-2-

2937 Words
Akşam üzeri her şey hazırken odasının pencere önündeki hasırında oturmuş aşağıyı izleyen Sejal de hazırdı. Bu hazırlıktan hiç memnun olmasa da elinden bir şey gelmiyordu. Belki babası hayatta olsaydı, bu evliliğe mecbur kalmazdı. Ya da keşke... Keşke annesi abisinin önünde durabilseydi. Oysa hiçbir şey söylememiş, abisi evin büyüğü olarak neyi uygun görüyorsa ona uyulmasını belirtmişti. İşte, şimdi son durum da buydu. Aniden kapının açılmasıyla dolan gözlerini kırpıştırarak kendisinden yana koşan küçük kız çocuğuna sevecenlikle bakıp kollarını açtı. "Gelinliğin bu mu?" diye söylendi henüz beş altı yaşlarında olan teyzesinin küçük kızı Buğlem. Gülümseyerek başını iki yana salladı Sejal. İçeri bir giren daha vardı. "Buğlem, ablanı rahatsız etmeseydin." Teyzesi yanlarına geldiğinde gülümseyerek konuştu. "Yok teyze, ne rahatsızlığı?" Onun gibi gülümsemesi yüzünü aydınlatan teyzesi küçük Buğlem'i aşağı diğer çocukların yanına göndererek kapıyı kapatıp yeniden yeğeninin yanındaki yerini aldı. Ellerini tuttuğunda genç bir kadının oturmuş güzelliğine sahip yeğeninin dolu dolu olmuş iri gözlerine baktı. Kız halaya çeker derlerdi ama hayır, Sejal teyzesine benzemişti. Gerçi huy konusunda inadı kimdi, orası bilinmez... "Hepsine alışacaksın." diye Sejal'in işlemeli şalının önünde duran saçlarını okşadı. "Yeter ki öfkene yenik düşme, sabret." diye sürdürdü. Güzel yeğenine gözlerindeki hayranlıkla bakarken avluyu ve mahalleyi aydınlatan lambaların altında duran araba susmaksızın kornasını öttürüyordu. Teyze yeğen bakışlarını o tarafa çevirirken arabadan inen sözlüsü Musab tüm ukalalığıyla gözlerini yukarı dikmiş, Sejal'e bakıyordu. Orada olduğunu nasıl fark etmişti bilmiyordu ama, başını başka bir yöne çevirerek ona olan duygularını pekala belli etti Sejal. Musab ise kasıla kasıla gülümseyerek avluya girmişti. Alt tarafı yüzük takılacaktı, nişan bile değildi. Ne diye kornaya bu kadar abanarak gelmişti? Birazdan odaya doluşan kızlar gülüşerek etrafını sarıp pencereden aşağı kaçamak bakışlar atarlarken Sejal nesini abarttıklarını anlamıyordu. Tamam, bir çirkinliği yoktu. Fakat göze batacak derece de bir gıcıklığı bulunuyordu. "Ayy, Sejal abla, çok şanslısın ha." diye söylendi kızlardan biri. Sanem'in yaşıtıydı. Çok küçükte değildi ama, neden böylesine saçmalıyordu? Çok beğendiysen al senin olsun diye içinden söylenen Sejal yönünü tamamen odaya dönmüştü. Görüş açısına dikilmiş egosundan şişen adamı görmek istemiyordu. Birazdan bir kez daha açılan kapıyla bu kez gelen annesiydi. Kızlar odadan çıkarken yüzüne yaydığı koca gülümsemeyle kızına baktı. Fakat Sejal'in yüzünde tek bir tebessüm kırıntısı dahi yoktu. Koca gözleri yerleri süpürüyor, dudakları hareketsizce başı gibi aşağıya sarkıyordu. Odada kızı ve kardeşi ile yalnız kalan Seval hanım kızının başını dikleştirerek konuştu. "Yapma böyle. Ben biliyorum, sen çok mutlu olacaksın. Hem Musab ile ailesi çok iyiler. Abine de çok yardımları dokundu. Onu sevmeye çalış." deyip kızına sıkı sıkı sarıldı. Annesi ince bedenini sarıp sarmalarken gözlerini dolduran yaşlar birer ikişer akmıştı. İnadını annesine karşı kullanamayan Sejal de kollarını ona doladı. Kapı açılıp da Sanem'in başıyla işaret etmesiyle teyzesi anne kızı ayırmıştı. Kızının kendisi gibi ıslak yanaklarını silen Seval hanım gülerek alnından öptü. Henüz bir ayrılık yoktu. Sadece yüzük takılacaktı. Düğün ise kim bilir kaç ay sonra olurdu. Buna rağmen Sejal'in üzüntüsünü anlayabiliyordu. Ama ne yapsaydı? Ertan artık evin büyüğüydü. Kendi düğününü erteleyip evin işleriyle ilgileniyordu. Her şey ona bakıyorken, o ise tek bir şikayeti olmadan evdeki her şeyle, herkesle ayrı ayrı ilgileniyorken zorluk mu çıkarsaydı. Hem, er kısmına her vakit saygı göstermek lazımdı. Ertan kendi doğurduğu olsa bile, evin büyüğüydü. Annesi olarak Seval hanım dahi ona saygı gösteriyorsa, kızların göstermesi mecbur gelirdi. Ana kız yan yana aşağıya inerlerken Sejal'in bakışları hâlâ solgun, yüzü hâlâ duygusuzdu. Herkese hoş geldin ederken de durumunda bir değişiklik yoktu. İstemediği bir şeye güle oynaya gitmeyecekti. Hem belki bu ukala herif istenmediğini fark eder de, gururlanır vazgeçerdi. İçerisi sohbet eşliğinde bir curcuna oluştururken kapıda birkaç araba durdu. İri kıyım adamların bulunduğu dolu arabalar peş peşe boşalırken bunlar adamlarından çok daha iri olan Reis'in emrindeki araçlardı. Yüzündeki hoşnutsuzluk ve hiç düzeltmediği, kolay kolay da düzelmeyen çatık kaşlarıyla konağın kapısına doğru adımladı. Önüne geçen kendisine göre küçük bir adam onu engellemek istiyor gibiydi. "Ne istiyorsunuz?" diye bir heybetinden korkulan Reis'e, bir ardında en az onun kadar görüntüleriyle korkutan adamlarına baktı. Kapının önüne geçilmeyecek şekilde korumalar tarafından barikat oluşturulurken abisinin yanı sıra yerini alan Faruk konuştu. "Ertan ağayı görmeye geldik." "Ertan ağa müsait değil. Yarın gelin." Önündeki adamın emir vererek konuşmasına kıl olmaya başlayan Reis kapı önüne dizilen diğerlerine baktı. Gerçekten de geçemeyeceklerini mi düşünüyorlardı. "Çağır, gelsin." diye kelimelerine bastırarak söylendi Faruk. "Yoksa?" diye Faruk'tan yana bir adım atan genç adam birazdan olacaklardan habersizdi. Faruk da: "Yoksa..." diyerek lafa gireceği sırada karşı gelen adamı boğazından kavradı Reis. Genç adamın ayakları usulca yerden kesilmeye yüz tutarken herkes birbirine girmişti bile. Tabii bu kavga daha çok konağın adamlarının diklenmesinden, ve Reis'in adamlarının da onları tepe taklak edişinden oluşuyordu. Çıkan kavga beraberinde büyük bir yaygara koparırken konağın kapısı açılıverdi. Eli altında tuttuğu ve boğazını ha bire sıkmaya devam ettiği adamı aniden yere bırakan Reis gördüğü yüzün vermiş olduğu şaşkınlıkla bunu yapmıştı. Onun... Onun burada ne işi vardı. Akşam üzeri gördüğü güzel yüz şimdi durmuş korku ve endişeyle gözlerini kendisine dikmişti. Gözleri birbirini bulduğunda ister istemez dudaklarında bir tebessüm oluşan Reis güzel genç kadından gözlerini alamıyordu. Elinin altındaki adam ayaklarının önüne yığılırken üzerinden geçip genç kadına doğru bir adım atmıştı ki onu ardına alan kişiyi görmesiyle durup kaşlarını yeniden çattı. O kimdi de ona dokunma cesaretini gösterebiliyordu? Kendisinden mi koruyacaktı? Zaten sahip olacağı bir şeyin kendisinden korunması ne kadar mantıklıydı? Sonra birden durup bunları düşünmeyi bıraktı. Artık beynini meşgul eden başka bir düşünce vardı. Genç kadının diğer yanında yer alan adamı ve kendi önüne geçip durdurmaya çalışan kişiyi görünce her şeyi daha net anlayabiliyordu. Ertan'ın sözlenen kardeşi, o'ydu. Bekarlığını sona erdirmesini istediği genç kadın... "Dur, Reis, sakin ol." diye elleriyle işaret edip, sanki dev bir canavarı ehlileştirmek için çırpınan Ertan'a baktı. Gözleri genç kadının yanında yer alan Ertan'ın küçüğü, genç kadın ve Ertan arasında gidip gelirken öfkesini dizginlemeyerek bu kez Ertan'ın boğazına sarıldı. Koca eli adamın boğazını tamamen sararken ileride korkuyla kendisine bakan genç kadın ellerini ağzına kapatmıştı. Yanlarına koşan Musa ise abisini bu devin ellerinden kurtarmaya çabalarken çatık kaşlarının altındaki öfkeli bakışlarını nerede tuttuğunu fark etmişti. Sejal? Ellerini birleştirip çenesi altında tutarak, korkuyla olanları izlemeye devam eden Sejal'den bakışlarını ayırmayan Reis Musa'nın seslenmesiyle Ertan'ı bıraktı. "Reis. Reis sakin ol. Sakin ol, gözünü seveyim dur." Ertan öksürükler eşliğinde derin nefesler almaya çalışırken, gözleri nihayet onu bulan Reis hırsla üzerine yürüdü. "Sen, beni kaldırabileceğini mi sanıyorsun?" "Reis..." diye söze girecek olan Ertan yeni bir öksürük nöbetine tutulurken Reis bu kez yakasını kavrayıp çekiştirdi. "Nerede lan param?" "Reis, sakin ol." diyen Musa'yı gözü görmüyordu. Birazdan ortam sakinleşip herkes bir köşeye dağılırken zar zor Reis'i zapt eden Ertan bir köşede konuşmasını sürdürüyordu. O konuşuyordu konuşmasına ama bir yandan onu dinlemeye çalışan Reis bir yandan da konağın yarı açık kapısından içeriyi süzüyordu. Nerede? "Sakin ol. Biliyorum, üç hafta geçti. Ama sen de beni anla, bu aralar dardayım. Şu düğün dernek bir geçsin..." dediği an öfkeyle ondan yana odaklanan Reis boğazını bir kez daha kavradı. "Yok öyle, keyfini beklemeyeceğim." "Reis, yapma. Düğüne kadar zaman ver. Başlık parasını alır almaz, borcunun ödeyeceğim." Reis ha bire sinirlenirken bir yandan da düğünü olacak kişi aklına geliyor, ister istemez daha çok sinirleniyordu. Aklı ise bu konuda ne yapacağını kestiremiyordu. "Daha fazla beklemeyeceğim Ertan, sen de paranı ödeyeceksin." derken başka bir laf bulamamıştı. Kafası allak bullak olmuş, parayla mı ilgilensin, aklını karıştıran güzele mi odaklansın karar veremiyordu. "Reis, sadece birkaç ay." diye Ertan'la oturduğu yerden fırlayıp sandalyesinin geriye doğru savrulmasına neden oldu. "Ne ayı lan? Oyun mu oynuyoruz p*şt. Ödeyeceksin lan borcunu." Reis'in kontrol edilemez öfkesine karşın çaresiz kalan Ertan oturduğu sandalyeye iyice yaslanarak güya geri çekildi. Yüzünü yana çevirirken usulca söylendi. "Elde avuçta olanla anca çark dönüyor. Ortaya çıkaracak bir şey yok. Batarım." diye son sözünde indirdiği kaşları ve yardım isteyen bakışlarıyla baktı. "S*kimde bile değil." diye düzeltilen sandalyesine oturdu Reis. Bir dirseğini dizine dayarken diğer elinin işaret parmağını karşısındaki adama doğru salladı. "Seni buraya, gömerim." Ardından kalkıp gitmek üzere ardına döndüğünde konaktan yana bakmış, kapı aralığından yine aynı güzelliği görmüştü. Parasını her türlü alacaktı almasına ama, onu bir daha göremeyecekti. Oysa daha birkaç saat önce, onu gördüğünde kendisine bir gelin bulduğuna dair söylenmemiş miydi? Karşısındaki arabanın içinde kendisini bekleyen Haydar sessizce, hiç karışmadan olanları izlerken dostunun aklından geçenleri düşünüyordu. Hayır, hiçbir fikri yoktu. Reis ki, kafasında kırk tilki dolaşır, kırkının da kuyruğu birbirine değmezdi. Gözlerini hâlâ içeride sessizce oturup etrafı süzen genç kadından alamayan Reis onun da kendisini fark etmesiyle iri vücudunu biraz daha dikleştirdi. Genç kadın içine dolan korkuyla yüzünü omzuna doğru eğerken Reis'in aklında şimşekler çakıyordu. Aniden önüne dönüp Haydar'a çok kısa bir bakış attıktan sonra yeniden ardına, Ertan'a döndü. Permeperişan bir şekilde düşüncelere dalan Ertan borcunu nasıl ödeyeceğini düşünüyordu. Musab'tan parayı hemen alamazdı. İsteyebileceği her yerden, herkesten de istemiş, gideceği kapı kalmamıştı. Fakat biraz daha geciktirirse Reis gözünü dahi kırpmadan borcunu canıyla ödetirdi. "Nikah işlemleri başlayacak. En geç bir ay." diye söylendi tepesine dikilen Reis. "Bir ay içinde de, herkes bu durumu kabullenecek." Ne yani? Borcu olduğundan herkesin haberi mi olacaktı? Herkes! Ertan'a doğru eğilen iri cüssesi dikleşirken gözleri bir kez daha yarı açık konak kapısını buldu. Gitmek üzere yeniden arkasına döndüğünde ilk adımında Ertan durdurmuştu. "Bekle. Damada, ailesine ne derim?" Ertan'ın sorusunu ondan yana bakma gereği duymadan cevapladı Reis. "Damat, benim!" ... -İKİ GÜN SONRA- Ortam oldukça sessiz ve sakindi. Bu sessizlikten Sejal gayet memnun olurken diğer yandan Reis hiç hoşnut değildi. Son sözünü söylemişti. Lakin Ertan'dan hâlâ ses seda çıkmamıştı. Anlamamış mıydı? Ya da nesini anlamamıştı? Damat, kendisi olacaktı. Böylece onun borcu kalmayacak, Reis de istediğine sahip olmuş olacaktı. Fakat ortada ne Ertan vardı, ne de bir haber. Hızla yerinden kalkıp Ertan'a küçük bir hatırlatma ziyareti yapmak için kapıya doğru adımladığında önüne çıkan Haydar onu durdurmuş, ciddi bakışlarla süzdükten sonra geçip bir köşeye oturmuştu. Ayakta kalan Reis ise sırası olmadığını söyleyeceği an arkadaşı konuşuverdi. "O gece ne oldu öyle?" "Ne olmuş?" diye omzunun üzerinden baktı Reis. "Şahsen ben Ertan'la eğlendiğini düşünüyorum. Ama onlar öyle düşün..." "Kimseyle eğlendiğim yok." diye Haydar'ın lafını böldü Reis. Kararı kesin bir tavırla ondan yana döndü. "Ben çok ciddiyim." "Ne yani?" diye oturduğu yerden ayaklandı Haydar. Gerçekten evlenecek miydi? Bunca zaman gezip tozduğu kadınları tek bir kişiye bile haber etmeyen Reis, ciddi bir ilişkiye mi karar vermişti? "Evlenecek misin?" "Niye, yakıştıramadın mı?" Karşısındaki adamın son derece ciddi tavırları Haydar'ı biraz daha şaşırtırken diyecek bir şey de bulamaz kılmıştı. "Sen... Sen işten başka bir şey düşünmezsin." "Doğru." "Gönül işleri senin için kapalı kutudur." "Doğru." "Şimdi ise, evleneceğini söylüyorsun." Ellerini ardında birleştirip olduğu yerde kalarak başıyla onayladı Reis. "Yapma Reis. Yazıktır kıza, Ertan'a olan sinirini ondan çıkarma." Bunu da nereden çıkarmıştı? Tamam, işin ucu biraz, pekala, tamamen Ertan'ın borcuna dayanıyordu ama... Borcunu zorla ödettirdiği Ertan'dan güzellikle kız kardeşine talip olduğunu söylese verecekler miydi? Ertan onu kendisine ancak korkudan verirdi. İstediğine ulaşacaksa, bu da Reis için sorun değildi. Varsın korkarak versindi. Sonunda o güzele kavuşmak vardı. Kaldı ki, zaten iki gündür ne aklından çıkıyor, ne rüyalarında rahat veriyordu. Gördüğü gözler aklına öyle bir kazınmıştı ki nereye gitse görüyordu. Şimdi ise onu daha bir istekle istemekteydi. Yalnızca kendisini görsün, başka herkese kör olsun istiyor, sesini yalnızca kendisi duysun istiyordu. Bunlar da zor olacak şeyler değildi. Belki zorla... Ama zor değil. "Ertan'a olan sinirim yüzünden olduğu nereden çıktı?" "E, borcun yerine kızı alıyorsun. Başka ne için olacak?" "Diyelim ki..." diyerek en yakın yere kurularak konuşmasını sürdürdü Reis. Sakin görünüyordu. "...Ertan'dan güzellikle, her bekarın yapacağı gibi kız kardeşini istedim. Bana onu kendi hür iradesiyle teslim edecek mi?" Haydar ağzını açtığı sırada konuşmasına izin vermeyerek devam etti. "Ailesi, onu bana kesinlikle verecek mi? Hiçbir sorun olmadan..." "Bu işler böyle yürümez." diye sonunda konuşabildi Haydar. "Ben de onu diyorum. Güzellikle isterim, vermezlerse, daha büyük olay çıkar. İyisi mi, kolay yoldan halledelim." deyip gitmek üzere ardına döndüğünde seslenen Haydar durdurdu. "Kolay yol kıza borç niyetine el koymak mı?" Yüzündeki çarpık, korkutucu gülüşle hızla Haydar'dan yana dönen Reis söylendi. "Kaynımdan para esirgeyecek değilim ya." Gözlerinde öylesine bir ışık vardı ki, Haydar arkadaşının çıldırmış olabileceğini bile düşünmüştü. Hep deliydi. Her zaman akla hayale sığmayacak işler yapardı evet. Fakat bu kez... İlk kez onu böyle görüyordu. Gözü dönmüş gibiydi. Bir kez gördüğü bir kıza böylesine kafayı takması... Hiç hayra alamet değildi. ... Öğle arası yemeğinde karşısına kurulan kişiyle içtiği çay boğazında bir düğüme neden olan Ertan derin bir öksürük nöbetine girmişti. Nefesini düzenlemeye çalışırken kızaran gözleriyle karşısındaki sandalyeye sığmadığı her halinden belli olan Reis'e baktı. "Reis." diye konuşabildiğinde hâlâ öksürüyordu. Sakince kendisini izleyen Reis ise öksürüklerinin dinmesini bekleyip sonradan konuştu. "Senden ses çıkmayınca, ben ziyaret edeyim dedim." Artık öksürmeyen Ertan endişeyle bakındı. Son sözünden sonra Sejal'in sözü olmamıştı. Musab ile ailesi fazlasıyla sinirlenmişlerdi ama üzerinde durmamıştı. Sejal ise başka birine verileceğinden habersiz olarak gayet mutluydu. Üstelik yalnızca o değil. Evde kimsenin haberi yoktu. "Ne oldu? Konuştun mu?" diye aynı sakinlikle sordu Reis. Sanki karşısındaki adamın kendisine üç hafta gecikmeli iki yüz bin, hayır hayır, faizle birlikte tam tamına dört yüz bin lira borcu yok gibi davranıyordu. Çaresizce başını iki yana salladı Ertan. Bu hareketiyle sakin görüntüsünün altındaki öfkeyi hızla su yüzüne çıkaran Reis yumruk yaptığı elini masaya geçirdi. "O zaman konuş!" derken sesi de fazla çıkmıştı. "Reis..." "Ertan! Ya beni ailenizin damadı yaparsın, ya da soluğunu keserim." ... Akşam üzeri derbeder bir vaziyette eve dar düşen Ertan ceketini çıkarıp kravatını da bir kenara fırlattıktan sonra annesinin meraklı bakışları arasında oturdu. Ellerinin arasına aldığı başı ağrıdan patlayacak gibiydi. Açıkçası Sejal'i pek önemsediği söylenemezdi. Fakat annesine ve Musa'ya ne diyeceği konusunda kafa patlatıyordu. Yanına oturan Seval hanım usulca sordu. "Oğlum, bir şey mi oldu?" Başını kaldırıp yaşlı kadının yüzüne baktığında gözlerindeki korkuyu görebiliyordu. Babası Kâzım ağanın vefatından beri içine kapanık yaşayan annesi eskisi gibi anlayışlıydı. Fakat çok daha sessizdi. Eskiden de Ertan'a ses etmezdi ama, şimdi biraz daha müsamaha gösteriyordu. Bunun nedeni de Ertan'ın artık evin büyüğü olmasıydı. "Ertan." diye gülümseyerek kapıda elindeki tepsiyle görünen genç kadına baktı. Arife saatler öncesinden gelmiş, tatlı tuzlu ne varsa ev ahalisi için hazırlamış olan Ertan'ın neredeyse bir yıllık nişanlısıydı. Gerçi, artık nişanlılıktan çıkmıştı. Olanlar çoktan olmuş, Ertan dayanamayıp genç kadına dokunmadan duramamıştı. Belki bu genç kadını korkutuyordu ama Ertan evlenmekten vazgeçmeyeceğine dair onu telkin ediyordu. İçi böyle bir durumda ne kadar olabilirse o kadar rahat olan Arife ise sessizce düğün tarihini bekliyordu. Aslında bu ay düzenlenecekti ama Sejal'in Musab'la olan sözü çıkmıştı. Şimdi söz de olmadığına göre, belki öne çekilirdi. Ertan da böyle düşünüyordu. Önüne bırakılan tatlı dolu tabağa ve çaya bakarak geriye yaslandı Ertan. Annesine doğru konuşarak nişanlısına baktı. "Bu ay düğünü yapalım diyorum anne." "Tabii oğlum, tabii." diye gülümsedi Seval hanım. Başını eğmiş sevinçle yerleri izleyen genç kadının saçını okşarken yeniden oğlunun sesini duydu. "Yalnız iki düğün olacak." "İki düğün mü?" "Önce bizim, sonra Sejal'in." "Sejal'in mi? Musab'ı istemedin ya oğlum. Sejal'e nasıl düğün edeceksin?" diye soran annesiyle derin bir nefes aldı Ertan. "Sejal'e, bir talip var anne. Benim arkadaşlardan." "Hayrolsun." diye kaşlarını çattı Seval hanım. Aniden sözü iptal olan kıza düğün yapıldığını nerede görülmüştü? "Geçen gece... Söz olacağı gece gelen arkadaş... Sejal'i görüp beğenmiş, Allahın emriyle ister." "Kimdir, neyin nesidir? Bir sordursaydık." "Gereği yok." diye kestirip attı Ertan. İşin içinde bir iş olduğunu sezen Seval hanım da ısrar etti. "Hem o arkadaşın, gelip ortalığı yıkmamış mıydı?" "Ne olduysa oldu anne." "Ertan..." "Anne! Oğlunu sever misin?" "O nasıl kelam oğlum?" diye endişeyle dolan gözlerini oğluna dikti Seval hanım. Bu lafın sonu nereye varacaktı? Arife'ye başıyla çıkmasını işaret eden Ertan uzanıp annesinin ellerini tutarak fısıltıyla konuştu. "Anne, oğlunu sever misin?" "Oğlum, sen benim ilk göz ağrımsın. Evimin direğisin. Allahım sana uzun ömür versin, sen olmasan biz ne ederdik. O nasıl laf, sen benim kınalı kuzumsun." diye biricik oğlunun başını okşadı Seval. "O zaman he de, Sejal gelin olsun." "Ertan'ım..." "Anne, öldürür beni. He demezsek, öldürür!" diye biraz daha kıstığı sesiyle konuştu. "Kim?" "Tek istediği Sejal. Hem, sen de gayrı gelinliğini görelim demez misin hep?" Sessiz kaldı Seval hanım. Ne diyordu oğlu? Ne demekti bu? Korkuyla çatılan kaşlarının altından yaşlı gözleriyle bakarken yutkunup başıyla onayladı. Annesinin alnına bir öpücük konduran Ertan hızlıca yerinden kalkıp adımlarını kız kardeşinin odasına yönlendirdi. Arife yengesi ve küçüğü Sanem ile birlikte oturmakta olan Sejal, abisinin gelişiyle diğerleri gibi ondan yana döndüğünde bir çabuk söyleyeceklerini söyledi Ertan. "Kalkın. Çok oyalanmadan bir an önce hazırlanın. Akşama söz var." Kaşları çatılan Sejal oturduğu yatağından kalkıp sordu. "Ne sözü?" "Allahın emriyle gelin olacaksın." Gözleri yaşlarla dolarken kulakları duydukları sonrasında çınlamaya başlamıştı. Hani bitmişti? Söz iptaldi, olmayacaktı. Şimdi ne değişmişti? "Ben o adamı istemem." diye bağırdı. Bu bağırışına ses etmeyen Ertan: "Musab değil. Onun adını anmaya lüzum yok." Musab değilse, kimdi? Bu kez kim? "Kim?" diye usulca sorduğunda bacakları kendisini taşımayacak diye çok korkuyordu. Titreyen bacaklarına zar zor hükmederek abisinden yana bir adım attı. "Reis. Bir arkadaşım. Seni gördü, istedi..." "Sen de verdin!" "Verdim. Gayrı müstakbel karısısın." deyip odadan çıkmak için dönmüştü ama omzundan tutan Sejal öfkesine dem vuramayıp kendisinden yana dönmesini sağlayarak bağırdı. "Sen beni veremezsin. Duydun mu?" diye bağırmaya devam ediyor, abisi de kız kardeşini ilk kez böyle görerek hayretle bakıyordu. O hiç böyle bir kız olmamıştı. Bunca zaman hiç karşı gelmemişti. Ama şimdi görüyordu ki, ona ağır başlı görünüyor diye fazla yüz vermişlerdi. Üzerine atılıp çenesini kavrayarak itelemeden önce söylendi. "Seni, Reis'e, verdim. Bundan sonra, ona aitsin." Yatağına itilen genç kadın yerinden kalkıp abisinin yakasına asılarak göğsüne yumruklarını indirerek bağıra bağıra karşılık veriyordu. "Sen beni veremezsin. Satacağın bir mal değilim ben. Elaleme peşkeş çekmen için kimseye satılmayacağım. Duydun mu beni? Kimse alamayacak beni, kimse!" Sesi bir çığlıktan farksız çıkan Sejal abisini gücü yettiğince hırpalarken gözlerinden akan yaşlara engel olamıyordu. Birden yediği tokatla yere yığıldı. Tabii bunla kalsa iyiydi. Saçından kavrayıp ayağa kalkmasını sağlayan Ertan gelişi güzel birkaç tokat daha indirmiş, yetmeyince kafasını tutup karşılarında duran boy aynasına sertçe geçirmişti. Dudağı patlayan ve alnının köşesinden de kanlar süzülen Sejal diğerlerinin yalvarmasıyla Ertan'ın elinden alınırken gözleri açık olmasına rağmen baygındı. Bedeni rüzgârda savrulan kurumuş bir yaprak misali gibi oradan oraya sürüklenirken artık duymuyor, görmüyor, karşı çıkmıyor, bunun için kendinde bir güç bulamıyordu. Öte yandan derince bir nefes alan Reis kapadığı gözlerini yeniden açarak sinsi bir gülüşle konuştu. "Az kaldı. Dizlerimde uyutacağım seni."
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD