Bi' döngü biter yeniden başlar
Her şey bir an
Sen izin ver yeter
Sürprizlerle gelir hayat her an
Baktın olmuyo' sen yine de kutla zaman
Geçince görürsün daha iyisi önünde inan
İpek
Sabahın ilk ışıkları odanın soluk beyaz duvarlarında gezinirken, gözlerimi ağır bir yorgunlukla açtım. Hafif bir ağrı omuzumdan yayılıyor, nefes almayı bile zorlaştırıyordu. Karşımda bir hemşire belirdi, yüzünde nazik bir tebessümle. "Nihayet uyandınız. Nasıl hissediyorsunuz?" diye sordu.
Başımı hafifçe salladım, ama konuşacak gücüm yoktu. Yaşadığım tüm karmaşa, kaçırılmam ve vurulmam hepsi birer film şeridi gibi gözlerimin önünden geçti. Demek ölmemiştim. Gözlerim ağrıyan omzuma kaydı. Ben kalbime yakın bir yerden vurulduğumu ve öleceğimi düşünürken omuzumdan vurulmuşum meğerse.
Daha sonra hemşire bir az daha durumuma bakıp biten serumumu da çıkarıp odadan çıktı. Yorgunluk gözkapaklarımı yeniden çekiyordu ki, hemşirenin çıktığı kapıdan bir ayak sesi duyuldu. Başımı çevirirken gördüğüm ilk şey onun bakışlarıydı. Kara… Adı gibi koyu kahve renkli gözlere kilitlendim. Bakmaya korkar olduğum gözleri özlemiş gibi bakışlarımı ondan çekemedim. Buradaydı. Beni kurtarmış, sözünü tutmuştu. İçim bir anda kıpır kıpır oldu beni Kara'nın kurtardığı bilince. Ben onun için değerliydim.
Hastaneye gelmemden ne kadar zaman geçmişti? Gözlerimle onu taradığımı fark edip biraz utanarak başımı yana çevirdim.
"Günaydın," dedi. Sesi, alışık olduğum o sert tondan uzaktı. Daha yumuşak, daha… sıcak. Benim için üzülmüş müydü acaba? Ve içimdeki karmaşaya yenik düştüm. Onu görmek hem rahatlatıcı, hem korkutucu, hem de yorucuydu.
"Günaydın," diye cevap verdim, ama boğazımın kuruluğu cümlemi yarıda kesip beni öksürük nöbetine sürükledi. Yatağımın kenarına oturdu, içmem için uzattığı bardaktan su içirip yerine koydu, hiç beklemediğim bir şekilde elimi avucunun içine aldı. Parmakları tenimde gezinirken huzursuzlukla birlikte başka bir şey, adını koyamadığım bir his de içimde büyüyordu. Dokunması içimde kan dolaşımını sanki hızlandırıyor ve ben bunu hissediyor gibiydim.
"İyi misin?" diye sordu. Neden bu ses tonunu kullanıyordu ki? Ben alışmıştım onun asık ve buz gibi suratıyla sesine. İkizi mi vardı Kara'nın. Onluk davranışlar sergilemiyordu hiç.
"Gelmişsin," dedim. Beni yalnız bırakacağına inanmıştım oysa. Beni kandırdığını düşündüm diyemedim. Neden çekip gitmemişti evine ve buradaydı? Gerçekten ben mi önemliydim, yoksa başka bir şey mi önemliydi?
"Sözümü tutmam gerekiyordu. Sen bana lazımsın," dedi. Sözlerindeki ağırlık nefesimi daralttı. Tabi ya ben onun için eşyadan farksızdım. Oysa beni kurtardığı için ona ılımlı yaklaşmak istemiştim. Tüm yaptığı zorbalıkları da unutmak istemiştim. Bana sarhoş bile olsa fahişe dediği sözlerini ve yaptığı muameleyi yok saymak istemiştim bir anlığına.
"Işık için, değil mi?" dedim. Gerçek buydu. Gözlerimdeki ışıltı sönmüştü. Kurtarılma sebebim sadece bu muydu? Sadece bir araç mıydım?
"Evet, Işık için," dedi. Ama bu cevabı duyduğum an kalbimde bir şeyler kırıldı. Cevabını bildiğin bir şeydi. Ama onun ağzından çıkmasını görmek daha zordu. Tıpkı kandırıldığını bilip görmediği için susan insanlar gibi. Onun dudaklarından "Seni sen olduğun için, benim için önemlisin. O yüzden kurtardım," gibi bir şey duymayı o kadar da beklemiyordum... Ama insan istiyordu bir yerde. Neden istediğimi de bilseydim iyiydi.
"Ben uyumak istiyorum," dedim soğuk bir sesle. Gözlerimi kapattım, ama içim öylesine huzursuzdu ki. Onun varlığıyla aramdaki mesafe gitgide büyüyor gibiydi. Gitmesi daha iyiydi. Yalnızdım ve öyle de kalmak istiyordum.
Ayağa kalktı. Gidişini hissettim. Kapı açılıp kapandı. Ama bir şey değişti. Ayak sesleri tekrar yaklaştı. Gözlerimi açtığımda yeniden karşımdaydı. Onu böyle kararlı görmek şaşırtıcıydı.
"İpek," dedi. Sesinde alışık olmadığım bir titreme vardı. "Seni çok üzdüm, farkındayım. Geçmişteki hatalarımı düzeltemem, ama sana yeni bir gelecek sunmak istiyorum. Hayatıma seninle devam etmek istiyorum. Bir yıl değil, bir ömür seninle yaşamak istiyorum."
Şaşkındım. Sözleri beynimde yankılanırken ne diyeceğimi bilemedim. Bu da nereden çıkmıştı ki böyle. Kara bana karşı farklı duygular mı besliyordu? Buna inanmamı beklemiyordu her halde. Daha düne kadar benden nefret ediyordu. Sadece bedenimi istiyor diyordu. Ama o benim ne diyeceğimi bile daha fazla beklemedi. "Seni seviyorum ve şimdi seni öpmek istiyorum," dedi ve dudaklarını dudaklarıma bastırdı.
Nefesim kesildi. Şoktan donup kalmıştım. Öpüşü önce hafifti, sonra derinleşti. Zihnimdeki tüm karmaşa bir anda silindi, yerini tarifsiz bir sıcaklığa bıraktı. İlk öpücüğümü çalan bir adamdı Kara. Bana bu kadar yakından temas edip vücuduma bile dokunmuş bir adamdı. Dokunuşlarına bazen karşı gelmek değil, devam etmesini istiyordum. Ama bu, benim de ona karşı bir şey hissettiğim anlamına mı geliyordu? Hayır. Aptal olmalıydım herhalde. Bana o kadar zorbalık yapan, hatta elimi bırakıp ikinci kattan yere düşmemi bile sağlamış bir adamdı o. Kalbim aklıma ihanet ediyor olmalıydı. Ben bile bile kendimi bu kuyuya atamazdım.
Ve dahası, bana bunları yapan bir adam bana gerçekten aşık olamazdı. Söylediği her şey, yine sadece vücuduma sahip olmak istediği için olabilir miydi? İçimdeki bu karanlık şüphe, öpücüğün tadını boğmaya çalışsa da başarılı olamıyordu. Dudakları dudaklarımdayken, aklım kalbimin fısıldadıklarına yeniliyordu.
Bir anda, omuzumda Kara'nın beni hafifçe arkaya ittiren baskısını hissettim. Sert bir acı dalgası omzumdan yayılırken, istemsizce inledim. Bu hareketin kasıtlı olmadığı belliydi; öperken kendinden geçtiğini, kontrolünü kaybettiğini bir kez daha anlamıştım. Daha önce de böyleydi; ne zaman beni öpse, duygularına yenik düşerdi.
Kara hızla geri çekildi. Gözlerindeki endişe ve suçluluk, yüzüne açıkça yansımıştı. "Özür dilerim," dedi. Sesindeki tedirginlik, sert ve kararlı olan o eski Karayı sanki silip atmıştı. Dudaklarına takıldı gözlerim. Kızarmıştı, belki de benim dudaklarım da aynı haldeydi. Kahretsin ki, beni böyle öpüşü hoşuma gitmişti.
Önceden de öpmüştü beni, ama o zamanlar öpüşü bende bu denli bir yankı uyandırmazdı. O zamanlar sadece bir korku, bir tedirginlik hissederdim. Ama şimdi… Şimdi devam etmesini istiyordum. Dilinin dilime dokunmasını, onun sıcağını tüm benliğimde hissetmeyi… Yorgun düşmüş vücuduma rağmen, ona daha fazla karşı koyamayacağımı hissediyordum. Yaptığı itiraf mı bunu istememde etkili olmuştu emin değilim.
Ama işte tam da burada durmalıydım. Kara’ya güvenmek, ona teslim olmak, benim için felaketle sonuçlanabilirdi. Hissettiklerimi kabul edersem, ne olacaktı? Bu adama nasıl inanabilirdim? Ama tüm bunlara rağmen, vücudumun ona yenik düştüğünü kabul etmek zorundaydım.
Kara'nın suçlulukla dudaklarını ısırışını izlerken, içimdeki karmaşa daha da büyüyordu. Onu istememem gerekiyordu, ama bu adam, öpücükleriyle beni her seferinde yeniden kendine çekiyordu.
*****
Kara
"Ağrıyor mu hâlâ?" diye sordum, ama sorarken ne büyük bir hata yaptığımı fark etmem uzun sürmedi. Bilmeden canını yakmıştım. Daha önce kasıtlı olarak da canını yaktığım olmuştu, inkâr edemem. Ama bu defa farklıydı; bu defa tamamen istemeden olmuştu. Keşke onun yerinde ben olsaydım bu yatakta, acıyı ben hissetseydim. Ama kader bu sefer onun yanında durmamıştı. Karşımda İpek vardı ve ben, İpek’i öperken, onun yasemin gibi kokan gül tenini içime çektikçe, aklımı kaybetmemek mümkün değildi zaten.
Canını yaktığım için kendime lanet etsem de bu, yaptığımı geri almazdı. Tıpkı geçmişteki diğer hatalarım gibi…
"İyiyim şimdi," dedi, sesi neredeyse bir fısıltı gibiydi. Ancak bana bakmıyordu; gözlerini kaçırıyordu. Oysa ben o ürkek ceylan bakışlarını ne kadar özlemiştim. Eskiden bu gözler bazen o kadar gergin ve sert bakardı ki bana, ama şimdi... Şimdiki bakışları bambaşkaydı. Sanki başka birine aitti bu gözler; kırılgan, ama aynı zamanda kendine kapanmış bir yabancıya.
"Seni seviyorum," dedim ve elini tuttum. Bu kelimeleri dile getirirken sesim titremedi ama içimdeki karmaşa avuçlarımı terletiyordu. Başını eğmişti, duydukları karşısında yavaşça başını kaldırdı. Gözlerini gözlerime kilitledi ve bu bakış beni bıçak gibi delip geçti.
"Şimdiki testin ne?" dedi, sesi soğuk ve keskin. "Söyle de onu test edelim bu defa. Bu kızı nasıl ‘aşığım’ diye kendime inandırabilirim diye mi uğraşıyorsun? Ama bu defa sana kötü bir haberim var. Bu testi geçemedin. Ben sana da, aşkına da inanmıyorum."
Karşımda duran ürkek ceylan, bir pantere dönüşmüştü. Tırnaklarını çıkarıp kükremeye hazırdı. Sözleri acımasızdı, ama haklı olduğunu biliyordum. Şaşkınlığımı gizlemeye çalıştım, ama yapması kolay değildi. "Öyle mi diyorsun?" dedim sadece, sesimde bir meydan okuma olmadan. Onun söylediklerini düşündükçe inanmamasının doğal olduğunu kabul ettim. Ben bile aşkımı ancak yeni idrak etmiştim.
"Öyle diyorum," diye yanıtladı, sesi daha da sertleşmişti. "Git kendine başka bir oyuncak bul. Beni kendi halime bırak." Gözlerini kapadı, sanki dünyayı ve beni tamamen dışlamak ister gibiydi.
Bir an durdum. İçimdeki karmaşayı bastırarak ona yaklaştım. Eğilip saçlarından öptüm, yasemin kokusuna karışmış toz ve toprağın izlerini hissederek. Dudaklarım bu anı unutamayacak kadar derin bir iz bıraktı. "Bana âşık olacaksın," dedim ve sözlerimi kendimden emin bir şekilde dile getirdim. Ardından sessizce odadan çıktım.
Koridorun karanlığına adım attığımda, derin bir nefes aldım. İpek henüz tam olarak kendine gelmişti, ama abisi Ömer'in durumundan habersizdi. Herhâlde Ömer onu bulduğunda İpek baygın olmalıydı, yoksa çoktan abim diye başımın etini yemiş olurdu. Ama bu sessizlik uzun sürmeyecekti; ne İpek’in ne de benim için.
*****
Gün öğlene yaklaşmıştı ve ben istemesem de Ömer’in doktoruyla görüşmeye gitmiştim. Ancak doktorun dediğine göre hala uyuyordu ve 48 saat daha gözlem altında kalması gerekiyordu. İçimdeki huzursuzlukla İpek’in yanına döndüm. Onu daha iyi görmeyi umut ediyordum, ama o yatakta gözlerini çevirmemek için direniyor gibiydi.
"Neden gitmiyorsun?" diye sordu, yüzünü benden uzaklaştırarak. Sesi soğuk, ifadesi mesafeli görünüyordu.
"Senden uzak kalamıyorum," dedim içten bir itiraf gibi.
"Hmm," diye mırıldandı, ama gözlerindeki derin boşluk beni bir an susturdu.
Bir süre sessizce durdum. Söylemem gerekenler boğazımda düğümlenmişti. Cesaretimi toplayarak derin bir nefes aldım. "Seninle bir konuda konuşmam gerek," dedim. Sesim istemsizce titremişti.
"Konuş o zaman," dedi, bakışlarını hala benden saklayarak.
"Nasıl anlatacağımı bilmiyorum ama abin şu an hastanede ve vuruldu." Sözlerim havada asılı kaldı. Bir anda İpek’in tüm bedeni gerildi. Bakışları keskin bir bıçak gibi üzerime çevrildi.
"Ne diyorsun sen? Ne oldu abime? Sen mi yaptın?" Söylediklerimi sindiremeden ayağa kalkmaya çalıştı. Ancak refleksle hemen onu durdurdum, incinmesinden korkarak ellerimle omuzlarına hafifçe bastırdım. O an anladım ki ben konuya yanlış yerden başlamışım. En son söylemem gereken lafı en başta söyleyince böyle bir anlaşmazlık ortaya çıktı.
"Yaşıyor," dedim aceleyle. "Bırak da açıklayayım. Lütfen dinle." Gözünden süzülen yaşları baş parmağımla nazikçe silmeye çalıştım, ama o hala inanmamakta ısrar ediyordu.
"Yalan söyleme bana, yalvarırım," dedi, sesi çatallaşmıştı. Kelimeleri arasına sıkışan çaresizliği hissedebiliyordum.
"Doğru söylüyorum," diye ısrar ettim. "Sen kaçırıldığında seni bulmak için Ömer’in yanına gitmiştim. Aslında senin kaçtığını düşünmüştüm. Ama sonra adamlar bana ulaşınca her şey değişti. Abin seni ilk günden beri bulmaya çalışıyordu ve yerini de o tespit etti. Ama dışarının güvenliğini sağlamak için ben beklerken abin içeri girdi. Seni kurtarmaya çalışırken vuruldu. Ama yaşıyor, İpek. Gerçekten yaşıyor."
Sözlerim havada yankılandı. İnançsız bakışları bir süre üzerimde sabit kaldı. İçimdeki ağırlık, kelimelerime tutunarak hafiflemeye çalışıyordu. Onun inanmaya başlamasını istiyordum; buna ihtiyacım vardı. Ancak dudaklarından çıkan kelimelerle, hala kalbinde taşıdığı öfkenin ve acının bitmediğini anladım.
"Abimi görmek istiyorum," dedi sonunda, gözyaşlarını bastırmaya çalışarak.
"Peki, İpeğim," dedim yumuşak bir tonla. Yataktan kalkmasına izin veremezdim, bu yüzden tekerlekli sandalye getirdim. Onu dikkatlice kollarıma alıp sandalyeye yerleştirdim. Bana kıyasla boyu kısaydı ve kucağıma alınca da kaybolmuştu bir anlık. Minik bedeni kuş gibi hafifti, ama yükü kalbimi eziyordu.
"Gidiyoruz," dedim ve odadan çıktık. Abisinin yattığı odanın camından onu gösterdiğimde İpek gözyaşlarına boğuldu. İçimdeki tüm duyguları bastırıp ona yeniden sarıldım.
"Sana söyledim, yaşıyor," dedim. Gözyaşlarını durdurması için sesimde bir umut ışığı olmasını umuyordum.
"Evet," diye fısıldadı. Ancak sesi hala titriyordu. Daha sonra abisinin durumunu detaylarıyla anlatırken İpek sessizce dinledi. Gözlerinde beliren derinlik, bir yandan acıyı, bir yandan da benim varlığımla gelen bir karmaşayı yansıtıyordu.
*****
İpek
Vurulmamın üzerinden iki gün geçmişti. Bir gün daha hastanede kalacak, ertesi gün taburcu olacaktım. Kara’dan abimle ilgili duyduklarım beni derinden sarsmıştı. İlk anda onun abimi öldürmeye çalıştığını sanmış ve korkuya kapılmıştım. Ancak beni kurtarmaya çalıştığı an olduğunu öğrendiğimde kalbimde başka bir burukluk belirdi. Yine benim için kendini feda etmişti. Neden bu adam hiç kendini düşünmüyordu? Önceliği neden hep bendim?
Doktor, yarın abimin uyanma ihtimali olduğunu söylemişti. Uyansa bile hastanede bir süre daha kalması gerekiyordu. Durumu benden daha kötüydü. Ben ise artık iyiydim. Omzum ara ara zonklasa da önemli bir şeyim yoktu. Kontrollü hareket ettiğim sürece sorun olmayacağını söylüyorlardı. Ama tüm bunlara rağmen, beni asıl düşündüren Kara’ydı.
Ona ve aşkına inanmadığımı söylediğimde bana kızmamıştı bile. Beklediğim tepki bu değildi. Köpürür, bağırır, beni inandırmak için türlü çabalar gösterir sanmıştım. Oysa sadece, “Elbet inanacaksın,” demişti. Bu kadar sakin olması beni bir nebze şaşırtmış, bir nebze de öfkelendirmişti. Günlerdir benimle hastanede kalıyor, bir an olsun yanımdan ayrılmıyordu. Kalbim ona inanmak, bu aşkın gerçek olduğuna güvenmek istiyordu. Ama aklım… Aklım beni durduruyor, geçmişin hayaletlerini önüme çıkarıyordu. Ayrıca aramızdaki yaş farkı… Sekiz yıl, çok fazla değildi belki ama kendime “hayır” demek için uydurduğum bahanelerden biriydi.
Doktor, ara ara yürümemi söylemişti. Odaya sıkışıp kalmaktansa dışarı çıkmaya karar verdim. Hava almak iyi gelecekti. Ancak koridoru döndüğümde, karşıma çıkan manzara mideme bir yumruk gibi indi. Kara, bir hemşireyle samimi bir şekilde konuşuyordu. Onun bu kadar rahat, sıcak bir şekilde gülümsemesi içimde bir yerleri kanattı. Kadın ona dikkatle bakıyor, söylediklerine tebessümle karşılık veriyordu. Kara bir şeyler anlatıyor, kadın başıyla onaylıyordu. Sonra Kara, kadının elini tuttu ve vedalaştılar.
Geldiğim yolu geri döndüm. Adımlarım yavaş ve ağırlıklıydı; sanki her adımda kalbim biraz daha sıkışıyordu. Kıskanmış mıydım? Evet, hem de her hücremle. Ama bu, Kara’nın bana yalan söylediği gerçeğini değiştirmiyordu. Bana beni sevdiğini, kendini bana inandıracağını söylemişti. Oysa dışarıda başka kadınlarla rahatça sohbet ediyor, sanki beni umursamıyormuş gibi davranıyordu. Bunu kabul edemezdim.
Aşkımdan ölüp gebersem bile böyle bir durumu hazmedemezdim. Bu düşünceler beynimde yankılanırken, kalbimse sessizce Kara’nın adını haykırıyordu. Onu kendimden uzaklaştırmak için bahaneler bulmaya çalıştıkça, içimdeki duygu dalgası beni içine çekiyordu. Ama buna izin veremezdim.
*****
Uyumak için yatağıma uzanmıştım, ama gözlerimi kapatır kapatmaz aklıma takılan görüntüler zihnimi esir alıyordu. Kara’nın o hemşireyle sohbeti, gülüşmeleri ve o kadının elini tutarak vedalaşması... Gözlerimle gördüğüm bu sahneler kalbime hançer gibi saplanmıştı. Uykum, Kara’nın yanına kaçmış gibiydi. Gecenin sessizliği içinde başımı yastığa koysam da huzur bulmam imkânsızdı.
Bir süre tavanı izledim. Düşüncelerimden kurtulmaya çalışırken kapımın tıklatılmasıyla irkildim. Kendimi toparlayıp, “Buyurun,” dedim. Kapı aralandığında içeri giren, Kara’nın az önce elini tuttuğu hemşireydi. Ne işi vardı burada?
“Doktor bey sizi görmek istiyor, İpek Hanım. Benimle gelir misiniz?” dedi yumuşak bir sesle. Soruyu duyduğum an ağzıma gelen, “Bu saatte ne doktoru?” cümlesini yutmak zorunda kaldım. Kaşlarımı çatarak, ama hiçbir şey söylemeden yardım alarak ayağa kalktım. Koridorda yan yana yürürken içimde beliren huzursuzluk, göğsümde ağır bir baskıya dönüşüyordu.
“Odasına gitmiyor muyuz?” diye sordum. Sesim istemsizce soğuktu.
“Hayır efendim, üst katta kendisi,” dedi hemşire, sakin bir gülümsemeyle. Ne demekti bu? Gecenin bir vakti, üst katlarda bir doktor? Şüphelerim büyüdü, ama cevap alacak gibi değildim. Hemşire beni asansöre bindirdi ve en üst kata kadar eşlik etti. Asansör durup kapılar açıldığında, “Doktor bey çatı katında sizi bekliyor,” dedi ve tek kelime etmeden çekip gitti.
Kafamda binbir soru... İçimde büyüyen bir korku... “Benim burada ne işim var?” demek istedim, ama kelimeler boğazıma düğümlendi. Gecenin karanlığında o koridorun soğukluğu içime işledi. Ama bir yandan merak duygusu beni harekete geçirdi. Hızla çatı katının kapısına yöneldim ve derin bir nefes alıp kapıyı açtım.
Karşımda uzanan gökyüzü, yıldızlarla ışıldıyordu. Hafif bir esinti saçlarımı okşarken, ay ışığı her yeri aydınlatıyordu. Ama ortada kimse yoktu. Kalbim deli gibi çarpmaya başladı. Bir tuzağın içine mi çekiliyordum? Kafamda sorular dönüp dururken, tam arkamdan gelen ayak sesleriyle irkildim. Korkuyla dönüp bakmamla bir çığlık koparmam bir oldu.
Ama çığlığım dışarıya ulaşamadan kollarına çekildim. Kara’nın güçlü kolları bedenimi sıkıca sararken, eliyle ağzımı kapattı. Kalbim göğüs kafesimden çıkacak gibi çarpıyordu. Çığlığım, kendi içimde yankılanırken hissettiğim tek şey, onun nefesiyle birleşen sıcaklığının tenimde bıraktığı izdi.
"Korkma benim," dedi fısıldayarak, sesi beni sakinleştirmek ister gibiydi.
"Korkutma o zaman," dedim kaşlarımı hafifçe çatarak, ama kalbimin hızla attığını hissediyordum.
"Öpeyim de geçsin o zaman," dedi gözlerimin içine bakarak, sesi kararlı ve bir o kadar yumuşaktı. Ve kararlılığını devam ettirip dudakları bana yaklaşınca istemsizce gözlerimi kapadım. Hayır diyor ama öpmesi için gözlerimi kapıyordum. Başıma kesin iş açacaktım.