?16.BÖLÜM: ÇÜRÜMÜŞ DÜNYA

4167 Words
Kratas haklıydı. Onu seviyordum. Onu öyle çok seviyordum ki... Canım yanıyordu. Kar taneleri kışın soğuk rüzgarında savrulurken dudaklarımız arasında yanan ateş yüzünden başım dönüyor, midem kasılıyor, öpüşmenin tutkusu ve şiddeti nefes almakta güçlük çekmeme neden oluyordu. Çok yakındık. Damien'ın tadını, kokusunu alabiliyordum. Kulaklarımın uçları ısınıyordu. Titriyordum da sanırım. Aramızdaki güçlü çekim hem vücudumu sarıyor hem de ruhumu kavuruyordu. Onu öpmek... Hem de bu şekilde... Tatlı bir yanma ve yoğun bir özlem... Nefret ve sevgi... Acı ve mutluluk... Tüm zıtlıklar kafamın içinde birbirine girmişti. Damien'ın dudakları etrafımızı saran kar tanelerinin etkisiyle hatırladığımdan daha soğuk olsa da tadı hafızamdaki yumuşaklığını koruyordu. Hayatımda kendimi böyle hissettiğim başka bir an daha olmamıştı. Her temasında dudaklarının sıcaklığı hem içimi aydınlatıyor hem de kalbimde bir boşluk yaratıyordu. Oysa bundan daha yakın olamazdık, öyle değil mi? Ama yine de aramızda dikilen o kocaman duvarı, boşluğu iliklerime kadar hissedebiliyordum. Dudaklarımdan çaresiz bir inilti dökülüp onun dudaklarına çarptığında Damien iç çekti ve böyle bir şey mümkünmüş gibi beni daha da yoğun bir şekilde öpmeye başladı. Ona karşılık vermekte zorlanıyordum. Tüm kan dudaklarıma toplanmıştı sanki. Bedenim onun uzun, yapılı bedenine nazaran daha güçsüz kalmasına rağmen onu ittirecek olsam duracağını biliyordum ama zaten onu ittirmek istemiyordum ki. Soğuğa aldırmadan tam burada, onunla, sonsuza kadar kalabilirdim. Ama hiçbir şey sonsuza kadar sürmez... Özellikle de bu kadar güzellerse. Damien beni öpmeyi keserek başını hafifçe geri çektiğinde hızlı bir şekilde nefes alıp veriyordu. Ben de ondan pek farklı bir hâlde değildim. Göğsüm hızla inip kalkıyordu. O kadar yakındık ki birbirimize burunlarımız birbirine değiyor, rüzgarda savrulan saçlarımız birbirimizin yüzüne çarpıp duruyordu. Omzumun üzerinden uyuşmuş dudaklarımla Damien'a şaşkın şaşkın bakarken muhtemelen yanaklarım hiç olmadığı kadar kırmızıydı. Bir an ona olan sevgime yenik düşerek, onu geri öpecekmiş gibi öne eğildim. Dudaklarım dudaklarına çarpar gibi oldu ve hemen sonra orada bizi bekleyen gerçekleri anımsayarak titredim, onu öpmeye hakkım yokmuş gibi hissederek dudaklarımı geri çektim. "Damien..." Sesim bana ait değil gibiydi. "İsmimi bu şekilde her söylediğinde..." Dudaklarını dudaklarıma değdirdi, beni hayal kırıklığına uğratacak kadar kısa bir süre sonra da geri çekildi. "İçimden yine seni öpmek geliyor." Cılız bir sesle "Ne?" diye fısıldadım, aptal aptal. Doğru düzgün düşünecek bir hâlde değildim o an. "Çok körsün. Yaptıklarının bende yarattığı etkiyi hiç bilmiyorsun." diyerek aklını başına toplamak istiyormuş gibi gözlerini kapattı ve hafif bir sesle iç çekti. Bir an için gördüğüm yüzü öyle güzeldi ki... Sonra bana sarılmayı keserek arkamdan çekildi. Çekip gitmesinden korktuğum için ona doğru döndüğümde hâlâ biraz önceki öpücüğün etkisi altındaydım. "Ama bu senin hatan değildi, benim hatamdı." "Birini sevmek hata değil ki." Başını salladı. "Seni sevmek bir hata." dedi, sesinde karanlık bir soğukluk vardı. "Damien..." Beni duymuyormuş gibi "Birini sevdikten sonra asla eskisi gibi olamazsın." dedi kendi kendine. Sonra bana baktı. Gözleri, daha önce tutkuyla ve özlemle parlayan o derin lacivert tonunu kaybetmişti. O an bunu görmek içimi acıttı. "Önceden de mutlu değildim ama artık o kadar bile mutsuz olamıyorum. Sana niye söylüyorum bunları? Şikayet etmeye hakkım yok, nasıl biteceğini biliyordum." Beni sevdiği için pişmanlık duyduğunu fark ettiğimde kalbim ve ruhum burkuldu. Farkında olmadan onu ne kadar da parçalamıştım. Onu. Sevdiğim adamı. Başkan Eugine'nin öfkesinin yoğunluğunu düşünmek bile istemiyordum artık; Damien'ın yanında olmanın verdiği bu acı her şeyi gölgede bırakmıştı. "Damien," dedim, duygularımın yoğunluğuyla önünü arkasını pek düşünmeden. "Burada kalma, git." Bir şey anlamayarak, "Neden bahsediyorsun sen?" diye sordu. "Başkan Eugine seni ölene dek rahat bırakmayacak. Ben... Ben..." Söyle. Daha uygun bir zaman olmayacak. "Bileğindeki damganın sinyalini geçersiz kılacak bir yol bulabilirim. Böylece özgür olursun. İstediğin yere gidebilir, istediğin şeyi yapabilirsin. Ama burada kalma. Bu ülkeden yapabildiğin kadar uzağa git ve bir daha da asla geri dönme." "Hayır." Ne? Bir an sonra bunu sesli bir şekilde söyledim. "Ne?" dedim, şaşkına dönerek. Hayır. Onu yanlış duymuş falan olmalıydım. Böyle bir teklifi gerçekten reddediyor olamazdı, öyle değil mi? Kekeledim. "A-anlamıyorum. Neden? Özgür olmak istemiyor musun?" "Artık bir anlamı yok." "Bu saçmalık! Nasıl olmaz? Benim... Benim..." Benim şikayet etmeye hakkım yok. Yaraların ve izlerinin ne kadar derin olduğu fark ettiğimde pişmanlığım daha da arttı. Damien'a onu her şeyden çok sevdiğimi, benim için ne kadar değerli olduğunu söylemek istiyordum fakat bunu söylemeye yeltendiğimde kelimeler birer yumak gibi boğazıma takıldı ve acı dolu bir ses çıktı dudaklarımdan çünkü bunu söylemeye de hakkım yoktu! Tümüyle çaresiz bir şekilde onu buradan gitmesi için ikna etmeye çalıştım. "Damien, lütfen bunu bir düşün. Senin için en iyisi bu. Eğer buradan çok uzaklara gidersen Başkan Eugine seni bulmakla uğraşamaz. Şu isyan yüzünden dikkati yeterince dağılmış durumda. Bu fırsat bir daha gelmeyecek. Neden inat ediyorsun?" "Neden bunu bu kadar umursuyorsun?" "Sen neden reddediyorsun?" Benden gelecek iyiliği bile istemiyor olması düşüncesi yüzünden kendimi kötü hissederken Damien düşünmek için başını kaldırarak etrafımızı çevreleyen kar tanelerine baktı. Kar taneleri, her biri diğerlerinden farklı bir rotayla süzülerek havada dans ediyordu fakat ben sadece Damien'a bakıyordum. Öyle ulaşılmaz görünüyordu ki uzanmak, kar taneleriyle kaplı saçlarına ve soğuktan solgunlaşan yüzüne dokunmak istiyordum. Siyah kirpiklerinin altındaki durgun, koyu mavi gözleri, su gibi parlaktı ama içindeki ışık sönmüş, cansız kalmıştı. Kendi kendine "Gerçekten çok yorgunum." diye mırıldandığında kaşlarımı çattım ve devam etmesini bekleyerek ona bakmaya devam ettim ama devam etmedi. Dikkatini çekebilmek için ismini söyledim ben de. "Damien..." Gözlerini gökyüzünden çekti ve derin, sessiz bir bakışla tamamen bana odaklandı. Bir şey demedi. Konuşmaya devam etmemi bekliyordu. Yaptım ben de. "İstediğin her yere gidebilirsin." Dudakları kıvrıldı ama bu gülümseme içten değildi. "Westland haricinde." diye ekledi. Bunu bana söyleyiş şekli... Sanki burada kalmak istiyormuş gibi... Ah, hayır! Yapmıyor, değil mi? Şaşkınlığım geçip de kendime geldiğimde "Hadi ama, Damien! Bu şehirden ne kadar nefret ettiğini biliyorum! Gerçekten de burada kalmak istiyor olamazsın!" dedim. Sesim iğrenme ve hayal kırıklığı karışımı bir ton taşıyordu ama arkasındaki gerçek his, deli gibi bir korkuydu. "Her şey, nereye gidersem gideyim, hep aynı. Hem bugünden sonra özgür olsam bile ne anlamı var? Benim gidebileceğim bir ev yok. Dünyadaki hiçbir yer bana öyle hissettiremez... Ya da hiç kimse." Hiç kimse bendim. Benden bahsediyordu. Bir şekilde biliyordum bunu. Az önceki öpücük aklıma gelince şimdi 'hiç kimse' olmak canımı çok yakıyordu ama niye şaşıyordum ki? Beni sanki dünyadaki tek kadın benmişim gibi öpmesi, ona söylediğim o yalanları yok etmiyordu. O yalanlar hâlâ buradaydı, tam aramızdaydı. Gerçeği söylemeye cesaret edemediğim sürece de orada durmaya devam edeceklerdi. "Az önce söylediğin şey..." diye lafa girdim ve o iki sözcüğü hatırlamak için gözlerimi bir anlığına kapattım. Seni seviyorum. Daha önce bunu hiç duymamış değildim. Babam, Abraham, hatta Peter. Ama Damien'ın dudaklarından çıkınca sihirlilerdi sanki. "Bunu cidden kastettin mi?" "Evet." "Beni neden öptün?" Ne demesini bekliyordum? Seni özledim, demesini mi? Ancak rüyamda görürdüm! Damien'ın o tatlı, yumuşak dudakları hafif bir şekilde gerildi. Sorum onu hazırlıksız yakalamıştı. Soğuğun solgunlaştırdığı yanaklarına hafif bir renk gelir gibi oldu. "Seni öpmemeliydim." dedi yasak meyveyi tatmış gibi bir sesle. Başını salladı ve kendine karşı duyduğu o öfkeyle "Neden yaptım, bilmiyorum." diye homurdanarak parmaklarını saçlarının arasından geçirdi. "Hiçbir anlamı yok bunun. Gerçek olmayan bir kadına aşığım ben." "Hissettiklerin gerçek." diye ekledim, yumuşak bir sesle. "Sen değilsin." diye ekledi o da. "Ben sadece..." Diyecek çok şeyim olmasına rağmen hiçbirini söyleyemedim çünkü Damien'ın yüzündeki o ifade bir şey söylememe imkân vermiyordu. O ifadenin uzunca süre düşüncelerimin birinci sırasında yer alacağından emindim. Sanki etrafımı kaplayan hava birden yok olmuş gibi nefes almayı kestim, o da bana bakmayı kesti. Sonunda da "Gitmem gerek." dedi ağır ağır. "Senin de öyle." Omuzlarımın üzerinden sarkan saçlarımın kıvrımlarına dokunurken ve benden git gide uzaklaşarak Başkan Eugine'nin malikanesinin olduğu tarafa yönelen Damien'a bakarken 'Her zaman,' diye düşündüm umutsuzlukla. Her zaman. Ama hayır... Yapacağım son şey bu olacak olsa bile onu o damgadan, Yeraltı Şehri'nden, Başkan Eugine'den, kendilerine layık görmeyen o insanlardan ve bu berbat dünyadan kurtaracaktım. 🔸🔸🔸 Yatak odamdaki pencerenin çerçevesi, yapıldığı dönemin zarif işçiliğiyle süslenmiş koyu renk bir ahşaptan oluşuyordu ve üzerindeki ince buz kristalleriyle birlikte dışarıdaki kışı bir tablo gibi önüme sunan kocaman camları vardı. Bense o pencerenin kenarına oturmuş, sırtımı pervaza yaslamış ve dizlerimi karnıma çekmiş bir hâlde gün batımını seyrediyordum. Her yer, ağaçlar, evler, banklar, parklar karla kaplıydı. Güzel, dingin bir manzaraydı fakat beş dakika önce birden yağmaya başlayan sağanak yağmur yüzünden tüm bu karın ertesi sabaha kalmayacağından emindim. Yağmuru izlemekten bıktığımda yüksek sesle iç çektim ve yorgun bir ifadeyle başımı yana çevirdim. Yanımda ince uzun bir sehpa vardı; üzerine dağılmış birkaç kitap, eski bir dergi ve ince bir buğuyla kaplanmış bir fincan çay yerleştirilmişti. Kendimi uyanık tutmak için sadece düşüncelerim yetiyor olsa da Peter tüm bunların keyfimi yerine getireceğini düşündüğü ve bunu bana söylerken çok umutlu olduğu için ona hayır diyememiştim. Abraham'ın ise nerede olduğu hakkında en ufak bir fikrim yoktu. Eve geldiğimde evde değildi. Buna içten içe sevindiğimi inkar edemezdim çünkü daha önce olanlardan sonra onunla ne konuşacağımı ya da nasıl konuşacağımı bilmiyordum. Oysa daha birkaç saat öncesine kadar onunla konuşmak dünyanın en kolay şeyi değil miydi? Hayal kırıklığı insana bunu yapıyordu işte. Öte yandan, Damien'ı düşündüğüm anlarda başka hiçbir şeyin önemi kalmadığı için uzun süredir aklımı meşgul eden tek şey O'ydu. Aramızdaki bu çekişme ve bu belirsizlik, her geçen gün daha da yıpratıyordu bizi. Ama beni öpmüştü, değil mi? Beni öptüğünde sadece fiziksel bir çekim değil, aynı zamanda derin bir duygusal bağ hissetmiştim. O an sanki dünyada sadece biz varmış gibiydik. Üstelik bu sefer etrafta kimse yoktu. Ne insanlar ne de Başkan Eugine. Bunu sadece istediği için yapmış olmalıydı. Beni sevdiği için. Gözlerindeki derinliği ve karmaşayı görmek... Bana karşı hissettiği sevgi ve nefretin kafasının içinde nasıl bir kaos yarattığını hayal bile edemiyordum. Bu düşüncelerin etkisiyle alnımı soğuk cama yaslayarak hafif bir sesle iç çektim. Berbat bir hâldeydim. Oradan oraya umutsuzluk içinde savruluyordum. Oysa çok fazla bir şey arzulamıyordum ki! Sadece onun yanında olmak istiyordum. Hayattan tek istediğim buydu ama tüm dünya sanki yasak meyveyi tatmak istiyormuşum gibi davranırken bu sadece hayallerimde kalıyordu. Her şeyi daha da berbat etmekten korkuyordum ve içimdeki bu korku, beni daha da yalnızlaştırıyordu. Bu işin sonu kötü biterse... Kendimi daha da yalnız ve kırık hissetmeye başlayınca daha iyi şeyler düşünmek için kendimi zorlayarak gözlerimi kapatıp kendimi hapsettiğim karanlıkta biraz huzur bulmaya çalıştım. Gözlerimi yeniden açmamı sağlayan şey ise olduğum yere doğru yaklaşan adım sesleriydi. Evde Peter, ben ve bir iki hizmetçiden başka kimse yoktu. O yüzden gelenin Peter olduğundan son derece emindim. Bakışlarımı camın ardındaki manzaradan ayırmazken o an hiç kimseyle konuşmak istemediğimi düşündüm. Kendi yalnızlığımda boğulmak istiyordum. "Vanessa?" Ama elbette böyle bir şey mümkün değildi. İç geçirdim ve hafif bir ses tonuyla "Evet, Peter?" dedim, başımı çevirip ondan tarafa bakarak. Giyinmişti. "Ben dışarı çıkıyorum. Bir şeyler içeceğim." Bunu duyunca şiddetle yağan yağmura baktım, sonra da ona geri baktım. Bir şey demedim. Sonuçta Peter yetişkin bir adamdı. Hem zaten isterse bahçıvanımız Bill onu gideceği yere kadar arabayla bırakırdı. Peter, omzunu kapıya yaslayarak dudaklarını süsleyen buruk, küçük bir tebessümle "Sen de gelmek ister misin? Eski günlerdeki gibi. En sevdiğin tatlıdan yeriz." diye sordu, sesinin tınısından ona vereceğim cevabı bildiği belli oluyordu. Sadece şansını bir deniyordu herhalde. Olanlardan sonra ne dışarı çıkacak, ne tatlı yiyebilecek, ne de eğlenebilecek bir ruh hâlindeydim. "Teşekkür ederim ama evde kalmayı tercih ederim." Yüz ifadesini sabit tutmak için elinden geldiğince çabalasa da verdiğim cevap karşısında suratının düştüğünü görebiliyordum. Gözlerinin içindeki endişe artarken bana daha da dikkatli bakmaya başladı, konuşmadan önce de huzursuz bir şekilde yerinde kıpırdandı. "Sen iyi misin, Vanessa? Saatlerdir orada hiçbir şey yapmadan oturuyorsun. Endişelenmeye başladım artık." "İyiyim. Beni merak etme sen." "Ama ediyorum. Seni böyle üzen şey her neyse, bana anlatabileceğini biliyorsun, değil mi? Aramızda ne geçerse geçsin, her zaman dinlerim seni." Bunları bana söylerken samimi olduğunu biliyordum ama Peter'a ne Damien için endişelerimden, ne onu sevdiğimden, ne de onun beni öptüğünden bahsetmek içimden gelmiyordu. Biri onu üzerken, biri kıskançlığını körükler, biri de kızdırırdı ve ben o an bir kavga daha kaldırabilecek bir ruh halinde değildim. Gülümsedim sadece. "Gerçekten sorun yok, Peter. Anlatacak bir şey olsa söylerdim. Sadece başım ağrıyor biraz." "İlaç ister misin?" "Zaten içtim." diye yalan söyledim ona ve başım zonkluyormuş gibi rol yaparak şakağıma dokundum. "Birazdan geçer." Peter durakladı, sonra da utanarak sordu. "Kalmamı ister misin? Seninle ilgilenebilirim." "Hayır, lütfen. Benim için planını iptal etme. Git ve eğlenmene bak." Aslında daha önce hasta olduğumda benimle ilgilendiği olmuştu, hem de defalarca kere. Ben de onunla ilgilenirdim. Çocukken birbirimizden başka kimsemiz yoktu ama tüm olanlardan sonra aramıza biraz mesafe koymak iyi olacaktı sanırım. Yine de Damien'a karşı nasıl hissettiğimi Peter'a bir gün söylemem gerekecekti... Ama bugün değil. Şimdi değil. "Peki," dedi Peter, ısrar etmek yerine kabullenerek. "Bu arada, sana sormak istediğim bir şey var. Babamla aranız bozuk değil, değil mi? Tüm gün sinir bozacak kadar üzgün görünüyordu ve sen de ortalıklarda yoktun." "Hayır, bir sorun yok. Abraham şimdi nerede?" "Bilmiyorum. Sen gelmeden hemen önce evden çıkıp gitti. Sordum ama cevap vermedi. Gelir herhalde." Kendi kendime "Herhalde." diye mırıldandım. Aklıma korkunç bir fikir gelirken midem burkuldu. Sonra böyle bir şey düşündüğüm için kendime çok kızdım. Beni terk edip gitmiş olamazdı. Ne kadar kavga edersek edelim Abraham öyle biri değildi. Hem oğlu da buradaydı. Muhtemelen kafa dinlemeye falan gitmiştir. Bu yağmurda mı, diye ekledi içimden bir ses ama o sesi hemen zihnimin en derin, en karanlık köşelerine bastırarak susturdum. "Neyse," dedi Peter, omzunu yasladığı kapıdan ayırarak. Çenesiyle kapıyı işaret ettikten sonra veda eder gibi elini salladı. Mavi gözleri yumuşaktı. "Ben çıkıyorum." "İyi eğlenceler." "Eğlenmeye çalışacağım." Ses tonunun aldığı tını yüzünden aslında onunla birlikte gelmemi ne kadar istediğini anlayabiliyordum. Son günlerdeki mutsuzluğum bulaşıcı bir şey olmalıydı. Yapabileceğim tek şey bu olduğu için özür diler gibi gülümsedim ona. Peter yanımdan ayrılıp evden çıktığında da kendimi yine kendi yalnızlığıma gömdüm ve camdan dışarıya bakarken her şeyin griye büründüğünü düşündüm. Gözlerimi kapattığım anda Damien'ın yüzüme dokunan elini, kulağına fısıldayan sesini hissedebiliyordum. İçimde hâlâ capcanlı duruyordu. İç çektim. Kafamın içi kanlı bir savaş alanından farksız olduğu için düşünmek sadece bir işkence hâline gelmişti. Damien'ı her aklıma getirdiğimde kalbimde açılan yaraların giderek derinleştiğini ve acının yeni bir boyut kazandığını hissediyordum. Kendime işkence etmekten zevk alıyor değildim. Yine de bunu yapmaktan vazgeçemiyordum çünkü ondan bana kalan tek şey buydu... Bu acı... Onu yeniden evimizde görmek istiyordum. Evet. Evimizde. Bizim evimizde. Bu ev onsuzken ev gibi hissettirmiyordu. Hayatımda ondan daha önemli bir şey yoktu; sanki kendi varlığım bile onun yanında önemsiz kalıyordu. 🔸🔸🔸 KRATAS Kratas pek de tekin olmayan izbe bir sokakta ileri geri yürürken öfkesinin kaynağının ne olduğunu bile bilmediğini fark etti. Vanessa mıydı? Ne anlamı vardı bunun? Babasının yıllar önce yaptığı bir halt yüzünden onu suçlu olarak görmek kulağa çok adice geliyordu ve ortada bile olmayan bir adamın yakasına yapışıp hesap soramazdı. Yumruklarını tüm gücüyle sıkarak "Ah, ne körüm ama!" diye söylendi kendi kendine. Vanessa'nın onu anlayacağını, onlara yardım edeceğini umarak ona en büyük sırrını açmıştı ama bunun yerine çok daha farklı bir şeyle karşılaşmıştı. Wesland yönetiminin onun şehrine karşı ne kadar zalim ve baskıcı olduğunu çok iyi biliyordu ama böylesine ölümcül bir silah... Şimdi, yüzlerce yıl boyunca yapılan bu adaletsizlikler yüzünden her şeyin ne kadar çürümüş olduğunu görmek daha önce onu başkaldırıya süsleyen öfkesinin daha da derinleşmesine neden oluyordu. Madenlerdeki değerli taşlar yüzünden yıllarca sömürüldükleri yetmiyormuş gibi Başkan Eugine'nin ve meclisin tek bir emriyle tüm halkını dünyadan silebilirlerdi. Bu durumda Başkan Eugine'i öldürmek toplu intihardan farksız olurdu, ki onlar için silah üretecek biri yokken bu pek de mümkün görünmüyordu. Vanessa'nın yanına gidip ona hesap sormak isteyen vahşi tarafını hemen dizginledi çünkü onun aslında ne kadar iyi ve arkadaşcanlısı olduğunu görmüştü. Düşündüğü gibi biri değildi kesinlikle. Ne yapacağını bilmeyen, çaresiz ama herkes için en iyisi neyse onu isteyen biriydi o. Yine de fazla iyiydi. Asla milyonlarca insanın hayatını tehlikeye atarak damgalarındaki çipi etkisiz hâle getirmezdi, kaldı ki Kratas da ondan bunu isteyemezdi. O halde böyle yaşamaya mahkûm muydular? Çok iyi biliyordu ki Westland yönetimi aradan bin yıl da geçse onlara adalet ve eşitlik vermeyecekti- binlerce ucuz işgücünden, vergilerden ve değerli madenlerden mahrum kalmayı göze almazlardı. Zaten bu yüzden bu ölümcül çip bileğinde değil miydi? Westland, Yeraltı Şehri'nin halkını zapt edilmesi gereken bir hayvandan farksız görüyordu. Onları hediye etmek, dövüştürmek, en önde savaşa göndermek ve gerektiği zamanda uyutmak onlar için bir suç bile değildi. Hepsinden nefret ediyorum, diye düşündü Kratas, bu düşüncelerle daha da öfkelendiğini hissederken. "Senin derdin ne?" Biri onu sertçe çekip yakasından tutarak duvara yapıştırdığında, Kratas düşüncelerinden ancak o zaman sıyrılabildi. Damien'ın öfkeden değişen yüz hatlarına baktığında gerçekliğe dönerek kaşlarını çattı. "Bu isyan meselesinin bir saçmalık olduğunu ve işe yaramayacağını sana söyledim!" diye bağırdı Damien, onu kendine getirmek ister gibi. "Şimdi de Vanessa’yı bu işe dahil mi etmeye çalışıyorsun? Onu nasıl oraya, isyan grubunun içine götürmeyi düşündün? Ne olursa olsun o bir Westland'lı! Üstelik meclis üyesi!" Vanessa'nın oraya olduğunu Damien'a Tanus'un söylediğini biliyordu. O herif ağzında hiçbir sırrı tutamazdı. O yüzden Damien'a bunu nereden öğrendiğini sormak gibi bir aptallık yaparak vakit kaybetmek istemedi. "Sakin ol, Damien." Fakat Damien o an sakin olmaktan olabildiği kadar uzaktı. Dişlerinin arasından öfkeyle soludu. Kratas iç çekti ve aklında ne varsa söyledi. "Bir düşün, Damien... Vanessa bizden yana olursa her şeyin dengesi değişebilir. O müthiş yetenekli bir kadın ve bu dünyada bu isyanı destekleyebilecek tek kişi." "Kapa çeneni, Kratas. Geberip gitmeden önce de bu saçmalığa son ver." Kratas alçak sesle, dediğine itiraz eder gibi homurdanınca bu çılgınlık içinde Damien ona bir tane çakmamak için yakasını hızla bırakarak ondan uzaklaştı. Bunu yaparken laciverte çalan gözleri hırsla parlıyordu. Kratas kendi gözlerinin de bundan pek farklı olmadığından emindi. Sanki o an tek derdi buymuş gibi kıyafetinin kırışmış yakalarını düzeltirken dikkati bir anda dağıldı çünkü Damien odağını başka bir yere çevirmişti ve bu, Kratas’ın ilgisini tamamen kaybetmesine neden olmuştu. Damien artık ona değil, ilerideki karanlık bir noktaya bakıyordu. Sokağın diğer ucundan, birkaç metre ileriden bir gürültü kopmuştu. Kratas, sesin kaynağını bulmak için başını kaldırdı ve gözleri iki adam tarafından hırpalanan bir figüre takıldı. Bu tür sahneler, Yeraltı Şehri'nde alışıldık bir manzara olarak kabul ediliyordu; burada şiddet ve suç, günlük yaşamın bir parçasıydı. O yüzden bu sahnenin Damien'ın dikkatini neden bu kadar çektiğini anlamıyordu. Bunda bu kadar ilginç olanın ne olduğunu merak ederek gözlerini kavga eden adamlara çevirdiğinde hırpalanan adamın ne kadar tanıdık olduğunu fark ederek kaşlarını çatmadan edemedi. "Ben hayal mi görüyorum, yoksa bu... Neydi bunun adı? Peter mı?" dedi, sonunda herifin ismini hatırlayarak. "Sanırım çok sarhoş." Fakat Damien onu dinlemiyordu. Bunun yerine tamamen çevresindeki hareketliliğe odaklanmıştı; koyu gözlerini Peter'ı sert bir şekilde döven iki adamdan bir an olsun koparmıyordu. Kratas, bu adamları daha önce de birkaç kere görmüştü. Onların soyguncu olduğunu çok iyi biliyordu ve Peter gibi değerli bir avı bu kadar kolay serbest bırakmayacaklarını da biliyordu. Adamlardan bir tanesi kötücül bir niyetle gülerek Peter'ın kolundaki o pahalı saati çalmaya çalışınca o uyuz herifin ertesi sabah sadece donuyla sokakta kalacağını düşündü. Bunu yapmak zorunda değilsin, demek için Damien'ın olduğu tarafa döndü ama Damien çoktan yanından geçmiş ve ilerideki o iki adama doğru yürümeye başlamıştı bile! Peter'ın saatini çalmaya çalışan adamın yüzünü saklayan pelerinin şapkasından tutup çekince Damien'ı fark eden adamın yüzünde hafif bir şaşkınlık belirdi. Diğer adam ise Damien’ın gözleriyle buluştuğu an onu tanımış ve korkudan topuklamıştı. Damien önce adama, sonra da elindeki pahalı saate baktı. Fırtına öncesi sakinliği taşıyan bir sesle "Dur da sana yardım edeyim." diyerek adamın yüzünün ortasına burnunu kıracak kadar sert bir yumruk atınca adam neredeyse yerden havalanarak sırtının üstüne sert bir şekilde çarparak yerden bir yığın tozun ve kirin havalanmasına neden oldu. Çarpmanın sesi karanlıkta yankılanan bir gök gürültüsü gibiydi. Kratas içgüdüsel bir şekilde yüzünü buruşturdu. Bu cidden çok acıtmış olmalıydı. Yere düşen adam şaşkına dönmüş bir hâlde bir Damien'a bir de ona baktıktan sonra -Damien'ın kim olduğunu biliyor olmalı ki- karşılık vermek yerine tekmelenmiş bir köpek yavrusu gibi kaçtı... Her şey sakinleştiğinde "Bu da neydi şimdi?" diye sordu Kratas. Sesindeki şaşkınlık karanlık geceye yayılıyordu. Bakışlarını yumruk attığı için kasılan parmaklarını ovan Damien'a dikti. "Neden yaptın ki bunu? Bu çocuktan nefret etmiyor muydun sen?" "Hırsızlık hoş bir şey değil." "Evet. Şiddet de öyle." Damien onu yine duymazdan gelerek çoktan sızıp kalmış olan Peter’ın üzerindeki tozları ve kan lekelerini inceledi. Böyleyken Peter’ın hareketsiz bedeni ürkütücü sokağın bir parçası gibi görünüyordu. Kratas kollarını göğsünde kavuşturarak alaycı bir tavırla güldü. "Vanessa'nın iyiliği bulaşıcı falan herhalde." "Komik olduğunu mu sanıyorsun?" "Onu neden kurtardığını anlayamıyorum sadece. Gerçekten hayatımda karşılaştığım en narsist insanlardan biri olabilir. Vanessa nasıl böyle biriyle arkadaş olmuş, aklım almıyor." Peter o sırada hüzünlü bir sesle iç geçirerek "Vanessa... Seni seviyorum..." diye fısıldadı. Sözleri karanlık geceye ve sessizliğe çarpıp geri dönerken hâlâ kendinde değildi, bir şeyler sayıklıyordu. Kratas bu durum karşısında iyice eğlenerek güldü çünkü Damien'ın suratından Vanessa'nın ismini bu şekilde Peter'dan duymaktan hiç hoşlanmadığı belli oluyordu. Kendine engel olmayarak "Bilmiyor muydun yoksa?" diyerek alay ettiğinde Damien gözlerini karanlıkta uzak bir noktaya dikip homurdanarak cevap verdi. Kratas, onun Peter'ın Vanessa'ya olan hislerini çoktan fark etmiş olduğunu düşündü ve önerisini dile getirdi. "Onu köpekler üzerine işesin diye burada bırakabiliriz, biliyorsun." Damien bu teklifi bir an için ciddi ciddi düşünüyor gibi görünse de dönüp yürümeye başlamadan önce "Taşı onu, Kratas." diyerek emretti. Kratas bir an onun ne demek istediğini anlayamayarak kıpırdamadan durdu. Sonra Peter'a baktı. Bedeni yere yığılmıştı ve yürüyemeyecek kadar halsiz görünüyordu. Ne demek istediğini anladığında Damien'ın arkasından öfkeyle bağırdı. "Ne? Neden ben?" "Çünkü muhtemelen çenesini tutmayacak ve ben de çenesini kıracağım." Damien bunu derken sokağı kaplayan karanlıkta kaybolmak üzereydi. Fikrini değiştirmeyecekti. "Oof! Neden hep en gıcık işler bana kalıyor ki?" Kratas sinirle söylene söylene Peter’ın bedenini omuzlarına alarak, sert adımlarla ilerlemeye başladı. Onu, Damien ve ondan başka kimsenin olmadığı caddedeki eski bir bankın üzerine pek de kibar olmayan bir şekilde bırakırken herifin bir öküz kadar ağır olduğunu düşündü ve doğrulurken ağrımaya başlayan omuzlarını ovdu. O an o lanet arenanın olduğu yere o kadar yakınlardı ki durdukları yerden orayı rahatlıkla görebiliyorlardı. Kratas omuzlarını ovmayı bitirip boynuna geçerken rahatlayarak gözlerini kapattı. Damien konuştuğunda ciddi bir tavırla "Bugün Başkan Eugine'le görüştüm." dedi ve sanki Peter tam yanlarında uyumuyormuş gibi sırtını yapay koşullarla büyütülmüş yüz elli yıllık büyük anıt ağaca yasladı. Ağacın yapraklarla kaplı dalları yere kadar uzanarak onları meraklı gözlerden gizliyordu, bu yüzden rahatça konuşabilirlerdi... Kratas, boynunu ovmaya devam ederken "Lanet herif amma da ağır." diye söylendi. Ardından da asıl konuya odaklanmaya çalıştı. "Peki, ne istiyormuş?" "İsyanın liderlerini ortadan kaldırmamı söyledi." Kratas bu cümle karşısında bir an nefes almadan durdu. Kahretsin. Bu hiç iyi değil. "Ona ne söyledin?" diye sordu, gerçek bir merakla. "Kim olduklarına dair en ufak bir fikrimin olmadığını söyledim ama Başkan Eugine yalan söylediğimi anlamayacak kadar saf değil. Bu işin peşini bırakmayacaktır." Kratas, Başkan Eugine'nin ağzını yüzünü dağıttığını hayal ederek kendini mutlu etmeye çalışırken Damien'ın ifadesindeki o karanlık durgunluğu fark etti, bu çok ilginçti çünkü Damien genellikle böyle bir ruh hali göstermezdi. Başkan Eugine yine canını sıkacak bir şey yapmış olsa gerekti. Gerçekler dilinin ucuna kadar gelse de kendini tuttu ve sızmış kalmış olan Peter'ı kontrol ettikten sonra omzuna dokunarak dostça bir tavırla "Canını bu kadar sıkan şey ne?" diye sordu. "Vanessa'yı öptüm." Bir an yanlış duyduğunu düşünerek "Ne?" dedi. "Ne yaptım dedin az önce?" "Onu öptüm." Doğru duymuştu demek. "Şey... Neden ki?" Yoksa her şeyi söyledi mi? "Bilmiyorum." "Ne yani? Onu öptün ve nedenini bile bilmiyor musun? Ona çok kızgın olduğunu sanıyordum. Ne değişti?" "Hiçbir şey. Her şey aynı. Hâlâ çok kızgınım. Hâlâ onun için değersiz biriyim. Hâlâ gözünde hiçten farksızım." Bundan sonra bir ama gelecekti, biliyordu. Damien bunun olduğuna inanamıyormuş gibi parmaklarını yüzünde gezdirirken boğazından çaresiz bir inilti döküldü. "Ama buna rağmen onu düşünmeden duramıyorum. Benim için bir ihtiyaç gibi sanki, bağımlılık gibi... Bunu kontrol edemiyorum. Onun gerçek olmadığını biliyorum ama bana o gözlerle baktığında gerçekmiş gibi geliyor." Hem acıyla hem de öfkeyle, hafif bir sesle güldü ve başını geriye eğerek ağaca yasladı. "Hiç ders almıyorum, değil mi?" "Onu neden öptün, Damien?" "Çünkü özledim." Kratas bunun uygun olmadığını düşündüğü için bu konuda herhangi bir yorum yapmaktan kaçındı. Bunu gerçekten merak ederek "Vanessa ne tepki verdi?" diye sorduğunda Damien gözlerini anıt ağacın dallarından ayırmadan cevap verdi. "Bilmiyorum. Sanırım utandı." Kratas başını öne eğdi ve kendi kendine bunun tam da Vanessa'nın vereceği bir tepki olduğunu düşünmeden edemedi. Damien ilk defa kendisi hakkında bu kadar açık davrandığı için bunun hakkında konuşmaya devam etmek istiyordu ama davetsiz bir misafir oraya doğru geldiği için bunu yapmayacağını biliyordu. Önce gelenin Tanus olduğunu zannetti çünkü figür ona benziyordu. Sonra bunun pek mümkün olmadığını anladı çünkü gelen kişi ne esmer ne de gençti ama en az Tanus kadar tanıdıktı. Vanessa'nın evindeki o yaşlı kahyaydı bu. Abraham. Kratas adamın Yeraltı Şehri'ne izin olmadan nasıl geldiğini merak ediyordu ki, ufak bir rüşvetle bunun o kadar da zor bir şey olmadığını hatırladı. Damien, "Abraham?" dediğinde Abraham mahcup bir tebessümle, selam verir gibi eğildi. Neyse ki oğlunun yattığı bank Abraham'ın göremeyeceği kadar ters bir tarafta kalıyordu. "Bunca zamandan sonra seni görmek ne güzel, Damien... Ve seni de Kratas." Bu aşırı kibar tavra karşın Kratas karşılık olarak gözlerini devirdi. Damien'da Yeraltı Şehri için fazla şık giyinmiş olan yaşlı adamı şüpheyle süzerek "Burada ne arıyorsun?" diye sordu, pek de misafirperver olmayan bir edayla. "Seninle konuşmam gereken önemli bir mesele var." Bunu derken Abraham'ın sesinde öylesine bir tonlama vardı ki Kratas yaşlı adamın neden burada olduğunu anında anlayarak gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı. Hiç yeri, hiç zamanı değildi bunun. Bunu Damien'a söyleyen Vanessa olmalıydı, başka biri değil ama görünüşe göre bu yaşlı adam çok kararlı bir ruhla buraya gelmişti. Damien'a söyleyecekti. Kratas kıpırdamadı. Ne de olsa Damien'ı gidip Başkan Eugine'nin gırtlağına yapışmaması için tutması gerekecekti. Diğer seçenek ise her şeyi bilip sustuğu için onu gırtlaklamasıydı... Gerginlik etrafı hava gibi sarıp sarmalarken Abraham hissettiği huzursuzluğu saklamak için şık, kahya ceketinin yakalarını düzeltti ve daha da kararlı bir tonla konuşmaya devam etti. "Bu Vanessa hakkında."
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD