Elif
Yanımda duran iki kıza baktım. İkisi de esmer güzeliydi. Podyumdan çıkmış gibi olan kızlar bir yetmiş beş ya da daha uzundu. Ben arkalarında kısa duruyordum. Saçları bakımlı, tırnakları uzun ve yapma bebek gibilerdi. Yüzlerinde hiç leke yoktu, sivilce nedir bilmeyen ciltleri, badem gözleri, şişkin dudakları ve minicik burunlarıyla bana oynadığımız bebekleri hatırlatıyorlardı. Giydikleri topuklu ayakkabı ve mini şortlarla insanı adeta büyülüyorlardı. Yüzleri kadar vücutları da çok güzeldi. Memeleri ve popoları orantısız bir şekilde fazla büyüktü. Belleri ise iki karış, çok küçüktü. Estetik yaptırdıkları her halinden belliydi. Yine de kabul etmeliydim ki çok güzelerdi. İkisi de yabancıydı. Karşıdaki adam pek Türkçe bilmediklerini söyledi. Ben hayranlıkla ikisine baktım. Kylie Jenner'ın doktoruna gitmiş olmalı ikisi de. Vücut ebatları çok benziyor.
Ben bir altmış sekiz boyum, sarı saçlarım ve beyaz tenimle onların içinde tuhaf ve solgun duruyordum. Yeşil mi mavi mi belli olmayan göz rengimle geceleri yurtta kızları korkuturdum. Bu kızların içinde kendimi yabani gibi hissettim. Üstelik gözlerim çok büyük olduğu için yurtta pörtlek diyorlardı. Fener ışığını yüzüme tutup gözlerimi daha çok büyüterek onları korkuturdum hep. Deccal geliyor diye adım çıkmıştı. Lakabım deccaldi. Aslında kızları çok dövdüğüm ve asi olduğum için de takmış olabilirlerdi. Hepsi fazla kadınsıydı. Midemi bulandırıyorlardı. Pembe renk ve kadın elbiseleri hep midemi bulandırıyordu.
- Sağlık kontrolleri tamam mı? Karşımızdaki adama tiksintiyle baktım. Yurttan bazı kızlar tanıyordu. Kızları pazarlayıp üzerinden para kazanan ve reşit olup yurttan gidince onları tuzağına düşüren şerefsiz. Bu sefer büyük oynuyordu. İki ay önce benimle iletişime geçmişti.
Önümüzde oturan yaşlı adam bize bakıp konuşunca yanındaki korumayla Cengiz sustu. Cengiz iti hiç konuşmuyordu aslında. Kemik bekleyen it dilini çıkarmış bekliyordu.
- Evet kızlar temiz. Hiçbir hastalıkları yok. Üstelik tamamen sağlıklılar.
- Güzellll. Sözleşmeyi imzaladılar mı?
- Evet efendim. Para da istedikleri hesaplara aktarıldı. Kızlar tamamen gönüllü. Hiçbir sorun çıkmayacak.
Adam ayağa kalktı.
- İyi o zaman kızları odalarına götürün. Eğer benim aslanlarımı memnun edemezlerse neler olacağını iyice anlatın.
- Ben anlattım efendim siz hiç merak etmeyin dedi Cengiz.
Adam ona döndü. Çok sinirliydi.
- Sana sormadan bir daha sakın konuşma dedi koruma.
- Taaa tabi efendim. Zaten anlaştığımız parayı alıp hemen gideceğim dedi. Korumalar ya da mafya yardımcıları ya da adına her ne bela deniliyorsa kolumuzdan tutup bizi dışarı çıkardılar. Bir el ateş sesi duyunca kızlar irkildi. Ben sadece neler olduğunu anlamaya çalışıyordum. Gözlerimi iyice açtım. Arkama bakmak istedim ama adamlar izin vermedi. Bizi çekiştirip duruyorlardı.
- Patron aç gözlü birini doyurdu dedi korumalar kendi aralarında şakalaşarak. Neye bulaştığımı biliyordum ama bu yine de korkmama engel değildi. Kızlar birbiriyle ingilizce konuşuyordu. Sadece onlara bakıp sus işareti yaptım. Gözlerimizi bağladıkları zaman hiç ses etmedim. Nasıl olsa Ezgi kurtulmuştu. Şuan bana olacaklar artık umrumda değildi. Bu yola kendim girdim. Ucunda ölüm, tecavüz ve işkence olabilir diye kendime hatırlattım. Korkunun kimseye faydası yoktu. Yine de korkuyordum. Buna engel olamazsın Elif dedim kendimi tesellim ederek. Her zaman yaptığım gibi. Hep kendi kendimi teselli ederdim. Zaten başka da kimsem yoktu. Bu dünyada tek başımayım, hep öyle oldum. Hep de öyle kalacağım. Günün sonunda yanımda sadece kendim kalacağım.
Gözlerimizi uzun bir zaman sonra açtılar. Işığa alışmak için gözlerimi ovuşturdum. Gözlerim ağrıyordu. Ellerimizi de sonunda açmışlardı. Bizi getirdikleri villa tarzı büyük eve baktım. Bizim yetimhanenin belki de yirmi katıydı. Kapıdan içeri girerken hepimizin elinde bir koruma vardı. Sonunda kızlarla ayrıldık. Beni bir odanın içine atınca korumaya baktım.
- Burası artık senin odan. Hizmetçi kadınlar sizinle ilgilenecek. Sakın ola buradan çıkma ve zamanı gelince sahibini mutlu etmeye bak.
" SAHİP "
Kelimeden hemen nefret ettim. O adama böyle mi seslenecektim? Nasıl seslendiğimin ne önemi vardı? Artık özgür biri değildim. Birinin malı ve kölesiydim ve bunu kendi rızamla kabul etmiştim.
Arkamı dönerek odaya baktım. İkinci katta olan oda çok büyüktü. Büyük de bir yatağı vardı. O yataktan da nefret ettim. Gri rengin hüküm sürdüğü oda tam olarak bir evin büyüklüğünde masası ve oturacak alanı, koltuğu ve dinlenme köşesi olan bir yerdi. Odanın içindeki diğer kapıyı açtığımda içinde kıyafet odasına açıldığını gördüm. Bizim kaldığımız odanın iki katıydı. İçerisi gittikçe büyüyordu. O odadan çıkıp diğer kapıyı açtım. Banyo da çok büyüktü. İçinde küvet ve duşa kabin vardı. Yeni hapishanem ne kadar da lükstü? Hepsinden ayrı ayrı nefret etmekten kendimi alamadım yine de.
Odaya girip eski hayatımı düşündüm. Aslında çok şanssız sayılmam. Yetimhanenin önüne bırakmışlar bir de içine adı Elif yazmışlar. Haspamda ki rahatlığa bak ismimi de verip öyle terk etmiş beni. Yıllarca yurtta kaldım. İsteyen kadına anne, isteyen kadına abla diyerek geçti ömrüm. Güvenlikçi abilerin tacizleri, dayaklar, banyoda üzerimize boşaltılan çok soğuk ya da kaynar sular, bodruma kilitleme derken bu yaşa geldim.
On iki yaşında geldiğim İstanbulda Şevket Bey yetimhanesinde minnoşumla tanışmıştım. Adı gibi kendi de Narin'di. Pamuktan elleri vardı. Ezgi onun öz kızıydı. Kocası ölünce yetimhane de iş bulup kızıyla taşınmıştı. Kimseyi kızından ayırt etmezdi. Ezgiyle arkadaş olduğum zaman müdüre hanımda, onların odasında kalmama izin vermişti. İşte o gün ilk defa ailenin ne demek olduğunu anlamıştım. O günden sonra da aile olmuştuk.
Yaşımız dolunca Narin Anne de benimle oradan çıkmıştı. Kendimize uygun bir ev bulup hepimiz çalışır geçiniriz demiştik. Liseyi zaten bitirmiştik. Üniversite sınavında derece yapınca Narin Anne gitmemiz için bize baskı yapmıştı ama önce iş diyerek onu ikna ettik. Bir artı bir bodrum kat bir eve bile taşındık ve Ezgiyle bir cafede çalışmaya başladık. Belki seneye işler düzelirse üniversiteye gideriz diye hayaller kurmaya başlamıştık. Öğretmen olmak istiyordum. Küçük bir sınıf ve yüzlerce çocuk. Küçük insanların hayatına dokunmak istiyordum Narin Anne gibi. Büyük hayallerim vardı.
Hayatımız düzene oturacak hayallerimiz gerçekleşecek derken birgün cafede Ezgi bayılmıştı. Hastaneye kaldırdık ama doktorlar kanser demişti. İleri seviye anlamamışsınız dediklerinde dünyamız başımıza yıkıldı. Bu ilk yıkılışım değildi ama en ağırıydı.
O zamanlar Cengiz benimle iletişime geçti. Tüm kızlarla iletişime geçiyordu aslında. Ben kaç defa terslediğim için benden önce çekiniyordu. Durumu öğrenir öğrenmez iş var dedi. Küçük paralar bizi kurtarmaz diyerek ilgilenmedim. Doktor tek çarenin ameliyat olduğunu onun da yurt dışında yapılacağını söylemişti.
O zaman bana getirdiği işi kabul ettim. Benim canıma karşılık Ezginin hayatı. Lord lakabıyla İstanbul yeraltı dünyasına ün salmış bir adam kız arıyordu. Cengiz bunun çok gizli bir bilgi olduğunu. Birine söylersem ölebileceğimi söylüyordu. Çaresizlik içinde kabul ettim. Parayı hesaba aktarmadan iş yapmayacağımı da kesin bir dille söyledim.
Bir ay boyunca gidip geldik. Hastane işleri, fotoğraflarım ve sabıka kaydım bile elindeydi. Para doktorun hesabına yatıp da gönüllü biri ameliyat masraflarını ödedi dediği gün Narin Anneye mektup yazdım. Artık sizi istemiyorum, tek başıma yaşamak için gidiyorum. Dertlerden ve hastalıktan bıktım. Lütfen beni aramayın.
O kelimeleri yazarken çok ağladım. Onları hastane odasında tek başına bıraktığım gün çok ağladım. Bu işe karar verirken çok ağladım. Artık ağlamak yoktu. Sadece bir beden vardı. Kurallar ve sözleşme çok basitti. Artık bu adamın malı ve kölesiydim. Bana istediği her şeyi yapabilirdi. Onu tatmin etmek ve ihtiyaçlarını karşılamak için vardım. Asla ona karşı gelmeyecek ve öyle davranacaktım. Artık bir hayatım yoktu. Sadece başkasının kölesi olarak yaşayacak ve kaderimi birinin ellerine bırakacaktım. Aptal değildim. Bu adamlar mafyaydı. İşin ucunda ölüm vardı. Zaten yaşamak gibi bir hevesim de yoktu. Ondan önce beni ne kadar kullanacağını bilmiyordum sadece. Sanırım bu şartlar altında bilmemek daha iyi olurdu. Aslında ölmek basit olandı. Söylenmeyen maddeleri anlayacak kadar zekam var dedim ya. Bana işkence edebilir ya da öldürebilirdi. Artık yaşamam ya da ölmem o adama bağlıydı. Beni öldürebilir ya da istediğine verebilirdi. Her şeyi göze almıştım. Hayatımın hiçbir kıymeti yoktu. Ölüm kolay gelirken yaşamak zor geliyordu artık. Bunu kendime defalarca tekrarladım.
O kadın bana hiç tatmadığım bir duyguyu tattırmış ve annelik yapmıştı. Ezgi benim arkadaşım değil kardeşimdi. Onlar için her şeyi yapardım. Kendi hayatımı hiçe saymak da buna dahil.
Kapı çalınmadan açıldığı zaman yerimden sıçradım. Orta yaşlı hizmetçi kadın içeri girdi. Arkasında erkekler vardı.
- Elbiseleri boş bıraktığım yerlere asın hemen. Size söylediğim gibi yerleştirin tüm eşyaları.
Herkes işe koyuldu. Siyah saçları topuz yapılmış kadın yanıma geldi ve önümde durdu.
- Emirleri biliyor musun?
Kafamı salladım.
- Evet ya da hayır diyeceksin.
- Evet.
- Soyunma odasında senin için kıyafetler var artık onları giyeceksin. Yatağın üzerine de bu gece giyeceğin kıyafeti bıraktım. Bir saat sonra yemeğin gelecek. Gece olmadan da Beyefendi gelecek.
Ellerim önümde onu dinliyordum. Herşey bu kadar hızlı mı olacaktı. Çenemi kaldırıp yüzümü kendine doğru çekti. Canım acımıştı.
- Bu kızın adı Ayten. Senin saçını yapacak, elbiseni giydirecek ve her hizmetini o görecek. Sorun istemiyorum. Bir ihtiyacın olursa ona söyle o bana iletir. Bu odadan asla çıkmayacaksın.
Çenemi bıraktı. Arkasındaki kadına baktım. Kısa ve tombul kadın elleri önünde yere bakıyordu. Adamlar on beş dakika içinde işleri halletti. Aytene emirler yağdıran yaşlı kadın kapıya ilerledi.
- Akşam için kızı hazırla.
- Tabi efendim.
- Bir de bu orospular çıktı başıma diyerek odadan çıktı. Ona orospunun kendisi olduğunu ve eşyaları kıçına sokması gerektiğini söylemek istedim ama yine de sustum. Şartlar yeterince açıktı. Herkes çıkınca Ayten ve ben kaldık.
- Önce banyo yapmak ister misiniz? Şey ben size nasıl hitap edeceğimi bilmiyorum da.
- Adım Elif.
- Elif Hanım
- Sadece Elif.
- Tabi şey...
- Banyo yapmak istemiyorum. Etrafına baktı.
- Yemek getireyim o zaman.
- Şey acaba biz neredeyiz?
- Sizinle bu konu hakkında konuşmamız yasak.
- Anladım zaten öylesine sordum.
Sonra odadan çıktı. On dakika sonra elinde bir tepsiyle içeri geldi. Masaya indirdi. Başımda bekliyordu. Kırmızı etin kilosu kaç lira ya. Önümde duran dana bonfileye baktım. Güzel bir salata, çorba falan vardı. Her mideye hitap eden yemek benim midemi bulandırıyordu. Hem de hayatımda hiç görmediğim zenginlikteki bu yemek. Daha önce böyle bir yemeği reddedebilceğimi söyleseler kahkaha atarak gülerdim. Tam bir Boğa kadınıydım. Yemek dedin mi ben. Güzel yemek dedin mi kesinlikle ben.
- Canım bir şey istemiyor.
- Sultan Hanım'ın kesin talimatı var. Sizi geceye hazırlamak zorundayım.
Demek güç toplamam lazım. Belki de çok korkunç birisidir. Aklıma göbekli, kel, dişleri olmayan bir adam geldi. Bana bakıp sırıtıyordu. Ellerini falan ovuşturuyordu. Kafamı salladım. Düşünme yoksa kafayı yiyeceksin. Parayla kadın tutacak kadar aciz olduğuna göre bence bu tanım tam yerinde olurdu. Masaya oturdum. Yine de midem bulanıyordu. Bir türlü yemek yiyemiyordum.
- Çok genç görünüyorsun dedi Ayten. Sonra hemen kendini topladı.
- On dokuz yaşındayım dedim. Çatalı elime alarak bir parça salatadan yemeğe çalıştım. Gözleri yuvalarından fırlayacak gibiydi.
- Neden? Feryadını anladım. Cevap vermedim. O da hemen susmuştu. Yere bakıyordu. Elleri önünde bağlıydı. Dışarıdan bakan biri aslında soğuk durduğumu ve sakin olduğumu söyleyebilirdi. Ben kalbimi ve duygularımı o hastane odasında bıraktım. Geriye kalan et ve kemikten olan bedeni kim ne yapmak isterse hazırım. İçimde kopan fırtınalar sadece sevdiklerim için vardı. Kendime yer yoktu bu duygular içerisinde. O yüzden söylediğinden aslında etkilenmedim. Karar bana aitti ve pişman değildim.
- Yiyemeyeceğim üzgünüm dedim yemeği çatalla sadece karıştırmış ve didiklemiştim.
- Sorun değil. İsterseniz sizi hazırlayayım ondan sonra çekilirim ben.
Üzerime giydiğim beyaz jartiyer tenimde sırıtmıyordu. Aslında daha önce kimsenin önünde soyunmamıştım. Elime verdiği zaman tekrar kusmak istedim ama yapamadım. Kendim giyinmek istediğimi söyleyip soyunma odasına kaçtım. Elime aldığım sabahlıkla üzerimi örttüm. Dışarı çıktığım zaman Ayten hiçbir şey söylemedi. Belli ki onda benim memeleri görmek istemiyordu. Ben de sergilemeye çok meraklı değilim. Öyle durduğunu biliyorum ama kesinlikle değilim.
Beni makyaj masasına oturtturdu.
- Saçlarına nasıl bir şekil vereyim?
- Sen bilirsin dedim. Aslında benim için hiçbir önemi yoktu. Aynaya baktığımda gördüğüm şeyle sadece kusmak istiyordum. Başka hiçbir şey umrumda değildi. Dalga dalga yaptığı saçlarımla ve uyguladığı hafif makyajla iyi işler yapıyordu.
- Fatih Bey seni çok beğenecek.
Demek celladımın adı Fatih'ti. Ses çıkarmadım. O adamın beğenip beğenmemesi umrumda değil diyemedim.
Sonra eşyaları topladı. Ben sadece o lanet koltuğun üzerinde oturmuş ona bakıyordum. Hiçbir işe yaramıyordum. Gece de sen işe yarayacaksın, merak etme dedim kendi kendime.
- Benim işim bitti.
Kapının önündeki zili gösterdi.
- Buraya basarsan hemen gelirim. İstediğiniz başka birşey var mı?
- Yok dedim.
Aslında gitmesini istemiyordum. Burada tek kalmak istemiyordum ama yapacak hiçbir şeyim yoktu. Kapıyı kapatmadan bana son kez baktı. Sonra çıkıp gitti. Duvardaki saate baktım. Saat ona geliyordu. Çoktan akşam olmuş geceye doğru ilerliyordu. Ayaklarımı kendime çektim. Aslında içerisi sıcak olmasına rağmen üşüyordum. Tüm ışıklar açıktı.
Aklımdan geçen türlü düşünce ile çenemi dizlerime koymuş öylece bekliyordum. Ezgi şuan ne yapıyordu acaba? Çoktan uyumuştur. Narin Anne çok üzülmüş müdür? Mektubu gördükleri zaman ne yaptılar? Koridorda gelen sesleri duyunca ayağa kalktım. Umarım Ayten gelmiştir. O yaşlı cadı da olur. O adam gelmesin yeter. Kaza falan yapsa, ölse hiç umrumda olmaz. Sadece bu odaya gelmesin, tek kalayım.
Kalbim yerinden çıkacak gibiydi. Celladımla yüzleşmeye kendimi hazırlamıştım sanıyordum. Şuan hiç öyle değildi. Yine de ellerimi önümde bağladım ve kafamı eğdim. Kapıya bakmak istemiyordum. Kapı açıldığı zaman çıplak ayaklarıma baktım. İçeri biri girmişti. Nefesinin sesini duyabiliyordum. Yurtta kalmaktan ayak sesinden kim olduğunu bile anlıyordum. Bu ayak sesini de beynim ezberledi. Belki de kabusum olacaktı.
Gözlerimi son kez kapatıp derin bir nefes aldım. Sonra başımı kaldırdım. Karşımda neredeyse bir doksan, heybetiyle odayı saran, kalıplı, esmer bir adam duruyordu. Aslında adam siyahiydi ama teni onlara göre daha açıktı. Melez gibiydi. Gözleri ela olan adamın yüzü heykeltıraş yapanların elinden çıkmış gibiydi. Dudakları dolgun burnu hafif eğik ama biçimli gözleri büyük ve iriydi. Top modellere benzeyen adam çok yakışıklıydı. Gözlerimi kırpıştırdım. Bunun kısa, göbekli ve dişleri çürük olması gerekmiyor muydu?
Üzerinde rahat bir tişört ve kot vardı. O da beni inceliyordu. Kafam karışmış bir şekilde sinirle adama baktım. Adamın hatlarının sertliğini buradan bile hissedebiliyordum. Yüzü de gergin ve sertti. Bakışlarında hiçbir yumuşaklık yoktu. Beni baştan sona süzdü. Ayak parmaklarımdan saçıma kadar. Beni resmen inceliyordu şerefsiz. Başka zaman olsa ağzının payını verirdim ama şuan ben de şoktaydım.
Hiç konuşmadı. Sadece beni süzüyordu. Sonra ağzını açtı. Ne söyleyecek diye beklerken ellerini cebinden çıkardı.
- Soyun ...
Kelime odada yankılandı. Etrafıma bakmak istedim. Bana mı söyledi diye. Kaçmak istedim tüm bu işlerden ve odadan. Özellikle bu yabancı adamdan. İşlerin daha kolay olan hiçbir yanı yoktu. Herşey aslında çok basitti. Gözlerimin dolmasına engel oldum. Şuan bunu kendime yapamazdım. Elimi sabahlığın iplerine götürdüm ve önümü açtım. Sonra da omuzlarımdan düşmesine izin verdim. Ellerim titriyordu. Ona belli etmek istemedim.
Karşımda duran adam iştahla bana bakarken sabahlığı alıp üzerime tutmak ya da kendimi örtmekten başka birşey istemiyordum. Ağzından çıkan ikinci kelimeyle daha çok gerildim.
- Yatağa geç...
Bu işin kaçışı yoktu. Önce ona baktım. Beğeniyle beni süzüyordu. Sonra dizlerimin titremesine engel olamayarak yavaşça yürüdüm ve yatağa oturdum. Kıyafet sesini duyduğum zaman ancak ona bakabildim. Soyunmaya başlamıştı. Bu işin artık geri dönüşü yoktu.
Yatağa uzanıp gözlerimi kapattım ve celladımı bekledim. Bu sonu hazırlayan ve kabul eden bendim. Artık hiçbir geri dönüşü yoktu. Bir dönüş yolu olmayan yerde tek başımaydım. Tüm hayatım gibi.
Bu dünyaya yalnız gelmiştim. Yalnız da gidecektim. Tüm acılarla tek başıma yüzleşmiştim. Yedi sene yanında kaldığım ve bana sevgi gösteren Narin Anne ve Ezgi olmasa yaşamaya değer birşey de yoktu. Kalbimde onlar sayesinde sevgi yeşermişti. Yoksa dünyaya nefret kusmaktan başka hiçbir şey yapmazdım.
Kalbim yerinden çıkacak gibiydi. Bu sonu hazırlayan bendim ama hazırlıksızdım. Çığlık atmadım ya da kaçmadım. Her zaman olduğu gibi güçlü bir şekilde yüzleşmiştim. Gözlerimi kapattığım için kendime kızmadım. Bir ömür gibi gelmişti ama en sonunda yatak onun ağırlığıyla çöktü. Bu sadece bir bedendi. Kimse kalbine ve ruhuna sahip olamaz. Bunu asla unutma Elif dedim. Bu adam bedeninin ötesine geçmeyecek. Kendime bugün verdiğim sözü asla bozmayacağım. Bana asla acı veremeyecek o sadece bedenime hükmedebilir. Ruhum benim olduktan sonra hep özgür olacağım. Bedenimin bedelini ödemişti, bedenimi hapsedebilirdi ama ruhumu asla.
Bu korkumu da yenip gözlerimi açtım. Ela gözleriyle bana bakıyordu. O an kendime güvenimi kaybettim. Bu adam sanki benden her şeyimi alacaktı. Belki de korkum ondandı...