KEDER
Uçsuz bucaksız uçurumun kenarında açmış bir çiçeğim.
Gözden uzak bir ev. İçinde sadece ben varım. Sıkıcı bir yer burası, ama etrafı çok güzel. Yemyeşil bir vadi ama konuşabileceğim hiç kimse yok yanımda.
Korkuyorum...
Ben küçükken annem bana uydurma prens hikayeleri ve peri masalları anlatırdı. Ben artık o masallara inanacak kadar küçük değilim. Çok uzak diyarlardan beni kurtaracak beyaz atlı prensin gelmeyeceğine inanacak kadar büyüdüm.
Keşke, keşke zamanında bu kasvetli ve boğucu saraydan kaçabilseydim. Çünkü artık kaçmam imkânsıza yakın gibi duruyor hatta imkânsız.
Karnımda yedi aylık bir bebek, evin etrafında elliden fazla siyah takım giyinimli korumalar. Nasıl kaçabilirdim ki? Sarayın etrafını sarmış korumaları gördükçe aklıma hiç unutamayacağım ve nefret ettiğim anılar geliyor. Her kaçma girişimimde muhakkak biri benim yüzümden başının ortasından ateş edilerek vuruluyordu. Bana ders olsun diye...
Çok yoruldum; bir şeylerden kaçmaktan, korkmaktan, aciz gibi etrafta dolanmaktan...
Hayatın aradığı, bana ait olan makam mı bu?
Salondaki tavandan neredeyse yere doğru uzanan büyük pencerenin mermerinde oturmuş vaziyette ormanlık alanı seyredip doğayı dinliyordum; uluyan kurt sesleri, yağan yağmur sesi, rüzgarın sesi, rüzgardan dolayı uçuşan yaprakların çıkardığı hışırtılı sesler...
Her zaman ki gibi hava bugün de yağmurluydu. Yağmur damlaları pencereye doğru savrulup daha sonra aşağıya doğru yol alıyordu.
Bu kasvetli yerde yağmur damlaları bile vazgeçmedi yağmaktan ama ben umut etmekten çoktan vazgeçtim.
Yine gözyaşlarım yanaklarımı ıslatmak ile meşgul. Artık gözyaşlarımdan bile nefret ediyorum. Kısacası kendi benliğimden bile tiksinti duyuyorum. Sevmiyorum artık kendimi ve bedenimi. Eski beni öldürdüler çünkü.
Mehtap Hanım, "Şehla..." diye seslendiğinde gözyaşlarımı elimin tersiyle silip hemen pencerenin önünden kalktım.
Mehtap Hanım bu sarayın sevilen ve saygı gösterilen hizmetkârı. Kırkın sonlarına doğru yaşı vardı. Koskaca evi o tek yönetiyor ve bu evde yatıp kalkıyordu. Diğer hizmetkârlar ise saraydan biraz uzakta bulunan müştemilatta kalıyordu.
Her ne kadar evin içinde ve dışında hizmetkârlar olsa da sarayın içinde yapayalnız bir tek ben vardım. Kimseyle konuşmuyor, gerekmediğinde de kimseyle yüz yüze gelmemeye çalışıyordum. Bundan ötürü sarayın içinde bir tek ben olduğuma kanaat getirmiştim. Neticede yalnızdım.
Bana doğru geliyordu. Galiba bana yine temiz olduğu hâlde yerleri sildirecekti. Her gün ıslak bez ile yerlerde sürünerek evin odaları hariç diğer bütün yerlerini köşe bucak siliyordum. Ne acı ki bana vileda çok görülüyordu.
Mehtap Hanım da istemiyordu bana bu tür işleri yaptırmak. Ne de olsa yüz mimiklerinden az çok anlayabiliyordum. Bana tüm bunları yaptırması için adını dahi anmak istemediğim o acımasız adam, Mehtap Hanım aracılığıyla bana yerleri sildirtiyordu.
Yerleri sikmediğim günler ise ceza olarak yemek verilmiyordu. Ben de bebeğim aç kalmasın diye mecbur yapıyordum. Sadece iki öğün yemek için. Sabah ve akşam.
Bu saraydaki kimsenin hamile olduğumdan haberi yok. Belki de ben öyle zannediyorum, bilemiyorum. Çünkü Mehtap Hanım son günlerde bana şüpheyle bakıyor. Bu yüzden olabildiğince ondan uzak durmaya çalışıyordum.
Bebeğimi şimdilik bol kıyafetler giyerek saklamaya çalışıyorum. Pek bir şey yemediğim için karnım fazla belirgin değildi. Saklama konusunda ne kadar becerebildiğim meçhul tabii.
Karnımdaki bebeğimi nereye kadar saklayabilirdim hiçbir fikrim yok. Ama bebeğimi saklamak zorundayım; çünkü o adamın bebeğimden haberi olursa onu öldürecek. Öyle söylemişti bana...
*GEÇMİŞ*
Kaçırılmıştım. Hiç tanımadığım ve daha önce hiç görmediğim birkaç adam tarafından hem de...
Zorla etrafı ormanlık alan saray gibi bir eve getirilmiştim. Şimdi ise; çok büyük olmayan yatak odasının ortasında öylece durmuş, boş gözler ile karşı taraftaki duvara bakıyordum. Donup kalmıştım sanki. Sesim bile çıkmıyordu bağırıp çağırmaktan.
Lânet gözyaşlarım yanaklarımda pes edercesine kurumuştu. Bu da demek oluyor ki akacak herhangi bir gözyaşım kalmamıştı. Acıdan...
Hapsedildiğim oda çok büyük değil, orta büyüklükteydi. Sade bir odaydı ama iç karartıcı. Duvarlar simsiyaha boyanmış, parkeler ise siyah renginde döşenmişti. Odada bulunan kapılar bile siyahtı. Yatakta siyahtı ama buna tezat olarak beyaz örtüler ile kaplanmıştı. Bilinçli yapılmış gibi...
Neden ve niçin buraya getirildiğimi bilmiyorum. Ama hiç iyi şeyler olmayacağını hissedebiliyordum.
Odanın kapısı büyük bir gürültüyle açıldığında yerimden sıçramış vaziyette başımı yavaş ama korku içinde kapıya doğru çevirdim. Gördüğüm kişiyle bedenim buz tutmuş vaziyette şaşırıp kalmıştım. Bu, bu o adamdı. Bana saplantılı olan adamdan kaçarken çarptığım adam.
Benden ne istiyordu? Yoksa ona çarpıp giymiş olduğu siyah gömleğini yanlışlıkla yırttığım için mi beni buraya hapsetti? Benden yırtmış olduğum gömleğin parasını mı alacaktı? Ama benim param yoktu ki? Her şeyden öte bir gömlek için neden bu denli sinirli görünüyordu ki?
Fazlasıyla sinirli görünüyordu hem de. Üzerinde siyah gömlek ve kumaş pantolon vardı. Gömleğin kolları yukarı doğru kıvrılmış, önden ilk üç veya dört düğmesi açıktı. Saçları ise dağınıktı.
Korkunç görünüyordu. Sanki her an bana saldıracak ve öldürecekmiş gibi...
Kapıyı tekrar büyük bir gürültüyle kapatıp kilitledi.
Neden kilitlemişti? Ne yapacaktı bana? Gerçekten de korkmaya başlamıştım. Bana koyu kahverengi gözleriyle çok öfkeli ve nefret dolu bakıyordu. Neden öyle baktığını anlamış değildim. Sanki bütün ailesini elinden alıp öldürmüşüm gibi bakıyordu. Hâlbuki sadece gömleğini yırttım. O da yanlışlıkla...
Peşime düşen saplantılı adamdan kaçarken peşimden hâlâ geliyor mu diye arkamı kollamak istemiştim. Ama o anda sert bir şeye çarpmam bir olmuştu. Bundan ötürü yeri boylamamak adına tutunmak istedim ama gömleğinin ilk birkaç düğümü açık kaldığından elim oraya tutundu. Fakat başarısız olup yeri boyladığım için gömleğin düğmeleri tek tek benimle birlikte yeri boylamış ve bu yüzden önü açıkta kalmıştı. Bu kadar.
Bunda bu kadar öfkelenecek ne var ki?
Büyük bir öfkeyle beni parçalamak istercesine bana doğru geldiğinde içinde bulunduğum korkuyla arkaya doğru adımlamaya başladım. Ondan kaçtığım hâlde üzerime doğru geliyordu.
Tam duvara çarpacaktım ki kolumdan sert bir şekilde tutup yatağın üzerine doğru hayvani bir şekilde fırlatmasıyla daha fazla korkmaya başlamıştım.
Yatakta, gözlerimi onun iri cüssesinden ve sert yüz hatlarından ayırmadan ondan kaçarcasına geriye doğru süründüğüm gibi ayak bileğimden yakalamasıyla kalbim hızla atmaya başlamış ve ağzımdan büyük bir çığlık kaçmıştı. Çığlığımın hemen ardından gözyaşlarım akmıştı zaten.
Ben debelenip ağladıkça o daha çok ayak bileğimi sıkıyordu.
"Bırak! Bırak beni lütfen. Gömleğinin parasını vereceğim, söz veriyorum." dedim ama o hiç duymamış gibi yavaş yavaş iri bedenini üzerime doğru eğmeye başlamasıyla korkudan dolayı gözlerimi sıkı sıkı kapatıp nefesimi tuttum. Gözyaşlarım gözlerim kapalı olduğu hâlde dur durak bilmeden yanaklarıma doğru akıyordu.
En sonunda nefessizlikten dayanamayıp tutmuş olduğum nefesimi bıraktım. Nefes almaya başladığım anda kokusu burnuma geldi. Ağır bir kokusu vardı. Sanırım alkollüydü. Hem de fazlasıyla...
Alkollü olduğunu anladığım gibi korkuyla gözlerimi hemen açtım. Çünkü bana ne yapacağı belli olmazdı. Ne de olsa kör kütük sarhoş...
Gözlerim ilk başta bulanık gördüğü için net görmesi adına birkaç defa kırpıştırdım. Yavaştan netlik kazanırken göz bebeklerinin hareket hâlinde olduğunu ve yüzümün her bir santimini ezberlemek istercesine baktığını gördüm. Gözünü dahi kırpmadan yüzümü süzüyordu.
O beni süzerken ben de istemsizce onu süzmeye başladım. Alkolden olsa gerek gözünün içi kızarmış ve onu daha fazla korkunç göstermişti.
Kısa bir süre sonra "Sonunda elime düştün küçük fahişe." demesiyle gözlerim ardına kadar şok içinde açılmıştı. Bu adam ne diyordu böyle? Gömleğini yırttım diye fahişe mi oldum?
Şok içinde "Ne?" diyebildim sadece. O da titreyen bir sesle.
Kelime dudaklarımdan dökülür dökülmez büyük bir öfkeyle saçıma asıldı. Saçımın sert bir şekilde çekilmesiyle daha çok ağlayıp debelendim. Korkutuyordu beni.
Ses tonunu yükselterek "Kes sesini! Siktiğimin sesini duymak istemiyorum! Şimdi ben ne dersem onu yapacak, sesini bile çıkarmayacaksın!" dedikten sonra saçımı sertçe bırakmıştı.
Tam dudaklarımı aralayıp itiraz edecektimki yanağıma acımasızca yediğim tokat ile neye uğradığımı şaşırıp kalmıştım. Tokat atmıştı bana. Tokat...
"Sana kes sesini dedim! Yoksa seni doğduğuna pişman ederim kahpe!"
Bu denli öfkeli olması ve bana acımadan şiddet uygulaması kesinlikle yırtmış olduğum gömlek değildi. Başka bir şey vardı. Ama ne?
Acımasızca atmış olduğu tokat yüzünden yanağım çok ağrıyordu. Sadece yanağım değil, yüzümün sol tarafı komple ağrıyordu. Sanırım dudağımın kenarı patlamıştı, çünkü metalik bir tat alıyordum. Kan tadı...
***
Mehtap Hanım, "Şehla... Şehla... Şehla!" Adımı sayıklayıp beni dürtmesiyle irkilerek kendime geldim.
"Yine nerelere dalıp gittin sen?" dedi.
Tek kelime etmeden öylece kırışmaya yüz tutmuş yüzüne bakıyordum. Ne diyebilirdim ki? Anlatsam, anlar mıydı beni?
"Cevap vermeyeceksin anlaşılan?" deyip derin bir nefes verdi. "Neyse... Ben birkaç günlüğüne burda olmayacağım. Haberin olsun diye söylüyorum. İşlerini sakın aksatma yoksa ne olacağını biliyorsun? Ekstra olarak sabah ve akşam Arslan Bey'e görünmeden sofrayı hazırla. Seni görüp zarar vermesini istemiyorsan tabii." diye son sözlerini sarf etti.
Sözleri karşısında sadece başımı olumlu anlamda hareket etmekle yetindim. O acımasız gaddar adam beni görmek istemiyordu. Beni gördüğünde; farklı cezalar veriyor ve hiçbir şey olmamış gibi arkasını dönüp gidiyordu. Aynı çatı altındaydık ama birbirimizden kaçıyorduk, daha doğrusu ben kaçıyordum.
Hem Mehtap Hanım nereye gidiyordu? Birden aklıma evde sadece ben ve o cani pisliğin kalacağı gelince hemen başımı olumsuz anlamda hareket ettirerek konuşmaya başladım.
"Hayır lütfen gitmeyin. Bb-Beni burda yalnız bırakmayın lütfen." diye yalvarmaya başladım.
"Korkma, hemen geri döneceğim. Sadece birkaç gün... Hem zaten Arslan Bey'e görünmezsen sana hiçbir şey yapmaz. İşini aksatma yeter." dedi.
Biliyordum. Ben ne dersem diyeyim gidecekti. Ama yine de gözlerine 'gitme' derecesine baktım ama o, arkasına bile bakmadan çekip gitti.
Beni cehennemde yalnız bırakarak gitti.