-4-

2459 Words
Hızla sürdüğü arabasını yavaşlatmaya niyeti olmayan Reis'in çalan telefonuna da bakmaya niyeti yoktu. Geçtiği onca kırmızı ışığı sayamamış, bir yenisini daha geçecekken vazgeçip durmuştu. Üzerindeki montu çıkarırken yanında duran araçtaki çifte baktı. Kavga ediyorlardı. Tıpkı kendileri gibi. Korna sesini duymasıyla ilerlediğinde olanları düşünmekten kendini alamıyordu. Gerçekten onu istiyor muydu? Bir ya da iki kez görmüş, ani bir karar vermişti. Ama güzelliği öylesine gözünü kör etme yolundaydı ki, geri adım atası gelmiyordu. Salt güzelliğe kandığı için kendine kızsa da, içinde onun yalnızca güzellikten oluşmadığını fısıldayan bir şeyler vardı. Elbette bunu yaşamadan bilemezdi. Ama yaşamakta kararlı mıydı, o buna müsaade edecek miydi, onu da bilmiyordu. BİRKAÇ SAAT ÖNCE... Arabadan indiğinde öfkesi yürüyüşünden dahi belli olan adamın peşinden ilerledi. Fakat bu ilerlemek değildi. Emekliyordu. Yaklaşmamak, onunla tek bir kelam etmemek için içinden adım atmak bile gelmiyordu. "Sana ne dedim?" diye omzunun üzerinden bakarak söylendi. Gözleri sabit bir şekilde geldikleri manzaraya odaklanan Sejal derin bir nefes alıp birkaç adım daha attı. Yüzü ifadesizdi. Yanına geldiği adam ise görünüşüyle bile ne kadar kudretli olduğunu belli ediyordu. Yanına yaklaşılmaktan sakınılacak biri olduğu hareketlerinden bile belliydi. Neden kendisini istemişti ki? Abisinin borcu için yanına yakışmayacak biriyle evlenmesi... Tamam, Sejal de çirkin değildi. Abartılacak kadar olmasa da kendini güzel buluyordu. Boyu da çok kısa değildi. Ama gel gör ki bu adamın yanında ufacık bir çocuktan farksızdı. Omzuna bile gelmiyorken nasıl yan yana rahat edeceklerdi? Üstelik onun hakkında yalnızca adını biliyordu. Yaşı kaç, ne yer, ne sever, neyi nasıl anlar..? Bunların hepsi cevapsız sorulardan ibaretti. Sadece bunlarda değil. Abisinin borçları, ve bu borçlar yüzünden öne sürüldüğünü de çok iyi biliyordu. Canını acıtan da buydu. Bir borç uğruna verilişi... "Sana ne dedim?" diye sesini yükselterek kendisine dönen adam baktığı yerde gözlerini tutmaya devam etti. Başını eğip onunla birlikte odaklandığı yere bakan Sejal bu kez kaşlarının neye çatıldığını biliyordu. Yüzük! "Yüzüğün nerede?" diyerek hiç beklemediği bir anda bileğini kavradı. Öylesine sıkıyordu ki incecik bileğinin kırılacağından korkan Sejal yüzünü hissettiği acıyla ekşitti. "Nerede?" diye sesi bulundukları açık havada yankı yaparken bağırdı Reis. Neden takmamıştı? Oysa ki çıkarmasın diye sıkıca tuttuğu elinin o narin parmağına kendi elleriyle takmıştı. Bileğini saran parmakların baskısına daha fazla dayanamayan Sejal dudaklarından dökülen iniltinin peşi sıra bağırarak kolunu var gücüyle çekti. "Bırak!" "Yüzük..." "Al bak, burada." diye hışımla eteğinin cebindeki yüzüğü çıkarıp bir pençeyi andıran avucuna bıraktı. "Al bunu ve beni rahat bırak." Sessiz kaldı Reis. İlk kez söyleyecek kelime bulamıyordu. İlk kez birinin karşısında böyle kelamsız kalıyordu. "Nasıl olsa ben borcunu tahsil ettiğin basit biriyim. Ne diye takıp takmadığımla ilgileniyorsun ki? Senin için ne fark eder? Benim ne hissettiğimin, ne düşündüğümün ne önemi var? Değil mi? Borcunu tahsil ediyorsun sonuçta, düşünmen gereken tek şey bu! Yüzük ya da başka bir şey değil. Benim nasıl biri olduğum değil." derken son cümlesiyle sesi titremişti. Gözleri acıyla kızarıp dolarken elini kendi göğsüne vurarak devam etti. "Belki benim adımı bile bilmiyorsun, ama sırf altta kalmamak, parasını alamadı dedittirmemek için..." Sustu. Konuşacak dermanı kalmamıştı. Gözlerinden yaşlar akarken burnu sızlamaya başlamıştı. Dudakları küçük bir çocuğunki gibi büzüşürken elinin tersiyle ıslanan yanağını sildi. Sonra birden nefesini dizginleyip kızarmış gözlerini karşısındaki deve dikerek söylendi. "Borcunu benimle tahsil edemeyeceksin. Buna müsaade etmeyeceğim. Sizin aranızda çürümeyeceğim. İkinize de bu fırsatı vermeceğim." Sözlerini bitirirken Reis'i oracıkta bırakıp gözyaşlarına mani olamayarak hızlı adımlarla uzaklaştı. Çatılmış kaşları ve duydukları karşısında sonuna değin açılmış hayret dolu bakışlarıyla ardında kalan Reis ise ilk kez istenilmediğini bu kadar derinden hissediyordu. Hiç böylesine reddedilmemiş, reddedilişi hiç böylesine iliklerine işlememişti. İçinde yüzük olan avucunu iyice sıkmaya başlarken çalan telefonuyla irkildi. Eli istemsizce cebine gittiğinde ekrandaki numaraya bakma gereği bile duymadan meşgule attı. Konuşabileceğini sanmıyordu. Fakat arayan kişi her kimse, bu sefer mesaj atmıştı. Gayri ihtiyari mesajı açarken Sejal'in hızla uzaklaştığı yola bakmamaya direnir olmuştu. Neden böyle hissediyordu? 054...: Paran hazır, Sejal'i bu işten uzak tut. ... Akşam yemeği yenilirken masada gergin bir sessizlik vardı. İkide bir gözünün önüne düşen saçlarını bıkıp usanmadan kulak ardı eden Sejal başını kaldırmadan ağır ağır yemeğini yiyor, abisinin yüzüne bile bakmıyordu. Neden bakacaktı ki? Onu bu işe o bulaştırmamış mıydı? Yüzüğü çıkarıp verdiğini duymuş muydu acaba? Bir de o yüzden kavga etmek istemiyordu. Zaten yeterince hır gür çıkmıştı. Gözleri annesine kayarken Seval hanım her zaman olduğu gibi sakin ve mutluydu. İsterdi ki bazı konularda yanında dursun. Ama garip bir şekilde geride kalma huyu vardı. Bir kendisine bir abisine bakıp duruyor, derin derin iç çekerek sessizliğini koruyordu. Kapının çalmasıyla yerinden kalktı Sanem. "Ben bakarım." Mutfaktan çıkan kız Sanem'in işaretiyle geri dönerken acele etmeden kapıya yöneldi Sanem. Gelen abisi Musa'ydı. Yüzü gülüyordu ve heyecanlı gibiydi. Oysaki o her zaman durgunluğunu korumuş, duygularını dahi belli etmemeye özen göstermişti. Öyleyse bu yüzünün hali neydi? Hızla masaya ilerleyip elindeki kağıt destesini güler bir yüzle Ertan'ın önüne attı. Bir ton kağıda bakakalan Ertan ne olduğunu eline alana kadar anlamamıştı. O sessizce elindekilerle bakınırken Sanem de yanına gelip bakınmaya başladı. "Sen..." deyip sustu Ertan. Ne diyeceğini bile bilmiyordu. "Nasıl?" diye sorabildi. Gerçekten bunu nasıl yapmıştı? Reis'in hakkından gelmek mümkün değildi. "Hallettim bir şekilde. Tabii, artık yuva kurmak adına beş kuruşum dahi yok, orası ayrı." diye gülmeye devam etti Musa. Ne yani? Biriktirdiği tüm parasıyla borcu mu kapatmıştı? "Naptın oğlum sen?" diye sitemle sordu Ertan. Aslında minnettardı. Ama bu işi kendisi halletmek istiyordu. Halletmişti de. Sejal'i vererek... O an kız kardeşiyle göz göze geldi. Kocaman gözleriyle kendisine bakıyor, olanları anlamaya çalışıyordu. Kim neyi halletmişti? Bir şey düşünemeyen Sejal'in artık aklına gelen tek şey başka bir borç olup olmadığıydı. "Bekarlığa devam." diye gülerek omzuna vuran abisi Musa'ya dönüp yeniden Ertan'a baktı. Ne demekti bu? Tebessümle bakınan Ertan usulca başıyla onayladığında ise yüzünün yanı sıra gözlerinin içi gülmeye başlamıştı. Bitmiş miydi? Kurtulmuş muydu? Evet, bitmişti. Kurtulmuştu. Onunla veya bir başkasıyla evlenmeye mecbur değildi. Bitti. Elleriyle ağzını kapatıp gülüşlerini içine atarken Musa abisine doya doya sarıldı. Annesi Seval hanım da dolan gözlerini kırpıştırarak gülüyor, sevinçle çocuklarını izliyordu. Her şey bitmişti. Her şey... ... Ertesi gün önündeki iki çanta dolusu parayı boş gözlerle izleyen Reis düşünceliydi. Parayı aldığına sevinmesi lazımdı. Evlilik işi iptal olmuş, burada onu tutan bir şey kalmamıştı. Ama sevinemiyordu. Kendine kızdığı konu da buydu. Ne diye aklı karışıktı? Kimse bir şeye mecbur kalmayacak, o da daha fazla burada oyalanmayacaktı. Artık gidebilirdi. Hem de tek başına... Ya kız? Onunla gerçekten evlenmek istiyor muydu ki? Hayır, sanmıyordu. Belki de yanılmıştı, bilmiyordu. Belki de o an aklına başka bir çare gelmemiş, güzelliğiyle büyülenerek bu karara varmıştı. Hem, öyle çok güzel de sayılmazdı. Yerini doldurabilecek çok daha güzel kadınlar tanıyordu. Öylesine boş bir güzelliğe kanması aptallıktı zaten. Üstelik kimsenin kendisinden böylesi bir hareketi beklemediğini de biliyordu. Öyleyse özüne dönebilirdi. Hem, kim uğraşacaktı? Yok düğün, yok evlilik, yok çoluk çocuk... Bir dünya işti. Kendisini biliyordu. Aile adamı değildi. Kız kardeşiyle bile kırk yılın bir başı görüşüyordu. Bir de yuva mı kuracaktı. Daha neler. "Faruk." diye seslenmesiyle salona giren Faruk'un dikkatini çeken şey masadaki para dolu çantalardı. "Bunlar ne?" diye sorduğunda Reis ona cevap vermek yerine: "Toparlanın, gidiyoruz. İşimiz bitti." demiş, "Ne? Peki kız..." diye yeni bir soru yönelttiğinde ise yanından geçip gitmişti. Ee, evlenmiyor muydu? Peki şimdi, Faruk'un sevinmesi mi gerekiyordu, yoksa üzülmesi mi? Birkaç saat içinde yola çıkmaya hazır olan Reis ve adamları arabalara binerken kapıda duran Haydar'a baktı. "Hayrola?" diye bir kapıları kilitlenen konağa bir arkadaşına bakan Haydar meraklanmıştı. Yine ne olmuştu? "İşini gördüm, gidiyorum." diye cevapladı Reis. Doğru söylüyordu. Herhangi bir saçmalık yapmadan parasını nihayet alabilmişti. Ve şimdi de düşünceleri değişmeden gitmeliydi. "E şimdi gideceksin, zırt bırt geri gelecek..." derken Reis derin bir iç çekip sözünü kesti. "Artık gelmem, gereği kalmadı." Çatık kaşlarıyla söylediği sözlerinin ardından sessiz kalan Haydar'a sarılıp vedalaşarak arabasına bindi. Kornaya basıp uzaklaştığında ardından bakmakla yetinen Haydar da artık düşünceliydi. "Vaz mı geçmiş?" diye sordu yanına gelen kardeşi Aslan. Başını yavaşça aşağı yukarı sallayarak onayladı Haydar. Vazgeçmişti. Hâlbuki çok kararlıydı. İlk kez onu böyle bir işe meraklı ve istekli görmüştü. Peki, hevesini kıran neydi? "Onu tanımasam, heves ettiğini düşüneceğim." "Belki de öyledir. Heves etmiştir de..." "Reis heves adamı değildir. Ya gerçekten ister, ya da lafını bile etmez." Doğru söylüyordu. Kararsızlık yaşayacak, olmadık şeylere heves edecek, sonradan vazgeçeceği şeylere kafayı takacak biri değildi. Bir şeyi gerçek anlamda, gerçekten istiyorsa alırdı. Sonrası mı? Hayır, bırakacak adam da değildi. Vazgeçtiği şeyler genelde onun için artık çöp sayılırdı. Elinin altındaki direksiyonu sıkarken de bunları düşünüyordu. Bir anlık kararının ardından vazgeçişini... Peki o, o artık çöp müydü? Henüz sahip olamadığı bir şeye nasıl bir anda çöp gözüyle bakacaktı? Heves etmeyeceğini herkes bilirdi. Bir şeyi istiyorsa kesin bir kararla canı gönülden isteyeceğini... Peki, şimdi yağtığı neydi? Vazgeçmek? Pes etmek? Onun lügatında bile yoktu. Ama gel gör ki çekip gitme taraftarıydı. Hoş, dönse, gitmese ne olacaktı? Borcunu benimle tahsil edemeyeceksin. Buna müsaade etmeyeceğim. Sizin aranızda çürümeyeceğim. Genç kadının sarf ettiği sözler kafasının içine kazınıp sürekli yankı yaparken batmaya yüz tutmuş güneşte kahverengi gözleri parlıyordu. Onu hiç görmemiş, hiç konuşmamış gibi yapabilirdi. Oysa sözleri gibi bakışlarını da unutamıyordu. Üstelik yalnızca bunlar değil, alnına kondurduğu öpücüğü düşündükçe dudakları kuruyor, dudağının kenarına dokunduğu hatrına geldikçe elleri karıncalanıyordu. Koca cüssesine rağmen varlığını sadece kan pompalayışıyla hissettiği kalbi atışını hızlandırmıştı ve bir aslanınkini andıran göğsüne fazla baskı uygular olmuştu. Eli kalbinin üzerine giderken kuruyan dudaklarını yalayıp yutkundu. Neler oluyordu? Bu hissettikleri tam olarak neydi? Dudaklarını birbirine bastırıp bıyıklarını dişleriyle çekiştirmeye başladığında artık aklına mukayet olamıyordu. Aniden frene bastı. Yanındaki koltukta telefonuyla uğraşan Faruk neye uğradığını şaşırırken ardından gelen arabaları da ani bir frenle durup hareketini bekler olmuştu. İri göğsü aldığı derin nefeslerin etkisiyle telaşlıca inip kalkarken asık suratına sanki renk gelmişti. Gözleri artık batan güneşin yüzüne vurmasıyla parlamıyor, gerçek rengini dışarıya gösterircesine ışıyordu. Dudakları ağır ağır yukarı kıvrılırken asıl şimdi kendini tanıyabiliyordu. Hayır, bir karar vermişken vazgeçip bırakıp gitmek ona göre değildi. Hissettikleri, düşündükleri... Hiçbiri bir heves değildi. Bunca zaman iş adına aldığı kararların aksine yeni, çok yeni bir karar almıştı. Şuanki yaptığı ise bundan kaçmaktan başka bir şey değildi. Ama hayır, kaçmayacaktı. Durup sabredecek, ve en nihayetinde kendisine yakışanı yaparak arzularının arkasında dimdik duracaktı. Bu kez kaçmak yok, diye kendi kendine söylenirken arabayı geldiği yöne çevirip gaza bastı. Faruk meraklı bakışlarla kendisini izleyip tek bir kelime etmezken o artık şüphe etmeyecek bir kararla ilerliyordu. ... Akşam yemeğinin ardından içilen çayları tazeleyen kızlarla birlikte herkes fazlasıyla mutluydu. Nişanlısı Sedat'ın önüne bıraktığı çay bardağının ardından geri çekilen Sanem abisinin konuşmasıyla tebessümle baktı. "Ee damat, ne dersin? Çifte düğün yapıyor muyuz?" derken gidip akşam oturması için getirdi kendi nişanlısı Elif'e bakarak göz kırptı. Elif gülüşünü gizlemek adına başını aşağı eğerken Sedat ile Sanem'in gözleri de birbirlerindeydi. "Sen nasıl dersen öyle olsun abi. Zaten annemler çok uzatmaya mahal yok derler, bu yaz diye düşünürüz. Tabii sizin de..." "İnşallah oğlum, inşallah." diye her daim yüzündeki gülüşle ses etti Seval hanım. "Olur olur, ben bu yaz düşünüyorum zaten. İkisini bir aradan çıkaralım o zaman." "Olur abi." diye gülümsedi Sedat. Pek ailesine düşkün biri değildi. Evlilikte de gözü yoktu ya, Sanem'i görünce dili tutulmuştu. Onun kadar naifini, uysalını daha önce görmemişti. Üstelik bu huylarında zerre bir sahtekarlık yoktu. Şimdi ise tek istediği, onunla mutlu mesut bir yuva kurup geçinip gitmekten öte değildi. "Ee, ev bark, eşya işini naptın peki?" diye başka bir soru sordu Ertan. "Halledilir ya, daha var." diyen Musa o akşam neredeyse ilk kez konuşuyordu. Zaten o kadar sakin, o kadar uysal biriydi ki, kimse bu durumu yadırgamamıştı. "Babamlarla konuştum da, ben pek, konakta kalmak istemiyorum. Bizim konağa yakın küçük bir konak buldum, Sanem de beğenirse, orayı düşünüyorum. Eşya işine de sonra bakarız." derken gözleri Sanem'i buldu. Gülümseyerek başıyla onayladı Sanem. Her ne kadar bu iş ilk olacağı vakit abisinin zoruyla olsa da, şuan mutluydu. Bu hoş sohbet bu şekilde devam ederken çalınan kapıya bakmak üzere Sejal ayaklandı. İşin içinde kendisi olmadığı zamanları seviyordu. Kapıya bakardı, hiç sorun değildi. Yeter ki Ertan'la karşı karşıya gelmesindi. Salondan çıkıp karanlık avluda ilerlerken kapı bir kez daha vuruldu. Gözleri göğü süsleyen yıldızların yanında parıldayan dolunayı bulurken keyiflice kapıyı açtı. Karşısında gördüğü tanıdık iri vücut sırtı dönük beklerken yüzüne bakan onun kardeşiydi. Ve sırtı dönük iri cüsseli adam ondan yana döndü. Dudağının bir yanı arsızca yukarı kalkarken önünde minicik duran genç kadını baştan aşağı süzdü. Gözlerindeki korkuyla kendisine bakan Sejal ise kıpırdayamıyordu. Nefes alış verişi sesli bir hâl alırken, dudakları memnuniyetsizliğini belli ederek aşağı sarkmış, gözleri hüzünle dolmuş, kaşları eğilmişti. Avluya şöyle bir göz atan Reis önündeki güzel kadının saçını okşarken cebinden çıkardığı diğer eliyle ardına işaret etti. Karanlığın içinden çıkıp gelen adamlar Faruk'un yanından elleri dolu bir şekilde geçip içeri girdiler. Reis de daha fazla beklemeden salona yöneldiğinde peşinden koşan Sejal içerideki kalabalığında telaşla ayaklandığını görebiliyordu. Abisi anlamsız gözlerle gelenleri izlerken birkaç adam içeri rengarenk hediye dolu kutular taşıyor, Faruk ise elindeki koca çiçek demetiyle emir kulu olarak bir köşede bekliyordu. "Hayırlı akşamlar." diyerek her birinin yüzüne baktı Reis. Sejal korkuyla annesinin yanındaki yerini alırken öfkesi gün yüzüne çıkmaya başlayan Musa çatık kaşlarıyla Reis'e bakıyordu. "Ne işin var senin burada?" diye sessizce sorduğunda Reis ondan yana döndü. "Müstakbel eşime birkaç hediye getirdim." deyip ardındaki Faruk'a döndü. Faruk elindeki çiçek demetini Sejal'e doğru uzattığında genç kadın bir çiçeklere, bir Faruk'a bakar olmuştu. "Alırsan beni çok mutlu edersin." diyen Reis'in sesini duyduğunda da ondan yana baktı. Bir adım geriye çekilip başını çevirdiğindeyse uzun bacaklarıyla bir iki adımda yanına gelen Reis çiçekleri Faruk'un elinden alıp kendisi uzattı. "Ben mutlu olursam, herkes olur. Ama yok, almam diyorsan..." dediği an az evvel sesini çıkarabilen Musa yeniden seslenmişti. "Borcun ödendi Reis. Burada artık sana ait bir şey yok." "Öyle mi?" diyen Reis yüzündeki alay dolu ifadeyle bakışlarını Sejal'den alıp Musa'ya çevirdi. "Bana pek öyle gelmiyor?" derken bu kez kapıdan giren adama dönmüştü. Bu kez giren gülümseyerek herkese selam eden Haydar'dı. "Hayırlı akşamlar." deyip kardeşi saydığı arkadaşının yanında yer alan Haydar'ın peşi sıra giren öz kardeşi Aslan küçük bir kutuyu Reis'e uzattı. Ortam fazlasıyla gergin, ve bir o kadar da kalabalıktı. Beyaz yüzük kutusunu alarak yeniden Sejal'e döndü Reis. Genç kadın gözlerini yerde sabit tutarken tam karşısında beliren iri adama en sonunda bakabilmişti. Pençeyi andıran elini uzattı Reis. Gözleri hâlâ genç kadındaydı. Uzatılan eli boş kalırken sabrına yenik düşmüş, Sejal'in bileğini tuttuğu gibi kendisine daha da yakınlaştırmıştı. O an ortamı dolduran itiraz yağmuru bir gürültü halini alırken içeride olan birkaç adam ailenin üç erkeğinin önünde durdu. Nihayet ortalık sessizleşmiş, Reis Sejal'in tuttuğu parmağına kutudan çıkardığı yüzüğü güzelce takmıştı. Genç kadının elini tutmaya devam ederken yanına hırıltılı bir şekilde soluk alıp veren Seval hanım ayakta zor duruyor gibiydi. Sanem ve Elif'in yardımıyla bir kenara otutturulurken Ertan'ın sesi duyuldu. "Reis, paranı aldın, yeter artık." "Yetmez!" diye bağırdı Reis. Sesi bulundukları salonun duvarlarına baskı yaparken Sejal'in gözlerine bakmayı sürdürüyordu. "Hâlâ almak istediğim bir şey var." diye sözünü tamamladığında ise Sejal elini çekiştirmeye başlamıştı. Kurtardığı elinin ardından parmağındaki yüzüğe uzanmıştı ki kulağına doğru eğilen Reis söylendi. "Bir kez daha çıkarman için, parmağını kesmen gerekiyor." İri gözlerini karşısındaki deve dikti. Annesinin iniltisi abilerinin bağırışıyla karışırken duyduğu tek şey Reis'in sözleriydi. Sıktığı dişlerinin arasından tıslarcasına söylediklerinden sonra devam etti. Sejal ise duyduklarından sonra usulca elini yüzükten çekmek zorunda kalmıştı. "Ama dert değil. Arkada dokuz parmak daha var, değil mi?"
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD