Sözle anlatmanın mümkün olmadığı bir şaşkınlıkla ona baktım. Bundan çok emin görünüyordu. Ah, keşke, keşke bende onun kadar emin olabilseydim. Daha şimdiden her şey bize karşı gibiydi. Tam bunu ona söylemek için dudaklarımı aralamıştım ki, kaba saba bir kapı sesi bizi böldü. Sert bir şekilde irkildim. Bunu beklemiyordum. Baris'de beklemiyordu anlaşılan, hızla geri çekilerek doğruldu ve aramızda güvenli bir mesafe sağlamak için benden birkaç adım uzaklaştı. Oturduğum sandalyeden ayağa fırlayıp ışık hızıyla kapıya döndüm. İçeri önce Emma girdi, sonra da Tony... Emma, beni birdenbire karşısında görünce kapının önünde dondu kaldı. En son görüştüğümüzde hastanedeydik ve ben ona bir veda bile edememiştim. Yani içimden bir ses bu karşılaşmanın hiç de hoşuma gitmeyeceğini söylüyordu.
"Ah, siz miydiniz? Neden içeri girmiyorsunuz?"
Gülümsemek için kendimi zorladım ama muhtemelen sadece dişlerimi gösteriyordum. Kesinlikle çok gergin görünüyor olmalıydım.
Önce Tony'nin adımı söylediğini duydum. Son konuşmamızdan bu yana beni sapasağlam bulduğu için rahatlamış gibi görünüyordu. Emma'nın tepkisi ise beni en şaşırtmayandı. Üzerime atladı. Evet. Bunu gerçekten yaptı. İkimizi de yere deviriyordu neredeyse. Kollarını boynuma doladı ve beni kendine çekerek öyle sıkı sarıldı ki, bir anda ciğerlerimdeki tüm hava boşaldı. Dudaklarımdan nefessizlikten boğuk bir ses çıktı. Parmaklarım havada asılı kalmıştı. "Ah, Tanrım, buradasın! İyisin ve hayattasın ve..." Sonra geri çekildi. Ellerini kollarıma, omzuma, her nereye ulaşırsa vurmaya başladı. Canımı yakmıyordu ama az önceki şefkat gösterisinin aksine şimdi ölesiye kızgındı. Hem bana vurup hem konuşmaya başladı. "Neler oluyor sana? Aklını mı kaçırdın nedir? O kadar çok endişelendim ki!"
"Emma, biraz sakin ol! Kızgın olduğunu biliyorum. Hakkın da var, ama ben..."
"Kes şu vaazı!" diyerek lafı ağzıma tıkıp azarladı beni. Öfkesi bir tayfun gibi bana çarparken gözlerimi kırpıştırdım. "Söyleyebileceğin hiçbir şey geçerli bir gerekçe olamaz! Korkunç bir kardeşsin sen!"
Suçluluk duygusu göğsümü sıkıştırdı. "Ah, öyle söyleme." diyerek ellerini bileklerinden tutmaya çalıştım fakat öyle öfkeliydi ki, ondan daha güçlü olmama rağmen bileklerini çekip kurtardı ve bu sefer de ellerime vurdu. Gür kirpiklerinin altındaki gözleri koyulaşıp yosun yeşiline dönüşmüştü. Küçük, öfkeli bir hatundu. Belki de bu yüzden bu durum bana çocukken ettiğimiz kavgaları hatırlatıyordu. Bu sefer en sevdiği oyuncağı kırmamış olabilirdim ama güvenini kırmıştım ve bu kırabileceğim her türlü şeyden daha kötüydü. Vuruşlarını engellemeye çalışırken zar zor konuşarak onu ikna etmeye çalıştım, yoksa eşek sudan gelene kadar dövecekti beni. "Bekle... Dur, dur... Beni dinle... Sadece bir dinle beni, lütfen."
"Yalanlarını dinlemek istediğimi kim söyledi! Sen bir aptalsın!"
"Evet, evet... Ben bir aptalım, tamam... Bana vurmayı bırakır mısın artık?"
Ama bırakmaya hiç niyeti yok gibiydi. Göğsümün üzerine canımı acıtmayan ama sinirlenmeme neden olan bir tokat attı. Bir anda, oldukça öfkeli bir ses, "Bu kadar yeter!" diye bağırarak aramıza girdi. Bunu diyen Baris'den başkası değildi. Arkamdan uzandı ve beni iki omzumdan kuvvetli bir şekilde yakaladı. Parmak uçlarının bluzumun üzerinden kürek kemiklerime baskı yaptığını hissedebiliyordum. Daha ne olduğunu anlamama fırsat olmadan, Baris bedenimi birkaç adım geri çekerek kız kardeşimin vuruşlarından uzaklaştırdı. "Ona vurmayı bırak." diye emretti. 'Vay be!' diye düşündüm şaşkına dönmüş bir halde; Amma da korumacı biri. Sonra ellerini omuzlarımdan çekti ama hâlâ en az bir seksen beş olduğunu düşündüğüm boyuyla arkamda bir dev gibi yükseliyordu. Bende dahil, herkes suspus oldu. Baris'in görmezden gelinmeyecek varlığı odaya bir bomba gibi düşmüştü. Özellikle de Emma için. Baris'i fark edince aniden sakinleşti, şaşkın bir şekilde gerileyerek kaşlarını kaldırdı. Sonra yüzünün her bir noktası komik bir kırmızıya döndü. Tony bile çok şaşkın görünüyordu, bana ne olduğunu anlamazcasına baktı.
"Bu da kim?" diye fısıldadı Emma.
Buyur burdan yak.
"Şey, bu... Baris. O..." Kahretsin. Ne diyecektim şimdi? Eski Mısır prensi mi? Evlatlık da olsa bir prensti sonuçta. "Bir arkadaşım." dedim en sonunda. O an onu arkadaşım olarak tanıştırmaktan başka bir seçenek gelmemişti aklıma. Devam ettim. "Baris, bu da kız kardeşim Emma."
İlk tepki Tony'den gelmiş, yüksek sesle kıkırdamıştı. "Yaa, hiç belli olmuyor zaten."
Emma'yla birbirimizin kopyası olan yüzümüze baktık.
Gözlerimi devirdim. "Ve bu da Tony. Emma'nın üniversiteden arkadaşı. O kadar da önemli biri değil."
Tony kollarını göğsünde kavuşturup surat asarken Emma'da hafifçe güldü. Dediğime tek tepki vermeyen Baris'di. Gözlerini Emma ve Tony'ye dikmiş, bu tanışma faslı hakkında ne düşündüğünü belli etmeyen bir ifadeyle bakıyordu onlara. Yine de dostça olduğunu düşündüğüm bir selamla başını salladı. Kibar ama son derece mesafeli, diye düşündüm. Derinlerde bir yerde, bu dünyada bu adamı gerçekten tanıyan bir kişi olmadığını biliyordum. Çok yalnız görünüyordu ama kendi tercihiydi sanırım. Sonra Baris'in gözleri kız kardeşimde takılı kaldı. Ona durumdan ne kadar memnun olmadığını gösteren bir şekilde bakıyordu. "Her zaman bu kadar öfkeli misindir?" diye sordu Emma'ya.
Zavallı Emma, sanki mümkünmüş gibi daha da kızardı. Benimkine çok benzeyen bluzunun ucuyla oynarken bana gergin, endişeli bir bakış fırlattı. Üzerinde onu son gördüğümde giydiği pantolon ve bluz vardı. Galiba üzerini değiştirmeye fırsatı olmamıştı. Kekeleyip durunca usulca güldüm ve Emma'ya doğru yürüdüm. Kolumu omzuna atarak yanağına bir öpücük kondurdum. "Bu akşam biraz gergin. Normalde çok daha kibardır, değil mi?"
"Çok kötüsün. Senin yüzünden oluyor tüm bunlar." diyen Emma omzuyla omzumu dürttü. Badem şeklindeki yeşil gözlerinin derinliklerinde bir yabancının önünde öfke nöbeti geçirmiş olmanın mahcubiyeti vardı. Baris'e hafifçe el salladı. "Merhaba, Baris."
O sırada olabilecek en kötü şey oldu ve Tony gözden kaçırdığı şeyi fark etti. Birdenbire gerilediği için çöp kutusuna çarpıp içindeki kağıtları yere devirdi ve yüksek sesle haykırarak üçümüzün de dikkatini üzerine çekti. "Bekle. İsmin Baris mi? Bu-" dediğinde gözlerim kocaman oldu. Ah, hayır. Ne şansızdım. Ona Baris'ten bahsettiğimi hatırlıyordu. "Sus, Tony!" dedim panikle. Susması gerekiyordu. Hem de hemen.
"Ama sen..."
"Sus dedim. Yeri değil şimdi."
Susmaya hiç niyeti yoktu anlaşılan çünkü bana dik dik bakıyordu. Parmağıyla kapıyı işaret etti. "Biraz konuşabilir miyiz Eva? Baş başa? Lütfen?" Lütfen, demesine rağmen aslında bana emir verdiğini görebiliyordum. Emma'ya ve Baris'e kısa bir bakış attıktan sonra Tony'nin konuşmadan bu meseleyi kapatmayacağını bildiğim için "Birazdan gelirim." diyerek kapıya yöneldim. Birkaç dakika yalnız kalsalar sorun olmazdı herhalde. Tony'de peşimden geldi ve biraz ilerleyip koridorun sonundaki merdiven boşluğunda durduk. Ona bakmak için etrafımda döndüm. Koridorda biz hariç kimse yoktu. Pansiyondaki herkes uyuyor olmalıydı. Tony, bir hışımla odayı işaret edince tavrından hiç hoşlanmayarak kaşlarımı çattım.
"Bu da ne?"
Anlamamış gibi "Ne, ne?" dedim.
"Bana aptal numarası yapma. Ne demek istediğimi çok iyi biliyorsun. Yalan söylediğini biliyorum. O adam senin arkadaşın falan değil. Tapınaktayken Baris isminden bahsetmiştin, o telefon konuşmasında da... O zaman benimle dalga geçtiğini düşünmüştüm ama... Neydi bu? Az önce ne oldu? Hem o herif senin odanda ne arıyor?"
Son sorusunu sorarken mavi gözlerinin derinliklerinde bir yerde, bir kıskançlık çaktı. Parmaklarını altın rengi buklelerinin arasından geçirirken benden çok kendi kendine duyduğu bir sıkıntıyla soludu. Sanki böyle hissetmek istemiyor fakat kendine de engel olamıyordu. Elbette çok şaşırdım ama şaşırmamın nedeni beni kıskanması değil, hâlâ bana karşı bu tür şeyler hissedebilmesiydi. Tüm bu hırsızlık olayından sonra benden hoşlanmaya bir son verir sanıyordum. Görünüşe göre yanılmıştım. Çığlık atmamak için kendimi zor tutarken Tony'e hayret dolu bir bakış attım. Sesim zayıf ve alçaktı. "Ne yani? Bunu sormak için mi çağırdın beni?"
"Bir de polise gitmen gerektiğini söylemek için."
"Tony, bu seni ilgilendirmez. Beni rahat bırak." Odaya geri dönmek için yanından geçip gitmek istedim ama denediğim anda kolumu tuttu ve beni nazikçe az önceki yerime geri çekti. Konuşmamız bitmeden gitmeme izin vermeyecekti. Bunu biliyordum zaten. Sadece şansımı deniyordum sanırım. Tüm bunlardan bezmiş bir halde beni durdurmasına izin verdim.
"Başın belada mı?" Titreyerek nefesini saldı ve oldukça imalı bir şekilde ekledi. "Yine?"
"Burada olmamalısın, biliyor musun?"
"Bilmiyorum, belki de olmamalıyım... Ama gerçekten yardım etmek istiyorum sana."
"O zaman benden uzak dur. Bu işe bulaşmanı istemiyorum Tony. Boyunu aşıyor. Benim de boyumu aşıyor."
"Aman Tanrım... Beni korkutuyorsun. Neler oluyor?"
Sadece bir an, bir an için boş bulunarak ağzımı açtım. Sonra ne yaptığımı fark ederek hemen geri kapattım. Doğrusu birilerine neler olduğunu anlatmak çok iyi gelirdi. Şu an bunu yapmaya o kadar ihtiyacım vardı ki... Ama Tony'ye değil. Hâlâ öfkeli bir halde, bir elimi alnıma koydum. "Benden uzak durman için ne yapmam gerekiyor?" diye sordum ona. "Tony, beni rahat bırak. Çok ciddiyim. Beni çok rahatsız ediyorsun."
"Eva, dinle beni," diye yalvardı bana. "Gerçekten polise gitmen gerektiğini düşünüyorum. Senin için endişeleniyorum."
Birden yumuşadım.
Ses tonu yüzündendi galiba.
"Polis beni kurtaramaz. Sende öyle. Ama gerçekten yardım etmek istiyorsan al şunu." Uzanıp ellerinden birini tuttum ve şaşkınlığından faydalanarak, odadan çıkmadan önce yanıma aldığım ses kayıt cihazı ile Patrick'in adresinin yazılı olduğu kâğıdı avcuna tutuşturdum. Etrafta bizden başka kimse yoktu ama yine de alçak bir sesle açıkladım. "Burada o adamların adresi ve ses kayıtları var. Eserleri Mısır'daki bir limandan Bulgaristan'a götürüyorlar. Polise git ve onlara bunları ver. Anlaştık mı? Seni bu pisliğe bulaştırdığım için bir özür olarak düşün bunu."
Her şey bir yana, bunu zaten yapmam gerekiyordu.
Tony, "Ah," dedi tükenmiş bir sesle. Kayıt cihazını elinde çevirip inceledi. Dudaklarında hafif bir gülümseme belirdi. "Kayıt almışsın. Ve adresi de..."
"Bunlar iş görür herhalde." dedim bundan o kadar da emin olamayarak.
Aynı ses tonuyla, "Sanırım." dedi.
"Tamam o halde. Bu sorunu çözdüğümüze göre ben içeri giriyorum. Gittiğini Emma'ya söylerim." diyerek peşimden gelmesini istemediğimi açıkça belli ettikten sonra yanından geçtim. Tony bu defa beni durdurmak için hamle yapmadı. Göz ucuyla baktığımda gitmek için merdivenlere yöneldiğini gördüm. Ona fazla mı kötü davranıyordum acaba? Ama o kadar üzerime geliyordu ki! Üstelik bu meselenin onun boyunu aştığını söylerken çok ciddiydim. Tony, Kosey ile baş edemezdi. Sırf bana yardım etmek istiyor diye de onu belaya sürüklemenin bir anlamı yoktu. Dakikalar sonra odaya geri döndüğümde kendimi ölümüne bitkin hissediyordum. İlk fark ettiğim Emma oldu. Tezgâhın arkasındaydı ve önünde de bir sürü sebze vardı. Ne yaptığını anlamaya çalışırken gözlerimi kıstım. Krem bluzunun kollarını dirseklerine kadar sıyırmış, domatesleri ince ve yuvarlak bir şekilde doğruyordu. Çok değil, bir an sonra ne yaptığını anlamıştım, kendine bol malzemeli bir soğuk sandviç hazırlıyordu.
Merak dolu bakışlarını üzerime çevirdi ve neredeyse anında "Tony gelmiyor mu?" diye sordu.
Kapıyı arkamdan kapatırken "Gitti." dedim. Emma tam "Neden?" diye soracak olmuştu ki, sözünü keserek karşılık verdim. "İşi mi ne varmış."
Anladığını göstermek için başını sallarken Baris'e baktı. Gözlerinde ufak bir endişe vardı. Sanki Tony'nin neden çekip gittiğini anlamış gibiydi. Yüzü üzgün bir şekilde düştü. Onu omuzlarından yakalayarak sarsmak istiyordum ama şükürler olsun ki, bu konu hakkında tek kelime etmedi. Onun yerine fıstık ezmesiyle kaplı kaşığı havaya kaldırdı ve "Hey! Senin için sandviç hazırlamamı ister misin?" diye sordu bana.
"Hayır, sağ ol." diyerek Baris'e doğru yürüdüm. Çalışma masasının yanında, Emma'ya dönüp bir şekilde sandalyede oturuyordu. Pek konuşmuyor, sessizce bizi izliyordu. Onun birkaç santim yanına, masanın üzerine oturarak ayak bileklerimi önümde çapraz yaptım. Gözlerimi ekmeğin üzerine fıstık ezmesi süren Emma'ya diktim. Sanki biri beni 'Sakın Baris'e bakma!' diye uyarmıştı, resmen ondan tarafa bakmamak için özel bir çaba sarf ediyordum. Emma ekmeğinin üzerini başka bir ekmekle kapattı ve öyle büyük bir ısırık aldı ki, yanakları şişti. Lokmasını yavaş yavaş çiğnerken meraklı bir ifadeyle bir bana bir de Baris'e bakıyordu. Yavaşça yutkundu. "Eee?"
Kaşlarımı kaldırdım. "Ne?"
"Nasıl tanıştınız? Bana daha önce hiç bu genç adamdan bahsetmemiştin. Etrafta dolanıp arkadaş edindiğini bile sanmıyordum."
Baris susup kalınca, buna cevap verme onurunu bana bıraktığını anladım. Emma için çok sıradan bir tanışma hikayesi uyduracaktım ki, aklıma birden gelen bir fikirle gözlerim parıldadı. Olanlardan sonra mantığımı tamamen yitirmediğimi bilmek güzeldi. "Müzede tanıştık. Biliyor musun Emma, Baris bir tarih araştırmacısı. Eserleri inceliyor." dedim gözlerine bakarak. Tatlı ve inandırıcı olduğunu umduğum bir sesle konuşuyordum. "Siz gelmeden önce bende ona yardım ediyordum."
"Gerçekten mi?" Emma ekmeğinden kocaman bir ısırık almadan önce kaşlarını kaldırdı ve kıkırdadı. "Sen tarihten ne anlarsın?"
Alay edişini duymazdan geldim.
"Aslında Baris, Roma'daki bir sergiye hediye etmek için bir tür hançer arıyor. Çok eski bir şey. Antika sanırım. İnternete baktık ama nerede olduğu hakkında hiçbir şey yoktu."
Ben bunu deyince Emma'nın yüzünde derin bir şüphe belirdi. Yanımdaki sandalyede oturan ve sohbetimize katılmak için hiçbir hamlede bulunmayan Baris'e şaşkın şaşkın baktı. Herhalde onun böyle bir iş için fazla genç olduğunu düşünüyordu. Ya da fazla yakışıklı... Ona Baris'in bir manken ya da oyuncu olduğunu söylesem daha çok inanırdı herhalde. Baris'de benim gibi kardeşimin yüzündeki şüpheyi gördü. Ona minik bir gülümseme verdi, kızları heyecanlandıracak türden bir gülümsemeydi bu. Kardeşimin dikkatini dağıtmak için yaptığını anlamıştım. İşe de yaramıştı, Emma gözlerini Baris'ten kaçırıp tekrar bana bakmıştı. "Şey... Öyle bir şeyi internette nasıl bulabilirsin ki?"
"O yüzden sana sormak istedim ya. Eminim sen bir şeyler biliyorsundur. Sence onu nereden bulabiliriz?"
Emma gözlerini tavana dikip düşündü. İçim müthiş bir umutla doldu. 'Lütfen, lütfen biliyor ol,' diye dualar etmeye başladım. "Eski kütüphaneye baktınız mı?" diye sorarken çenesinin ucunu kaşıyordu.
"Eski kütüphane mi?" dedim miskin bir şekilde.
"Evet. Öyle bir şey arıyor olsaydım, herhalde ilk oraya bakardım."
Baris'e bir bakış attım. Gözlerini yerde tutuyordu ve fazla bir şey söylemediği için Emma'nın dediklerini düşündüğünü görebiliyordum. Bakışlarını kaldırdı ve ben zaten ona bakıyor olduğum için göz göze geldik. Kılını kıpırdatmadı. Emma'nın dediklerini düşünüyor olmalıydı. Nasıl bu kadar kontrollü olabildiğini merak ediyordum doğrusu. Sonra kaşlarını biraz daha çattı ve başını Emma'ya doğru salladı. Ne demek istediğini hemen anlamıştım; Devam et, onunla konuş.
Tüm vücudum gerilirken kardeşime geri dönüp "Ne demek istiyorsun?" diye sordum. Sandviçinin yanında içmek için içecek bir şeyler bulmaya çalışarak buzdolabının kapağını açarken başını onaylarcasına salladı. Limonlu soğuk çay kutularından birini seçti. Daha yeni iyileşmemiş miydi bu kız? Tekrar hasta olmasından korkuyordum ama konuşmasını bölmek ya da Baris'in yanında ona annelik taslamak istemedim. "Geçen gün araştırmalarımdan birine kaynak aramak için gitmiştim. Oranın bütün bir katı tarih bölümünden oluşuyor. Yanlış hatırlamıyorsam, o tür değerli antikaların tarihçelerinin ve nerede olduklarının yazdığı dokuz ciltlik bir ansiklopedi görmüş olmalıyım." Sonra tatlı bir acelelikle ellerini havada sallayarak ekledi. "Aradığınız şeyi bulabilir misiniz emin değilim ama."
Oysa ben emindim.
Eminim ki aradığımız hançer o ansiklopedilerden birindedir.
Emma'yı bu yüzden seviyordum işte. Ne yapıyor ediyor bana yardım etmeyi başarıyordu, hatta bunun farkında olmasa bile. Belki de onun sayesinde boyuma kadar içine battığım bu pislikten paçamı kurtaracaktım. "Emma, sen bir tanesin!" dediğimde kendi sesim kulaklarımda neşeyle çınladı. Bu pek ben değil gibiydi, fakat umursamadan devam ettim. "Seni o kadar, o kadar çok seviyorum ki!"
Beklenmedik sevgi gösterim karşısında Emma'nın dudaklarından şaşkınlık dolu bir nida yükseldi. Saçından fırlayan bir tutamı topuzuna geri sıkıştırdı ve Baris'e hızlı bir bakış attı. Daha önce insanların, hele de yabancı birinin önünde, onu sevdiğimi söylediğimi hatırlamıyordum. O da hatırlamıyor olmalıydı. Bunun için olsa gerek, bana geri bakarken utangaç bir gülümsemeyle dudakları kıvrıldı. "Şey, evet. Yardım edebildiğime sevindim."
Her şey bu kadar darmaduman olmuşken bile kardeşime gülümsemeden edemedim; Tahmin bile edemezsin kardeşim, tahmin bile edemezsin...