İpek/Kara
Ne yapacağımı şaşırmış haldeydim. Bir haftadır sadece uzaktan gördüğüm adam şimdi üzerime çıkmış, kaçış yollarımı kapatmıştı. Kalbim hızla atarken hissettiğim korku ve çaresizlik, adeta bedenimi hareketsiz bırakıyordu.
"Kıpırdama," dedi hırlayarak, gözlerinde avını izleyen ve yemeye çalışan bir yırtıcı aslanın soğuk parıltısı vardı. İçim ürperdi; bu adamın niyetinin ne kadar karanlık olduğunu bir kez daha iliklerime kadar hissettim.
"Bırak beni, istemiyorum seni!" diye bağırmaya çalıştım, ama sesim, onun karanlık bakışları ve ağzımı kapamasıyla kayboldu. Elini ağzıma bastırdı, nefes almakta zorlanıyordum. Gözlerimden süzülen yaşlarla birlikte, sessiz bir çığlık kopuyordu içimde. Geri kalanı koca bir sessiz çığlık. Daha sonra pantolonumu çıkarmaya çalıştı ama çıkaramayınca sırayı kendi pantolununu çıkarmaya verdi. Karşımda gördüğüm iğrenç şeyle yüzümü başka tarafa çevirdim kaçabilirmişim gibi.Bu koca binada beni kimse duyamaz mıydı?
"İçindeyken de bakalım böyle yüzünü buruşturacak mısın?" Sözleriyle yüzüme tükürdü adeta. Yapabildiğim kadar debeleniyor mani olmaya çalışıyordum. Ve pantolonum dar olduğundan üzerimden inmeden çıkaramıyordu.
Beni yere bastırdıkça, çaresizliğim ve içimde yükselen korku daha da büyüyordu. Kıpırdamak, kendimi korumak istiyordum ama vücudum adeta ona karşı direnmeye bile cesaret edemiyordu. Yüzümü başka bir yöne çevirdim, ondan uzaklaşmanın bir yolunu arıyordum. Ancak kapının kapalı olduğunu biliyordum, buradan nasıl kurtulabilirdim?
İçimdeki dehşet dalgası, onun sert hareketleriyle iyice kabarıyordu.
"Ah siktir, çıkar artık şunu!" bağırdı yüzüme doğru ve aniden üzerime uzandı. Öyle hareketsiz bir şekilde ölü gibi üzerimde yattı. Ne olmuştu? Birden bire ne olmuştu böyle?
"Ne oldu?" diye düşünmeden edemedim. O an, hafif de olsa bir umut parıltısı gördüm.
Bu kısa anı fırsata çevirerek hareket etmeye çalıştım. Kendimi geriye çekmek için var gücümle direndim. Kalbim hızla çarpıyor, vücudumun her yanı bu mücadeleden yorulmuştu. Tekrar gücümü toplayıp üzerimdeki ağırlığı itmeye çalıştım.
*****
"Kendini becertmeye bu kadar hevesli olduğunu bilmiyordum," dedim öfkeyle, sesimde alay ve kızgınlık vardı. Sözlerimi duyunca İpek'in gözleri şaşkınlıkla açıldı, boyu zaten küçüktü ama sanki daha da küçülmüş, köşeye sinmiş gibiydi.
Aslında, bu kadar perişan halde olduğunu bağırışlarından ve ağlama seslerinden anlamıştım. Onu tanıdığım kadarıyla İpek, her köşede kendini becerttirmeye hazır kadınlardan değildi. Kendisini bir hayat arkadaşına saklayan, kendini ona adamak isteyen bir kadındı. Ama artık böyle "normal" bir hayatı olmayacaktı; bunu ikimiz de biliyorduk. Masumiyetini yitirecekti, hem de benimle. Ancak, ben bu şerefsiz gibi onu zorla elde etmeyecektim. Benim metresim olurdu, fazlası değil. Zaten fazlasına da gerek yoktu.
Bugün buraya sırf İpek'i görmek, hayatına nasıl bir yolda devam ettiğini öğrenmek için gelmiştim. Ama planımın bir parçası da ona acı çektirmekti, bu yüzden yanımda bir eskort getirmiştim. Parasını fazlasıyla hak etmişti. Fakat kapıyı açtığımda İpek'i orada görmeyi beklemiyordum. Zehirli sözlerimi savurup dışarı çıkmıştım, fakat kolumda olmaması gereken bir boşluğu fark ettim. Saatim! Karımdan bana hatıra kalan o saati unuttuğumu hatırladım. Her kadınla birlikte olduğumda o saati çıkarır, sonra yeniden koluma takardım, ama bu defa komodinin üstünde bırakmıştım. Lanet olsun ki geri dönmem gerekiyordu.
Koridorda yankılanan çığlık sesleri zihnimde ürkütücü bir senaryoyu canlandırdı. Bu adam yine hangi kızı mahvetmeye çalışıyordu? Kapıyı açtığımda gördüğüm manzara kanımı dondurdu. İpek'in pantolonunu çıkarmaya çalışan adam, ama başaramamış. Gözüm o an bir tahta parçasına ilişti. Hiç düşünmeden, hızla kaldırıp adamın sırtına geçirdim. Vurduğum gibi yere yığıldı, boylu boyunca İpek'in üstüne kapaklandı.
İpek yerinden fırlayarak, gözleri öfke ve acıyla dolu bir halde bana yöneldi. "Senin yüzünden," dedi, hıçkırıkları arasında boğulurken. "Senin yüzünden ben tacize uğradım!" Küçük bedeni öfkeyle titriyordu, başı göğsüme kadar geliyordu ama elleriyle kaslarımı yumruklamaya başladı. Her yumrukta, "Senin yüzünden," diye tekrarlıyor, acısını ve öfkesini benim üzerimden çıkarmaya çalışıyordu. Sinir krizi geçiriyordu adeta, gözleri kan çanağına dönmüş, kendinden geçmiş bir haldeydi.
"Geçti," dedim, elimi sırtına koyup onu sakinleştirmeye çalıştım ama bir şey beni durdurdu. Ellerim havada dondu kaldı. O benim düşmanımdı. Onu teselli edemezdim ki! Zaten isteğim onun acı çekmesi değil miydi? Ama neden içimde bir yer sızlıyordu? Onun bu hali neden benim de canımı yakıyordu? Bu acıdan neden kaçmak istiyordum?
Bir an, "Özür dilerim," diye fısıldadım, ama sesim duyulmaz gibiydi. Hıçkırıkları giderek yükseldi, yumrukları zayıfladı ve sonunda bitap düşüp ayaklarımın önüne çöküverdi. Dayanamayıp ben de yanına oturdum, onu kollarımın arasına aldım, başını göğsüme yasladı. Tüm gücü tükenmiş, kalbi yorgun bir kuş misali çarpıyordu.
"İstemiyorum, bırak beni," dedi, ama onu bırakmamı engelleyen en ufak bir hareket yapmadı. Bütün varlığı o kadar bitkin görünüyordu ki.
"Geçti, ben buradayım," dedim usulca, onu sakinleştirmeye çalışarak.
"Zaten senin yüzünden burada, bu haldeyim," dediği an gözüm yırtılmış gömleğine kaydı. Kolundaki ve boynundaki kızarıklıklar, ona ne kadar acı çektirildiğini gözler önüne seriyordu. Biraz daha geç gelseydim başına neler geleceğini düşünmek bile istemedim.
"İpek," dedim, sesim fısıltı gibiydi.
"Hmm?" diye cevap verdi, sesi neredeyse duyulmaz bir tondaydı.
"Ben sadece acı çekmeni istedim, benim acımı anlamanı istedim." Ama söylediklerimle ellerim yanına düştü. Onun yaşadığı korkuyu, çaresizliği görünce içimdeki öfke yerini başka bir duygunun soğuk, ağır ağırlığına bırakmıştı. Onun acı çekmesi benin taş olmuş kalbimi acıtmıştı. Gözlerini kapattı, nefes alışları düzensizleşti. Bayılmıştı. Kollarıma alıp ayağa kalktım ve odadan çıkarken etrafıma bakındım. Bu batakhane neden bomboştu, yardım edecek kimse yoktu. Bu da yetmezmiş gibi dışarısı buz gibiydi. Üşüdüğü İpek'in kızaran burnundan belliydi. Ama ağlamaktan da olabilirdi.
Eskiden küçük de olsa kollarımda ağırlığı olan kız, şimdi kuş kadar hafif kalmıştı. Arabaya götürdüm, arka koltuğa yatırdım ve üzerini ceketimle örttüm. Arabanın içi sıcaktı, bu ona iyi gelirdi. Telefona uzanıp bir numara çevirdim.
"Çetin abi, bir işim var seninle," dedim, sesim soğuk ve kararlıydı. "Bu batakhanenin sahibi... onu yakala. Şu an baygın zaten, çocuklara söyle depoya kilitlesinler. Ben icabına bakacağım."
"Söyle dostum, hemen halledelim," dedi, sorgusuz sualsiz. Telefonda kapattıktan sonra bir süre sessiz kaldım, İpek hala uyuyordu. Kucağımda hafif bir ağırlık, acının ve pişmanlığın sessiz yankıları... Artık eve gitme zamanı gelmişti, fakat bu yolculuk ikimiz için de sandığımdan çok daha karmaşık bir hal almış gibiydi.
*****
Boğazımda hissettiğim o karanlık baskıdan sıyrılırken titremeye başlamıştım. Nefes almak güçleşmiş, kalbim acıyla çarpıyordu. "Bırak beni!" diye bağırdım, sesim boşlukta yankılandı. Etrafımı saran karanlık, üzerime çöken bir bataklık gibi bedenimi ele geçiriyordu. Ne yöne dönsem kaçış yoktu; kurtulduğumu sandığım an yeniden kâbusun içine çekiliyordum. Kara olacak haydut, beni buraya, bu umutsuzluğun içine sürüklemişti.
“Bırak lütfen. Allah’ın cezası bırak beni!” diye yalvardım ama o hiç konuşmuyordu. Soğuk elleri beni soyarken, kımıldayamıyordum bile. Duygularım öfke ve korkunun sınırında geziniyordu, çaresizce kaçmak istiyordum ama bedenim ona esir düşmüştü.
"Uyan," diye yankılandı bir ses, kulağımda bir fısıltı gibi. Uyanmamı isteyen bu ses bir umut ışığıydı. "Hepsi bir rüya. Uyan!" tekrar duyuldu aynı ses.
Sonunda gözlerimi açmayı başardım; ama kapamış gibi hissetmiştim. Bir anda gerçeklikle buluşmuştum, karanlıktan sıyrılmıştım. Tanıdık bir odadaydım, Kara’nın bana verdiği odadaydı bu, ama… yine çıplaktım. Her uyandığımda üzerimde neden bir şey bulamıyordum? Ellerimle battaniyeyi sarınıp ayağa kalkmak istedim, fakat ayaklarımda bir ağırlık hissettim. Gözlerimi aşağı indirip baktığımda, kalbim yerinden çıkacakmış gibi çarptı.
"Ne işin var senin yanımda?" diye bağırdım, şaşkınlık ve öfke arasında gidip gelerek. Kara, bacağını üzerime atmış, derin bir uykudaydı. Bu kadar yakınında olduğumdan nasıl bu kadar habersiz kalmıştım? Ben kör mü olmuştum?
Kara, homurdanarak hareket etmeye çalıştı, "Bu ses de ne böyle? Cırtlak bir ses" diyerek gözlerini araladı. Hemen yastığı alıp tüm gücümle kafasına fırlattım.
"Deli misin kızım?" dedi, uykulu gözlerle bana bakarken.
"Hayır… Ama senin yüzünden yakında olacağım!" diye çıkıştım, sinirden titreyecek kadar öfkeliydim. Sanki bu durum normalmiş gibi davranması delirtici bir şeydi.
"Benim deli bir eşe ihtiyacım yok. Aklını yerinde tutmayı başar," dedi, sanki bu sabah karmaşasında tek problem bendeymiş gibi. Bu sözler öylesine soğukkanlı ve kendinden emindi ki, bir an şaşkınlıktan donakaldım.
“Ne eşi? Sen ne saçmalıyorsun?” dedim, yüzümdeki şaşkın ifadeyi saklayamadan.
“Duydun işte, eş. Hayat arkadaşı,” dedi sanki en normal şey buymuş gibi. Gözlerimi kırpıştırdım, bu anın gerçekliğini sorguluyordum.
“Bu nereden çıktı? Ne zaman evlenelim demişim?” diye itiraz ettim. İçimdeki endişe ve şaşkınlık, sesime yansıdı.
“Ben dedim. Senin demene gerek yok zaten,” diye karşılık verdi, dudaklarında hafif bir alaycı gülümsemeyle. Kalbim öfkeden ve çaresizlikten hızla çarparken gözlerimi ona dikmiştim, ancak bu adamın gözlerinde bir geri adım belirtisi bile yoktu. Kendime duyduğum inancı bile sarsıyordu.
“Yürü git, sarhoş musun sen?” diye fısıldadım, kendi kendime sakinleşmeye çalışarak. Bu, bir yanlış anlaşılma olmalıydı.
Ama o, bir anda tüm gücünü toplayarak kollarıyla üzerime kapanıverdi. Yorganı daha sıkı bir şekilde yüzüme doğru çektim, savunmasız bir şekilde kıvranırken. Onun kaslı kolları gözlerimin önünde, güçlü göğsü omuzlarımda baskı kurarken sanki bana meydan okuyordu. Güçlü bakışlarıyla gözlerimi kaçırmamı engelliyordu.
"Duymadın mı? O yüzden hazırlan. En geç bir haftaya evleniyoruz," dedi, sesinde itiraza yer bırakmayan bir ton vardı. Bu adam ciddiydi, bir oyun oynamıyordu.
"Hayır, istemiyorum!" dedim, bütün cesaretimi toplayarak. Ama içimdeki korkunun titrek bir yankıya dönüştüğünü hissediyordum.
“Senden izin aldığımı mı sandın?” diye karşılık verdi, bakışlarında zafer kazanmış gibi bir ifade vardı. Dudaklarının kıvrımı, gözlerindeki kararlılıkla birleşince, içimdeki tüm direnç duvarlarını yıkıyordu.
Onun yanındayken her şey anlamsızlaşıyordu, itirazlarım bile sessizleşiyor ve duyulmaz oluyordu.