Yol akıp giderken ne manzaranın güzelliği önemliydi benim için ne de yolun sonunda gözüken beton yığını. Phill ile konuşmadan geçen dakikalar sonrası Park Street'in beton duvarlarına dalgınlıkla çevirdiğim bakışlar, Sandy'nin küçük çay evini görmemle aydınlandı. Şifalı bitkilerle hazırladığı çaylar yine tamamen katkısız bir şekilde pişirdiği çörekleri aklıma geldiğinde en son ne zaman bir şey yediğimi düşünmeye başladım. Araç yokuş yukarı tırmanırken her zaman hayranlıkla izlediğim üniversitenin tarihi binası ve müzesi midem açken ruhumu doyurmanın gereksizliğini yüzüme vuruyor gibiydi. Yol ikiye ayrıldığında döndüğümüz yol, her zaman geçmeye alışık olduğum Clifton Time yolu değildi. Araç sola döndüğünde Phill'e dönüp baksam da bir açıklama yapmadı. Ben de onunla konuşmaya henüz hazır hi