüzüme bile bakmıyordu. Sanki ben insan değildim. Bu durum bazen beni üzerken bazen de fazla hassas davrandığımı fark ediyordum. Bir masaya içecek bırakıp “Afiyet olsun.” dedim. Masada bir tane esmer, orta yaşlı bir kadın vardı. Bana gülümseyerek “Teşekkür ederim. Kolay gelsin.” dediğinde çok şaşırmıştım. Demek ki bunların içinde iyiler de vardı. “Neden öyle bakıyorsun yoksa kimse sana teşekkür etmiyor mu?” “Şey hayır.” Ben gülümseyip yanından ayrılacakken uzun boylu, esmer, orta yaşlı ama bu haliyle bile karizmasından ödün vermeyen çok yakışıklı bir adam geldi. Kadına yaklaştı. “Elfin, hayatım.” deyip beline sarıldı. Ben göz ucuyla onları izlemeye devam ederken aşık oldukları her hallerinden belli olan çiftin önüne bir tane daha içecek bıraktım. Adının Elfin olduğunu öğrendiğim kadın yaka kartıma baktı. “Tekrar teşekkürler, Minel.” Ben yeniden gülümseyip yanlarından ayrılırken kendimi değerli hissetmiştim. Şef bana kaş göz işareti yapınca yanına doğru ilerledim. “Minel, tepsideki içecekleri dağıttıktan sonra üst kata çıkıp atıştırmalık kolilerini getir.” Garsonsan cinsiyetinin pek önemi yoktu. Kolilerin ağır olması kimin umurundaydı ki? Kafamı salladım. İçecekler bitince merdivenlere doğru ilerledim. Tam yukarı çıkarken bir bağırma sesi duydum. Daha çok acıyla bağırıyor gibiydi. Bacaklarım istemsiz oraya doğru ilerledi. Aslında kalbim oraya gitmem gerektiğini söylüyordu. Kalbimin hızı gittikçe daha da artarken aralıklı bir kapının ardında gördüklerimle gözlerimi sonuna kadar açtım. Orada ne oluyordu? Takım elbiseli oldukça yapılı, benim yaşlarımda, yandan gördüğüm kadarıyla esmer ve kirli sakallıydı. Sert bir yüz hattı vardı. Yanında da kulaklıklı, koruma olduğunu düşündüğüm üç tane izbandut gibi adam vardı. Korumalardan iki tanesi, genç ama stresten yüzünden ecel terleri döken bir adamı diz çöktürmüş, omuzlarından bastırıyordu. Yapılı adam çenesini kavradı ve sertçe sıktı. Canının yandığını gözlerinden anlayabiliyordum. Adamın acıması yoktu. Ben dehşetle olan biteni izlerken “Kimsin sen? Adın ne?” diye sordu. “Göktuğ.” “Göktuğ, neden bizi buraya kadar takip ettin?” diye sordu. Çok sakindi ama hareketlerine bakılırsa hiç de sakin değildi. Göktuğ denen adam yutkundu. Karşısındaki kimse, ondan çok korktuğu belliydi. Kafasını iki yana salladı. “Abi, ben neden sizi takip edeyim? Canıma susamadım.” Soğukça güldü. Sonra da ona yaklaşarak sert bir sesle “Göktuğ musun nesin? Sen beni salak mı sandın?” “Abi valla! Benim haddime mi sizi takip ettirmek! Sen beni yanlış anladın.” “Kes yalanı! Sana sadece iki dakika süre veriyorum. Bana hemen kimin için çalıştığını söyle yoksa sonu hiç iyi olmaz! Bilirsin!” Tehditkâr konuşması beni bile iliklerime kadar üşütmüştü. Göktuğ konuşmamakta ısrar edince “Saat işliyor, Göktuğ!” dedi. Konuşmayınca yanında boş duran korumasına işaret verdi. “Üzerini ara!” dediğinde Göktuğ’un gözlerinde gözle görülür bir korku belirdi. Adam üzerini ararken bir şey buldu ama göremiyordum. Yapılı adamı çok sinirlendirmişti. Takip ettiğine dair bir ipucu olmalıydı. “Göktuğ, ben yalancı insanlara ne yaparım biliyor musun?” diye sordu. Elimi ağzıma koymuş, nefes bile almadan onları izlerken Göktuğ’a sert bir yumruk attı. Yere düşünce “Kaldırın, bu şerefsizi!” diye bağırdı. Kaldırdıklarında Göktuğ’un dudağının kenarından kan aktığını gördüm. Yeniden dövdü. “Göktuğ, burada konuşmadın ama seni konuşturacağım çok güzel bir mekânım var.” deyip belinden silahını çıkarttı. Onu öldürecek miydi? O an elim ayağıma dolaştı ve geri geri giderken koridorda neden olduğunu bilmediğim vazoya çarptım. Vazo yere düşüp kırılırken odanın içindeki bütün bakışlar bana kaydı. Elinde silah olan adamla göz göze geldiğimde yutkundum. Kaşlarını çatmış, bana bakıyordu. Minel kaç! Bacaklarım sonunda işlevini yerine getirip hızlı hızlı oradan ayrılırken kalbim de ağzımda atıyordu. Ne olur gelmesin! Aptalsın, Minel! Neden adamı izliyorsun? Merdivenlere doğru koşmaya başladım. Basamakları hızlı hızlı çıkarken arkama bakmaya bile korkuyordum. Kalbim o kadar hızlı atıyordu ki başka ses duyamıyordum. Merdiven boşluğuna geldiğimde kolumdan tutuldum. Beni yakalamışlardı. İşte şimdi bitmiştim. Kendimi duvar ve elinde silah tutan adamın arasında buldum. Yüzlerimiz arasında çok az mesafe vardı. Çığlık atacakken büyük ellerini ağzıma koydu. Kalbim sıkışıyordu. Gözlerimden de anında gözyaşları akmaya başladı. Şu an çok korkuyordum. Bana öfkeden daha da kararmış gözleriyle bakarken ben debelenmeye başladım. “Rahat dur!” diye uyarıp diğer eliyle de belimi kavradı. Gözlerimle ona yalvarırcasına bakıyordum ama bu adamın gözlerinde tek bir merhamet kırıntısı yoktu. Az önce yaptıklarından sonra da olmasını da beklemiyordum. Bana o kadar yakındı ki kokusunu bile duyuyordum. Kokusu çok farklıydı. O da benim kokumu duyacak kadar yakındı. “Şimdi, elimi çekeceğim eğer bağırırsan hiç iyi şeyler olmaz!” dediğinde kafamı salladım. Ondan korkmam çok normaldi. Silahı vardı. Hayatımda yakından silah bile görmemiş bir kızdım. Babam sıradan bir fabrika işçisiydi, annem de ev hanımıydı. Elini çekti ama vücudu hâlâ bana çok yakındı. Bakışları yüzümü tararken boynuma indi. Saçlarım at kuyruğu olduğu için gerdanım açıktı. Orada çok oyalandı. Neden o kadar dikkatli bakıyordu? Bakışlarını tekrar gözlerime çıkartıp bana baktı. Bakışlarından çok korkuyordum. Açıklama yapmam gerekiyordu ama konuşamıyordum. En sonunda ağzımdan sadece “B-ben!” çıktı. Kekelediğim için devamını getiremedim. Zaten o da sert bir bakış atınca susmak zorunda kaldım. Bakışlarını bu sefer de yaka kartıma indirdi. “Minel.” Adım ilk defa bu kadar cüretkâr söylenmiş gibi hissetmiştim. Ne diyorum ben? Ellerini iki yanıma koydu. Titreyen vücudumla ona bakıyordum. Kirpik uçlarıma kadar titriyordum ama beynimden geçenlere ben bile şaşırıyordum. Bana bu kadar yakın olan adamın yakışıklığını düşünmem gibi… “Az önce ne gördün?” diye sordu, sert bir sesle. Kafamı şiddetle salladım. “B-ben hiçbir şey görmedim.” Yüzünü daha da yaklaştırdı. Nefesi dudaklarıma çarparken “Yalan söyleme! Ne işin vardı orada? Kimin adamısın?” diye sordu. “Ben kimsenin adamı değilim. Ben sadece üst kata çıkıyordum. Hiçbir şey görmedim.” Yine yüzümü taradı. “Neden üst kata çıkıyordun?” Az önceye göre sert değil, gayet normal bir ses tonunda sormuştu. “Ben bu gece burada garsonluk yapıyorum. Atıştırmalık kutularını almak için çıkıyordum.” Birden öfkeyle bağırdı. Öfke problemi olduğu belliydi. “O zaman neden bizi izliyordun? Kim söyledi sana bunu? Kimin için çalışıyorsun? Yalanı kes artık!” Bana neden inanmıyordu? Neden acaba? Minel, adamı izlerken yakalandın. “Ben yalan söylemiyorum. Ben kimsenin adamı değilim.” “Hâlâ yalan söylüyorsun! Yalan söyleyenlerden nefret ederim!” Kafamı iki yana salladım. “Ben sizi tanımıyorum bile.” Gerçekten de kim olduğunu bilmiyordum. Kaşlarını havaya kaldırıp alayla bana baktı. Yoksa bilmem mi gerekiyordu? Ben ünlüleri bile bilmezdim. “Tanımıyorsun, öyle mi?” Bunu öyle öz güvenle söylemişti ki sanki çok önemli biriydi. Gücünden zaten anlaşılıyordu. “Evet, tanımıyorum. Yemin ederim, ben basit bir garsonum. Sadece işimi yapıyorum. Hiçbir şey de görmedim.” “Sana neden inanmıyorum, Minel?” Ben ne yapacaktım? Bu adam kesin bana bir şey yapacaktı. Belinde silah taşıdığına göre kesin çok güçlüydü. Beni öldürecek miydi? Babam geceleri çalışmamı zaten hiç istemezdi. Onu dinlemeden geldiğimi için kendimi tebrik ettim. “Ne olur, beni bırakın!” Sustu ve bana bakmaya devam etti. Ona yalvarmam hoşuna mı gidiyordu? Ben yeniden ona yalvarma aşamasına geçecekken “Minel!” diye bağıran şefle ona döndük. Beni o adamla o halde bulunca çok şaşırmıştı. Benden uzaklaştı. “Dikkatli ol, Minel.” Bu gayet tehditkâr olmuştu. Şef, ceketinin düğmesini ilikledi. “Efendim, Minel’in size bir kusuru mu oldu? İsterseniz…” diye devam ederken ben olduğum yerden kalırken o aşağı indi. Şefin omzuna dokundu. O da susmak zorunda kaldı çünkü sıktığı her halinden belliydi. Yüzünde acı çeker bir ton olmuştu. “Olmadı. Sadece bana lavaboyu gösteriyordu ama bir sorun var.” “Nedir? Hemen ilgileneyim.” Elimi kalbime bastırıp olayı izlerken sırtımı da duvara yasladım. “Kadınlara kutu taşıtmak da neyin nesi? Sen bunun hesabını ver!” Ben oldukça şaşırmıştım. Adam az önce beni tehdit ederken şimdi bana kutu taşıttıkları için şefe kızıyordu. Bu adam iyi miydi yoksa kötü müydü? “Ben şey efendim.” “Geveleme! İşini doğru düzgün yap!” deyip omzuna sertçe vurup oradan ayrıldı. Şef de bana bir bakış atıp oradan ayrıldı. Ben koşarak lavaboya gittim. Yüzüme defalarca su çarptım. Ellerimi mermere yaslarken yüzümden sular yere doğru damlıyordu. Buna rağmen kalbim çok kötü sıkışıyordu. Yüzüm de alev alev yanıyordu. Dayanamadım ve yeniden yüzümü yıkadım. Bir süre aynadan kendime baktım. “Sakin ol, Minel.” Şef yokluğumu fark ederse kesin laf ederdi. En azından biraz olsun sakinleşmiştim. Mutfağa geri döndüğümde birkaç kızın kendi aralarında bir şeyler konuştuğunu gördüm. Pek arkadaş canlısı olmadığım için yanlarına gitmedim. Bu zamana kadar hiç yakın bir arkadaşım olmamıştı. Babam zaten insanlara güvenmemem gerektiğini tembihlerdi. Annem de dünyanın en olumsuz insanıydı. Her zaman en kötüsünü düşünürdü. Ben onlara bakarken şef geldi. “Minel sen davetlilere servis yapmaya devam et.” dediğinde onayladım. Bana tek kelime bile etmemesi beni şaşırtırken bunun nedenini anlamamıştım. “Hadi Minel!” diye bağırınca tepsiye içecekleri koyup servis için salona geçtim. Nedensizce o adamı aradı gözlerim ama hiçbir yerde yoktu. Derin bir soluk aldım. Demek ki gitmişti. Mutfak ve salon arasında mekik dokurken stresim azalmıştı. Çok ünlü bir manken sahneye çıkıp “Sekizinci ödül törenimize hoş geldiniz!” dediğinde ben kenara çekildim. Şu an herkesin bakışları sahneydi ve çok nadir içecek isteyen vardı. “Bu gece aramızda çok önemli konuklarımız var. Çok önemli ödüller dağıtacağız.” dediğinde ben boş bakışlarla onu izliyordum. Dün gece hiç uyumamıştım, az önce de yaşadıklarım ortadaydı. Kendimi çok yorgun hissederken onu gördüm. O an bütün vücudum yeniden titremeye başladı. İçeriye giriş yapınca bütün genç kızların dönüp ona baktığını fark ettim ama o kimseye bakmadan düz bir şekilde ilerliyordu. Esmer teni, kirli sakalları ve karizmatik duruşuyla dikkat çekiyordu. Sert görüntüsü ise korkutuyordu. Ben nereye gideceğini izlerken içecek servisi yaparken bana teşekkür eden kadının yanına gidip onun yanağını öptü. Adama da bir şeyler söyledi. Ben onlar arasındaki bağlantıyı çözmeye çalışırken göz göze geldik. Yutkundum. Gözlerinde saf bir öfke oluştu. Hemen gözlerimi kaçırdım. Başım deli gibi dönerken elimdeki tepsiyi sıkı sıkı tuttum. Onunla göz göze gelmekten kaçındığım için kafamı yere eğdim. Sahnedeki kadın “Şimdi sıradaki ödülümüz yılın iş adamı ödülü.” dediğinde merakla kafamı kaldırdım. “Yılın iş adamı ödülü her zamanki gibi yaptığı işlerle her zaman adından söz ettirilen Mirza Hanoğlu!” dediğinde kim olduğuna baktım. Onun yanındaki adam sahneye çıkınca o bile alkışladı. Mirza Hanoğlu onun babası mıydı? Zaten benziyorlardı. Ona kim olduğunu bilmediğimi söylediğimde alayla bakmıştı. Onlar kimdi? Elimdeki tepsiyi kenara bırakıp cebimden telefonumu çıkarttım. Titreyen ellerimle Mirza Hanoğlu diye arattım. Daha ilk sayfada gördüğüm şeyle gözlerim büyüdü. Ünlü mafya babası Mirza Hanoğlu… Mafya mı? Yutkundum. Ellerim titriyor, gözlerim de bulanıklaşıyordu. Dilim damağım kurumuştu. Dudaklarımı ıslatma gereği duydum. Aşağılara indim. Haber başlıklarını okumaya başladım. Karanlığın Sahibi lakaplı mafya babası Mirza Hanoğlu yine iş başında. Mirza Hanoğlu ünlü gece kulübü Kurşun’u oğlu Karan Alp Hanoğlu’na bıraktı. Habere tıkladığımda onun fotoğrafı çıktı. Onun adı Karan Alp’ti. Ben fotoğrafa bakmaya devam ederken ensemde bir nefes hissettim. Telefon ellerimden kayıp düşerken arkama dönüp bakamıyordum. Ensemdeki nefes kulağıma doğru gitti. “Neymiş benim adım? Kimim ben?” “Karan Alp Hanoğlu!” diye fısıldadım. O Karanlığın Sahibi lakaplı mafya babası Mirza Hanoğlu’nun oğluydu.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD