KARDELEN
“Benim kimseye verecek kızım yok. Siz ne diye geldiniz benim kapıma? Telefonda aradığında söylemedim mi ben sana Ragıp Ağa? Bir de duymamış gibi kapıma mı geldiniz?”
Babam burnundan soluyordu. İki üç ayda bir kere bu duruma gelmesine artık ailecek alışmıştık. İçimden gülmek gelse de haline üzülmeden edemiyordum.
“Bir de kızının fikrini öğrenmek istedik Ezman Ağa, ne var bunda? Hem fikrini değiştirirsin diye umuyoruz.”
Babam saçlarını öfke içinde karıştırdı. Neyse ki Karahan evde değildi de bir de onun her daim patlamaya hazır öfkesiyle uğraşmıyorduk.
Babam bakışlarını bana doğru çevirdiğinde kafamı kuma gömmek istedim çünkü günün sonunda ecel sorularını sormaya başlayacaktı. Çocuk beni nerede görmüştü? Konuşmuş muydum?
Etrafta kum olmadığından başımı gömmek mümkün olmayınca bende iki yana hızlıca hayır dercesine salladım.
Sanki kalbimdeki damat adayının kim olduğunu bilmiyordu. Biliyordu da, işte yıllardır damadı gibi kendisi de kabul etmek istemiyordu.
“Ragıp Ağa, şu oğluna söyle çeksin bakışlarını. Elimde kalacak yoksa!”
Eğer kapıya gelenin kovulduğu bir adetimiz olsaydı babam çoktan hepsini kovmuştu fakat saygılı ve sevilen bir insan olduğundan, kapısına düşmanı gelse canına kast etmediği sürece kovmazdı. İnsanlar da babamın bu tavrından güç alıp dikiliyordu zaten kapımıza…
“Siz ne dersiniz Berfin Hanımağam?” Bu kez müstakbel adayın annesi, anneme doğru döndü. Karmen kolumu dürttü. Bakışlarımı usulca yanımda sessizce oturan kız kardeşime çevirdim. Yemin ederim dayak arıyordu. Telefonunu bana doğru işaret etti.
Ekranı görmemle gözlerim büyüdü. Sosyal medya hesabından şu anki halimizin fotoğrafını çekip hikayeye atmıştı.
“Yine ablamı istedikleri sıradan bir gün!”
“Karmen! Sil şunu çabuk!”
“Fena mı seninki görür de kıskanır belki!” dedi omuz silkerek. Daha önce birçok kez denemiştim. Selim'in damarları demirden yapılmıştı ve kan yerine buz akıyordu. O yüzden kıskanması gibi bir durum söz konusu değildi. Kıskanıyorsa da iyi saklıyordu. Adam boşuna yıllarca askerlik eğitimi almamıştı işte…
“Kocam ve kızım istemiyorken, benim bir şey söylememe hacet var mı Sunay Hanım?”
“Eh çaylar da bitti,” dedi babam ayağa kalkarken. “Kahve ikram etmenin de hiç sırası değil. Şimdi ikram ederiz, kızı verdik sanırsınız. Al başına belayı. Haydi uğurlar ola…”
Neyse ki gelenler çok uzatmadan, babamın sabrını da daha fazla zorlamadan kalktılar. Onlar gittikten sonra babamın bakışları yine odağını bulmuş gibi bana döndü.
“Bu herif seni nerede gördü?”
İlk sınav sorum gelmişti. Adamı bugün ilk kez avlunun kapısında görmüştüm. Gözümün Selim’den başkasını görmediğini bilmesine rağmen her defasında aynı soruyu sormaktan asla bıkmıyordu babam.
“Tanımıyorum,” dedim.
“Tanımıyorsan konuşmamasındır zaten!”
Başımı salladım. “Kafayı yedirecek bu insanlar bana,” diyerek huysuzca homurdanarak anneme baktı. Ardından bakışları Karmen’e döndü.
“Sen niye pişmiş kelle gibi sırıtıyorsun?”
“Hiç,” dedi ailenin en küçüğü. “Hikayede paylaştım da herkes kızını verip vermediğini merak ediyor.”
Babam bir kez daha bakışlarını anneme çevirdi. “Bu kızı yaparken nasıl bir hata yaptık biz?” diye söylendi. “Evin içinde olan her şeyi ne diye ortalığa döküyorsun kızım sen?”
“Eğlenceli oluyor,” diyen Karmen omuzlarını silkti. Babam “çok yüz verdim ben bunlara,” diye diye konağın içine doğru yürüdü. Neyse ki çok uzatmamıştı.
Bu istemeye gelen adamlar benim izin işimi bozmuştu. Kıyın kıyın anneme doğru yanaştım. Babamı ikna ederse bir o ederdi. Başkası edemezdi.
“Babamla konuşacak mısın? Ben konuşamam şu an. İzin vermez.” Annem bilmiş bilmiş yüzüme bakarken eğer ikna edemezse amcamı devreye sokacak kadar gözü karartmıştım.
Doğum günüme sadece iki gün kalmıştı. Selim yıllar önce verdiği sözü tutacak mıydı merak ediyordum. Ben sözümü tutmuştum.
Şimdiden içim kıpır kıpırdı. Heyecanım elimin ayağımın birbirine dolanmasına sebep oluyor, bir yandan da hatırlamayacak diye korkuyordum.
İnsan dört yaşındaki anılarını hatırlar mıydı? Çoğunu hatırlamazdı. Ben de çoğu anımı hatırlamıyordum. Hayal meyal birkaç anıydı sadece. Net olarak hatırladığım tek şey Selim’in verdiği söz, ettiği yemindi.
“Baban bugün gergin, yarın konuşurum,” dedi annem.
“Ama yarın geç olmaz mı?”
“Zorlama istersen kızım! İzin vereceği varsa da vermeyecek sonra.”
Somurtarak “peki,” dedim. Yarını bekleyecektim. Başka çarem yok gibiydi.
***
“Maslak’taki eve geçti. Tek kalmak istiyormuş. Sen emin misin yanına gitmek istediğine? Şu sıralar iyi değil biliyorsun.”
“Birkaç saat sonra doğum günüm. Yirmi beş yaşıma onunla girmek istiyorum.”
Asude bir nefes aldı. Üzülmemden korktuğunu anlıyordum çünkü yıllarca uzaktan uzağa izlediğim adamın her bokuna onun omuzlarında ağlamıştım.
“Selim iyi değil Kardelen. Zorlamasan mı?”
“Belki beni görmek iyi gelir?” dedim bir umut. Yeminini hatırlayınca, ona verdiğim sözü tuttuğumu gördüğünde her şey değişirdi belki de…
“Sen bilirsin canım. Adresi biliyorsun.”
Teşekkür edip, telefonu kapattım. Babam yine arıyordu. Telefona ürkek bakışlar atarken bir iç çektim.
“Babacım,” diye açtım sonunda. Yoksa tüm gece arayacaktı.
“O telefon neden açılmıyor küçük hanım?”
“Kızlarla dışarıdayız, bugün bari yapma baba ya!”
“İzin alırken bana söz vermiştin.” Huysuz sesine annemin “kızı rahat bırak,” diyen sesi eşlik etti. Belli bir saatte evde olacağıma söz vermiştim. Doğruydu. Fakat o saat diliminin hangi dilim olduğunu hiç konuşmamıştık. Daha doğrusu konuşmayı tercih etmemiş ve geçiştirmiştim.
“Doğum günüm için özel izinli değil miyim. İki gün boyunca beni saat başı arayacak mısın?”
“Uzakta olunca aklım sende kalıyor.”
“Ben yanında olduğumda da aklın bende kalıyor.”
“İyi, iyi… Bir şey demedik. İyi eğlenceler.”
Telefonu kapatıp çevirdiğim taksiye bindim. Selim’in yanına gittiğimden Asude hariç kimsenin haberi yoktu. Amcama da kızlarla buluşacağım diyerek çıkmıştım evden. Nazlı ve Asude arayan olursa beni idare edeceklerdi. İlk kez herkesten gizli bir işe adım atıyordum.
Verdiğim adrese geldiğimizde derin bir nefes alıp taksiden indim. Karşımdaki eve bakarken kalbim boğazımda atmaya başlamıştı. Yıllardır bugünü bekliyordum ve sonunda gelmişti. Öğrenmek istediğim tek bir şey vardı. Selim sözünü tutacak mıydı yoksa tutmayacak mıydı? Sadece bunu öğrenmek istiyordum.
Saçımı, başımı düzeltip üzerimi kontrol ettikten sonra titreyen parmağımla kapı zilini çaldım. Bitmez gibi gelen bir dakikanın sonunda Selim kapıyı açtı. Onu en son gördüğüm zaman bir hastane sedyesiydi. Şimdi karşımda bu şekilde sağlıklı gördüğüm için ne kadar dua etsem azdı.
Babam uyandığını öğrendikten sonra daha fazla kalmama izin vermemiş ve memlekete dönmüştük.
“Selam,” dedim ne diyeceğimi bilemeyerek. Özlediğim yeşil gözlerine öylece dalıp gitmekten son anda kurtuldum. Hep böyle oluyordu. Ne zaman yeşilleri mavilerime çarpsa ufuk çizgisinde buluşan gökyüzü ve denize dönüştüğümüzü hissediyor, bakışlarından kopamıyordum.
“Hoş geldin de, burada ne işin var Kardelen?” Saatini kontrol etti. “Hem de bu saatte?”
“Yarın doğum günüm,” dedim anlamasını istercesine. Sağ eliyle saçının kenarını kaşıdı. Beni gördüğü için şaşkındı ve hala şaşkınlığını üstünden atamamış gibi görünüyordu.
“Doğum günün kutlu olsun da, ne alaka kızım? Niye buradasın sen? Birazdan babanda mı gelecek? Ezman amcayla uğraşacak havada değilim hiç.”
“Yirmi beşinci yaş günüm?” dedim üzerine basa basa. “Ayrıca tek geldim,” diye devam ettim sinirle.
“Eee, anladım. Tamam. Doğum gününmüş. Fakat benden ne istiyorsun şu an?”
“Beni içeri davet etmeyecek misin?” Böyle kapıda mı dikilecektik? Kapı önünde nasıl konuşabilirdik? Zaten pek iyi gözükmüyordu. Endişeli bakışlarım üzerinde dolandı.
“Sen iyi misin?” diye sordum meraklı bir sesle.
“Gel, tabi, gel! Gel başımın belası!”
Bu lafına o kadar alışıktım ki hiç hakaret gibi hissetmiyor olmam normal miydi bilmiyorum. Onun başının belası sadece ben olayım istiyordum zaten.
İçeriye geçip oturdu ve başını koltuğun arkasına doğru yasladı. Bu hali iyice endişelenmeme sebep oldu. Başından kurşun yemişti ve haftalarca komada yatmıştı. Endişelenmem oldukça normaldi.
“İyi misin?” diye sordum yeniden.
“Seninle konuşup derdini çözüp göndermem lazım ama başım şu an çok kötü. İlacı yeni aldım. Bana biraz zaman ver.”
“Tabi,” dedim başka ne yapacağımı bilemeyerek. Gözlerini kapatmış, kaşları acıyla bükülmüştü. Onu böyle görmek tüm vücuduma bir şırıngayla acı enjekte ediyordu sanki.
“Yapmamı istediğin bir şey var mı?”
“Şu an sesin bir kurşun gibi. Biraz sessiz ol!”
Dediğini yaparak soru sormayı kestim. Tamamen sessizleştim. Aldığım nefese bile dikkat eder oldum. O uyuya kaldığında bile uyandırmak için çabalamadım.
Nazlı evde tek olduğu için bu akşam onun yanında kalacaktım aslında. Amcamdan beraber izin almıştık. O yüzden Nazlı'ya mesaj çekip Selim'i izlemeye devam ettim.
Dakikalar sonra yerinden memnun değilmiş gibi devrilip kucağıma yattığında hareket edemez olmuştum. Ellerim kesilmiş saçlarına giderken nefes almaya bile korkuyordum.
Öyle kaç saat kaldık, ne kadar süre onu izledim haberim yoktu. Gözlerini açtığında bakışlarımız çakıştı. Sesini çıkarmadan dakikalarca öylece baktı yüzüme.
Elini uzatıp yanağımı okşadı. Nefesimin kesildiğini hissettim.
“Sen bir hayalsin,” diye fısıldadı. Sanki yüksek sesle konuşsa büyü bozulacaktı.
“Değilim,” dedim. “Sana yeminini hatırlatmaya geldim.” Öylece yüzüme bakınca devam ettim.
“Eğer yirmi yıl sonra hala seni seviyor olursam benimle evleneceğine yemin etmiştin.”
Öylece bakmaya devam etti. Sanki beni duymuyor diye düşünürken “seni ne çok bekledim biliyor musun?” demesiyle kucağımdan başını kaldırdığı gibi dudaklarıma yapışması bir oldu.
Unutmamıştı. İçimde bir coşku patlaması yaşadım. Hem unutmadığı yeminin heyecanı, hem ilk öpücüğün heyecanı her yanımı sardı.
“Geldin,” dedi öpücüklerin arasında. “Sakın gitme!”
“Gitmem,” diyebildim.
“Her şeyi unuttur bana,” derken elleri gömleğime uzanmıştı. Yıllar süren bekleyişimin nihayete erdiğini hissediyordum. Sesi öyle yoğundu ki ondan kopabilmem mümkün değildi. “Her şeyi unuttur,” diye fısıldadı yeniden. “İsmimi, cismimi, kimliğimi…”
Heyecan her yanımı sararken ondan başka her şeyi unutan bendim. Kucağına alıp yatak odasına giderken ismini ve kimliğini unutan bendim.
Bir hayale sarılan o, gerçekle sevişen bendim.
Mutluluğum olacağını düşündüğüm adamın felaketim olacağını hiç düşünmemiştim daha önce…
Ben Kardelen, o ise benim Hercai’mdi.