1-Birini Öldürmek

1853 Words
"Bu olmamalıydı, hayır ben katil olamam! Olmamışımdır umarım." Soluk soluğa eve giden yolun üzerindeki köprüden koşar adımlarla geçtim, aşağıdaki derenin suyu taşarcasına akıyordu, yağmur yağıyordu, oysa yarım saat önce, gökyüzünde yıldızlar parlamıyor muydu? Nasıl yağmur yağabilirdi? Birini öldürmüştüm az önce, belki de ölmemişti, bir umut. Ayaklarım eve giden yolu ezbere gidiyordu, ama eve gitmeli miydim? Mutlaka birileri görmüştü beni, muhtemelen polisler de peşimdeydi. Bu durumda Sena'yı da tehlikeye atmış olmaz mıydım? Sokağın ortasında durdum, durmasam daha fazla nefes alamayacaktım, ciğerlerim sıkışmıştı, hava aniden soğumuştu. Neler oluyor, neden bunlar benim başıma geliyor! Eve gitmeliyim, evet evet! En azından üstümü değiştirir, yanıma bir şeyler alır, birikmiş paramı da alır öyle çıkarım. Böylece Sena'nın da başını derde sokmamış olurum. En mantıklısı bu! Ben birini öldürdüm, katil olacağım aklıma gelmezdi. Alt tarafı bir öğrenciydim, hayata yeni adım atacak bir gençtim. Böyle olmak zorunda değildi? Bir avukat mı tutulurdu ki böyle durumlarda, kaçacak olsam nereye kaçacaktım. İfade verecek olsam ne diyecektim, adam bana dokundu, ama bu yalandı, elinde silahı vardı, bu da doğru değildi. Beni takip etmesi ve bana olan bakışlarının beni korkutmuş olması yeterli sebep teşkil eder miydi nefsi müdafaa için? Delirmek üzereyim aklımı kaçırmak üzereyim. Apartmanın önüne kadar gelmiştim. Yağmur mu ıslatıyordu yüzümü, yoksa yüzümden şırıl şırıl damlayan terler mi beni böyle ıslatmıştı bilmiyorum. Sena'ya ne diyeceğim? En iyisi hiç bir şey söylememek, sorularını cevapsız bırakmak, böylece polisler beni sorduğunda gerçekten bilmiyorum demek zorunda kalır. Ellerim titreyerek çantamdan anahtarları çıkardım. Anahtar deliğine sokmakta zorlanıyordum anahtarı titremekten. Yok olmayacak kapıyı çalsam iyi olacak! Zile bastım. İçeriden sesler geliyor, Sena arkadaşlarını mı çağırdı yoksa eve? Bu çok kötü olur, ya da daha iyi olur, o misafirleriyle ilgilenirken, çıkıp gitmiş olurum sessizce. Kapı açıldı, karşımda tanımadığım orta yaş üstü bir kadın bana gülümseyerek bakıyordu. "Loya neden bu kadar ıslandın?" "Beni nereden tanıyorsunuz, siz kimsiniz?" dedim şaşkınlıkla. Kadın kaşlarını çatıp sorduğum soruya şaşırırken arkasında kel ve göbekli bir adam belirdi. Loya gel bak, ablan senden önce geldi, gelirken de midye baklavalardan almış sevdiğin." dedi gülerek. "Ne baklavası ne ablası, siz kimsiniz ve Sena nerede?" dedim. "Sena mı dedi O?" diye biri fırlayıp geldi içeriden, inanılması güç ama birebir bana benzeyen ama benden biraz daha kilolu sayılabilecek biri vardı karşımda. "Loya bana niye öyle tuhaf baktığını sorabilir miyim?" dedi. Soramazsın, sorulara cevap vermek istemediğim sorgulardan kaçtığım bir gündeyim. Aynı zamanda burası benim evim ve siz kimsiniz ALLAH AŞKINA! Aklımı kaçırıyorum sanırım. Bir iki adım gerileyip, kapının üstünde bulunan daire noyu kontrol ettim. İşte iki numaralı daire. Kafamı içeri uzattım, eşyaların yerini değiştirmişlerdi ve sanırım yeni bir ayakkabılık alınmıştı ama burası benim evimdi ve benim eşyalarımdı. Evi eşyalı tuttuğumu düşünürsek ev sahibimin eşyaları tabii aslında. Şimdi anlıyordum, emlakçılar bazen insanları dolandırmak için aynı daireyi bir kaç kişiye kiralayabiliyormuş, bu olabilir miydi ki? İyi ama Sena nerede???? "Ev arkadaşımla tanıştınız mı?" dedim kapıda durup bana tuhaf tuhaf bakan insanlara. "Ev arkadaşın mı, Dobby'den mi bahsediyorsun?" dedi ablam olduğunu iddia eden benzer kişi. Dobby şu Harry Potter'daki ev cini değil miydi ya? Rüya mı görüyorum acaba, birini öldürmem de kötü bir rüya olabilir mi, o zaman bunun rüya olmasına çok sevinirim. "Dobby kim?" dedim bezmiş bir halde. Az sonra içeriden Profesör Dumbledore çıkıp büyük halam olduğunu iddia etmez umarım diye düşünürken, golden cinsi harika bir köpek kuyruk sallayarak üstüme atladı ve yüzümü yalamaya başladı. "Adını andığında orada bitiveren şey, evimizin ev cini Dobby, tanış Loya Hanım." dedi kız alayla. Beni tanıyor ve çok seviyormuş görünen köpeğin başını okşadım ve köpeklerin insanları koruyor olmasına güvenerek bu tuhaf insanların evimde ne çevirdiğini görmek ve anlamak adına eve girdim. "Loya yapma şunu, çıkar ayakkabılarını terlik giy kızım." dedi kadın. Terlikleri gözüyle işaret ediyordu, şimdi neden ayakkabılık alındığını anlamıştım galiba. "Gel bak sana ne göstereceğim, hadi odama gel, hem üstünü kurulayalım, benim eşofmanımı giyersin, gel hadi." diyerek çekiştirdi beni genç kız olan kişi. Koridordaki halı, resim çerçevesi her şey aynı yani, kendi evimdeyim, Sena'nın odasının kapısı kapalıydı, benim odamın kapısı ise açıktı ve aynıydı her şeyim duruyordu. Ama kız beni koridorun sonundaki odaya götürüyordu. "Ya orası giyinme ve ütü odası." dedim elimi kurtarmaya çalışarak. "Odamı bu şekilde mi görüyorsun yani?" dedi gülerek. Kapıyı açtığında pesbembe renklerle döşenmiş son derece rahatsız edici bir oda duruyordu karşımda. Ne oluyor ya, Sena bir oda arkadaşı mı aldı benden habersiz? Bu ne biçim şaka? Bir Saat önce Bu gün hava çok sıcaktı. Gündüz okula gitmek istememişti canım, neyse ki ikinci öğretimlere de aynı hocalar girdiği için bazen akşam derslerine de girebiliyordum. Korel Hoca'nın dersini asla kaçırmazdım, part time işlerde çalışmak zorunda kalmasam onun hem gündüz hem gece derslerine girerdim. Dünyanın en yakışıklı ve en genç asistanıydı, tabii kız arkadaşı da inanılmaz güzel ünlü bir oyuncuydu ve benim o kadının karşısında hiç bir şansım yoktu. O'nu öyle uzaktan seyretmeye alışmıştım. Bu gün de öyle yapacaktım. Hava epey bir sıkıntılıydı, insan durduğu yerde terliyordu. Akşam dersinden çıkınca otobüse bindim. Bir durak sonra tuhaf tipli bir adam otobüse binip etrafına bakındı birisini arıyormuş gibi. Sonra da sanki aradığı benmişim gibi gelip yanıma oturdu. Onca boş yer varken, yalnız oturan bir kadının yanına oturan kişiye ne denir: düpedüz sapık denir! Çok korkmuştum, evin yakınında inecektim ama evin etrafı tenhaydı, köprüden sonrası özellikle tenha oluyordu. Acaba Sena'yı arasam beni durakta beklese olur muydu, ya da okuldan Berk'e mesaj atsam çaktırmadan onunla çarşıda buluşsam? Sena benim ev arkadaşımdı, yetimhanede birlikte büyümüştük, sonra üniversiteyi kazandığımız için yurtta kalma hakkımız devam ediyordu ama, biz yine de ayrılmak istedik ve önce bir markette iş bulduk. Reyonlarda ürün tanıtımı yaparak kazandığımız parayla birleştirip varoş bir semtte ev tutabilmiştik, ev eşyalıydı üstelik, üç odası vardı. Ev sahibi vefat etmiş, yaşlı kız kardeşinden başka kimsesi de yokmuş. Ev çok daha fazla ederdi de, ben kendi payımı alırım, kız kardeşimin payını da sevap olsun diye bağışlarım deyip ederinin yarısına kiraya vermişti kadın bize. Bu sayede bir evimiz olabileceğinden ancak kabul etmiştik. Semt pek güvenli değildi ama öyle çok gezip tozmaya da alışık değildik, çocuk yurdunda büyüdüğümüz için. Tam Berk'e mesaj atmak için telefonu elime almıştım ki, adam gözlüklerini düzeltti eliyle, sanki ne yazarsam okumaya hazırlanıyormuş gibi. Otobüs aniden caddenin orta yerinde durdu. Neredeydik ki? Daha köprüye bile gelmemiştik. Otobüs Şoförü yolculara dönüp seslendi. "Otobüsün motorunda bir arıza meydana geldi. Arkadan gelen aracı beklemeniz gerekecek." dedi. Telefonun saatine baktım, saat on bir olmuştu. Bir saatten önce bizim o tarafa giden otobüs gelmeyecekti. Mecbur indim otobüsten, yarım saat hızlı hızlı yürüsem belki eve varabilirdim. Sıcaktan terlediğim için hırkamı çıkardım ve çantamın koluna iliştirdim. Yürümeye başladığımda, gözlüklü ve parlak gümüş renk pantolonlu adam beni takip etmeye başladı. Berk'lerin evi yakında bir yerdeydi, hatırladığım kadarıyla. Yolumu değiştirip Berk'lerin evine gitmeye karar verdim. Onlara gidecek ve polisi arayacaktım. Sokak arasına girdiğimde sokakların sessizliğine karşı tek umudum evlerin yanan lambalarıydı. Bağırsam insanlar balkona çıkarlardı herhalde. Adımlarımı hızlandırdıkça adam da hızlandırıyordu. Sola döndüm, ikinci sol muydu, yok canım birinci soldu herhalde! Düşüncelerim durmuştu sanki korkudan, bir kez daha sola döndüğüm anda Berk'lerin apartmanına varacaktım. Umarım evdedirler! Döndüm... Ama çıkmaz bir sokağa gelmiştim, boş bir inşaat ve boş bir arazi ve sokağı kapatan dev bir apartman duvarı vardı. Yanlış gelmiştim! İnşaata girdim beni görmemiş olmasını umarak, başka da çarem kalmamıştı, merdivenleri hızla çıkıp çatıya kadar çıktım, bir kolonun arkasına saklandığımda korkudan bayılmak üzereydim. Siyah bir kedi vardı çatıda, buraya kadar nasıl tırmanmış olabilirdi bu kedi, bana doğru gelme sakın! "Miyavvv" "Sus lütfen yerimi belli edeceksin." diye fısıldadım, sanki beni anlayacak kedi. Adam çatıya çıkmıştı etrafına bakınarak beni aramaya başladı, kedi koşturarak yemek verir umuduyla adamın yanına gidince derin bir oh çektim. Adam iyice kenara yaklaşmıştı, aşağıya bakıyordu, aşağı katı görmeye çalışıyordu. Birden çantamın kolundaki hırka kayıp yere düştü. Adam aniden olduğum yere döndü, beni görmüştü! Kalbim hızla çarparken hiç bir şey düşünemiyordum, adama doğru koşarak O'nu şaşırtmak istemiştim sadece, iki metrelik bir mesafeyi koşup ellerimle adamı ittirdim ama adamın çok fazla kenarda olduğunu hesap edememiştim, adam çatıdan aşağıya uçarken bir çığlık döküldü dudaklarımdan. Ama adamın atladığı yerden parlak ışıklar saçılmış ve şimşeğe benzer bir şey çakmıştı, bir an için siyah kedinin kaybolup tekrar geri geldiğine yemin edebilirdim. Çatıdan aşağıya baktığımda karanlıktı, adamı göremeyeceğim kadar karanlıktı. Merdivenlerden aşağıya hızlıca indim ama adamın yaşama ihtimaline karşılık yüzde bir bile olsa aynı yönden çıkmayı göze alamadım. Binanın diğer tarafından sokağa fırladım. Ağlamaya başladım bir an ne yapacağımı bilmez bir halde, hava aniden soğumuştu, evin yoluna doğru koşmaya başladım. Koşup her şeyi geride bırakmak istiyordum, ayaklarım beni yönlendiriyordu, aniden yağmur bastırdı. Korkunç bir gece geçiriyordum. --------------------------------------------------------------------------------------------------- Odasına beni götüren kız bana dolabından gri bir eşofman takımı çıkarıp uzattı. "Pembe sevmiyorsun, al bunları giy." dedi, sanki beni tanıyormuş gibi. Ben birini öldürmüştüm ve evimde yabancılar vardı. Bu insanlar sivil polis olabilir miydi? Ama sırf beni yakalamak için bütün bir odayı en sevmediğim renkle dekore etmezlerdi herhalde. "Başım ağrıyor benim." dedim daha fazla ayaklarımın tutmadığını hissederek. "Böyle ıslanırsan ağrır tabii, neden ıslandın bu kadar?" dedi kız. "Otobüs arızalandı." dedim. "Taksiye binseydin ya, yine mi harcadın bütün paranı. O Profesör bozuntusunun yanına uğradın kesin okul çıkışı sen. Loya sen manyak mısın kızım, adam evrenler arası geçişin, zamanda yolculuğun mümkün olduğunu falan düşünüyor, gel evdeki çamaşır makinasını tamir et desen yok! Boş işler bunlar, Fizik bölümünü bitirince, mucid olacaksın diye bir şey yok, al formasyonu, lisede öğretmenlik yap geçin git işte." dedi tam da bir akıl hocası edasıyla. Ben ve Fizik, buna gülerdim işte, Fizik'in F sinden haberim yoktu. Tiyatro oyunculuğu bölümünde okuyordum ve bana Fizik Öğretmeni rolü bile denk gelse zorlardı, o kadar ilgim yoktu yani. "Ben odama gidip dinleneyim biraz." dedim, odama kavuştuğumda bir şeylerin normalin dışında olduğunun farkındaydım ama bu evdeki yabancılar her şeyden habersiz görünüyordu. O Profesör her kimse onu bulmalıydım. O bu olan bitendeki tuhaflığı, polislerin neden hala beni alıp götürmediğini açıklardı elbet. Odamın ışıklarını açtığımda kitaplığımdaki kitaplar dikkatimi çekti ilk olarak. Benim Shakespeare'im Shaw'ım Brecht'im tiyatro eserlerim nereye gitmişti böyle??? Saçma sapan kitaplar vardı raflarda, yok 21. Yüzyıl teknolojisi, İzafiyet Teorisi, Tayyi Mekan Tayyi Zaman Teorileri... Ne oluyor ya? İleri Fizik. Hah başlangıcını bitirdim de sanki ilerisi lazımdı bana, ilerisi nasıl oluyorsa? Yatağa uzandım ama uyuyamıyordum, içimde tuhaf bir sıkıntı, polisler kapıyı çalsa beni tutuklasa rahatlayacaktım. Ya da şimdi kapı çalsa ve Sena koşarak içeri girse, bana olan biteni, bu insanların kim olduğunu anlatsa. Ailem birden ortaya çıkmış, beni terk ettiğini hatırlamış olabilir miydi? Öyle bir şey olsa oturup adamakıllı açıklarlardı herhalde, ablama oda dekore edip evime hiç terk edilmemişim gibi yerleşmezlerdi. Aklımı kaçırmamak için sağa sola dönüp kafamdaki kırk tilkiyle boğuşurken uyuyup kalmışım. Sabah o kadının sesiyle uyandım. "Loya kahvaltıya gel hadi tatlım!" Bir kere bu ismi yetimhanede kendime ben koymuştum, özellikle değiştirmiştim, çünkü beni bırakan aile, yetimhanenin kapısına bir sepetle bırakıp kaçmış, adı "Yağmur" diye de not eklemiş. Beni büyütmeye cesaret edememiş birinin adımı koymaya hakkı olduğunu da düşünmüyordum. Bu yüzden bize verilen hakla, aklım başıma geldiğinde yaptığım ilk iş kendime isim bulmak olmuştu. Sena da aynısını yapmıştı yoksa ona da Hayriye ismini vermiş ailesi, benimkilerden farklı olarak kuruma başvuru yaparak altı aylıkken bırakmışlar onu. Yani isterse şimdi gidip kurumdan ailesinin bilgilerini alabilir ve onlara ulaşabilirdi o, ama benim hakkımda hiç bir bilgi yoktu. Nasıl bu halde bu karmaşada uyuyabildiğime hayret ederek kalktım yataktan, dolabıma üzerimi değiştirmek için yönelmiştim ki masamın üzerinde dün gece orada olmadığına emin olduğum bir kağıt ve üzerinde bir not buldum. "Seni öldürdüğüm için beni affet Loya. Özür dilerim."

Great novels start here

Download by scanning the QR code to get countless free stories and daily updated books

Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD