“O kız bugün ölecek Zerdeşt Ağa!” diye gür sesiyle bağıran adam ile dudaklarım titremeye başladı. Gözlerimden dökülen yaşların haddi hesabı yoktu.
Ben bitmiştim.
Ben mahvolmuştum.
“Ağam, gözünü seveyim sakin ol. Ne etmiştir benim kızım da böyle dersin?”
“Kendisi ne ettiğini gayet iyi bilir. Getirin onu buraya yoksa bu konağı da, Dilşad aşiretini de yerle bir ederim!”
Bedenim baştan aşağı buz kesti.
“Jiyan! Buraya gel!” Diye bağırdı babam yüksek sesiyle. Korka korka mutfaktan çıkarken başımı kaldırmaya cesaretim bile yoktu.
“Ne yaptın?” dediğinde sessiz kaldım, diyecek çok şeyim varken hiçbir şey diyemeyecek kadar korku doluydum.
Karşımda ki adam alayla konuştu dişlerinin arasından, “Demeye yüzü var mıdır ki desin?” dedikten sonra jilet gibi olan siyah ayakkabılarının ucu önümde belirdi. Çenemi sertçe tutup yüzümü havaya kaldırdı.
Bu tanıdık gözler artık çok yabancıydı. “Desene Jiyan,” dedi aile dostumuz olan, aynı zamanda delicesine sevdiğim adam. “Desene, benim elim kana bulandı!”
Dudaklarım titredi, eli sıkılaştı. Göz yaşlarım ellerinin üzerine döküldü. “Desene ben katil oldum!”
Sanki tüm kemiklerim kırıldı. “Desene, ben en yakın arkadaşımı, Aslan Miroğlunun kardeşini öldürdüm!”
Konakta bir uğultu koptu, gece karanlığı üzerimize kar gibi yağdı.