HAŞMET SİLAHTAR’DAN…
9 AĞUSTOS 1960 / ANKARA CEBECİ
27 Mayıs’ta yapılan darbenin etkileri hala devam ediyordu. MBK (Milli Birlik Komitesi) tarafından Demokrat Parti Hükûmetini darbeyle devirerek siyasi iktidarı ele alan ve sonradan başına Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Cemal Gürsel'in getirildiği Türk Silahlı Kuvvetlerine mensup otuz sekiz kişilik bir askerî cunta ile yönetiliyorduk birkaç aydır.
Lakin bizim evin içinde bambaşka bir heyecan vardı. Gelinim Müjgan doğum yapıyordu. Hastanede yapmak istese de içerisin de bulunulan siyasi ortam nedeniyle ailecek evde yapmasının daha uygun olacağına karar verdik. Cebecide bahçe içindeki evimizde ebelerin ve karım Mesude’nin de içinde bulunduğu bir grup torunumun gelişini karşılamaya hazırlanıyorlardı.
Bugün benim için bayram. Ne kadar şükretsem az. Nihayet kız ya da erkek fark etmez Silahtar soyunun devamı bir torunumuz oluyordu. Ben Haşmet Silahtar. Soyu Cebeci ocağına dayanan bir vatan evladıyım.
Fatih Sultan Mehmet Han tarafından kurulan Cebeci Ocağı Osmanlı ordusunda, silahların temin edilmesi, korunması ve sefer zamanında cepheye götürülmesiyle görevli kapıkulu ocağı idi. Ocağın adamlarına, Cebeciler denilmekteydi. Yani ailem yüzyıllar boyunca Vatan toprağında bir emanetin bekçiliğini yapmış. Yüzyıllar boyunca aktarılan bu miras iş Kurtuluş savaşına gelince Kuvayı Milliye’ye tabutlar içinde silah kaçırarak savaşa destek vermeye kadar gitmiş. Samsun Limanından Sinop’tan ve Anadolu’nun bir sürü yerinden dedemin dedesi cepheye silah toplamış. Kuvayı-i Milliye lağvedilip düzenli ordu kurulsa bile Cebeci ocağının devamı olan misyonumuz bizzat Atatürk tarafından lüzumu olması halinde tekrar canlandırılması amacıyla lağvedilmeden uyutulmuş.
Soyadı kanunu ile birlikte ecdadım Cebeci soyadını almak isteseler de Atatürk gizliliğin esasını öne sürüp bizzat kendi önerisi ile Silahtar soyadını vermiş. Yani anlayacağınız ta Fatih’e kadar dayanan soyumuz bizzat Atatürk eli ile Cebecilerden Silahtar’a dönünce Fatih zamanında cephaneliği korumaya adanan görevimiz Kurtuluş savaşı ile son bulmuş. Gerektiğinde gömüldüğü topraktan bir tohum gibi fışkırmak üzere uyutulan aile sırrımız zamanla sadece cephaneyi koruma görevi ile kalmamış. Yıllar içinde siyasetin içine girmekten özellikle kaçınan aile büyükleri TSK düzenli bir şekilde kurulmaya ve işlevsel olarak çalışmaya başladıktan sonra Teşkilat-ı Mahsusa bünyesinde Hukuk ile hizmet etmemiz için yönlendirilmişt. Bundan 5 yıl sonra 1965 yılında MİT kurulurken bizzat içinde görev alacaktım.
Siyasetten özellikle kaçındığımızı belirtmiştim ya. Şu anda güzel ülkemin içinde düşürüldüğü durumda içler acısıydı. Ve ailemiz nesiller boyu hatta Cumhuriyetin ilanından önce İsviçre Anayasasını baz alıp 1920 lerde Adalet Bakanlığı kurulduğunda Dedemin Dedesi yine Atatürk’ün yönlendirmesi ile Cumhuriyet Döneminde yeni açılan ilk fakülte olan ve 1925'te kurulan Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesine girmiş. Ve ailemizin Hukuk ile olan serüveni burada başlamış.
Nesiller boyu Hukuk üzerinde birçok avukat yetiştirdik. Oğlumda benim gibi avukattı. Şimdi de tek oğlum Haşim’in karısı Müjgan doğum yapıyordu.
Bu kadar Hukukçunun yetiştiği bir ailede elbette ki evlatlarımızı da Vatana Millete hizmet edecek neferler olarak yetiştirdik. Kararlarına saygı duyduk. Lakin eğer içime sindirip müdahale edebilseydim Haşim’in Müjgan ile evlenmesine engel olurdum. Gönül işte. Kötü biri değil lakin hani Anadolu’da bir değim vardır ya “Gök Görmedik” derler.
Hah işte Müjgan tamda onlardan. İşi gücü Cemiyet, Sosyete eğlence. Şu anda torunumu doğuruyor lakin gebeliği sırasında karım Mesude’ye etmediğini bırakmadı. Bizim için gelen çocuğun erkek ya da kız olması pek önemli değil. Netice de ailemiz erkek ya da kadın fark etmeden yüzyıllarca hizmet etmiş. Fakat Müjgan için bir haysiyet meselesi oldu. Ne diyelim herkes kendi bacağından asılıyor.
Çığlıkların ardından güçlü bir ağlama sesi ile çalışma odamdaki masamda kıpırdandım. Saatlerdir karısının doğum yapmasını bekleyen Haşim bir o yana bir bu yana dolanıyordu. Ağlama sesi ile bana baktı.
“Baba?”
“Gözün aydın evlat. Bak şu ağlamaya tam bir Silahtar olacak” dedim. Gülümsedi. Birkaç dakika sonra kapı vuruldu. Kucağında kundaklanmış bir bebek ile karım Mesude girdi içeri.
“Bakın size kimi getirdim.”
Haşim hızla gidip annesinin kucağına aldı. Karıma baktım.
“Erkek” dedi.
Gülümsedim.
Kız olsaydı daha çok sevinirdim.
“Baba adını sen koyar mısın?” dedi Haşim.
“Müjgan?”
“Konuştuk o da senin koymanı istiyor.” Şaşırmıştım. Kucağıma aldım.
“Bismillah gel bakalım aslan parçası” dedim. Ağlamıyordu. Aksine boncuk boncuk bakıyordu.
Öyle aydınlık bir yüzü vardı ki.
“Senin Adın Harun” dedim.
“Harun” diye tekrar etti Mesude.
“Aydınlık ve parlak demek. Aynı zamanda yüce Dağ. Bu çocuğu iyi yetiştireceksin Haşim. Ülkenin parlak yüzü olacak. Ve Yüce bir dağı. Mazlumlar ona sığınacak gölgesi ile ardlarına duracak. Bana söz ver. Ezilene dağ ezene kılıç olacak.”
“Söz baba” dedi oğlum.
“Hoş geldin Harun Silahtar. Vatanına Milletine fayda veresin.”
“Âmin” dedi aynı anda Mesude ve Haşim. Bebeğe baktım. Boncuk boncuk bakıyordu.
HARUN’DAN…
KASIM 1983 / ANKARA
Yüzümde tüy gibi hafif öpücüklerle uyandım. Önce sol yanağımdan öptü. Sonra sağa geçti. Alnımdan burnumdan. Uyanmama rağmen biraz uğraşmak istediğim için ses etmedim.
“Yaaa abi yaaa uyan artık.”
20 ay vatani hizmetimi yaptıktan sonra eve gelişimin üzerinden iki gün geçmişti. Ve Şahnaz benim dünyalar güzeli kardeşim 20 aylık ayrılığımıza pek sinirliydi. Tam 16 yaşındayken gelen mucizemdi o benim. Annem beni doğurduktan sonra ebelerin önerilerine dikkat etmediği için bir daha gebe kalamamış. Ta ki ben 16 yaşına gelene kadar. Gebe kaldığında öyle çok sevindik ki ismini koyma hakkı bana verildi. Ve bende ona Şahnaz dedim.
Dünyalar tatlısı bir çocuktu.
Sarı kıvır kıvır saçlarına yemyeşil gözleri eşlik ederdi. Anlayacağınız üzere birbirimize de pek düşkünüz.
“Abi annem kalksın artık dedi. Akşama cemiyetten gelenler olacakmış.”
Annem ve bitmeyen cemiyet takıntısı. Ne güzel tam 20 aydır uzaktım. Askerliğimi yeni mezun bir avukat olarak İstanbul’da yapmıştım. Şu cemiyet işlerinden hazmetmediğim için de neredeyse izin kullanmadan bitirdim. Tabi bu Şahnaz’ın hoşuna gitmediği için sık sık babamı kandırıp İstanbul’a geliyorlardı. Özlem sorunumuzu böyle giderdik çok şükür.
“Abi yaaaa” dedi birden gözlerimi açıp ve bastırdım ve gıdıklamaya başladım. Bir yandan kahkaha atıyordu. Diğer yandan da durmam için söyleniyordu.
“Abiciğim yapma lütfen ahahahahah.”
“Durmam bir kere. Pışık. Hani özlediydin beni.”
“Ya özledim tabi ki hem de çok” dedi. Bu sefer eğilip yüzünü gözünü öpen ben oldum.
“Canım abim hasret bitti. İyi ki döndün. Önümüzde çok zaman var” kollarını açtı sıkı sıkı sarıldı. Ben askere giderken 5 yaşındaydı ve o ana kadar ayrılmamıştık. Okulu başka şehre gitmeyip Ankara hukukta okuyunca Şahnaz ile daha çok vakit geçirme şansım oluyordu. Zaten 5 yaşına kadar da neredeyse her şeyi ile ben ilgilendim.
“Evet biriciğim çok zaman var” dedim birden yüzü düştü.
“Ne oldu sultanım?”
“Annem bu akşam seni o salak Neslihan ile nişanladığını duyuracakmış.”
“Ne yapacakmış ne?” yatağın üstünde oturttum. Suratı sirke satıyordu.
“Teyzem Nazan ile konuşurken duydum. Nişanınızı duyuracaklarmış.” Gözlerimi devirdim. Demek aynı mevzu devam ediyordu.
“Abi o Şam şeytanı ile evlenmeyeceksin değil mi?”
“Hayır tabi ki sultanım. Birlikte büyüdük ne işim olur Neslihan ile?”
Yüzü aydınlandı.
“Ben onu sevmiyorum abi. Yenge olarak ta istemem. Benim yengem daha şey olmalı?” tek kaşımı kaldırdım.
“Daha ne?”
“Hem güzel. Neslihan gibi karga burunlu değil. Ayrıca avukat olmalı. Neslihan gibi değil.”
“Bir de beni sevmeli. Neslihan beni sevmiyor bende onu. Babaannemin dediği gibi yüzünün Erbanisi yok.
Babaannem Mesude rahmetli ölmeden önce böyle derdi “Yüzünün Errahmanisi yok bu kızın” diye.
Teyzem Nazan ve kızı Neslihan. Annem küçük kız kardeşinin kocası ölünce onlara bakmayı bir görev addetmişti. Her ne kadar bize yakın bir evde oturuyor olsalar da sabah akşam evimizden çıkmazlardı. Enişte bey bilmem nerede bir şey katibiymiş. Yolsuzluktan içeri alınmış ve orada ölmüş. Tabi bunlar olduğunda teyzem genç bir dul ve iki yaşındaki kızı ile anneme sığınınca babam Haşim annemin baskısıyla baldızına sahip çıkmış. Tabi iki kardeşin aklından geçeni tahmin etmek için medyum olmak gerekmez.
Neslihan ile beni evlendirmek.
“Sen üzülme Sultanım ben Neslihan ile evlenmeyeceğim.”
“Söz mü?”
“Söz.”
“Cebeciler üzerine söz mü?” yüzüm aydınlandı.
Bizimki bildiğiniz üzere abi kardeş ilişkisinin üzerinde bir ilişki. Şahnaz benim aydınlık yüzüm. Gülen gözüm. Yaşama sevincim. Bana olan düşkünlüğü bir yana onunla aramızda bir sürü sır var. Bazen en sıkıntılı zamanlarında onunla dertleşecek kadar. Ve bu sırlarımızı başkalarına anlatmamak için kendi aramızda bir kilit sistemimiz. Cebeci Sözü. Bu sözü veren diğerinin sırrına ihanet etmez.
“Cebeciler sözü Sultanım.”
Gülümsedi.
“Abiciğim içimde bir şey oluyor.” Öyle dolu bir çocuk ki büyünce vatana millete inanılmaz hizmetler edeceğini düşünüyorum.
“Neler oluyormuş içinde Sultanım?”
“Kızmak yok tamam mı?”
Kaşlarımı çattım.
“Aşk olsun neden kızayım? Hem ben sana ne zaman kızdım?”
“Abi” dedi o minik elleri birbirine dolanırken.
“Eğer ayrılırsak.”
“Ayrılmak ne demek Sultanım. Askerlik bitti ben geldim sen yanımdasın.”
“Öyle değil abiciğim eğer ayrılırsak beni senden başkası bilmesin olur mu?”
“Şahnaz bu ne demek abiciğim. Anlamıyorum neden ayrılalım?”
“Bilmiyorum abi. Rüyamda dedem geldi.” Haşmet dedem Şahnaz çok küçüktü öldüğünde. Hatırlamazdı bile.
“Ne dedi?”
“Korkma abin Neslihan ile evlenmeyecek dedi.”
“Eeee bak dedem bile demiş olmayacağını Sultanım. Neden üzgünsün?”
Bir şey diyecek oldu. Sustu.
“Abi eğer ayırılırsan ben senin daima Sultanın olarak kalayım. Beni kimse bilmesin en çok sen bil.”
Ne demek istediğini anlamıyordum. Soracakken üzüldüğümü gördü gülümsedi.
“Hem ben sana bulman için bir sır bıraktım.”
“Sır mı bıraktın?”
“Hımmmm. Şahnaz ile Harun’un 19 sırrı” kahkaha attım.
Bizim aramızda böyle kimsenin bilmediği sırlar vardı.
“19 oldu demek?”
“Oldu.”
“Nereye sakladın?”
“Söylemem kendin bul. Bulunca içindekileri” dedi devamını getiremeden annemin bağrıltısı duyuldu. Kapıdan başını uzatmıştı.
“Ay Harun kalk hadi akşama cemiyet var. Sen hala yataktasın. Şahnaz bırak abini kızım hazırlansın daha kahvaltı etmedik. Ankara sosyetesine rezil olacağız yahu. Haydi kalkın.”
Şahnaz huysuz huysuz kalktı.
“Nereye?” dedim.
“Gideyim seni alıkoydum diye söylenir şimdi.”
“Boşver söylensin.”
“Hazırlan abiciğim seni bahçede bekliyorum. Anlatmak istediklerim var. Babam çağırmıştı zaten.” Dedi uzaklaştı.
Önce üzerimi değiştireyim sonra da şu Neslihan konusunu sonsuza kadar kapatacağım.
NAZAN’DAN…
“Ayrıldın mı?” dedim Neslihan’a bakıp. Gözlerimi devirdim.
“Anne çok üzüldü seviyorduk birbirimizi.”
“Kızım aklını kullan. Sen böyle moda elbiseler giyip cemiyette boy göstermeyi seviyor musun sevmiyor musun?”
“Bunları Ahmet Faik ile de yapardım.”
“Benim salak kızım” diye yükseldim. Anlamıyordu. Tutturdu bir Ahmet Faik türküsü gidiyor.
“Ahmet Faik basit bir devlet memuru. Üzerindeki elbiseyi bir aylık maaşı ile alamaz. Bak teyzene bir giydiğini bir daha giyiniyor mu? neden onların artıkları ile yetinelim. Harun ile evlendiğinde bütün miras senin olacak zaten. Silahtar Mirası.”
“Anne Şahnaz’da var. Şahnaz el ekmeği kızım. Sen o eve gelin girdiğinde ben zaten ayak altından çekeceğim onu” dedim.
Anlam Müjgan’ın zayıf noktasıydım. O da benim gibi biricik oğlunun aklı başında bir kız ile evlenmesini istiyordu. Cemiyet hayatını bilen ailesini temsil edecek soylu bir kız. Bu da ablam Müjgan’ın Mesude hanıma attığı gol olacaktı. Mesude Hanım ölmeden vasiyet etmiş Harun’a bu kızı almayın diye. Neyse ki sadece bilen birkaç kişi vardı ve onlarda ayakaltından çekildi. Haşim abi duysa hayatta razı olmaz. Harun daha 23 yaşında ve iyice palazlanmadan bu evlilik işi gerçek olmalı ki benim ve kızımın hayatı garanti altında olsun.
“Bana bak Neslihan Ahmet Faik işi bitti değil mi? Bu gece nişanınızı duyuracağız.”
“Bitti anne” dedi dudak büzüp. Allahtan kolay manipüle ediliyordu.
“Tamam o zaman hazırlıklara başla. Bu akşam cemiyetin en güzel kızı sen olmalısın. Bakan bir daha dönüp bakmalı. Kolay değil Silahtar’lara gelin olacaksın. Bütün Ankara sosyetesi senden haberdar olacak” dedim.
Başını salladı.
Bu gece ilan ettiğimiz anda kimse beni tutamayacaktı. Kocamın alnıma sürdüğü kara lekeyi cemiyet içinde temizleyecektim. Sonrası ise Silahtar adı ve parası ile gelecekti.
NESLİHAN’DAN…
Sabah Ahmet Faik’e ayrılmamız gerektiğini söylediğimde oturdu hıçkıra hıçkıra ağladı. Harun ile nişanımızı duyduğu an dünya başına yıkılacaktı. Annemin baskısından nefret ediyordum. Tamam bende güzel giyinmeyi lüks yaşamı seviyorum lakin Ahmet Faik’i de seviyorum.
Zaten bu evde sığıntı gibiyiz ve bu sığıntılığımızın son bulması için Harun ile evlenmem şartmış. Sanki Harun bana bayılıyormuş gibi. Daha bir kere yüzüme bakmışlığı yok. Göz rengimi biliyor mu acaba? Ya da saç rengimi. O açık açık her şeyi söyleyen dili zaten içler acısı. Annemin yanından sinirle çıktım koridordan hızlı hızlı bu evdeki odama geçerken oradan oraya koşuşturan Şahnaz ile çarpıştık yere düştü.
Kaldırdım ayağımı bir tekme attım. Ağlamaya başladı.
“Seni sevmiyorum.”
“Ben sana bayılıyorum çünkü” dedim. Şu ailede en çok nefret ettiğim kişi olabilirdi.
“Seni hem abime hem babama söyleyeceğim pis Şam şeytanı. Zaten hepsini de yazdım.”
Yazmak?
Olabilir miydi? Hızlıca uzandım yakasına yapıştım.
“Bana bak seni bücür fare. Gebertirim duydun mu beni?”
Koridordan Müjgan teyzemin sesi duyuldu.
“Ne oluyor burada?”
“Anne bana vurdu” dedi Şahnaz.
“Neslihan?” dedi kaşlarını çatıp.
Neyse ki teyzem ne dersem inanıyordu.
“Vurmadım teyze daha öncekiler gibi yalan söylüyor.” Defalarca yaptığım bir numaraydı. Birkaç kere mağduru oynayınca teyzem sadece bana inanıyordu.
“Bırak kızımı.”
“Teyze vurmasın diye tutuyordum. Sığıntı gibi davranmasından bıktım.” Bu numarayı daima yerdi.
“Sen yalancısın Neslihan. Abim seninle evlenmeyecek. Söz verdi bana. Tam bir şeytansın” dedi.
“Şahnaz” diye teyzem bu sefer ona bağırdı.
“Düzgün konuş Neslihan ablanla.”
“Beni sevmiyorsun anne. Asla bana inanmadın. Bir gün anlayacaksın” koşarak gitti.
“Şahnaz kızım” teyzem arkasından koşacak oldu durdurdum.
“Teyze çocuk o boşver.”
“Bana bak Neslihan eğer dedikleri doğruysa evladıma vurduysan Müjgan kimmiş tanışırsın. Harun’la evlenmeni istiyor olmam ailemin içinde huzursuzluk yaratmana göz yumacağım anlamına gelmez. Ya Şahnaz’ın gönlüne girmenin bir yolunu bul ya da Harun ile evlenmeyi unut. Şahnaz istemezse iki dünya bir araya gelse Harun seni almaz.”
“Teyze yanlış anladın.” En mahsun bakışımı takındım.
“Ben diyeceğimi dedim.” Sonra elbisesinin eteklerini topladı.
“Şahnaz gel anneciğim bir konuşalım” diye salına salına gitti pis sürtük. Gözlerimi devirdim. Neyin içine düştüm böyle.
ŞAHNAZ’DAN…
Annem bana inansaydı belki gerçek yüzünü daha kolay anlardı. Annem dinlemiyordu. Babama anlatmaya çalıştım. O da çok meşgul olduğu için “Annenle konuş” dedi. Abim askerdeydi ve ben Neslihan’ı ifşa edemiyordum. Zaten ne zaman etmeye kalksam annem çocuk diye bana inanmıyordu.
Az önce beni tekmeledi ve annem yine ona inandı.
Annem beni sevmiyor sanırım.
Koşarak bahçeye çıktım. Pis Şam şeytanı. Abim geldiği için biraz daha içim rahattı. Yine de annem beni sevmiyor sanırım. Daima yaptığım gibi bahçedeki kocaman çınar ağacının altına oturdum. Bu sefer çok canım yanmıştı.
Neslihan’dan nefret ediyorum.
Dizlerimi kanıma kadar çektim. Ağlamaya başladım. Annemim beni çağıran sesi duyuluyordu.
“Sultanım” dedi abim. Önümde diz çömüş. Endişeli gözlerle bakıyordu. Onu görünce boynuna atladım.
“Ne oldu bir tanem?”
“Abi annem beni sevmiyor. O Neslihan kızı olsun istiyor.”
“Bunu da nereden çıkardın?” dedi göğsüne basarken.
“Neslihan beni az önce tekmeledi.”
“Neslihan ne yaptı?” sesindeki sinirden ne kadar kızdığını anlayabiliyordum.
“Tekmeledi” dedim burnumu çekerken.
“Onun ben gelmişini geçmişini” sustu. Yanımda küfür etmezdi.
“Çarpıştık. Düştüm sinirlendi tekmeledi. Geçen seferde ya-“
“Başka seferler de mi var Şahnaz?”
Başımı salladım.
“Abi kötü biri o. Anneme dedim bana inanmıyor sen çocuksun diyor kötü biri.”
“Hişttt tamam Sultanım” dedi bağrına basıp.
Annemden beklediğim ilgiyi bana daima abim vermişti. Sığındım göğsüne. Hıçıkıra hıçkıra ağladım.
“Senin o gözünden akan bir damla yaşa ben dünyaları yakarım Sultanım” dedi.
Abim bana daima Sultanım der. Daha da büyük sırrımız Şah Sultanım demesi. Biz sarılmışken annem geldi.
“Şahnaz kızım” dedi o da yanımızdaydı.
“Anneciğim gel” ellerini uzattı.
Abimin göğsüne sığındım.
“Annem neden böyle yapıyorsun?”
“Çünkü sen beni değil kızın olarak Neslihan’ı istiyorsun.”
“Yavrum o nasıl söz” omzumu çektim.
“Neslihan ablana kötü dav-“
“Yeter anne benim Sultan’ım burada ağlarken ona hala Neslihan dersen bozuşuruz.”
“Yavrum ben ne dedim?”
“Bir şey deme” ben kucağındayken ayaklandı.
“Biriciğim abi kardeş şöyle felekten bir gün çalalım mı?”
Başımı salladım.
“Nereye akşama cemiyet va-“
“Anne o cemiyetini al ve gelenlerin gözlerine sok olur mu?” dedi. Annem şaşkın şaşkın bakıyordu. Kıkırdadım.
“Ama oğlum?”
“Kimse gelecek olan kimse benim Sultanımdan daha kıymetli değil. Hadi biriciğim gidelim.”
Boynuna sarıldım.
“Ne yemek istersin?”
“Pamuk şeker”
“O zaman Ankara’nın en iyi pamuk şekercisini bulalım. Hem gençlik parkına gideriz.” Yüzünden öptüm.
“Dönme dolaba da biner miyiz abi?”
“Sen ne istersen onu yaparız biriciğim.”
“Akşama geç kalmayın” dedi ardımızda duran annem.
“Akşama gelmeyiz belki” dedi abim yeniden kıkırdadım.
“Ama oğlum cemiyete ne derim?”
“Kucağımda prensesim olmasa sana ne diyeceğini söylerdim anne.”
Benim abim böyle bir adamdı. Kimsenin hakkına girmez kimseyi hakkından mahrum bırakmazdı.
HARUN’DAN…
Boncuk boncuk ağlatmışlar biriciğimi. Elimden tuttu. Uzun uzun konuştuk. O yeşil ışıl ışıl gözleri bulutlanmış. Eve gittiğim zaman annem ile ciddi bir konuşma yapmayı koydum kafama.
“Annem beni sevmiyor abi Neslihan’ı kızı olsun istiyor” dedi. Şu söz ömrümce içime oturacaktı.
“Abi sabah sana dedim ya eğer ayrılırsak beni sadece sen bil kimse bilmesin diye?”
“Neden ayrılmaktan bahsediyorsun biriciğim?”
“Bilmiyorum abi sanki sana doyamayacakmışım gibi geliyor” dedi. Çektim kendime sıkıca sarıldım.
“Öyle bir şey olmayacak Sultan’ım daha sana istediğin o avukat yengeyi alacağım.”
“Neslihan ile evlenme abi” dedi yeniden hüzünle. Gençlik parkında oturuyorduk. Bir sürü şeye bindik yine de yüzü gülmedi. Sürekli etrafına bakınıyordu. Bende bakındım.
“Birini mi gördün?”
“Ha- Hayır.”
“Ne oldu?”
“Yok bir şey.”
“Pamuk şeker” diye bağırdı bir satıcı.
“Sana bir tane alayım mı biriciğim?” başını salladı.
“Gel hadi” elinden çekiştirdim.
“Abi ben bu bankta beklerim sen al.”
“Olmaz seni yalnız bırakamam”
“Beklerim ben hadi al sen.”
Bir şekerciye bir Şahnaz’a baktım. 20 metre var yoktu.
“Kalkma sakın hemen geliyorum.”
“Tamam” dedi şekerciye vardım. Bir sürü pamuk şeker aldım. Benim Sultanımı üzen kim varsa içlerinden geçmeden önce yüzü gülecekti.
Arkamı döndüğümde gördüğüm manzara dizlerimi titretti. Poşulu bir adam Şahnaz’ın şakağına bir Colt 911A1 dayamıştı.
Yüzünü bir poşu ile örttüğü için göremiyordum. Gözlerinin akı kırmızıydı. Göz bebekleri siyah. Silahı dayadığı kolunda bir yılan dövmesi vardı.
“Sen ne halt ediyorsun?” dedim hızlıca adımladım.
“Abi seni çok seviyorum sakın bunu unutma.”
“Şahnaz. Bırak onu” dedim. Ayaklarım titriyordu.
“Allah aşkına yapma. Beni al onu bırak o daha çocuk.” Tek kelime etmedi soyunu sopunu siktiğimin pezevengi.
“Para mı istiyorsun ne istersen veririm kardeşimi bırak.”
“Abi istediği şey çok başka. Bırakmayacak. Sakın üzülme” dedi.Adama baktım.
Acımadan tetiğe bastı. Benim bakmalara kıyamadığım dünyalar güzelimin beyni pamuk şekerlere yüzüme, üzerime,sıçradı.