SELİM
“İyiyim,” dedim anneme belki onuncu kez. Artık kontrol edilmekten sıkılmıştım. Aylardır Asude ile ikisinin bana huzur verdiği falan yoktu. Bununla sınırlı kalsaydı yine iyiydi. Çevremdeki herkes haddinden fazla bir şekilde üzerime düşüyordu.
“Gece yine sayıkladın.” Annemin endişeli sesine, Asude de katıldı. Annemi başıyla onaylarken anasının kızı olduğunu unutmuştum. Anneme bu kadar benzemek zorunda değildi. Benzese bile annem gibi üzerime düşmesine hiç gerek yoktu. Arkadaşlarımı bir mezara gömüp, çıkmamam gereken komadan çıkalı aylar olmuştu. Görevimden uzaklaştıralı, annemin dizinin dibinde takılmaya başlayalı da aylar olmuştu.
“Olur öyle arada,” dedim geçiştirmek ister gibi. Unutamıyordum. Her gece o mağaranın dibinde yeniden sıcak çatışmanın ortasında kalıyor ve üstümüze yağdırılan bombalarla yeniden ve yeniden savaşıyordum.
Babam sinirlenmeye başladığımı anlamış olacak ki kahvaltı masasından yavaşça ayaklandı. Toprak Gökay’ın gözünden bir şey kaçtığı görülmüş şey değildi. Yine kaçmamıştı. Her zamanki gibi…
Gözlerine bakmaktan da, o gözlerde yoğun anlayışı görmekten de nefret ediyordum. Başarısız olmuştum ve ben ne zaman aileme baksam, ne zaman yatağıma girsem ve ne zaman nefes alsam başarısızlığımı hatırlıyordum. Kısacası hatırlamadığım an yoktu aslında. Her an, her dakika hatırlıyor ve nefes aldığıma utanıyordum.
“Şirkete geliyor musun?”
“Geliyorum,” dedim gergin bir sesle. Evde annemle takılmaktan çok daha iyiydi şirkette takılmak. Biraz sıkıcıydı ama iyiydi. Babam mesleğe dönme ihtimalim olmadığı için işleri bana devretme derdindeydi. En azından hayata bir yerden sarılmamı istiyordu.
Sarılacak bir hayat varmış gibi…
“Çıkalım,” dedim düşüncelerime ket vurup. Nefes alıyorduk ya işte… Sarılmak gerekiyordu.
“Dikkat et Toprak,” dedi annem. Bakışlarımı sertçe anneme çevirdim. Yirmi yedi değil de beş yaşında çocukmuşum gibi babama emanet ediyordu beni.
Babam gözlerini hafifçe kırptı. Gözümden kaçtığını sanıyorlardı. Oysa meslek hayatım süresince karanlıkta bile dört tarafı görmeyi öğretmişlerdi bize. Görmezsen ölürdün.
Görememiş ve ölmüştük. Ben ve iki kişi hariç…
Üç kardeş vermiştik toprağa. Üç şehit…
Üçüncü sayfa haberinde isimleri küçük harflerle yazılmış, haberlerde üç asker şehit oldu diye alelade bir şekilde geçiştirilmiş üç can…
İlk üst düzey görevimde hata yaparak yitip giden kardeşlerimden ben sorumluydum.
Onlar nefes almıyordu.
Bense… Alıyor gibiydim. Haksız bir şekilde…
Ölümü tanıyorduk aslında fakat hiç bu kadar dibime girmemişti daha önce… Ölümü göze alarak seçtiğim meslekte, başkalarının ölümüne sebep olmak yoktu. Ama olmuştum.
“Bu böyle devam etmez,” dedi babam. Bu konuşmayı daha önce de yaptığımızı hayal meyal hatırladım. Kaç kez yapmıştık ki? Beş? On?
Her neyse… Yapmıştık işte! Kaç kez olduğunun önemi yoktu. Hafızamda anlık kayıplar olsa da o kara geceyi asla unutmuyordum.
“Ne yapmamı istiyorsunuz anlamıyorum? İyiyim ya işte!”
“İyi misin sahiden?”
Babam keskin bakışlarını kısa bir süreliğine yoldan ayırıp bana döndü. Herkesten kendimi gizlemek, duygularımı örtmek kolay oluyordu. Bunun eğitimini de almıştık sonuçta… Lakin söz konusu babam olduğunda kaçmayı hiç başaramıyordum.
“İyi olmaya çalışıyorum. Elimden geleni yapıyorum işte!”
“Yapmıyorsun! İki ay olacak Selim. Daha ne kadar dibe çekeceksin kendini?”
“Ne yapmamı istiyorsun baba? Yapıyorum işte elimden geleni. Şirkete gidip geliyorum. Psikoloğa gidiyorum. Arkadaşlarımla görüşüyorum. Daha ne yapmamı istiyorsun?”
“Yaşa istiyorum oğlum,” derken sesindeki anlayıştan da nefret ettim. Anlayışı hak edecek bir insan mıydım? Niye kimse gelip hesap sormuyordu? Samet’in ailesini ziyarete gittiğimde onlar bile suçlamamış, geldiğim için bir de teşekkür etmişlerdi. Oğulları benim ihmalim yüzünden ölmüştü. Neyin teşekkürünü etmişlerdi bana?
Denizde başlayan operasyonu karaya taşıma kararını vermemem gerekirdi. Emri beklemem gerekirdi. Ben beklememiştim ve hata etmiştim. Her şey böyle başlayıp bitmişti. Benim kendini bilmezliğim ve sabırsızca attığım adım sonumuzu getirmişti.
***
Akşam şirketten çıktıktan sonra arabamı alıp çocuklarla bir araya geldiğimizde kullandığımız eve geçtim. Asude’ye mesaj çekip beni merak etmemesini, evdekilere durumu anlatmasını söyledim. Biraz kafa dinlemek istiyordum ve bu, bu kadar zor olmamalıydı.
Kaç kadeh içmiştim bilmiyorum. Beynim patlarcasına ağrıyınca bir de ilaç almıştım. İlaç, içkiden daha iyi kafa yapıyordu yemin ederim.
Kapının çalındığını hatırlıyordum. Kardelen'i gördüğümü de… Gerisi mi? Yok!
***
Elimin altındaki yumuşak dokunun ne olduğunu anlamak istercesine yeniden okşadım.
Gözlerimi araladım. Kardelen, yanımda sere serpe uzanmış, mışıl mışıl uyuyordu. Elim oraya aitmiş gibi kalçasını kavramıştı.
Bir bacağını bacağımın üzerine atmış, bir eli yanağında ve yastığa dağılmış o uzun dalgalı saçlarıyla akıl oynatacak kadar baştan çıkarıcı görünüyordu.
Ne diyordum ben!
“Siktir!” Elimi ateşe değmişçesine bir hızla çektim.
Bir an zihnimde, dudaklarına yapışırken gömleğinin düğmelerini çözdüğüm bir sahne canlandı.
Her limanda birini siktiğim yetmemiş, yasaklı bölgeye mi girmiştim?
“Siktir!” dedim yeniden. Bir hızla üzerimizi kontrol ettim. Ben de sadece şort vardı. Neyse ki Kardelen yeterince giyinik görünüyordu. Sıyrılıp açığa çıkan kalçasını saymazsam eğer…
Mavi gözlerini aralayıp yüzüme bakınca sesim düşündüğümden sert çıktı.
“Napıyorsun kızım sen yanımda! Koca evde yatacak yer mi kalmadı?”
Sesimi duyunca yok olmak ister gibi yatağın içine biraz daha gömüldü. Bense hızla yataktan çıkarken ayağım nevresime takılınca bir an sendeledim.
Aynı düğme sahnesi zihnimde bir tur daha döndü.
Hay böyle işi sikeyim!
Ben kalkınca o da hızla yataktan çıktı. Temiz görünen çarşafla rahat bir nefes aldım.
“Dün gece,” diye söze başladığı sırada kendime gelmeye çalışarak bakışlarımı yüzüne diktim.
“Umarım dün gece yanlış anlamalara sebep olacak bir şey yapmamışımdır,” dedim hemen. Bakışlarını ayak uçlarına indirip sustu. Yatak temizdi ve sanırım en fazla öpmeye yeltenmiştim.
“Ben,” dedi ama devamını getirmedi.
Alt dudağını ıslatıp dudaklarını gözlerime sokarken o dudakları öpseydim, siktiğimin ilaçları bile hafızamdan silemezdi diye düşündüm.
O kadar kafayı yememiştim. Kendimi o kadar unutmuş olamazdım. Kim biriyle birlikte olup da unuturdu?
İlaçlar anlık kayıplara sebep oluyordu. Saatler süren bir kaybın mümkünü yoktu anasını satim.
Panik olmuştum. Kardelen demek başbelası demekti benim için.
“Yaptıysam da unut gitsin, tamam mı?”
“Haklısın,” dedi bir süre durakladıktan sonra. “Hatırlanmaya değmez.”
Demek ki önemli bir şey olmamıştı. Rahat bir nefes aldım. Yine de emin olmak adına sordum.
“Seni üzecek bir şey mi yaptım?” diye sordum dikkatli bir sesle.
“Sen artık beni üzecek hiçbir şey yapamazsın!”
***
KARDELEN
“Dün gece,” diye söze başladığım sırada kendine gelmeye çalışan halinden sıyrılarak bakışlarını yüzüme dikti.
“Umarım dün gece yanlış anlamalara sebep olacak bir şey yapmamışımdır,” demesiyle neye uğradığımı şaşırdım. Bakışlarımı ayak uçlarıma indirirken yerin dibine girmek istedim. Girmek ve bir daha çıkmamak.
“Ben,” dedim ama devamını getiremedim.
‘Birlikte olduk ve sen ilkimdin,’ desem bana inanmayacaktı çünkü ortada kanıt yoktu ve hiçbir şey hatırlamıyor gibi görünüyordu.
Neden kanama olmamıştı bilmiyorum fakat olmamıştı işte. Kafam hem onun davranışları, hem de olmayan leke yüzünden karmakarışık olmuştu. Sabah konuşuruz diye umduğum tüm konular, deprem yaşamış gibi üzerime doğru yıkılmış ve ben altında kalmıştım.
Alt dudağımı ıslatıp yeniden konuşmayı denediğim sırada sesi sağır edici sessizliği bir kez daha böldü.
“Yaptıysam da unut gitsin, tamam mı?”
Sert sesiyle gözlerimi yeniden yüzüne çevirdim. Aşık olduğum yeşil gözleri içimde bir yere dokundu. Dumura uğradım. Hatırlıyordu. Hatırlıyordu ve unutmamı istiyordu. Çünkü bakire olmadığımı düşünüyordu.
Dün gece yaşadığımız her an, her şey böyle iki sözle unutulup gidecek anlar mıydı? Sahiden onun için bu kadar kıymetsiz ve bu kadar önemsiz biri miydim ben? Geçmişteki yemin bir kenara, Selim birlikte olduğumuzu bile unutmamı istiyordu.
Sormak istemiyordu. Başkasıyla olduğumu düşünüp, beni hayatından siktir etmek ona daha kolay geliyordu galiba.
Karşısında bir böcek gibi ezildiğimi hissettim. Ne dört yaşındayken utanmıştım onu sevdiğimi haykırmaktan, ne de on dört yaşımda.
Şimdiyse ilk kez utanıyordum hislerimden. İlk kez yok etmek istiyordum onu yüreğimden.
Bakışlarımı kaldırdım ve o an yıllardır yapmadığım şeyi yapmaya karar verdim. Herkes değmez demişti bu zamana kadar. O an anlamıştım gerçekten değmediğini…
Üç yaşından beri adını dilimden düşürmediğim adamı işte o gün unutmaya karar vermiştim.
Hatırlıyordu. Tüm yaşananları... Ve bakire olmadığımı düşündüğü için rahatça ‘unut gitsin,’ diyebiliyordu.
“Haklısın,” dedim. “Hatırlanmaya değmez.”
“Seni üzecek bir şey mi yaptım?” diye sordu dikkatli bir sesle. Sesi bile ele veriyordu onu. Bir an için hatırlamadığını düşündüğüme inanamıyordum.
“Sen artık beni üzecek hiçbir şey yapamazsın!”
Üstümü başımı nasıl düzelttiğimi bilemedim. Ağlamamak için kendimi zor tutuyordum. Selim ne ismini, ne cismini unutmuştu. İsmini ve kim olduğunu unutan bendim.
Tam kapıdan çıkacakken geçmeme izin vermeden kolumdan tuttu.
“Neler oluyor Kardelen? Ne bu öfken?”
Dalgalarla savaşan gözlerimi gözlerine diktim.
“Bugün benim doğum günüm,” dedim son bir kez daha. “Yıllar önce bana verdiğin yemini hatırlıyor musun?”
“Yine mi şu yemin konusu?” dedi kafası karışmış bir şekilde. “Ne yemin etmişim, söylesen de bitse şu işkence?”
Hatırlıyor muydu, hatırlamıyor muydu hiç emin değildim fakat emin olduğum bir şey varsa geçmişi hatırlamıyorsa da dün geceyi hatırlıyordu. Hatırlamıyor olsa ‘unut gitsin,’ demezdi.
“Unut gitsin,” dedim tıpkı onun gibi. “Ne sen bana yemin verdin, ne de ben buraya geldim. Demek ki yıllardır bilmemezlikten gelmenin sebebi beni başından savmak değil, gerçekten önemsememenmiş.”
“Hiçbir sikim anlamıyorum,” dedi kolumu sertçe tutarken. “Neden birlikte yattık?” Hala salağa mı yatacaktı?
“Akşam kötüydün. ‘Gitme,’ dedin. Bırakmadın.”
Madem o hiçbir şey olmamış gibi davranacaktı, ben de aynısını yapabilirdim. Bir kez daha kendini ona yamamaya çalışan kişi gibi görünmek istemiyordum.
Bu kez beni onu yatağa atmakla suçlarsa kahrımdan ölürdüm.
“Şimdi müsaade edersen gitmek istiyorum artık,” dedim saçlarımla oynayarak. Burada ağlamak istemiyordum ve her an gözyaşlarım akmaya başlayacak gibiydi.
“Özür dilerim,” diye mırıldandı. “Yani dün akşam için.”
“Her neyse,” dedim güçlü durmaya çalışarak. “Hep böyleydi. Hatırlayacağını düşünmek benim salaklığım. Bunca yıl beklemek de öyle. Ama ne var biliyor musun? Bu sana geldiğim son seferdi. Emin ol bir daha asla olmayacak.”
“Kardelen,” demeye çalıştı ama elimi kaldırdım ve konuşmasına izin vermedim.
"Kardelen çiçeğinin hikâyesini biliyor musun?" diye sordum ve devam ettim.
"Babam adımı Kardelen koyarak hikayemi çizmiş ama senin baban, hercaim olacağını bilememiş.”
Ve tek kelime etmesine izin vermeden hızlıca yanından geçerek merdivenleri apar topar inmeye başladım. Sevgimi, sevgime yüklediğim tüm umutları, hayallerimi bir kapının ardında bırakıp o evden çıkıp giderken, ardımda bıraktığım yalnızca bunlar değildi.
Bu saatten sonra kıyamet kopsa, Selim bana aşık olup ayaklarıma da kapansa benim için ebediyen bitmişti. Benim yıllardır sıkı sıkı tutunduğum masum bir yeminin, sevdiğim adam için hiçbir anlamı olmaması geçmiş gibi geleceği de kirletmişti. Hani sevgi masum olandı?
Kirlenmiştik. Çocukluk aşkım, gençlik aşkım ve yıllardır bir umutla beklediğim adam hiç benim olmamıştı. Beni başından savmak için ettiği yemine gereksiz anlamlar yükleyen yalnızca ben olmuştum.
Ağzından çıkanları kendi kulağı duymamıştı ama ben o sözlerin ninnisiyle büyümüştüm.
Evden uzaklaşırken gözyaşlarımı daha fazla dayanamayarak serbest bıraktım.
Bugün Selim için gözyaşı döktüğüm son gündü.