Sabah olmuş, tan yeri henüz ağarmaya başlamıştı. Usul usul doğan güneş aydınlattığı sokaklarda akacak gözyaşından habersizken bir araba çalıştı. Bu, daha gömleğinin düğmelerini bile yapmadan aldığı haberle yatağından fırlayan Reis'in aracıydı.
"Uzaktan izlemeye devam edin, geliyorum." deyip telefonunu kapattığında sürmeye başladığı arabasının direksiyonuna hızla vurmaya başladı.
"Allah kahretsin!" diye bağırırken işlerin bu raddeye geleceğini tahmin etmiş olmasına rağmen önlem almadığı için kendine kızıyordu. Kaçmak için bir girişimde bulunacağı belliydi. Ama hayır, başaramayacaktı. Onu isterken, avuçlarının arasından kayıp gitmesine izin vermeyecekti.
O istese de, istemese de bu evlilik olacaktı ve o güzel kadın kendisini sevmeyi öğrenecekti.
Reis düşüncelerinden emindi ama Sejal ne yazık ki aynı fikirde değildi. Zorla onu sevemezdi.
Onunla evlenmesi için ortada artık bir neden bile yoktu. Buna göz yummayacaktı. Kendisine zorla sahip olmasına izin vermeyecekti. Ne olursa olsun bu sabah buradan gidecek, o adamı da bir daha asla görmeyecekti.
Gözyaşları yanaklarından durmaksızın süzülmeye devam ederken annesine son kez sarılıp ara bir sokaktan taksiye bindiği gibi yola çıkmıştı.
Kapattığı telefonunu çantasının bir gözüne tıkıştırırken böylesinin en iyisi olacağını o da ailesi gibi biliyordu. Abisinin de dediği gibi belki Reis onları biraz hırpalar, peşine düşmeye çalışırdı ama o uyanana kadar Sejal çoktan ikinci treni değiştirmiş olurdu.
Evet, trenle gidecekti. Reis onu havaalanı ya da otogar da ararken o tren istasyonuna gidiyordu. Belki daha yavaştı, ama tahmin etmesi daha zordu.
Güneş artık doğmuş, gecenin soğuğunu yeryüzünden silmeye başlamışken ücreti ödeyip arabadan indi. Omuzlarına düşen beyaz örtüsünü yeniden başına çekerken sıkı sıkıya çantasına sarılıp dikkat çekmemeye özen göstererek etrafına şöyle bir bakıp koşar adım ilerledi.
İstasyondan içeri girip bilet noktasına vardı. Bir kaç kişilik bir sıra vardı, çok beklemezdi.
Düşündüğü gibi de oldu ve sıra çabucak kendisine geldi. Titreyen elleriyle karşısındaki adama parayı uzattı Sejal. Ağlamaktan şişen gözlerini kaçırıyor, bir şey belli etmemeye çalışıyordu. Karşısındakiler belki yardım için polisi arayabilirlerdi. Bu elbette annesi ile kendisinin de aklına gelen bir şeydi. Fakat Ertan bir işe yaramayacağını, Reis'in bir kaç gün içinde elini kolunu sallaya sallaya geri döneceğini üzerine basa basa anlatmıştı. Öyleyse kimseye umutla yardım isteyen bakışlar atmasına gerek yoktu. İşini kendisi halletmeli, bir an önce buradan gitmeliydi.
"Buyurun." diyerek uzatılan bileti aldı. Kolundan kayan çantasını düzelterek gitmek üzere ardına döndü.
Lakin tam da ardında durmuş sakince kendisini izleyen iri cüsseyi görmesiyle yerine mıhlanmış, hatta bir iki adım da geriye çekilmişti.
Birkaç saattir yaşadığı koşturma nedeniyle dişlediği dudaklarını yeniden ısırmaya başlarken gözleri de yeniden dolmuştu. Göğsü hızla inip kalkarken çatık kaşlarına rağmen sakin görünen adam kendisinden yana bir adım attı.
"Nereye?" diye sorduğunda korku dolu bakışlar atan Sejal yutkunmaya başlamıştı. Neden öyle bakıyordu? Ne cevap verecekti ki? Senden kaçıyorum mu diyecekti? Şuan senin uyuman gerekiyordu, uyandığında burada olmayacaktım mı diyecekti?
"Bir kaç hafta içinde evlendiğimizin farkındasın değil mi?" diye başka bir soru yöneltti Reis. Aslında hiç de cevap bekleyen bakışlar atmıyordu. Daha çok sakin kalmak adına çırpınıyor gibiydi.
"Saçma sapan hareketler yapma, hadi, gel." deyip elini tuttu. Hâlâ sakin olması şok edici bir şeydi. Kendisini dizginliyor olmalıydı.
Fakat ne yazık ki bu sakin kalma işi Sejal'in tutulan elini kaçarcasına çekip:
"Hayır!" diye bağırmasıyla son bulmuştu. Gözlerinde birikmiş yaşlar yanaklarından süzülüp çenesinden damlarken etraftaki insanların da dikkatini çekmişti.
Başını iki yana sallarken çekilebileceği kadar geriye çekilip gözlerini yere sabitleyerek bekledi. Neyi, niye beklediğini bile bilmiyordu. Bir sonraki hamlesi ne olacaktı? Nasıl kurtulabilirdi ki? Üstelik karşısındaki adamın öfkesi artık bariz bir şekilde ortaya çıkmıştı.
"Demek öyle." deyip başıyla onaylayarak bıyıklarını sıvazlayıp ardına döndü. Sonra aniden uzanıp genç kadının saçını kavrayarak kendisine göre küçük bedenini yanı sıra sürüklemeye başladı.
Sejal'in direnmeleri ve bağırışları boşa çıkarken Reis hiçbir şey söylemeden ilerlemeye devam ediyordu.
İstasyondan çıktıklarında durup kendilerini izleyen onca insan ve tutulan güvenlik görevlilerine aldırmamıştı. Sejal ise hâlâ ağlıyor, yapabildiği kadar çırpınıyordu. Başındaki örtü kayarken Reis'in elinin altında oluşu onun düşmesini engelliyordu. Saç diplerinden duyduğu sesler ve acı ise cabasıydı. Kopan saçlarının acısını göz ardı ederek arabaya yaklaştıkları vakit direnmesini sürdürdü.
Reis ise bu direnmeye karşı hiç de zorlanmadan genç kadının bedenini kaldırdığı gibi hızla yere vurdu.
Aniden düştüğü beton zemine çarptığı başından yayılan yoğun acıyla inledi Sejal. Elini zemine koyduğunda kendisi kalkmasına gerek kalmadan kaldırıldı. Bedeni bu kez arabanın içine savrulurken bir an için durup derin bir nefes alan Reis ellerini başının üzerinde birleştirip bekledi.
Adamlarının etrafı sarmasıyla oluşan meraklı kalabalık dağılırken yeniden genç kadından yana uzandı.
Lakin bu kez herhangi sert bir harekette bulunmuyor, emniyet kemerini takıyordu. Gerçekten şuan düşündüğü bu muydu?
Hayret etti Sejal.
Sanki az önce kendisini yere savuran o değildi. Kaşının patlayıp akan kanın çenesine kadar inmesine neden olan o değildi.
Düşüşün verdiği sarsıntıyla çınlamaya başlayan kulağı hâlâ etkisini sürdürürken kapısını çarpıp direksiyona geçti Reis.
Araba çoktan çalışıp sabahın erken vaktinde kaçtığı yolları geçip giderken ağlamasını artırdı Sejal.
"Kes sesini!" diye gözünü yoldan ayırmadan konuştu Reis. Sesi öylesine soğuktu ki, tek bir duygu barındırmıyordu. Ama dediği olmadı ve Sejal daha çok ağlamaya başladı.
Ondan ağlayarak kurtulamayacağını biliyordu, fakat bunu durduramıyordu.
"Kes sesini!" diye sözlerini tekrarlayan Reis bu kez bağırmış, sesi arabanın içini doldurup taşırmıştı.
"Hiçbir şey değişmeyecek!" derken kendisine baktığını hissetti.
Ağlaması bir an bile durmazken sesini az da olsa kısmayı becerebilmişti.
Bir süre daha gittikten sonra eve varmış olmalarına rağmen geldikleri evin kendi evi olmadığını görebiliyordu.
Kolundan tutulup arabadan zorla indirilirken adım atmamak için yere kazık çakmışçasına bekledi. Arkasından iteleyen Reis ise bu direnmelerinden çok sıkılmıştı.
Genç kadını tıpkı istasyondaki gibi belinden kavradığı an kollarını yüzüne siper ettiğini gördü.
Korkuyordu!
Hiçbir şey söylemeden korktuğunu gerçekleştirmeyerek içeri girdi. Artık tamamen Reis'in kucağında olan Sejal girdikleri odaya bakmak şöyle dursun korkudan evin girişine bile bakmamıştı ki mahalleyi görebileydi.
Küçük bedeni yatağın üzerine bırakılırken kendisinden yana sinirle sallanan parmağı fark etti.
"Akıllanacaksın."
Ettiği tek bir kelimenin ardından çıkıp giden Reis kapıyı da kilitlemişti. Koşup kapıya yumruklarını indiren Sejal ise çabasının boşuna olduğunun farkındaydı. Bu farkındalık daha çok canını yakıyor olsa da pes etmeden kapıya girişmeye devam etti.
"Ertan'ı getirin!" diye bağırdı aşağı inen Reis.
Saatlerdir olanları tüm sessizliğiyle izleyen Faruk ise artık konuşma zamanının geldiğini düşünerek atıldı.
"Reis, sakin ol."
"Kes lan sesini, ne diyorsam onu yap!" diye bağırdı Reis. Tam olarak olmasada, böyle bir tepki bekliyordu. Yeniden sessizliğe bürünürken dışarı çıktı.
Başı yukarı doğrulurken gelen çığlık ve yardım isteyen sesi duyabiliyordu. Keşke demekle yetindi.
Keşke onunla ilk karşılaşan kendisi olsaydı.
Keşke.
...
Kaç saat o odada kaldığını, ne kadar süre yorgun düşüp de yerde öyle hareketsizce yattığını bilemeyen Sejal duyduğu adım sesleriyle yattığı yerden doğruldu.
Abisi gelmiş olmalıydı. Fakat kapının açılmasıyla çok yanlış bir tahmin yürüttüğünü anladı.
Reis kapıyı ardından kapatıp ağır adımlarla kendisine yaklaşarak önünde diz çöktü. Aynı sert çehresiyle genç kadını süzerken bacaklarını kendisinden yana çekip sessizce bekleyen Sejal'den ses çıkmıyordu.
Elini dağılmış uzun saçlarına doğru uzattı ama Sejal kenara doğru çekilip başını çevirmekten de geri kalmamıştı. Gözlerini sabır dilercesine kapatıp derin bir nefes alan Reis konuştu.
"Bir hafta." derken işaret parmağını ondan yana sallıyordu.
"Bir hafta sonra, nikah kıyılacak. Sen de benden başka gidecek yerin olmadığını öğreneceksin."
Duyduklarıyla yeniden dolan gözlerini akıttı Sejal. Ölümünün bu kadar çabuk gerçekleşeceğini düşünmüyordu.
Dudakları küçük bir çocuğunkiler gibi aşağı doğru düşerken yalvarırcasına bakıyordu.
"Eve gitmek istiyor musun?" diye sordu Reis.
Başıyla onaylayan Sejal ise hâlâ buruktu. Ne vardı acele edecek?
"İyi, git." diye sakince söylendi Reis. Sonra birden ensesinden kavrayıp onu kendisine yaklaştırarak devam etti.
"Bir tek yanlış... Bir tek yanlışında yardım eden kim varsa sallandırırım. Sen de beni sakinleştirebilecek tek insan olma yolundayken, kendini kilit altında bulursun. İtiraz mı edeceksin? Et. Et ki, dilini koparıp eline vereyim." derken boşta kalan eliyle de çenesini sıkmaya başlamıştı.
Ardından kalkıp onu öylece yerde bırakarak çıkıp gitti.
Kızıp, bağırıp çağırmıştı. Bu olanlar da hiç değişmeyecek gibiydi. Hani gidebilirdi? Neden başka bir şey söylememişti ki?
Akan gözyaşlarını elinin tersiyle silen Sejal kapının yeniden açılmasıyla geriye doğru çekildi. Lakin bu kez gelen az evvelki yanlış tahmini, yani abisiydi. Yerinden kalkıp ondan yana baktı. Belki başka zaman olsa koşup sarılırdı. Ama yapamıyordu. İçinden gelmiyordu. Dün gece her ne kadar önüne geçmeye çalışmış olsa da, bu gün ne kadar gitmek için yardım etmiş olsa da onu affedebileceğini sanmıyordu.
En başından kendisini öne sürmeseydi bunların hiçbiri olmayacaktı. Ama o göz göre göre Sejal'i ateşe atmıştı. Şimdi ise bir hafta içinde hiç istemediği biriyle evlenecek, belki de ailesini bir daha asla göremeyecekti.
İkisi bakışmaya devam ederken genç kadının görüş açısına yeniden müstakbel kocası girdi.
"Bir hafta." diye seslendiğinde omzu üzerinden adama baktı Ertan. Ortamda Sejal'in olduğunu umursamadan ondan yana dönüp sitemle konuştu.
"Annemlere ne derim?"
"Beni ilgilendirmez. Ya bir hafta içinde nikahtı düğündü ne haltsa olur, ya da..." deyip sustu.
Gözleri Sejal'i bulduğunda onunda kendisini izlediği gözünden kaçmamıştı. Fakat bakışlarında hâlâ korku vardı. Onu böylesine kafaya takmış olması kendisine de tuhaf geliyordu. Ama geriye dönmeyecekti. Vazgeçemezdi.
Böylesine isterken...
"Ya da?" diye sorarak ikisini de düşünce denizinden çekip çıkardı Ertan.
"Ya da, o vakte kadar burada kalır."
...
Son sözünün ardından ertesi günüydü. Lakin ne yazık ki önceleri geçmeyen saatler, günler, ne hikmetse bu kez göz açıp kapayıncaya kadar geçip gidiyordu.
O gün abisinin yanı sıra o evden çıkmıştı Sejal. Ardından bakan keskin bakışların ise farkındaydı. Arabaya binmede önce dönüp son kez baktığındaysa yumruğunu sıktığını gördü. Musab denilen belayı bela diye düşünür, saplantılı bir tipe benzetirdi. Lakin görüyordu ki, çok büyük bir yanılgıya düşmüştü.
İşte, eve geldiği saatten beri de evden çıkmıyordu. Onunla karşılaşmak istemiyor, bu fikir bile içini ürpertiyordu.
Daldığı düşüncelerinden kapının vurulmasıyla uyandığında evde kendisinden başka kimsenin olmadığını hatırlayarak ayaklandı.
Sanem nişanlısıyla buluşmuş, annesi Seval hanım da abisinin diretmesiyle yengesi Elif ile kendisi için düğün alışverişe çıkmıştı.
Düşüncesi bile rahatsız ederken ha bire çalınan kapıyı açtı.
Karşısında görmeyi istemeyeceği en son kişilerden biri boş boş dikilirken sinirini bu manyaktan çıkaracağına adı gibi emindi.
"Ne o, beni gördüğüne pek sevinmedin sanırım?" diye alay dolu bir yüz ifadesiyle sordu Musab. Bu gereksiz, yılışık tiple yüz göz olduğu için abisine ne kadar kızsa azdı.
Tiksinti dolu bir bakış attıktan sonra kapıyı kapatmak için bir hamlede bulundu. Fakat ayağını araya koyan Musab bunu engellemişti.
"O günkü karşılaşmamız pek hoş sonuçlanmadı. Ben de senin gibi bu durumdan rahatsızlık duyduğum için geldim."
Mantıklı konuşuyordu.
Öyle bir yetisi var mıydı? Sejal bu adamın aklından bile şüphe ederken ondan böylesi sözler duymak oldukça şaşırtıcıydı. Kaşları bir an için havalanıp yeniden çatık bir hâl alırken bekledi. Bu konuşmanın nereye gideceğini merak etmişti.
"Sonuçta, kız evi, naz evi, öyle değil mi?" derken vazgeçti Sejal. Hayır, bu adamın tek bir lafı bile merak etmeye değmezdi.
"Bende istediğini vermeye geldim." diye güler bir yüzle baktı Musab. Sonra elindeki çantanın ağzını açıp içinden avuçladığı bir tomar parayı genç kadının yüzüne savurdu.
Yüzüne çarpıp etrafına savrulan paralarla gözlerini kapatan Sejal yeniden açtığında karşısında durmuş gülerek bu hareketini sürdüren Musab'tan bir başkasını gördü.
Tam ardında durmuş seğiren çenesi, sıktığı yumrukları ve öfkeden belirginleşmiş damarlarıyla Reis bakınmaktaydı.
Bu bakışın ardından bir kaç saniye bile geçmezken Sejal'in üzerine fütursuzca para savurmaya devam eden Musab'ı ensesinden kavrayarak geriye çekti Reis.
Genç adamın bedeni yerle bütünleşip başı beton zeminde tiz bir ses çıkarırken Reis'in gözü dönmüş gibiydi.
Yerle yeksan olan Musab'ın ise ensesinden aşağı kanlar süzülüyordu. Yattığı yerden kalkmayı bile akıl edemeyecek duruma gelmişken üzerine doğru eğilen Reis yumruklamaya başladı. Yaşadığı şoktan çıkamayan bir diğer kişi ise Sejal'di. Daha fazla beklemenin anlamsız olacağını hatırlayarak koşup Musab'ı yumruklamaya devam eden Reis'in güçlü koluna sarıldı.
"Öldüreceksin." diye bağırdı.
Oysaki bir kaç saniye önce tam da öyle olsun istiyordu. Şimdi ne olmuştu da onu koruyordu? Vicdana mı gelmişti? Yoksa bu adamdan iyiden iyiye korkmaya mı başlamıştı?
"Dur!" diye bağırarak hareket halindeki kolunu durdurmaya çalıştı ama nafile...
İşe yaramıyordu.
"Dur, yapma ne olur?" diye bağırarak tutunduğu kola iyice sarılırken Reis'in altında yatan Musab'ın tanınmaz hale gelmiş yüzüne bakamıyordu.
Sonrasında bedeni birden geriye püskürtüldü. Reis durup yorulmak nedir bilmeden vuruyor, elinin altındaki adamı kum torbası misali eskitiyordu.
Sonra nedense birden duruverdi. Etrafına saçılmış paraları toplayarak yüzü dağılmış ve kandan tanınmaz hale gelen Musab'ın ağzına doldurmaya başladı. Hırsla kağıt paraları adamın ağzına doldurmaya devam ederken ardında kalmış Sejal kendisini nasıl bir geleceğin beklediği konusunda endişeye kapıldı.
Artık Musab'ı ya da yoldan geçerken durup izlemeye korkan insanların kaçırdıkları bakışlarıyla, veya da Reis'in durup durmamasıyla ilgilenmiyordu.
Düşünebildiği tek şey, kendisinin bu adamla nasıl bir ömür geçireceğiydi.
"Abi?" diye bir ses duyuldu ölüm sessizliği kaplamış mahallede. Solgun bakışlarıyla sesin geldiği yöne dönen Sejal elindeki hediye paketi olduğu belli olan paketle durmuş kendilerine bakan kadına göz gezdirdi.
İyi de, Musab'ın kız kardeşi yoktu ki.