KRATAS
Kratas ne kadar düşünürse düşünsün Abraham'ın niye böyle bir şey yapmaya yeltendiğini anlamakta güçlük çekiyordu ve derinlerde bir yerde felaketin kaçınılmaz olduğunu hissediyordu. Çekip gitmek isteyen tarafını göz ardı ederek Damien'a hafif bir kaygıyla baktı. Kaşlarını çatmıştı ve gözleri örtbas etmek için uğraşmadığı bir ilgiyle parlıyordu. Ne olduğunu bilmesede, merak etmiş olmalıydı. O noktada Kratas'ın yaşananların önüne geçmek için yapabileceği hiçbir şey kalmamıştı. Bardağa dolu tarafından bakmaya çalışarak, derin bir iç çekişle, 'En azından bilmediği bir şey yüzünden acı çekmeyecek' diye geçirdi içinden. Başını eğdi ve yüzünü sertçe buruşturdu; Bunun yerine bildiği bir şey yüzünden öfke hissedecekti.
Kratas, Abraham'a sadece onun anlayabileceği bir bakış attı ve kaşlarını hafifçe kaldırdı ama adam tamamen konuya odaklandığı için ona hiç bakmıyordu. Abraham, sanki konuşmak için ondan izin alıyormuş gibi bir tavırla "Bana ayıracak biraz zamanın var mı?" diye sordu. Hemen ardından "Çok vaktini almayacağım." diye ekledi.
Damien sessiz kaldı; bu sessizlik, onun bu durumu onayladığını belirten bir işaretti.
"Hiç karışmamam lazım aslında ama..." Abraham, hem zihninde hem de ağzında kelimeleri derleyip toparlamaya çalışırken yutkundu. "Vanessa çok mutsuz."
Damien bir an sessiz kaldıktan sonra "Ne yapmaya çalıştığını anlamıyorum," diye mırıldandı. Kratas derin bir iç çekişle cevap verdi ve kendi kendine, 'Sadece söyle işte.' diye düşündü. Abraham, Damien'ın yanağındaki kesik izine odaklandı ve bakışlarını orada gezdirdi. Ardından da bedenindeki morlukları tahmin edebiliyormuş gibi üzerinde dolaştırdı...
"Bunu kendine neden yapıyorsun, Damien? Neden dövüşmüyorsun? Ölmek mi istiyorsun?"
Kratas, Abraham bu soruyu sorana kadar sabrını korumaya çalışmıştı ama konu tam da bu noktaya gelince sessiz kalması imkânsız hâle geldi. “Bunu ona biz de defalarca sorduk.” Diye alaycı bir şekilde cevap verdi.
Abraham ise Kratas’ın bu tepkisine karşılık başını yavaşça ve neredeyse üzgün bir tavırla iki yana salladı ve hayal kırıklığı dolu bir ses tonuyla gerçeği su yüzüne çıkardı.
“Vanessa yüzünden mi?”
Damien tereddüt etmeden “Hayır,” dedi, sesi soğukkanlıydı.
Yalancı seni, diye geçirdi içinden Kratas.
Abraham dudaklarında beliren hafif bir gülümsemeyle, biraz keyifsiz ve alaycı bir tonda güldü. “Hayır mı? Gerçekten de burada yaşanan her şeyin, tüm bu karmaşanın ve kaosun Vanessa’dan tamamen bağımsız olduğunu mu söylüyorsun? Ve sana inanmamı mı bekliyorsun? Bu gerçekten imkânsız.”
“İstediğin şeye inanmakta özgürsün.”
Damien’ın sesinde ne bir öfke ne de bir ikna çabası vardı; sözleri sadece basit, kaçınılmaz bir gerçeği dile getiriyordu.
“Evet, Damien... Sen de özgürsün.”
“Özgür olduğum tek şey bu zaten.”
“Her şeyin ne kadar berbat, karmaşık ve içinden çıkılmaz bir hâl aldığını görüyorum ama tek bir sahneden anlam çıkaramazsın evlat. Tek kırılanın sen olduğunu sanıyorsun ama eğer Vanessa'ya bir bakarsan, gerçekten bakarsan, onun da senin kadar derin bir şekilde kırıldığını görürdün. Vanessa’nın bazı eksiklikleri ve kusurları olabilir ama kötü biri değil.”
Kesinlikle söyleyecek! Buraya bunun için gelmiş! Ve vazgeçmemeye de çok kararlı! Kratas mantıklı bir şeyler düşünmek için düşüncelerini susturmaya çalışsa da bu pek mümkün değildi. Orada öylece dikilip şaşkın bir ifadeyle Abraham'a baktı ve ona engel olamayacağını bildiği için sadece onu dinlemekle yetindi, tıpkı Damien'ın yaptığı gibi. Belki de böylesi daha iyidir, diye geçirdi içinden. Damien'ın uğruna savaşacak bir şeylere ihtiyacı vardı. Vanessa gibi. Ne yazık ki Abraham'ın söylemek istediği şeyler Kratas'ın tahmin ettiğinden çok daha başka, çok daha karanlık bir derinliğe uzanıyordu. Yaşlı adam o kadar üzgün ve mutsuzdu ki birden yirmi yaş yaşlanmış gibi görünüyordu; Parlak gözleri geçmişe dalarak yer yer çatlamış ve kırılmış arnavut kaldırıma odaklandı. Konuştuğu zaman sesinin altındaki buruk keyifsizlik kulağa çarpan ilk şeydi.
"Bunu daha önce kimseye, hiç kimseye anlatmadım. Hatta Peter'a bile. Theodore, yani Vanessa’nın babası, Vanessa’yı tüm kalbiyle ve ruhuyla severdi ve korkarım ki tek sevgisini de ona vermişti. Vanessa’nın öz annesi bile gezilerinden birinde rastgele karşılaştığı, öylesine vakit geçirdiği, pek de umursamadığı, yabancı bir kadındı. Kadın bir gün Vanessa’yı kucağına alıp evimize getirdi ve artık ona bakacak ne maddi ne de manevi gücünün kalmadığını söyleyerek onu bize bıraktı. Daha sonra onun bir sokakta, açlıktan ve soğuktan öldüğü haberini aldım. O zamanlar Vanessa daha birkaç aylık, küçücük bir bebekti. Theodore ilk başta onu istemedi, hayatına bu şekilde bir sorumluluğu dahil etmeyi kesinlikle reddetti ama onu bir şekilde bebeği yanına almaya ikna ettim. Zaman geçtikçe, Vanessa büyüdükçe ona karşı hissettiği sevgi büyüdü, o küçücük çocuğu her şeyden çok sevmeye başladı... Fakat Theodore... Nasıl desem... Her zaman çok karmaşık, olağanüstü zeki ve çıkarcı bir adamdı. Belki de bu yüzden Başkan Eugine ile o kadar iyi anlaşıyordu. İkisinin hep karakter olarak birbirlerine benzediklerini düşünürdüm. Bak, Damien. Ben Theodore’u çok iyi tanıyorum. Bu yüzden bileğinize yerleştirilmiş olan o çipi, bile isteye Yeraltı Şehri için tasarladığından hiç şüphem yok; çünkü eğer isteseydi, onu insanların sağlığına ya da hayatına zarar vermeyecek bir hale getirmek için bir yol bulabilirdi. Ona defalarca kere Başkan Eugine’in kuklası olmaması konusunda uyarılarda bulundum ama beni asla dinlemedi. Bu korkunç soykırıma destek verdi, bunun bir parçası oldu. Sonunda da Yeraltı Şehri’nde isyancıların hedefi oldu ve birkaç isyancı tarafından öldürüldü. Cesedini bir çöp yığını gibi evinin önüne atılmış hâlde buldum. Onu kimsesizler mezarlığına gömmek zorunda kaldım."
Kratas tiksintiyle irkildi. Tüm bunlar kulağa o kadar berbat, o kadar saçma geliyordu ki diyecek bir şey bulamadı. Abraham ise konuşmaya devam ettikçe kendini daha da berbat hissediyor gibiydi. Yüksek sesle soluyarak ellerini yüzünde gezdirdi ve hem sesine hem de ifadesine işlenen bir pişmanlıkla, vicdan azabıyla konuşmaya devam etti.
"Vanessa’ya hiçbir şey söyleyemedim çünkü henüz çok küçüktü. Büyüdüğünde de söyleyemedim çünkü Başkan Eugine onun yeteneklerinin farkına varmıştı. Vanessa, babasına derin bir sevgi besliyordu. Eğer ona babasının Yeraltı Şehri’nden dolayı öldüğünü söylersem Başkan Eugine’nin onu kolayca manipüle edebileceğinden ve aynı şeylerin onun da başına geleceğinden korkuyordum. Sen eve geldiğinde ise gerçekten mutlu oldum çünkü Başkan Eugine seni Vanessa'ya hediye etmiş olsa da sen buradansın, Yeraltı Şehri’nden... Vanessa seninle arkadaşlık kurarsa ona her şeyi anlatmam daha kolay olurdu. Bu yüzden aranızın iyi olması için elimden gelen her şeyi yaptım. Bunun ne kadar berbat bir şey olduğunu anlayamazsın. Her zaman Vanessa'nın Başkan Eugine ve Westland’ın ellerinde bir kuklaya dönüşmesinden endişelendim, Damien. Şimdi ise olan şeye bak. Bu şehirden kopamıyor. Sanırım bir parçası buraya, bu şehre ait."
Kratas, Damien'a baktı. Damien bir an duraksadı, ifadesi hem ekşi hem de acıydı. "Bana bunu neden anlatıyorsun?" diye sordu.
"Çünkü her şeyi tam anlamıyla bilmeni istiyorum. Theodore, Başkan Eugine’nin en değerli adamlarından biriydi. Onun ölümüyle birlikte Eugine’nin elindeki en güçlü kılıç kırılmış oldu. Vanessa’nın babasının yeteneklerine sahip olduğunu anladığında kim bilir nasıl sevinmiştir! O adam en başından beri Vanessa’nın yeteneklerini kendi çıkarları için kullanmak istiyordu. Belki de bu kadar genç olmasına rağmen onu meclise almasının nedeni de budur. Seni ona hediye ettiğinde ve Vanessa seni korumak için onun emirlerine karşı geldiğinde bu onu inanılmaz öfkelendirmiş olmalı. Sadece Vanessa’nın sözleri Yeraltı Şehri isyanına cesaret verdiği için değil, bundan sonra onu kontrol etme ihtimalinin olmadığını bildiği için. Sen Vanessa’yı değiştiriyorsun, Damien. Onu daha güçlü, isyancı ve inatçı yapıyorsun. Bu yüzden Başkan Eugine seni Vanessa’dan uzaklaştırmak için her şeyi yapar. Anlıyor musun? Her şeyi. Onu tehdit ediyor. Sadece seni öldürmekle değil, tüm Yeraltı Şehri’ni yok etmekle. Vanessa bunun olmasını sonsuza kadar geciktiremez, bunu o da biliyor... Senin hakkında korkunç şeyler söyledim çünkü Vanessa’ya çok öfkeliydim. Geçen gün odasını temizlerken çalışma notlarını buldum. Onları gizlemek için ahşap döşemeyi yerinden sökmüş. Tüm Yeraltı sistemini çökertecek bir yol arıyor. Sadece giriş asansörü, damga makinelerini, sınır güvenliğini ve maden reaktörünü değil. Yeraltı Şehri’nde yaşayan herkesin çipini etkisiz hâle getirecek. Bunu Başkan Eugine’e ve güvenliğe belli etmeden yapmanın bir yolunu bulmuş. O lanet olası makineyi düzeltecek. Sonra da yaydığı sinyalleri bir tür sinyal kırıcıya çevirecek. Böylece Başkan Eugine çiplerinizi tüm bir şehri katletmek için kullanma fırsatı bulamayacak. Sanırım Vanessa Başkan Eugine bir soykırım yapmaya çalışırsa size kendinizi savunma şansı vermek istiyor ama kızgın olan sadece Westland değil ki. Bu şehrin Westland’a ne kadar öfkeli olduğunu biliyorum. Vanessa tüm güvenliği kırarsa bunu sadece kendilerini savunmak için kullanmazlar. Vanessa sadece-“
"Yeter," dedi Damien, birden. "Devamını Vanessa’dan dinlerim."
Sonra da karanlığa karışarak gözden kayboldu. Kratas onun nereye gittiğini çok iyi biliyordu ama ona engel olmaya çalışmanın aptallık olduğunu ve bir işe yaramayacağını da biliyordu. Ayrıca hiç yumruk yiyecek bir ruh hâlinde değildi. Bu yüzden hiç kıpırdamadı. Damien karanlıkta gözden kaybolunca yeniden karşısında duran yaşlı adama baktı ve kendini daha fazla tutamayarak "Önerin nedir peki? Anlaşma mı?" diye sordu. Kollarını göğsünde kavuşturdu. "Başkan Eugine..."
“Başkan Eugine sonsuza kadar başkan olmayacak, Kratas. Birkaç yıl sonra yeniden seçimler olacak.”
"Evet. Westland’ın seçimi. O ülkenin başkanı kim olursa olsun, hiçbir zaman Yeraltı Şehri’ne özgürlük vermeyecekler."
Abraham bir an sessiz kaldı, düşünceli bir ifadeyle gözlerini yere dikerken, derin bir nefes aldı ve usulca söyledi.
"Savaş ilgili en adil olmayan şey nedir biliyor musun, evlat? Bir savaşta hiçbir zaman asıl suçlular zarar görmez çünkü her zaman güçlülerin yaşaması için canını feda edecek birileri vardır. Savaş sadece zayıfların, yoksul halkın ve çocukların üzerine çöken bir karanlık."
Kratas’ın verecek bir cevabı yoktu. Olsa bile bunu dile getirebileceğinden emin değildi. Dalgın bir şekilde tüm bunları düşünürken Abraham bakışlarını ondan çekerek ağaçlara, ahşap bankın olduğu tarafa dikti. Tam da oğlunun olduğu yere. Başta neler olduğunu pek anlamamış olmalı ki ifadesi durgun kaldı ama sonra fark etti. Yüz hatlarını bir endişe ve dehşet kapladı. “Bekle. Peter mı o?” derken sesi olması gerekenden çok daha yüksek çıkmıştı. Yarı baygın hâldeki aptalının yanına koştu ve yediği dayak yüzünden morluklarla dolu olan yanaklarına dokunarak bir şeyler söyleyip durmaya başladı...
Kratas sadece iç çekti.
En azından o aptalı tek başına taşımak zorunda kalmayacaktı.
🔸🔸🔸
VANESSA
Sanki bir çözüm bulacakmışım gibi pencerenin kenarında dikilip hiçbir şey yapmadan uzaktaki limana bakmaktan nihayet bıkınca gözlerimi kapattım ve kendimi tamamen rüzgarın uğultusuna ve yağmurun sürekli vuran sesine kaptırdım. İçimdeki kaosu biraz olsun dindirecek, zihnimi sakinleştirecek tek şey...
Hüzünle iç çektim.
Huzur bana ne zaman bu kadar uzak ve erişilmez bir şey haline gelmişti?
Gözlerimi tekrar açtığımda yorgunluktan neredeyse bitap düşmüş bir halde başımı cama yasladım. Sonra bakışlarım Peter’ı görme umuduyla malikanemin geniş bahçesinde gezindi. Peter’ın bir çocuk olmadığını, kendi ayakları üzerinde durabilen bir adam olduğunu biliyordum ama ona karşı hissettiğim bu içgüdüyü bastırmak da bir o kadar zordu. Hem son zamanlarda onun kendisi gibi davranmadığı da su götürmez bir gerçekti. Abraham'la bu mesele hakkında ciddi bir konuşma yapmam gerektiğini düşündüğümde birden ona ne kadar kızgın olduğumu anımsadım ve hayal kırıklığına uğramış bir şekilde bu düşünceden hemen vazgeçtim. Hayatta beni anlayan tek kişiyi kaybetmişim gibi hissetmem umurumda değildi. Bir süre ne onu görmek ne de onunla konuşmak istiyordum. Zaten benim çok daha acil, çok daha korkunç sorunlarım vardı; Damien gibi...
Şu an tek umurumda olan O'ydu.
Başkan Eugine harekete geçmeden Damien’ın buradan kaçıp çok uzaklara gitmesi gerekiyordu ama bunun gerçekleşmesi için, ondan önce, Damien’ı benden gelecek yardımı kabul etmesi için ikna etmeliydim. Belki de en doğrusu, ona tüm gerçeği söylemekti. Açık olmak, duygularımı saklamadan ona yaklaşmak… Gerçi ona 'Seni seviyorum ve senin için gerçekten endişeleniyorum. Tek istediğim şey, güvende olman.' dersem beni ciddiye bile almazdı ki. İçimde bir ses, bunun anlamsız olduğunu söylüyordu. Beni ciddiye bile almazdı, biliyordum. Damien’ın o keskin bakışları gözümün önüne geldiğinde, onun karşısında böyle savunmasızca açık olmak beni tedirgin ediyordu. Yine de umurumda değilmiş gibi yapamıyordum işte. O her ne kadar beni uzak tutmaya çalışsa da, ben onun her zaman yanında olmak istiyordum.
Gerginlikten tırnaklarımı pencerenin soğuk camına sürttüğümü, ancak çıkan rahatsız edici ses kulaklarımı çınlattığında fark ettim. Elimi hızla camdan çektim. Dışarıdaki fırtına sanki tüm kasvetiyle üzerime çöküyordu. Rüzgarın ve yağmurun öfkeyle çarptığı pencereyi kapatmak için soğuk, demir kulpa uzandım. Pencereyi kapatırken gözlerim yağmurun sis gibi dağılan perdesinin ötesinde bir şey seçti. Uzun boylu bir gölgenin şiddetli yağmura aldırış etmeden malikanenin kapısına doğru yaklaşıyordu. Bir an için kalbim duracak gibi oldu. İçime derin bir korku doldu. Aklıma gelen ilk şey, kötü bir şeyin olmuş olabileceğiydi. Soğuk bir ürperti omurgamdan yukarı tırmandı. Sonra kendime acı acı güldüm; Eğer gerçekten kötü bir şey olmuşsa Damien’ın geleceği son kişi ben olurdum herhalde... Ama cidden, neden buradaydı? Hem de böylesine kasvetli, fırtınalı bir gecede, bu saatte...
Dışarıda fırtına tüm gücüyle devam ediyor, rüzgar öfkeli bir hırıltıyla ağaç dallarını savuruyor, yağmur damlaları pencereye birer mermi gibi çarpıyordu.
İçimi tarifi zor bir huzursuzluk kapladı.
Aklıma gelen ilk düşünce belki de en saçma olandı; Saklan ve evde yokmuş gibi yap! O kadar saçmaydı ki, buna gerçekten kalkışmayı düşünemedim bile. Zihnimin karmaşasıyla baş etmek için içgüdüsel bir hareketle, hiç de üzerine düşünmeden dış kapıya doğru yürüdüm. Vestiyerde asılı duran, hep orada olduğunu bildiğim o siyah şemsiyeyi kavrayıp kapıyı açtım. Dışarıya adımımı atar atmaz fark ettiğim ilk şey yağmurun ezici ağırlığı ve içime işleyen keskin soğuktu. Rüzgar, sanki tenimi parçalara ayırmak ister gibi yüzüme vururken elimdeki şemsiyenin kolunu sıkıca tuttum ve bahçe kapısına doğru ilerledim. Ona yaklaştıkça Damien’ın varlığı, içimdeki soğukluğu yavaşça eriten bir sıcaklık gibi yayılmaya başladı. Fakat aynı zamanda içimi kaplayan şaşkınlık, her adımda biraz daha derinleşiyordu. Durdum ve kilitli kapının diğer tarafında durdum ve yağmurun altında sırılsıklam olmuş Damien’a bakmak için belki de gereğinden fazla zaman harcadım. Zaman sanki o noktada donmuş gibiydi.
Damien kapıyı birkaç kez açmayı denedi ama kilitliydi. Kilidin zorlanmasıyla birlikte çıkan o mekanik ses yağmurun şiddetli dövüşünün içinde bile kulaklarımda yankılanırken nefeslerim düzensiz ve hızlı hâle geldi. "Damien?" dedim. Merak ve endişe dolu bir tını vardı kelimelerimde. Şemsiyemi biraz daha yukarı kaldırarak yüzümü görmesine izin verdim. Yağmur, o kadar şiddetli yağıyordu ki Damien’ın üstü başı tamamen sırılsıklam olmuştu, su damlaları kıyafetlerinden süzülerek ayaklarına akıyordu. Teni ise her zamankinden daha solgun görünüyordu. Şemsiyenin kulpunu sıkıca kavrayıp onu içeri davet etme düşüncesini zihnimden atmaya çalıştım. Hayır, içeri girmesine izin veremezdim. "Neden buradasın? Hem bu saatte? Bu havada?"
Damien, sanki kendini tutunacak bir yer arar gibi parmaklıkları sıkıca kavradı. "Seninle konuşmaya geldim." Sesi her zamanki kadar sakin ama altında bir ağırlık taşıyordu.
"Bu bir rüya mı?" diye kendi kendime fısıldadım. Damien'ın ıslak saçlarını, su damlalarının yanaklarından aşağı süzülüşünü izleyerek başımı yavaşça iki yana salladım. Ama her şey o kadar gerçekçiydi ki... Sahiden burada, tam karşımdaydı. "Damien, lütfen! Kafana göre buraya gelemezsin! Başkan Eugine biliyor mu?"
"Ona bir hikaye uydururum. Kapıyı açar mısın?" Elleriyle kapıyı sertçe bir kez daha itti. Her hareketi daha sert, daha sabırsızdı; sanki aramızda duran bu engel onu çıldırtıyordu. "Hadi, Vanessa. İçeri girmek istiyordum."
"Hayır." dedim titrek bir sesle.
Onu kesinlikle içeri alamazdım. İçeri girmesine izin veremezdim, ne olursa olsun!
"Vanessa..."
Adımı anarken sesi biraz daha yumuşak ama yine de kararlıydı.
"Hayır. Olmaz. Kesinlikle içeri giremezsin. Burada bile olmaman gerekiyordu! Bu yanlış! Çok yanlış. Git, lütfen. Her şeyi daha da kötü bir hâle getireceksin."
"Her şey zaten yeterince kötü!"
"Evet! Daha da kötü olmaması için gitmen gerekiyor işte!"
"Hiçbir yere gitmeyeceğim!" Damien’ın sesi, öfke ve umutsuzluk karışımı bir çığlık gibi kulaklarımda yankılandı ve çaresizliğini ve kızgınlığını kendi gözlerimde hissettim. O an bu kapı, aramızdaki bu bariyer, her ikimizin de kontrol edemediği bu kaosun bir simgesiydi. Bakışlarımı fark ettiğinde gözlerini kapatarak alnını demirlere yasladı ve soluğunu dudaklarından çıkan bir buhar şeklinde serbest bıraktı. "Neden bu kadar korkaksın? Oysa çok cesur olduğunu düşünmüştüm."
"Ne?" Sesim öyle kısık ve titrek çıkmıştı ki, sözlerimi tekrar etmek zorunda kaldım. Şemsiyenin metal kulpunu parmaklarımın ucunda, neredeyse acı veren bir kuvvetle sıktım. "Damien bunun bir önemi yok! Hiçbir şeyin hiçbir önemi yok artık! Başkan Eugine onun izni olmadan burada olduğunu anlarsa seni öldürür. Senden bu kadar nefret ediyor işte! Hâlâ fırsat varken çekip gitmelisin."
Damien, hiç kıpırdamadan gözlerimin derinliklerine baktı. Damlalar kirpiklerinden damlarken bakışları bir alev gibi ruhuma uzanıyordu. Kahretsin! Neden bana böyle, her şeyi biliyormuş gibi bakıyordu? Panikle, her an Başkan Eugine'nin ortaya çıkmasını bekleyerek etrafa bakındım. Ardından Damien'a döndüğümde yapmamam gerektiğini bildiğim hâlde parmaklıkları tutan eline dokundum. Damien arada bu demir kapı olmasa beni öpecekmiş gibi öne eğildi ve gözlerimin içine çok daha derin bir ifadeyle bakmaya başladı. O an her şeyin anlam kazanmaya başladığını fark ettim. Abraham’ın neden ortalıkta olmadığını, neden Damien’ın burada olduğunu ve neden bana böyle baktığını anladım. Abraham'ın ne kadarını söylediğini merak ettim ama şimdi, ne önemi vardı ki? Damien yine de burada kalamazdı.
"Damien..." dedim parmaklarının arkasını nazik bir dokunuşla okşayarak. İç çekti. Ben de iç çektim. "Lütfen... Git... Beni zor durumda bırakıyorsun."
"Peki." dedi. Ne yani? Gidiyor muydu? Ama en iyisi buydu. Biraz olsun rahatlayarak elimi elinden çekmeye çalıştığımda Damien demirin arasından uzanıp parmaklarımı nazikçe yakaladı. Elimi çekmeye çalıştım ama izin vermedi. Kararlı bir şekilde konuştuğunda çaresizce gözlerine baktım. "Rıhtımda olacağım."
"Ne?"
"Büyük Rıhtım'a gideceğim. Bu yağmurda orada kimse olmaz. Ne kadar sürerse sürsün, seni bekleyeceğim."
Gözlerim iri iri açıldı ve sesimdeki titremeyi kontrol etmeye çalışarak hemen yanıt verdim.
"Gelemem. Olmaz."
Sokağın karanlık tarafından yükselen bir ses duyduğumda dikkatim dağıldığı için başımı eğip yağmur ve iyice erimiş olan kar birikintileri yüzünden ıssız görünen sokağa baktım. Neyse ki bu sadece girecek bir delik arayan bir sokak fare yavrusuydu. Fare ciyaklayarak duvarların arasındaki bir boşluğa girdi. Bu sırada da Damien sessizce geri çekildi ve başka bir şey demeden, karanlıkta bir hayal gibi yok oldu. Serseme dönmüş bir hâlde eve geri geçtiğimde ve ucundan damlayan yağmur sularını umursamadan şemsiyeyi yere attığımda kafamdaki karmaşanın ağırlığı altında bacaklarım beni zar zor taşıyordu. Kendimi oturma odasına attım ve ışıkları açmadan odanın içinde ileri geri yürüyerek düşüncelerimin ruhumu yiyip bitirmesine izin verdim. Kafam cidden çok fena karışmıştı. Damien ne kadarını biliyordu? Başkan Eugine'nin evini basıp onu iyice bir dövmediğine göre tüm gerçeği biliyor olamazdı ama belli ki hiçbir şey bilmiyor da değildi. Ah, Abraham neden bunu yapmıştı ki? Parmaklarımı saçlarımın arasından geçirdim. Uzun, dalgalı teller başımın üzerinden kayarak yanağıma sarkarken gözyaşlarımı tutmaya çalışarak alt dudağımı ısırdım. "Ne yapacağım şimdi ben?" diye mırıldanırken kendimi hiç olmadığı kadar kaybolmuş ve korkmuş hissediyordum. Damien bundan sonra buradan asla gitmezdi ki! Onun bu şehirde, Başkan Eugine'nin elinde kalması kadar beni korkutan bir şey yoktu.
Düşüncelerim biri bir düğmeye basmış gibi aniden susarken bakışlarımı yerden kaldırıp oturma odasının pencerelerine çevirdim ve endişeyle şiddetli bir şekilde yağan yağmura uzun uzun baktım.
Sabaha kadar rıhtımda beklemezdi, değil mi?
Ama ya beklerse?
Ne kadar sürerse sürsün, demişti değil mi?
Ben...
Yo. Hayır, gitmeyecektim.
Kendimi vazgeçirmek için başımı iki yana salladım ve ne kadar uzun olduğunu kestiremediğim bir süre boyunca tek yaptığım şey oturma odasında volta atmak oldu. O kadar hızlı bir şekilde yapıyordum ki bunu başım dönüyordu. Daha önce de pek farklı bir şey düşünmüyor olmama rağmen Damien kafamın içini her zamankinden daha çok meşgul ediyordu. Başkan Eugine'i ve bana dediği tüm o şeyleri, tüm o tehditleri düşündüm... Sonra da Damien'ı... Kararımı kesin bir şekilde vermeden önce pencerelerden yağan yağmura bir kere daha baktım.
"Boş versene!"
Damganın sinyalini yayan diğer çipi yatağımın üzerine koyduktan sonra evden çıkmak için bir saniye bile kaybetmedim. Dışarı çıktığım anda beni çok ilginç bir sürpriz bekliyordu. Şaşkınlıkla verandada durarak Kratas'a, Abraham'a ve aralarında taşıdıkları Peter'a baktım. Hepsi de sudan çıkmış balığa benziyorlardı fakat Peter pek kendinde değil gibiydi, yine fazla içmişti anlaşılan. Görünüşe göre onun için kaygılanmakta pek de haksız değildim. Abraham'da en az benim kadar endişeli görünüyordu ama Kratas hepimizin aksine en huysuz ruh hâlindeydi. Son olanlar yüzünden bana kızgın olacağını düşünmüştüm ama garip bir şekilde beni görünce alaycı bir şekilde gülümsedi. "Harika. Gel buraya. Ayyaş arkadaşın iyice sinirlerimi bozmaya başlamıştı." diyerek çenesiyle Peter'ı işaret ettiğinde yarı uykulu hâldeki Peter'a ve gözlerime bile bakamayan Abraham'a baktım. Sonra da Kratas'a geri baktım. Bir an önce Damien'ın yanına gitmem gerekiyordu, bu yüzden vakit kaybetmeden Kratas'ın yanındaki boşluktan geçerken "Ben gelene kadar Peter'la ilgilenir misin? Hemen döneceğim, merak etme." diyerek hızla yağan yağmurun altına çıktım. Yanıma şemsiyeyi almayı düşünmüştüm aslında ama rıhtım sadece sivillere açık bir bölge olduğu için ve olabilecek en hızlı şekilde gitmek istediğim için koşmayı düşünüyordum. Kış vaktinde yağan bir yağmurun altına çıkmak buzlu suyla duş almak gibiydi, tenime işleyen soğukla irkildim ve hızlı bir şekilde Abraham'ın açtığı bahçe kapısına doğru yürürken Kratas'ın arkamdan yüksek sesle söylendiğini duyar gibi oldum.
"Neden hep en sinir bozucu ve zahmetli işleri ben yapmak zorundayım!"