Daha yolun başındayım...
İpek/Kara
Kan, kan, kan.
Işığın açılmasıyla birlikte gözlerim sadece gördüğüm kana odaklanmıştı. Çocukluğumdan beri kan gördüğüm an midem bulanır, gözlerimi kaçırırdım. Ama şimdi dört bir yanı kanla kaplanmış bir odanın ortasında yapayalnızdım. Yanımda göle dönmüş kan göleti midemi daha da kötü hale getiriyordu. Bir an nefesim kesildi, içim dışıma çıkacak gibi hissettim. Sonra gözlerim karardı, ellerim titremeye başladı ve kontrolümü kaybetmemek için duvara yaslandım. Ellerime yapışan sıvıyla istemsiz olarak geri atıldım. Bu da neyin nesiydi böyle? Ellerimin içine baktığım gibi midem daha fazla bulandı. Kandı bu. Bakmadan ellerimi koyduğum duvar kanla sıvanmıştı. Zaten odayı kaplayan koku şimdi ellerimdeydi.
"Hayır. Hayır," dedim ve derhal elimi pantolonuma sildim. Aklıma gelen en kolay fikir buydu. Ama daha fazla dayanamadım. Zorla, ne varsa içimde kusana kadar öğürdüm. Sabah yediğim birkaç lokma ekmeği bile dışarı döktüm. O odada sadece kanın ağır kokusu ve kusmanın yankısı vardı.
"Yapamam!" dedim, sesim zar zor çıktı. Bacaklarım titriyor, dizlerimse pes etmek üzereydi. Odanın kapısı kilitlenmişti, kaçmak istiyordum ama hiçbir yere gidemiyordum. Kendimi bir tuzağın içinde sıkışmış gibi hissediyordum.
Mafya kılıklı adam soğukkanlı bir şekilde bana baktı, yüzünde en ufak bir duygu kırıntısı yoktu. "Sana uygun başka işimiz yok, hanımefendi. Şimdilik bununla idare etmen gerek," dedi soğuk bir ses tonuyla. Dün ve bu sabah yanındaki kasvetli adamlarla görüyordum onu. Mafya değilse, kimdi ki bu adam?
"Lütfen, yalvarırım, başka bir iş bulun. Bu odayı temizleyemem... yapamam," dedim çaresizlik içinde. Gerekirse yalvarırdım bile. Midem hâlâ bulantıyla kıvranıyordu. Gözlerimi tekrar o kan gölüne çevirmek bile dayanılmazdı. Bir adım dahi atmadan oracıkta yere yığılacak gibiydim.
Adam gözlerini kısarak bana baktı. "Kabul etmeden önce düşünmen gerekirdi. Artık geri dönüş yok. Ben gidiyorum. Sana bol şans," dedi, arkasını dönüp odadan çıktı. Kapı ardından soğuk bir tıklamayla kapandı. Artık yalnızdım.
Kan gölünde donakalmıştım. Kafamda bin bir soru yankılanıyordu. Bu kan neyin nesiydi? İnsan kanı mıydı, yoksa hayvan kanı mı? Eğer hayvansa, burası kasap mıydı yoksa daha karanlık bir şey mi? Peki ya insan kanıysa bu kadar insan kanı nasıl bir araya toplanmıştı? Sonuçta duvarlardaki el izleri insanlara aitti. Zihnimde beliren sorular, adeta bir girdap gibi aklımı kemiriyordu. Nasıl temizlerim ben bu odayı!
*****
Zaman geçiyor her saniye içimdeki korkuyu adeta daha da derinleştiriyordu. Ellerim titriyor, nefesim düzensizleşiyordu. Odanın bir köşesine sinmiş ve kendimi toparlamaya çalışıyordum ama nafile. Midem hâlâ bulanıyor, beynim durmadan dönüyordu. "Yapmalısın," diye fısıldıyordum kendi kendime. "Abin için yapmalısın..."
Gözlerim odanın bir köşesine bırakılan kovaya kaydı. İçi suyla doluydu. Nefesimi tutup zorla kendimi kovaya kadar sürükleyerek gittim, gözlerimi kapattım. Görmezsem yapabilirdim belki. Yapmaktan başka çarem yoktu.
Duvarlara tutunarak gözlerim kapalı duvarları siliyordum. Parmaklarımın altından akan yapışkanlık, içimdeki mide bulantısını daha da yoğunlaştırdı. Gözlerim hâlâ kapalıydı. Ağlayarak duvarları siliyordum. Belki eskisinden daha kötü bir hale gelmişti. Ama bundan fazlasını yapamıyordum ki. Gözlerimi açarsam gerçeklikle yüzleşmek zorunda kalacaktım.
Duvara tutunarak gittiğim sıra dizime çarpan sert bir şeyle durdum. İçimdeki korku beni ani bir refleksle gözlerimi açmaya zorladı. O an gördüğüm şey dünyamı altüst etti. Küvet... Kanla dolu bir küvet. Etrafında biriken kan pıhtıları be suyla karışmış koyu kırmızılık... Başım dönmeye başladı, dünya adeta etrafımda dönüyordu. Bir adım geri gittim ama kovaya çarpmamla dengemi kaybettim.
Yere yığıldım, her şey bulanıklaştı. Zihnimde çığlıklar yankılanıyor, ama dudaklarımdan tek bir kelime dökülmüyordu. Kanın kokusu, metalik tat ağzıma kadar ulaşmıştı. Gözlerim kararmaya başladı, odadaki her şey silikleşti. Sonrası ise sadece büyük, boğucu bir karanlık...
*****
İpek, gözlerini açtığında her şey bulanıktı. Göz kapaklarını kırpıştırıp etrafa baktıkça oda netleşmeye başladı, ancak gördüğü şeyler onu daha da tedirgin etti. İçinde bulunduğu yer soğuk, ıssız ve karanlık bir odaydı. Tavanın köşelerinden akan damlalar, nemli duvarların kasvetini daha da yoğunlaştırıyordu. Ama en dehşet verici olan, üzerindeki his… ya da daha doğrusu, üzerindeki hiçbir şeyin olmamasıydı. Çıplaktı. Vücudu tamamen korunmasız bir şekilde ortada duruyordu.
Panikle yatağın kenarına doğru sıçradı. Kalbi deli gibi çarpıyor, nefesi düzensizleşiyordu. "Ne oldu bana?" diye düşünerek etrafına bakmaya başladı. Hafızasında o ana dair hiçbir şey yoktu. Nerede olduğunu ya da nasıl buraya geldiğini hatırlamıyordu. En son ne yapıyordu? Nerede bulunuyordu? Bu sorular kafasında yankılanırken, odanın dört bir yanını gözleriyle taramaya başladı.
Oda loş bir ışıkla aydınlatılmıştı, her köşede gölgeler dolanıyordu. Duvarlar sıva dökülmüş, metal bir karyola dışında neredeyse bomboştu. Köşedeki paslanmış bir lavabo ve çatlamış aynaya takıldı gözleri. Dizlerinin üstünde kalkarak odada dolaşmaya başladı, içini bir titreme almıştı. "Buradan çıkmam lazım," diye mırıldandı kendi kendine. Giysi ya da bir örtü arayışıyla odanın her köşesini kurcaladı. Ama hiçbir şey yoktu. Ne bir dolap, ne bir raf, ne de bir giysi. Yalnızca soğuk duvarlar ve karanlık.
Tam o sırada, arkasından gelen hafif bir gıcırtı sesiyle ürperdi. Kapı yavaşça açılıyordu. Korkuyla başını çevirdiğinde, kapının aralığından biri belirmeye başladı. Kara. Odaya adım attığında yüzünde ürkütücü bir huzur taşıyordu. Kara’nın bakışları, İpek’in çıplak bedenine kayarken İpek, elleriyle kendini örtmeye çalıştı, gözlerinde bir öfke ve korku parıltısıyla.
"Seni uyandırmak istememiştim ama görünüşe göre erkenden ayılmışsın," dedi Kara, odanın kapısını ardında kapatarak.
İpek’in dili tutulmuştu. Ne diyeceğini, ne yapacağını bilemiyordu. Ellerini daha da sıkı sarmaladı vücuduna. "Ne yaptın bana?" diye sormaya çalıştı, sesi kısık ve titrek çıktı. Kara’nın gözleri onun üzerinde gezinirken, İpek odanın her köşesinden bir çıkış, bir kaçış yolu arıyordu. Ama hiçbir şey bulamadı.
Kara ağır adımlarla İpek’e doğru ilerledi. "Ne mi yaptım?" diye tekrarladı, sesi sakin ama içinde saklı bir tehdit barındırıyordu. "Henüz hiçbir şey. Ama olacaklar için hazır olmalısın, İpek."
*****
Ellerimi üzerime siper ederek yataktaki yorganı sıkıca çektim, soğuk bir korku içimde büyüyordu. "Ne işim var benim burada? Neden çıplağım? Giysilerim nerede?" diye sorduğum sorulara cevap vermeden, ağır adımlarla yatağın ayak ucuna kadar geldi. Oturmadı, sadece elleriyle yataktan destek alarak bana doğru eğildi.
"Bayılmışsın," dedi soğuk bir sesle. "Bu kadar zayıf olacağını düşünmemiştim. Oysa daha yeni başlıyoruz." Ellerini yataktan çekip doğruldu, bana dönüp yüzündeki korkutucu ifadeyle bakarken, nefes almakta zorlanıyordum. Bayıldığımı söylüyordu, belki de haklıydı. Ama ya giysilerim?
"Peki ya giysilerim?" diye sordum, içimdeki tedirginlik daha da büyüyerek.
"Kanla kaplılar. İstersen getirebilirim," dedi umursamazca.
"Hayır," dedim hızlıca, düşünmeden. "Lütfen bavulumu getirir misin?" Sesimdeki çaresizlik açıkça belli oluyordu. Bu adam bana yardım eder miydi gerçekten?
"Bilmem," dedi, sinsi bir gülümsemeyle. "Doğru bir şekilde istersen, olabilir." Elleri cebindeydi, kendinden emin, tehditkâr duruşuyla adeta meydan okuyordu.
"Lütfen?" dedim, sesim iyice titremeye başlamıştı. Ne yapmamı bekliyordu ki?
"Bu kadarcık mı?" dedi, kaşlarını hafifçe kaldırarak.
"Ne yapmamı bekliyorsun?" diye sordum, korkuyla.
"Benimle yat!" dedi buz gibi bir sesle, sanki bunu söylemek en doğal şeymiş gibi.
Ellerimi yorgana daha sıkı sardım, o an içimdeki korku büyüyordu. Kara'nın gözleri üzerimde, sanki her hareketimi kontrol ediyordu. Ağzımdan çıkan her kelimenin ona teslim olmak demek olduğunu hissediyordum. Sesim titredi.
"Ne demek istiyorsun?" Kara, acımasız bir gülümsemeyle dudaklarını kıpırdattı.
"Ne demek olduğunu gayet iyi biliyorsun, İpek." O an odadaki hava daha da ağırlaştı. Sanki nefes almak bile imkânsızdı. Kara'nın teklifiyle odadaki gerilim en üst noktaya çıkmıştı. İçimde bir fırtına kopuyordu; ondan kurtulmak istiyordum ama nereye kaçabilirdim ki?
Bir adım geri çekildi, yüzünde karanlık bir ifadeyle devam etti. "Ya benimle yatar ya da buradan hiçbir yere gidemez, böyle çıplak çıplak dolaşırsın. Tabii o zamana kadar benden önce birileri seni becermese. Seçimini yap."
İçimdeki tiksinti tüm vücuduma yayılıyordu, midem bulandı. "Yapamazsın!" dedim ama yapardı. Abimin kafasına gözlerini bile kırpmadan silah dayamış bir insandı sonuçta. İstediği het şeyi yapabilecek kadar acımasızdı.
Yüzündeki öfkeyi gizlemen dibime kadar yaklaştı. "Neden yapamazmışım? Abin karıma tecavüz ederken iyiydi ama ben kardeşini becerirken kötü mü olur?" dedi sözleri tükürür gibi ağzından çıktı, nefret doluydu.
"Abim eşine bir şey yapmadı," dedim ama bu savunmam o kadar da güçlü değildi.
"Yaptı," dedi derin bir hırsla. "Gördükleri karşısında susmak, ona göz yummak... Yapan kişiden ne farkı kalmış ki böyle? Böyle bir adama abi diyerek bana savunma. Onun yüzünden şu an buradasan."
Sözleri kalbime bir bıçak gibi saplandı. Abimin yaptığı şeyin ağırlığını biliyordum ve onu daha fazla savunamazdım. Ama benim için bunları yapmıştı. Bu adam bunu biliyor muydu acaba? Söylersem beni öldürür müydü? Ölmek? Ben yıllar önce kendimi ölümü soğuk kollarına bırakmıştım. Ama abimin beni yaşatmak için verdiği mücadelede yaşamak zorundaydım.
"Peki ya diğer adam? Onu neden bulup cezasın kesmiyorsun? Tek suçlu abim değil," dedim. Ne kadar da mantıksız konuşuyordum böyle. Ama bu adamın yatağına girmek. Hayır, yapamazdım ki bunu.
"Bulmadım mı sanıyorsun?" dedi daha fazla yaklaşaya yer kalmış gibi burnuma kadar yaklaşarak. Ani hareketiyle geri geri gitmeye çalıştım.
" Kanlarını temizlediğin oda. Benim el izlerim değildi her halde," dediği an yine gözlerim önüne odanın görüntüsü gelince midem bulanınca elimi ağzıma götürdüm. Ama midemde su dahil bir şey kalmadığı için sadece öğürdüm midem dışıma çıkana kadar.
"Yeter artık. Şimdi işimize dönelim," dedi ve geri çekilip cebinden bir iğne çıkardı. Kalbim hızla çarpmaya başladı. Gözlerim korkuyla açıldı, ama kolumu sakladığım yorganın altından kurtarması çok kolay oldu. Direnmeye çalıştım, "Hayır! Bırak! Ne yapıyorsun?" diye bağırdım ama sanki sesim bile yankı bulmadı.
Soğukkanlı bir tavırla cevap bile vermedi, iğneyi koluma sapladı. "Ahh!" diye acıyla inledim. Vücuduma giren iğnenin verdiği acı beklediğimden daha farklıydı. Sanki damarlarımdan içeriye zehir akıyormuş gibiydi. Hastalığım sırasında defalarca iğne vurulmuştum, ama bu bambaşka bir his bırakmıştı. İğneyi çıkardığında onu umursamazca bir kenara fırlattı, ben ise çaresizce kolumu tekrar yorganın altına soktum, güvende hissedecekmişim gibi.
"Ne verdin bana?" diye sordum, kalbimde hissettiğim paniği saklayamadan.
"Görürsün az sonra," dedi buz gibi bir ses tonuyla, odanın karanlık köşesine çekildi. Zaman sanki akıp gitmiyordu, her saniye bir ömür gibi geliyordu. Birkaç dakika sonra gözlerimin önüne bir bulanıklık çöktü. Artık etrafı göremiyordum, her şey yavaş yavaş kararıyordu. Başım dönmeye başladı, odadaki her şey bulanıklaşmış ve silinmişti.
Sonra aniden bir el beni kaldırdı. Kucağındaydım artık. "Bırak beni!" diye mırıldandım, ama dudaklarım ağırlaşıyordu, sesim neredeyse kayboluyordu. Gözlerim kapanmadan önce hatırladığım son şey, burnuma dolan o yoğun kokuydu. Tüm gün yaşadığım dehşetlerin ardından, o koku garip bir şekilde huzur vericiydi.
*****
Gözlerimi açtığımda önce nerede olduğumu anlamaya çalıştım. Burası daha önce getirilmiş olduğum korkunç oda değildi. Ancak bu sefer de çıplaktım. İçimde oluşan dehşet dalgası boğazımı sıkarken, çevreme göz gezdirdim. Oda oldukça temiz ve düzenliydi; sanki öncekinden tamamen farklı bir dünyaya adım atmış gibiydim.
Başımı kaldırmak istedim ama vücudum ağırlaşmıştı. Kafamı hareket ettirmek bile bir işkence gibiydi, her şey bulanık ve yabancıydı. Güç bela yan dönüp yataktan kalktım, fakat vücudum adeta bir enkaza dönmüştü, her yerim yorgunlukla isyan ediyordu.
"Sahi, ne vurmuştu o bana?" diye düşündüm. Bayılmıştım, sonrasında ne olduğunu hatırlayamıyordum. Düşüncelerim bir karmaşaya dönüşüyordu, zihnim bulanık, bedenim ise çaresizdi.
Gözüm yatağın ayak ucundaki valize takılınca, içimde bir umut ışığı parladı. O valizi görmek bana yeniden hayat verdi. Hızla oraya koştum, sanki son bir kaçış yolum buydu. Yorgunluğuma aldırmadan valizi açtım ve içinden bulabildiğim en hızlı giyebileceğim kıyafetleri alelacele üzerime geçirdim.
Ancak gözüm tekrar yatağa kaydığında, kalbim sıkıştı. Gördüğüm manzara ruhumu bedenimden çekip aldı adeta. Yatağın ortasında, çarşafın üzerinde kan izleri vardı. Şok içinde geri çekildim, nefesim daraldı, zihnimde yankılanan tek bir düşünce vardı: Olamazdı. Hayır. Yapamazdı bunu bana...
"Olamaz," dedim, gözlerimi kan izlerinden ayıramayarak. İçimde bir şeyler kırılmıştı. Ama ben, ben hiçbir şey hissetmemiştim ki. Böyle bir şey olduğunda insan anlamaz mıydı? Nasıl olur da hiçbir şey hatırlamazdım? Baygındım... Ama bu, yaşananları unutturmaya yeter miydi? Kafamda oluşan karmaşık düşünceler içinde boğulmuş gibiydim. Beni bayıltarak böyle bir şerefsizliği nasıl yapardı?
"Hayır, hayır!" dedim, düşündüklerime inat. Bu gerçek olamazdı, olmamalıydı. O sırada kapı açıldı ve odanın karanlık huzurunu bozan o adam, yine aynı sert bakışlarıyla içeri girdi.
"Uyanmışsın," dedi yüzünde en ufak bir pişmanlık emaresi bile olmadan.
"Ne yaptın bana?" diye sordum, içimdeki tüm umudu ezerek. Düşüncelerimin yanlış çıkmasını dileyerek.
"Anlamışsındır, o kadar da küçük değilsin," dedi, sanki son derece normal bir şeyden bahsediyormuş gibi.
"Yalan söylüyorsun!" dedim, kendime bile inanmakta zorlanarak.
"Nasıl istersen. İnanıp inanmamak sana kalmış," dedi umursamaz bir tavırla ve bir adım daha bana doğru attı.
"Yaklaşma!" diye bağırdım, kontrolsüz bir şekilde geriye çekilerek.
"Tamam," dedi alaycı bir gülümsemeyle. "Gel, o zaman yeniden tanışalım. Ben Kara Başaran."
"Bana ne bundan! Bana ne yaptığının farkında mısın?" diye çıkıştım, öfke ve korkunun karışımıyla titreyerek.
"Abinin eşime yaptığına sayarsın," dedi soğukkanlılıkla ve yine bir adım daha öne geldi.
"Yaklaşma!" dedim daha yüksek sesle, tehditkar bakışlarına karşı çaresizce. Ama o adım atmaya devam ettikçe, içimde bir şeyler kopuyordu. Eğer dokunursa, her şey bitecekti. Bir an için pencereye doğru kaçtım, ve neyse ki açık olduğunu fark ettim. Hızla pencereyi açıp kendimi oturtarak dışarı çevirdim.
"Ne yapıyorsun? İn oradan!" diye bağırdı, panik dolu bir sesle yanıma yaklaşarak.
"Yaklaşma! Atlarım yoksa!" diye tehdit ettim, sesim titremesine rağmen mümkün olduğunca kararlı çıkmaya çalışarak.
"Yapamazsın," dedi emin bir ifadeyle ve yaklaşmayı sürdürdü. Kaçacak başka bir yolum var mıydı? Yaşadıklarımın ardından bu hayatta kalmamın ne anlamı vardı ki? Abimin benim için verdiği savaş bile şu an anlamsızdı. Bu noktaya nasıl gelmiştik? Tüm umutlarım, inançlarım bir bir yıkılmıştı.
Daha fazla düşünmeden, bir nefeslik cesaretle kendimi pencereden aşağıya bıraktım. Artık yaşamamın bir anlamı kalmamıştı...