Yazar anlatımı...
İpek'in kaçırılması üzerinden günler geçmişti, hali içler acısıydı. Küçük, karanlık bir odanın köşesine itilmişti. Elleri arkadan bağlanmış, dudakları eski bir bez parçasıyla kapatılmıştı. Odanın ağır, nemli havası soluk almasını zorlaştırıyor, her geçen dakika daha fazla umutsuzluğa kapılmasına neden oluyordu. İncecik bir şilte üzerinde titriyor, soğuğun iliklerine işlediğini hissediyordu. Birkaç yerinden yırtılmış elbisesi, ayaklarındaki çizikler ve dayak yediği için yüzüne çarpan morluklar, uğradığı kötü muameleye dair apaçık birer izdi.
Ama tüm bunlardan daha kötü olan, zihnine saplanan korkuydu. Onu neden buraya getirmişlerdi? İstedikleri sadece Kara mıydı? Kara'dan tan olarak ne istiyorlardı. Yoksa işkenceyle onun acı çekmesini mi istiyorlardı?
En son bu sabah birileri yanına uğramış ve hala yaşadığını görüp çekip gitmişti. Saatler geçmiş gibi hissediyordu ama ne kadar süre burada olduğunu kestiremiyordu. Dışarı çıkamyor, yürüyemiyor, artık bacakları uyuşmuştu. Karşısındaki kapıdan geçen adamların duyulan her adım sesi, yüreğini ağzına getiriyordu. Korkuyordu. Hem de çok. Eskiden ölmekten hiç korkmazken şimdi korkuyordu.
Gözlerinden süzülen yaşlar yanaklarından usulca akarken, bir an duraksadı. Hayır, Kara yerini öğrenirse kesinlikle onu yalnız bırakmazdı. Derinlerde bir yerlerde bu düşünceye sıkıca tutunuyordu. Kara’nın güçlü duruşunu, ona verdiği sözü hatırladı. "Kurtacağım seni," demişti kaçırılmadan sonra yapılan aramada. Bu sözler, şimdi ona gerçek olamayacak kadar uzak görünse de umut, içinde zayıf bir mum alevi gibi yanmaya devam ediyordu. Kara onu intikam aracı olarak görüyordu ama onu kurtardığını söylemişti. Neden yalan söylesin? Neden yalan yere umutlandırsın ki onu. Zaten ölümle burun buruna bir durumdaydı.
O sırada kapı hızla açıldı. Odaya giren iri yarı adam, sırıtarak yere bir tabak attı. Yere dökülen yiyeceklerden yayılan koku midesini bulandırdı. Adam, pis bir kahkaha attı. "Kurtarılacağını mı düşünüyorsun? Eşin seni önemsemiyor bile," dedi. Ancak bu sözler İpek’i daha da zor duruma soktu. Kara’nın böyle bir şey yapacağı ihtimali daha olağandı. Daha düne kadar onu ve abisini ölümle tehdit eden bir adamdı o. Şimdi neden kendini İpek gibi biri için zora soksun. Evet, yalan söylemişti Kara ona. Onu kurtarmayacaktı. İpek öylece bu odada ölüp gidecekti.
Kapı kapandıktan sonra yalnız kalınca kendini daha fazla tutamadı. Kara'nın onu kaçıran adamı arayıp ve daha sonra telefonu hoparlöre verip ona "Kurtar beni," dediği anları hayal etti. Anlamıştı artık. Kara gelmeyecekti.
*****
Kara
İpek'le konuşmuş ve “Kurtar beni,” diyen cümlesi kalmıştı sadece aklımda. O iki kelime, zihnimde yankılanıp duruyordu. “Kurtar beni,” deyip hıçkırıklara boğulduğu anı ve aynı anda telefonun kapanma sesini anımsadım. O an, elimden hiçbir şey gelmediğini fark etmenin verdiği çaresizlik içimi delip geçmişti. Sadece bir cümle söyleyebilmiştim. O cümle ise kalbime hançer gibi saplanmıştı. Ona kurtaracağıma dair söz vermiştim. Ama üzerinden günler geçmesine rağmen hiçbir şey yapamamıştım. Verdiğim sözü tutamamak, bir daha hayatımdaki kadını koruyamamak canımı yakıyordu.
Onun benim için önemi bile olmadığını düşünürdüm. Sadece uykumun ilacıydı, başka bir şey değil. Ama şimdi... Şimdi o kadın, bir anda neden bu kadar önemli hale gelmişti? Neden onun hayali, sözleri, yüzü aklımdan bir an olsun çıkmıyordu? Yıllardır uykusuzdum zaten. Şimdi iki üç kere beni uyutmuştu, bana ilaçlardan daha iyi gelmişti diye mi bu kadar değerli olmuştu? Bu hisse anlam veremiyordum.
Olamazdı. Aşık olmuş olamazdım. Kendime bunu tekrarlayıp durdum. Ben kalbimi, ilk aşkımla ve gerçek eşimle aynı toprağa gömmüştüm. Kalbim bir daha atmayacaktı; buna emindim. Ama şimdi… Benim iznim olmadan o kalp neden yeniden atmaya çalışıyordu. İpek’in de diğer kadınlar gibi olması gerekiyordu. Sadece bir ihtiyaç. Daha fazlası değil. Ama o, inatla kalbimde yer edinmeye çalışıyormuş gibi her an zihnimi işgal ediyordu. Sadece intikam aracım olması gereken biriyken en önemli kişiler listeme yerleşmişti bile. Ama işte, kalbime söz geçiremiyordum.
İpek’le konuşmamdan saatler sonra evime yollanan dava dosyası elime geçti. Gözlerim sayfaları hızla taradı ve evet, doğru hatırlamıştım. Eroin ve kadın kaçakçılığından tutuklanmıştı o adam. Midem bulandı. Bu dosyanın ağırlığını zihnimde taşırken, düşüncelerim bir kez daha İpek’e kaydı. Bu adamı nasıl temize çıkarabilirdim? İstesem bile yapamazdım. Yapsam bile avukat olarak imajıma zarar verirdi. Cemil abiyle yaptığım işler böyle kadın kaçakçılığı gibi iğrenç suçlar değildi. Basit suçlar olurdu, onları da hallediyordum. Ama her suç bir cezayı gerektirirdi.
“Misafiriniz var, efendim,” diyen Ayşe’nin sesiyle başımı koymuş olduğum masadan kaldırdım. Gözlerim yorgunlukla kararıyordu, ama yine de içimdeki endişe bir an olsun azalmıyordu. Gelen kişinin kim olduğunu biliyordum. Ömer olmalıydı. İpek kaçırıldığından beri her gün gelmiş ve beni tehdit etmişti. Hangi haliyle tehdit ediyorduysa artık... Ama İpek için susuyordum. Ona söz vermiştim. Onu kurtarmanın bir yolunu bulmalıydım. Sonra onun çaresine bakacaktım.
“Söyle, gelsin,” dedim Ayşe’ye ve birkaç dakika sonra kapısı açık odaya Ömer girdi.
“Kardeşimi buldun mu?” diye sordu, sesi titrek, çaresiz ve öfke doluydu. Gözlerine baktım; İpek’in ona benzeyen yüz hatları bir an için zihnime doluştu. Gerçek kardeş değillerdi ama yüz hatları benziyordu. Umutsuzca soludum. Ben de İpek’i bulmak ve içimdeki bu gereksiz acıya son vermek istiyordum. Ama bulamıyordum. Peşine adamlar taksam da, o karanlık izleri sürsem de, hâlâ bir haber yoktu.
“Arıyorum,” dedim kısa ve soğuk bir sesle. Fazlasını konuşacak takatim yoktu.
“Ben yerini galiba biliyorum,” dediği an, uykusuzluktan kapanmak isteyen ama bir türlü kapanamayan gözlerim bir anda açıldı. Sözleri, zihnimde yankılandı.
“Ne diyorsun sen!”
“Galiba. Emin değilim. Ama yalnız yapamam. Senin adamların var. Çoğunluk olursak yaparız,” dedi. Sesindeki kararlılık, benim çaresizliğimle birleştiğinde başka bir seçeneğim kalmadığını hissettim. Şu an denize düşen bir adam gibi yılana sarılmaktan başka çarem yoktu.
*****
Kara, Ömer’in getirdiği bilginin ardından saatlerdir masasında haritalar ve notlarla boğuşuyordu. İpek’in yerini bulmak bir yana, onu kurtarabilmek için sağlam bir plan yapması gerekiyordu. Ama aklı sürekli aynı yerde takılı kalıyordu: “Kurtar beni.” İpek’in o fısıltıyla karışık çaresiz sesi, zihninde yankılanıyordu. Ne kadar profesyonel olmaya çalışsa da, içindeki öfke ve korku tüm mantığını bastırıyordu.
Ömer odanın köşesindeki koltukta oturuyordu. Sıkıntıyla ellerini ovuşturuyor, sık sık derin bir nefes alarak sakin kalmaya çalışıyordu. "Bunu başaracağız, değil mi? Kardeşim yaşıyor, değil mi?" diye sordu sonunda, sesinde büyük bir korkuyla karışık umut vardı.
Kara başını kaldırdı. "Yaşıyor," dedi kararlı bir şekilde. "Ama bu iş aceleye gelmez. Eğer yanlış bir hamle yaparsak, onu tamamen kaybederiz."
Harita üzerinde bir işaretleme yaparak devam etti:
"Bak, burası. Ömer, senin bahsettiğin eski depo. Senin eski çalıştığın adamların deposu yani. Burayı ben kaç gündür peşinde gezdiğim adamlarda göremedim. Eğer adamlarını buraya yerleştirmişlerse, giriş çıkışlar muhtemelen şuralarda. Çok ihtimal ki fazla adam yoktur. Sonuçta bu adresi kimse bilmiyor. Sen sadece eski çalışanları olduğu için biliyorun. Ve emin de değiliz orada tutuklu olduğundan. Bir risk alıyoruz ama başka şansımız yok. Ben o Aydın denilen adamı dışarı çıkarsam bile İpek'i sağ salim vereceklerini inanmıyorum. Mahkeme ve duruşma işleri derken İpek orada uzun süre kalabilir." Parmağı harita üzerinde dolaştı.
"Ancak buraya doğrudan giremeyiz. Belki az, belki çok adam var ama bu adamlar silahlı ve tetikte. Önce dikkatlerini başka bir yere çekmemiz gerekiyor."
Ömer kaşlarını çattı. "Ne yapmayı öneriyorsun? Teklifin neyse söyle ben yaparım"
Kara derin bir nefes aldı. "Önce bir yem atacağız. Adamlarının dikkatini buradan uzaklaştırmak için sahte bir teslimat bilgisi yayacağız. Bu sırada, sen ve ekibimden birkaç kişi şu yan taraftaki koridorlardan sessizce içeri sızacaksınız. İpek büyük ihtimalle ana depoda tutuluyor."
Ömer bir an düşündü, sonra gözlerini Karaya dikti. "Peki ya sen?"
"Ben dışarıdaki adamları oyalayacağım. Oyalams işini kimseye emanet edemem. Ve İpek'i dışarı çıkarma işini de abisisin. Sen onu bırakmazsın diye seni yolluyorum. Yoksa sana tavrım değişti diye düşünme. Bu iş bittiğinde aynı hesaplara geri döneceğiz," dedi Kara soğukkanlı bir şekilde. "Birilerinin onların dikkatini üzerine çekmesi gerekiyor."
Ömer itiraz etti. "Hayır, ben yaparım. Gerekirse siper olur ama içeri kimsenin girmesine izin vermem. Bu benim işim. O benim kardeşim!"
Kara masaya yaslanarak Ömer’in gözlerine baktı. "Ömer, senin içeride olman gerekiyor. İpek seni görmeli. Seni orada görmek ona güç verir. Ben dışarıyı hallederim." Çünkü ne kadar İpekle ilgili duygularının farkına varmış olsa da İpek'in ondan korktuğunu ve onun yüzünden kaçırıldığını bildiği için ona güvenmeyeceğini düşünüyordu.
Sessizlik bir an için ikisini de sardı. Ömer, Karaya minnet ve hayranlık dolu bir bakış attı. "Tamam," dedi sonunda.
"Başlayalım o zaman. Kardeşimi görmek istiyorum artık," dedi Ömer. Bir kere yaptığı hata şimdi kardeşinin boynuna dolanmıştı.
Gece bastırmış, depo sessizleşmişti. Kara ve Ömer küçük bir ekiple bölgeye yaklaştılar. Kara, telsizinden sessizce emirler verdi. "Herkes yerinde mi?"
Onay sesleri ardı ardına geldi. Kara derin bir nefes aldı ve sinyali verdi. Dışarıdaki adamların dikkatini dağıtacak sahte teslimat planı tıkır tıkır işliyordu. Teslimat zamanı sanki polis baskınl yemiş gibi bir sahne hazırlanmıştı ve dışarıdaki adamları da o yolla alı koyacacaklardı. Adamlar telaşla başka bir yöne hareketlenirken, Ömer ve birkaç kişi sessizce depoya sızdı.
Depoya girdiklerinde Ömer’in kalbi yerinden çıkacak gibi atıyordu. İpek’in burada olduğuna inanmak istiyordu, ama içerisi ürkütücü bir sessizliğe gömülmüştü. Sanki sessizlik, duvarlardan yankılanan bir tehdit gibi üzerine çöküyordu. Her adımda gıcırtıyla inleyen tahtalar, içindeki huzursuzluğu daha da körüklüyordu.
Kara, dışarıda beklerken gölgeler arasında bir hareket fark etti. Telsizden hızlıca fısıldadı: “Ömer, dikkatli ol. Burada bir terslik var.” Ancak uyarısı tam bitmeden dışarıdan gelen silah sesi depodaki sessizliği paramparça etti. İlk kurşun havayı yırtarken Kara anında karşılık verdi, ama bu beklenmedik gürültü içeridekileri de harekete geçirdi.
Ömer, her kası gerilmiş, tetikte ilerliyordu. İçindeki korkuyu bastırmaya çalışırken, kardeşine ulaşmak için duyduğu umutsuz arzuyla hareket ediyordu. Kapalı bir kapıya yaklaştığında, arkasından gelen bir gölgeyi fark etti. Döndüğünde bir adamın namlusunu kendisine doğrulttuğunu gördü. Aralarında yaşanan kısa ama ölümcül mücadelede, Ömer tetikleyiciyi ilk çeken kişi oldu. Adam yere serilirken, Ömer’in zihninde yalnızca bir düşünce vardı: “Kardeşimi bulmalıyım.”
Telsizden gelen Kara’nın sesi tekrar duyuldu. "Ömer! Ne oluyor?" Ancak Ömer, dikkatini dağıtamazdı. Kardeşine bu kadar yaklaşmışken duramazdı. "İyiyim ben. Kardeşimi arıyorum," diyerek kapılardan birine yöneldi. Sonunda açılmayan tek bir kapı kalmıştı. Ellerindeki tüm güçle kapıyı itip açtı ve karşısında İpek’in cansız gibi duran bedeniyle karşılaştı.
Kan... Vücudunun bir kısmı kanla kaplanmıştı. Ömer’in gözleri dehşetle büyürken, içindeki panik dalgası tüm bedenini sardı. Koşarak yanına çömeldi ve onu kollarına aldı. "İpek! Abicim, uyan! Ben geldim, abin burada," diye bağırıyordu. Gözyaşları kontrolsüzce akarken, içindeki çaresizlik her kelimesine yansıyordu.
Kara, telsizden duyduğu bu feryadı anlamaya çalışıyordu. "Ömer! Ne oldu? İpek nasıl?" Ancak Ömer, ağlamaktan cevap veremiyordu.
Bir anda telsizin açık kalan hoparlöründen gelen ilk silah sesi Kara’yı olduğundan da fazla gerdi. Ardından ikinci bir silah sesi yankılandı. Bu kez yalnızca sessizlik kaldı.
"Ömer, cevap ver. Siktiğimin çocuğu konuşsana. Ne oluyor orada?" diye sinirle kükredi.
Kara, dışarıdaki son adamları etkisiz hale getirip depoya daldığında gördüğü manzara kanını dondurdu. Ömer, yerde hareketsiz yatıyordu. Yanında ise kolları bağlı ve kan kaybetmekte olan İpek vardı. Kara’nın içinde bir fırtına koptu. İkisini de kaybedemezdi.
Yaklaşıp İpek’i kontrol ederken, gözleri öfke ve çaresizlikle doluydu. Ömer’i sarsıp ayıltmaya çalıştı, ama hiçbir yanıt alamadı. “Hayır! Hayır!” diye haykırdı Kara, yine İpek'e kaydı dikkati.
"Sen cevap ver hiç değilse. Duy beni. Duy sesimi. İpek, İpeğim," kolları arasına almış ağlıyordu, sesindeki titreme içindeki acının boyutunu ele veriyordu. Gözlerini kapattı ve kısa bir an için nefesini tuttu. Ne yapacaktı şimdi?