1.BÖLÜM: DİYAR

1875 Words
''Kuşlarını alıp gidiyor gök.'' İlhan Berk Diyar da kartlar son kez dağıtılmıştı.  Seneler boyu süren savaşın sonunda ateşkes için masaya oturulmuştu ama hepsi biliyordu ki barış mümkün değildi. 7 kişilik yuvarlak masa da kendi diyarlarının hükümdarı olan Simurg, Typhon, Sangal, Griffon, Nemf, Gamayun ve Sentor vardı. İlk kartını çeviren Simurg olmuştu. Maça asını görünce içindeki yangını ilk kez hissetti. Diğerlerinde kartına baktığını ama kimseden ses çıkmadığını gördü. Barış henüz başlamadan bitmişti. Kimse kağıdına razı gelmeyecekti; Gamayun haricinde. Sonun başlangıcı da böylelikle başlamıştı.Masadan ayrıldıktan sonra kendi diyarına dönen Simurg, kartını sadece Kaknüs'a söyledi. Kaknüs bunu duyunca diyardaki cadıya gitti. Cadının bulunduğu evinin kapısını açık olduğunu görünce şaşırdı. Cadı mutlaka kapıyı kapatır ve kimsenin haberi olmadan girmesine izin vermezdi. Kaknüs kapıdan geçip dar bir koridorda ilerlemeye başladı. Dar olan koridordaki duvarlarda çeşitli hayvanların ve yaratıkların iskeletleri vardı. Koridor bittikten sonra geniş bir odaya girdi. Cadı arkası dönük genişçe bir kovanın içine ölü hayvanları atıyordu. ''Seni daha erken bekliyordum Kaknüs.'' dedi cadı. Geleceğini bildiğini için kapıyı açık bırakmıştı. ''Madem geleceğimi biliyorsun, neden geldiğimi de biliyorsundur cadı.'' dedi . ''Simurg'un hayatına karşılık kendi hayatını feda etmenin mümkün olup olmayacağını sormaya geldin.'' dedi. ''Mümkün mü?'' dedi Kaknüs, sabırsızca sormuştu. Cadı gözlerini Kaknüs'ün gözlerine dikti. ''Hayatını feda edebilirsin ama yine de Simurg'un hayatını kurtaramazsın. Çünkü Simurg'un kaderinde ölmek var.'' dedi cadı, sesi oldukça emindi. Kaknüs kabul etmez bir şekilde başını iki yana salladı. ''Mutlaka bir yolu vardır. Ne gerekirse yapmaya hazırım.'' dedi. ''Kaderi değiştirmenin mutlaka bedeli olur. Sandığın kadar kolay değil.'' dedi, cadı. ''Bedeli ödemeye hazırım. Canımı vermeye hazırım.'' dedi, Kaknüs. Masaya yavaş iki adım atmıştı. Cadının gözlerinin içine bakıyordu, vazgeçmek gibi bir niyetinin olmadığı göstermek istiyordu. ''Bu bedeli sen değil, Simurg ödeyecek.'' Kaknüs şaşırmıştı. ''Nasıl yani?'' dedi. ''Simurg kendi hayatı için başka bir kuşu öldürecek.'' dedi, cadı. ''Simurg diyardaki hiç bir kuşu öldürmez.'' dedi, kendinden emin bir şekilde. Cadının dudakları iki yana kıvrıldı. '' Bu diyardaki bir kuşu öldürmeyecek.'' Kaknüs yeniden şaşırdı. '' Kuşların hepsi bu diyarda. Diğer diyarlarda kuş yok.'' ''Diyarların ötesinde başka bir kuş daha var; adı Garuda. Simurg hayatta kalabilmek için Garuda'yı öldürmek zorunda.'' dedi, cadı. ''Ben kendi canımı veririm. Sen öldür beni.'' Simurg'u tanıyordu. Başka birini öldüremezdi. ''Sen zaten bu kapıdan geçince kendi ölümünü kabul ettin. Sen artık ölüsün Kaknüs. Simurg'u ikna etmen gerek Garuda'yı öldürmen için.'' dedi, son kez cadı. Diyardaki son savaş kimsenin haberi olmadan Gamayun'un ölümüyle başladı. Kaknüs ölümünü kabul ederek, Simurg'u yaşatmayı seçti. Simurg'un kaderinde en başında ölmek vardı.                       ? 22 OCAK 2016 Soğuk bir kış günüydü. Yağan yağmura inat mutlu şekilde yürüyordum. Tanımadığım insanlara bakıp tebessüm ediyorum. Çünkü çok mutluyum! Parka geldiğimde durdum. Parktaki mutlu çocuklara bakıp iç geçirdim. Gerçekten mutlular mıydı? Yoksa geçmişte olduğu gibi benim gibi mutluluk taklidi mi yapıyorlardı? Sonunda o günler bitmişti. Gelecekte beni daha mutlu günler bekliyordu. Bitti artık annem; kızın bir öğretmen, sevdiğiyle beraber ve çok yakında evlenecek. Küçükken bana anlattığın masallar vardı ya gerçek olacak, prens ve prenses kavuşacak ve hikaye mutlu sonra bitecek. Beni abime emanet etmiştin; büyüdüm artık. Çalan telefonla geçmişten kendime geldim. Arayan Evran'dı. Yüzümdeki gülümseme daha çok büyüdü. Telefonu açıp cilveli bir şekilde konuşmaya başladım. ''Efendim hayatım.'' dedim. Çok mutluyum çok. Sesimden de fazlasıyla belliydi. ''İlk kez çocuklara karne dağıtmanın mutluluğu mu?'' Öğretmenliğimin ilk dönemiydi ve ilk kez karne dağıtmıştım. ''İstediğin kadar dalga geç. Sonra seninle 7 gün boyunca konuşmam. Gününü görürsün.'' dedim, naz yaparak. ''Neden ısrarla 1 hafta değil de 7 gün diyorsun?'' Yasin buna takıldığını fazlasıyla belli etmişti. Belki de haklıydı. ''Fark eden ne ki? Beni bunun için aramadın sanırım.'' dedim, geçiştirir gibi. Çünkü bu çocukluğumdan sadece bana kalan bir anıydı. ''İşi kaptım. Artık Tuğrul Holding'deyim.'' dedi, o da tıpkı benim gibi çok mutluydu. Sonunda prens ve prenses istediklerini elde etmişlerdi ve geriye sadece kavuşmak kalmıştı. ''Çok sevindim hayatım. Bunu kesinlikle kutlamamız gerek. Ne zaman gelirsin?'' dedim. ''Bugün işlerim bitmez. Yarın kutlasak olur mu?'' dedi. ''Tamam o zaman bizde yarın kutlarız. Hem hep beraber oluruz. Bugün abim de geç gelecekmiş eve mesaj attı. Amcan da olur de mi? dedim, fazla istekli olduğumu belli ediyordum. ''Ararım amcamı. Şimdi kapatmam gerek hayatım. Kendine iyi bak.'' dedi, acelesi var gibi. ''Sende kendine iyi bak.'' dedim. Kapanan telefonu yeniden montumun cebine koydum. Parka yeniden baktım ve sonra başıma gökyüzüne kaldırdım. Ben kazanmıştım. Kadere karşı gelip kazanmıştım. Yaklaşık beş dakika yürüdükten sonra evime gelmiştim. Kapıyı açtıktan sonra eve bakıp derin bir nefes aldım. Anneme verdiğim sözü tutmuştum. Annem olacakları sanki biliyordu. Ölmeden önce evin tapusunu abime bıraktı. Ben o zamanlar küçüktüm. Annem öldükten sonra babam evi satmak istediğinde gerçeği öğrenmişti. O gün evde kıyameti koparmıştı. Abim ise babam ne yaparsa yapsın vazgeçmemişti. Üniversiteyi bitirdiğimde de evin tapusunu bana vermişti. Olması gereken buymuş ama benim için farketmezdi. Annem kendi oğlu olmadığı halde abime sonsuz bir sevgisi ve güveni vardı. Abim de bunu hiç bir zaman karşılıksız çıkarmadı. Eve girdiğimde montumu ve çantamı vestiyere astım. Ayakkabımı çıkartıp yine vestiyere koydum. Abim bugün geç geleceği için atıştırmalık yemeye karar vermiştim.                        ? Koşuyordum, arkama bile bakmadan. Beni neyin kovaladığını bile bilmiyorum. Kuşlar delicesine gökyüzünde uçuyordu. Korku vucüdumu ele geçirmişti. Nefes alışverişlerim hızlandı. Daha fazla koşamayacağımı biliyorum. Arkamdaki kişi kim ise git gide yaklaşıyordu sanki. Onu görebilmek için kafamı geriye çevirdim. Çok karanlıktı orman. Koşmaya devam ediyorum. Ayağıma bir şey takılınca dizlerimin üstüne düştüm. Ellerim sert bir şeye dokundu. Ne olduğunu anlayabilmek için baktım. Yerde yüz üstü yatan bir kızdı. Saçları uzundu ve yüzünü kapatıyordu. Kız kanlar içindeydi. Kuşlar ise ağaca konmaya başlamıştı. Ağlama sesleri gelmeye başladı. Sanki ses küçük bir kız çocuğuna aitti. Düştüğüm yerden destek alarak kalktım. Kaçmak yerine sesin olduğu yere yürümeye başladım. Karşımda büyük bir gövdesi olan çok fazla dalları olan bir ağacın önünde durdum. Ağacın tüm yaprakları dökülmüştü. Ses ise ağacın diğer tarafından geliyordu. Çocuğun ağlamaları yavaşlamıştı. Dikkatlice çocuğun olduğu diğer tarafa geçtim. Ağacın gövdesine yaslanmış, başını dizlerine koymuş yavaş yavaş ağlıyordu. Dizimi yere koyup çocuğun karşısına oturdum. Asla ağlayan bir çocuğa dönüp gidemezdim. Ne olursa olsun! ''Hey'' dedim, bana bakması için. Başını kaldırıp bana bakmadı. Ormanda ne işi vardı? Hemde karanlık bir ormanda. ''Kayboldun mu?'' diye sordum. Başını yavaşca kaldırıp bana baktı. Bakışları nefret doluydu. Canını yakmışım gibi bakıyordu ama gözleri çok güzeldi. Simsiyahtı. Tıpkı bu geceki gibi. Kuşlardan biri kızın bulunduğu ağaca kondu. ''Sen yaptın.'' dedi, beni suçlar gibi. Neyden bahsediyordu? ''Ben hiç bir şey yapmadım.'' dedim, kendimi aklamaya, masum olduğumu söylemeye çalışır gibi. ''Sen öldürdün.'' dedi, emin bir şekilde. Ormandaki kızdan mı bahsediyordu? ''Kimi?'' dedim, emin olmak için. ''Ormandaki kızı.'' dedi, emindi. Ben kimseyi öldüremezdim. Şimdiye kadar karıncayı bile incitmemiştim. ''Hayır.'' dedim,başımı iki yana salladım. ''Ben kimseyi öldürmedim. Hatta o kızı bile tanımıyorum.'' dedim, sesimi yükselterek. Benden korkmadı. Hatta etkilenmedi. ''Sen benim katilimsin.'' dedi, sert bir şekilde. Ölmeden önce katiline son kez bakışları vardı sanki. Korku, nefret, panik, dehşet, endişe. Kızın gözlerinden gözlerimi çekip üstüne baktım. Üstü kanlar içindeydi. Aniden oturduğum yerden kalktım. Nefes alışverişlerim yeniden hızlandı. Ne yapacağımı bilmiyordum. Beynim bana oyun oynuyordu yine. Hangi cehennem deydim? En önemlisi buradan çıkış var mıydı? Arkamda birinin olduğunu anlayınca donup kaldım. Belki de son buraya kaldı. Kaderime teslim olmalıydım. Yavaş bir şekilde arkamı döndüm. Karşımda bir kadın bana bakıyordu. Bu ormanda kaçtığım kişiydi. Fazlasıyla yorulmuş artık bitmesini isteyen bakışları vardı. Saçlarının rastgele kesildiği belliydi. Sağ gözünün altında yara izi vardı. Bu karanlıkta bile sanki aydınlıkmış gibi kadını rahat bir şekilde görüyordum. Sol elindeki silahı bana doğrulttu. Kaçmıyordum. Kaderinde ölüm olan biri kaçabilir miydi? İkimizde konuşmak yerine sonu bekliyorduk. Karşımdaki kadın kaçmamı söylüyordu; bakışlarıyla. Ben ise beni öldürmesini bekliyordum. Silahın tetiğini açtı. 7 saniye bekledi. Sonra ise tetiğe bastı. Silah sesiyle gördüğüm kabustan uyandım. Oda karanlıktı. Uyumadan önce prize taktığım gece lambası kapanmıştı. Hızlı bir şekilde yatağımın içinde telefonumu bulmaya çalışıyordum. Telefonu bulunca el fenerini açıp odanın içinde baktım. Küçüklüğümden beri karanlıktan korkardım. Yataktan kalkıp prize basıp odanın lambasını açtım. Tıpkı kabustaki gibi nefes alışverişlerim hızlıydı. Karşımdaki aynadan kendime baktım. Lanet olası kabusta neydi? Kapıyı açıp odamdan çıktım. Karşımdaki oda abime aitti ve kapısı açıktı. Eve gelmemiş miydi? Elimdeki telefonunun saatine baktı. 02.000'yi gösteriyordu Odasına girdiğimde yatağının boş olduğunu anladım. Gelmemişti. Beni şimdiye kadar evde nadiren olsa da yalnız bırakmazdı. Telefondan rehbere girip abimi aradım. Bir süre açmasını bekledim. Açmayınca yeniden aradım. Bir kaç kere daha arayınca pes etti. İçime kötü bir his oluşmaya başlamıştı. Gördüğüm kabusunda etkisi vardı. Odadan çıkıp merdivenlere yöneldim. Mutfağa gidip kendime su doldurdum. İçimdeki his gittikçe büyüyordu. Evran'ı mı arasam? Ne yapabilirdi ki? İlk defa böyle bir durumla karşılaşıyordum. Ah abi! Neredesin? Saatler geçiyordu sürekli aramama rağmen açmıyordu. En sonunda dayanamayıp Evran'ı aradım çünkü arayacak başka kimsem yoktu. Kimsemiz yoktu. İki kişilik bir aileydik. Evran telefonu kapatmak üzerideyken açtı. Nihayet biri telefonumu açmıştı. ''Bir şey mi oldu?'' dedi, panik halinde. Haklıydı. Şimdiye kadar sabahın beşinde onu aramamıştım. ''Abim eve gelmedi. Kendisini defalarca aramama rağmen telefonunu açmadı.'' dedim, endeşeli bir şekilde. Mutfağın camından Evran'ın evine bakıyordum. Evlerimiz karşılıklıydı. ''Bunun için mi aradın Beren? Geç geleceğini söylemiştin. Arkadaşında kalmıştır belki.'' dedi, umursamaz bir şekilde. Bende ise tam tersiydi. ''Şimdiye kadar beni evde hiç yalnız bırakmamıştı.'' dedim, fazlasıyla umursuyor gibi. ''Kıza takılmıştır hayatım. Bazen abin de olsa onun bir erkek olduğunu unutuyorsun. '' dedi, umursama der gibi. Bu konuya fazlasıyla takıldım. ''Benim abim diğer erkeklere benzemez. Benim endişenmemi istemez.'' dedim, emin bir şekilde. Emindim. Küçük kızı aklından at. Gerçekten abim diğer erkeklere benzemezdi ve bunu sadece ikimiz biliyorduk. Tabii abim benim bildiğimi bilmiyordu. ''Sabaha kadar bekleyelim. Eğer gelmezse polise gideriz olur mu? dedi, beni ikna eder gibi. ''Polise neden gideceğiz? Allah korusun.'' dedim, korkar gibi. Elim ise kalbimin üstündeydi. Evran'ın evine bakmayı bırakıp sandalyeye oturdum. ''Tamam o zaman sabaha kadar bekleyelim. Mutlaka gelir, biliyorsun.'' dedi, rahatlamam sevinmişti. Derin bir nefes aldı. ''Yanına gelmemi ister misin?'' diye devam etti. ''Hayır gerek yok.'' dedim, aslında gerek vardı. ''İyi geceler hayatım.'' dedi, uykulu bir sesle. Saniyeler dakika, dakikalar ise saatler oluyordu ama sanki benim için zaman durmuştu. Sürekli telefonuma ve saate bakıyordum. Evdeki sessizlik ise ürkütücü bir ses olmaya başladı. Oysaki sessizliğe alışkın biriydim. Yalnızdım ama yapayalnız değildim; abim ve Evran sayesinde. Duvardaki saat 07.28'i gösterdi ama telefonumdan herhangi bir bildirim yoktu. İçindeki kötü düşünceyi at. Abim tüm hayatını benim üzerime kurmuştu. Küçükken düştüğüm de bile benden çok onun canı yanardı sanki. Babamın ise umurunda bile olmazdı. ''Sen kaybettin.'' dedi, küçük kız. ''Hayır. Ben kazandım ve artık kaybetmeye tahammülüm yok.'' dedim, emin şekilde. Yelkovanın sesi tıpki sessizlik gibi ürkütücü bir hal almaya başladı. Korkuyordum. 07.30'u gösteriyordu saat. Sonra içimi rahatlatan zil sesini duydum. Sonunda dedim, abim gelmişti. Önce ona kızıp sonra da sarılacaktım. Kapıyı doğru hızlıca yürüdüm. Kapının deliğine bile bakmadan açtım. Belki de sonun başlangıcı böyle başladı. Kapı da 2 tane polis memuru vardı. Kaybetmeye ve yenilmeye mahkumsun. Oysaki çok kısa süre de olsa kazanmıştım. Polis bana bakıp konuşmaya başladı. ''Ferit Mahfuz'un evi burası değil mi?'' dedi, sakin bir şekilde. Benim de sakin olmamı istiyordu. ''Evet. Ben kardeşiyim. Abime ne oldu?'' dedim, kötü haber verme der gibi. ''Abiniz parkta bir kavgaya karışmış sanırım.'' dedi, yavaş bir şekilde. ''Ne oldu? Bana açık bir şekilde söyleyin lütfen. Abim hayatta değil mi? dedim, yalvarır bir şekilde. Polisler birbirine baktı; nasıl söyleyeceğiz gibi. ''Evde sizden başka biri var mı?'' dedi, yine sakin bir şekilde. ''Hayır yok. Bir an önce söyleyin lütfen.'' dedim. Kötü haber tez duyuyordu gerçekten. ''Biz çok üzgünüz. Ne yazık ki abiniz hayatını kaybetti.'' dedi, diğer polis memuru. ''Ne? Anlamadım.'' dedim, şok bir şekilde. Polisleri bulanık görmeye başladım. Tutunacak bir yer aradım ama artık tutunacak kimsem yoktu. Gerisi ise karanlıktı. Tıpkı orman gibi. Kapkaranlıktı.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD