"Kız Semiramis! Ne ara kocanı eskitip yenisini buldun?" gerçekten koca bir s*ktir. "Evli olduğunu neden söylemedin?" bana bakan mavi gözleri hayal kırıklığı, güvensizlikten başka hiçbir şey taşınmazken büyük bir çukura düştüğümün farkına yeni yeni varıyordum. Buyur ablam, bir de buradan uğraşalım.
Evli miymişim ben?
Barış: Oha!
Yağız: Çüş!
Siz nereden çıktınız ya? Beynindeki son hücreler Barış ve Yağız baskın genlerden oluşmuş sanırım.
"Yuh!" nidası çıktı dudaklarımın arasından birden. "Semiramis yakışıklı mı kız?" komşudan bozma bazı vatandaşların sesi hâlâ kulaklarımı kanatıyordu. Herkes kendi işine baksa dünya böyle olmazdı zaten. Sinirle kalktım ayağa. Önce şu komşuyu halledip daha sonra ortaya çıkan yanlış anlaşmayı düzeltecektim.
"Kamile Abla?! Bak şuraya kız!" diyerek bağırdım camına doğru. "Her gün dershaneye gidiyorum diye kızlarla düşüp kalkan oğluna bir şey söylemek yerine benim ilişkim mi batıyor gözüne?"
Kamile abla cama çıktığında pür dikkat beni dinliyordu. Ama durmak yoktu, sonuna kadar devam. "Ne diyorsun kız sen Semiramis?! Oğluşuma iftira atma tıp kazanacak o!" yazık bulmuş saf kadını, yalanları sıralıyordu. Normalde benden sır çıkmazdı ama Kamile ablanın yaptıkları sınırını aşmış hâle gelmişti. Abi benim komşularım neden yolunmuş tavuk gibi atılıyor ortaya? Hepsi son tükenme tarihi geçmiş süt gibi. Size ne amk? İster sevgili yaparım ister sap gezerim. Sevgilimi eve atarım ya da kafede öpüşürüm. BUNDAN SİZE NE?!
"Ulan Kamile abla! Valla çok safsın. Az biraz aç gözünü! Oğluşun dediğin yirmi beşine dayanmış kazık bağlamış adam. Tıp kazanamaz bu saatten sonra. Dershaneye verdiğin paraya yazık. Ayrıca madem bir olaylara burnunu sokmak istiyorsun, öncelikle kendi kocandan başla! Payvon kedisi gibi bir orada bir burada!" elimdeki tüm kozları döktüğüm zaman bana tükürür gibi yapıp penceresini çat diye kapatmıştı. Simay tuçe aşko babay. Kamile ablanın bana ettiği laflarla pencereye doluşanlar en son soktuğum laflarla yarın dedikodu yapmak şartıyla geri evlerine çekilmişlerdi. Biraz da seni konuşsunlar Kamile kankam nasıl oluyormuş gör bak.
Şimdi gelelim yeni çocuk... Kamile ablayı uğurladıktan sonra çiğköfte yediğimiz mekana döndüm geri. Döner dönmez sert tepkisiyle illallah getirtmişti yani. "Ben evli bir kadınla oturup çiğköfte yiyemem. Benim bir karizmam, sınırım var. Sen de kocanı evde bırakıp benimle çiğköfte randevusu yapacağına git sabilerine yemek hazırla!"
"Yalan, yalan, yalan!"
"Kelimelerine dikkat et!"
"Etmiyorum!"
"Etmeyecek misin?"
"Etmeyeceğim!"
"Ben de kelimelerime dikkat etmiyorum!"
"Ya o senin kızın kızın!"
"Kafan güzel herhalde." diyerek bana bakan mavi gözlerini üzerimden aniden çekerek çiğköfteleri toplamaya başladı. "Önce yerimi kaptın şimdi ise çiğköftemi!"
"Evli kadınlarla yemek yemiyorum."
"Evli değilim."
"Evlisin."
"Değilim."
"Koca eskitiyormuşsun!"
"Boşandım lan!" gençleştim resmen bu kadar mı fark eder? Anında boşandım diyerek yanlış anlaşılmayı düzeltmeyi umuyordum. "Seni benim eve götüreyim. Sabilerimle yemek yersin. Açsındır sen." bana göz ucuyla baktı uzun uzun. Sanki emin olamamış gibi. "Çorbama fare zehri atarsın diye korkuyorum."
Sözünü bitirmesiyle kahkaha attım. "Ciddiyim ben." demesiyle yok artık bakışı attım ona. Daha sonra hâlâ inanmışa benzemediğini anlayınca polis kimliğimi gösterdim. "Sen de kendi evimde beni bayıltmazsın inşallah." toplayacağı çiğköftemi bana çocuksu bir şekilde uzattığında gülümseyerek elinden çiğköftemi aldım. "Ortada beleş bir akşam yemeği söz konusu. Bu garibanın karnını doyur ben de sana dua edeyim." çiğköfteden bir ısırık aldığımda lokmamı iyice ufalttıktan sonra söze girdim. "Valla pişman olmazsın gel."
"İyi geleyim bari." aramızın tekrar düzeldiğini görünce tanışmamızın uygun bir ortam olduğunu düşünüyordum. Fakat bir sorunumuz vardı...
Arabamı koymayı unutmuşum lan! Sokağın ortasında duran birazdan köpkelerin harap edeceğimi canım arabamı park etmem gerekiyordu. "Araba yerimi çalan hırsız, hâlâ vermedin yerimi." her ne kadar şikayet etsem de vermeyeceği aşikardı. "Sabah veririz kanmadık yerine." bana sabah değil şimdi lazım kankam. "Arabam açıkta kaldı." dedim mavi gözlerine gömülmüş bir şekilde. Neden çok yakışıklıydı? Kesin asker veya savcı gibi bir şeydi bu adam. "Küçükmüş kankam sığdırırsın bir yere." dedi umursamaz bir sesle. Fakiriz ama kendimizi de gömdürtmeyiz. "Seninki çok büyük sanki." dedikten sonra son çiğköfte lokmasını yuttuktan sonra pakedini binanın çöpe attım. Ona omuz silkip geri önüme döndüğümde kollarını omzumdan tutup beni yüzüne doğru çevirdi, hayır hayır yüzüne doğru değil. Arabasına doğru.
"Reis iyi bak, akıllı kadınsın. Sence bu araba seninkine göre küçük mü büyük mü?" dedi o güzel sesiyle. Ben arabaya bakıyor olsam da odaklandığım şey araba değildi. Sesi, yüzü, gözleri, kasları... Kısacası arabaya baktığımda onları görüyordum. "Büyükmüş..." dedim, onu düşündüğümü düşünmesin diye. Etkilendim kızım yalan yoktu. "Bazen icraat önemlidir büyüklük değil." diyerek gözlerimi arabadan çekerek kendi arabama doğru adımladım. Ne yapsam, az önceki çemkirdiğim Kamile ablanın yerini mi alsam? Oha evet çok güzel muhteşem olağanüstü fikir. Bana laf sokmadan önce düşünseymiş, kaptım yerini. Hâlâ çalışıyor olan arabama binip birkaç adımdaki Kamile ablanın park yerine sürdüm arabamı. Güzelce park ettikten sonra arabayı stop ettirip çıktım dışarı. Anahtarla kitledikten sonra koşarak yeni kankamın yanına fırladım. "Bayağı güzel kullanıyormuşsun kankam sen." demesiyle koltuklarım kabardı. "Ne zannettin reyiz." diyerek havamızı da attık. Yalnız bu çocukla ilgili olarak adını merak ediyordum. Ona nasıl hitap etsem diye düşünürken bir anda kendimi "Ben sana ne diyeyim lan?" diye sorarken buldum. Yüzünü, sanki bir filozof düşünür edası bürüdü. Mavi gözleri heyecanla büyüdü, sanırım kendine bir hitap bulmuştu. Yaşasın! "İsmimle seslen nasıl fikir?" dediğinde onunla beraber heyecanlanan yüzüm düştü yavaşça.
Gözlerimi devirdim. Ege bile daha özgün düşünüyordu. "Bu muydu muhteşem ötesi eşsiz onda on fikrin?" dediğimde bana dik dik baktı. Bu bakışı bile ayrı kalbimi hoplatıyordu. "Kankam ben senin deyişinle muhteşem ötesi eşsiz onda on fikir olduğunu iddia etmedim ki." ay ben şok. "Hadi hadi, şimdi ismini söyle aslan parçası." diyerek sırtını sıvazladım. "Yiaa ben senin aslan parçan mıyım?" olm çok tatlı lan, basarım ben buna nikahı. "Yiaa, evet öylesin." Anlık Semiramis ve Kas adam anlık; ?. "Eyvallah kankam." dediğinde başımı salladım. Yüzüm hâlâ kibar feyzo gibi gülümseyip başımı kaldırıp onun yüzüne bakarak bir cevap bekliyordum. İsmini söyleyecekti değil mi? "E hadi?" derken mavi gözlerimle ona çipil çipil bakmaya devam ettim. "Hadisi ne kankam?"
"Hadisene."
"Hadise evleniyor onu mu diyecektin?" kendinden bi haber şekilde merdivenleri tırmanmaya devam etti. "İsimsiz kas adam benim olmayan beyin hücrelerimle mi oynuyorsun?" dediğimde dudağının kenarı tekrar kıvrıldı. "Olmayan şey ile nasıl oynayayım, ayrıca isimsiz kas adam güzelmiş." çok komik ya, öl öl bittim. Sende gavur inadı varsa bende de o gavur inadını kıracak güç var. "Çok komik ya! Sen laf mı soktun yerim ya seni." diyerek ellerimle alkış yaptım sitemkar bir şekilde. Daha sonra oflayarak "İsmin var mı senin çocuk?" dedim pes etmiş bir şekilde. "Var." dedi çapkın ses tonu ile. "Söylesene ismini de kurtulsak?"
"İsimsiz kas adam." valla sinirden oturup ağlayacaktım. Ege'nin istediği 26492848 lira arabasını almayınca geçirdiği sinir krizini geçirecektim apartmanda. "Seni çağ öncesi kalma mızraklar ile kırbaçlarım isimsiz kas adam. Fazla konuşmadan şu kapıdan içeri gir!" dediklerime karşı gülerek, didişerek geldiğimiz dış kapımı anahtarla açıp girdik.
⛓️
Hep beraber yuvarlak masanın etrafına oturmuş, koyu bir sohbet içerisinde Şengül ablanın yaptığı iftar yemeğini yiyorduk. Ege bana şu sıralar tripliydi. Nedeni Kayra ile Amerika'ya gitmelerine izin vermediğim içindi. Olm Ege valizi toplayıp içine Kayra'yı koyacağını söyledikten sonra uçağın bir köşesinde Amerika'ya gideceğini anlattı bana. İsimsiz kas adam misali muhteşem ötesi eşsiz onda on planına Ege'nin yanağını öperek karşılık verdim. Bu yüzden de küstü. Özgür bırakmıyormuşum onları... Kanka biz o it herif yüzünden gizli gizli buluştuk babanla. "E Boran abi, hangi takımı tutuyorsun?" Alev'in sorusuyla gözlerimi Ege'den çekip kaşığı boş boş döndürdüğüm pilavıma döndüm. İsimsiz kas adam da ismini Alev'e söylemişti. Yani ben anlamıyorum, ben sorduğumda söylememişti ama Alev sorduğunda hemen söylemişti. Umrumda da değil zaten, bana ne onun adından.
Boran eve adımını atar atmaz Alev bana gizliden gizliye göz kırpıp kim bu yakışıklı diye sormuştu. Şengül ablanın da az kalır bir yanı yoktu. Ege önce çekinse de Boran geldiği gibi cebinden bir çikolata çıkarıp Ege'ye vermişti. Ondan sonra ben satıldım kendi evimde, öyle işte.
Şimdi ise sofrada unutulmuştum. Kendi çocuğum bile unutmuştu beni, Boran abisini görünce. Ben de onların sohbetine katılmayı reddetmiştim, ne hoş ama beni gören eden de yoktu. Göz ucuyla Boran'a bakarken gerçekten de unutulacak biri olduğuma kanaat getirdim. İnsafsız herif, yediden yetmişe herkesi kendi safına çekmişti. Eğlenceliydi, kafa dengi, mizahı yüksek, kaslı ve yakışıklıydı yani gerçekten bir manita veya arkadaş olunacak biriydi. Pilavdan bir kaşık alıp yerken Boran, Alev'in sorduğu soruya cevap vermişti. "Fenerbahçeliyim sen?"
Duyduğum yanıtla beraber pilav taneleri boğazımda düğüm oluştururken yanımdaki Şengül ablayı dürtüp su istemeye çalıştım. "Aa sen burada mıydın kızım?" yok abla uzaya gidip geldim. Ölüyorum amk su verin. Terleyen elimle sofra örtüsünü fark etmeden kendime doğru çekerken güçlükle "S-su." diyebildim. Demesem bunlar anlamazdı çünkü. Mavi gözlerimi herkesin üzerinde teker teker gezdirirken beklediğim su nihayet Boran tarafından gelebilmişti. Suyu, endişe ile bürünmüş gözleri ile verirken bana yavaş yavaş suyu içirdi. İçtiğim su ile boğazımda takılı kalmış pilav taneleri çoktan mideme erişince rahatladım. Derin nefesler verirken sofrada oturan herkesin ohladığını gördüm. Arkadaş ölen benim size ne oluyor?
Gerçekten boğulmuştum, birkaç pilav tanesinden dolayı ölmek çok komikti. İnşallah öyle ölmem deyip kaşığı tabağımın yanına koydum. Kendime yeni yeni gelince yaklaşık beş dakikadır bana yönetilen cümlere anca tepki verebilirdim. "Abla ölüyor muydun?"
"Kankam iyi misin?"
"Semiramis kızım özür dilerim keşke daha önce görseydim seni."
"ANNE NE OLUR ÖLME!" benim her tanem, canım kızım. Tek senin için nefes alıyorum ben. Her şeyim, Ege'm. Sarıdan bozma bebeğim. Gülümsedim Ege'ye. "Annen pilav yemeyi bilmiyor sanırım Ege usta." misafir kuruntusu Boran'ın söylediklerine kaş çattım, gülümsememin ardından. "Fenerli bir ergen olman benim suçum değil!" boğulmamın nedeni pilav yemeyi unuttuğumdan değil, Boran'ın Fenerbahçeli olmasıydı. Olm ben Galatasaraylıydım! Kimse bana aslanlar gibi Fenerliyim kanka diyemez! "Aa abla çok saygısızsın." Alev'e göz devirdim. Ege olanlara kıkırdarken Şengül abla biten çorba kaselerine çorba doldurmaya gitmişti mutfağa. "Bana bak Boran!" hiç saygısız değilim canım, sadece Fenerbahçeli olduğu için evden kovacağım.
"He sana baktım Semi, söyle." sesi eğleniyor, umursamaz bir şekilde çıkıyordu. Valla bu adamla ömür geçmezdi. Yağız'ı şu an mumla arıyordum. "Boran abi, ablamın fanatik damarına bastın. Şu an sessiz bir sinir krizi içerisinde. Sorduğu veya söylediği şeylere hiçbir tepki verme. Eğer verirsen seni öldürebilir." Alev'in kamu spotu gibi uyarısına teşekkür edip masadaki soğuk su dolu bardağı elime alıp hasret kaldığım suyu içtim yudum yudum. "Beni katmadığınız sohbetinize devam edebilirsiniz, lütfen." resmi bir şekilde konuştuktan sonra kalan bulgur pilavıma devam ettim. "Ben de Fenerliyim Boran abi."
"Backstabber." diyerek atıldım ortaya. "Sen tam bir backstabbersın Alev. Sen Fenerbahçe'nin kalecisi kim onu bile bilmezsin Alev! Doğma büyüme Galatasaraylısın."
"Oo çok kritik." Boran'ın Beyaz Spor'dan alıntı yapmasına güldüm. "Yo biliyorum abla. İlkokuldan terk değiliz herhalde."
"Hadi söyle lan kim? Eğer bilirsen Zara'ya yeni gelen elbiseyi sana alırım." ben asla kaybedeceğim iddiaya girmezdim. "Ben ödevimi yapmaya gidiyorum, ellerine sağlık Şengül Teyze." Ege, sandalyesinden yere doğru zıplayıp odasına doğru gidecekken kapıdan içeri giren Şengül Ablaya yemekten dolayı teşekkür etmiş, lavaboya doğru yönelmişti. "Dilhan Hanım, bitirmiş yemeğini." diyerek oturdu Şengül abla sandalyesine. Bazen yemeğini yiyor bazense yarım bırakıyordu. Ramazanları da hiç kaçırmadan orucunu tutuyordu. Annem çok tuhaf kadındı ve ben onun gibi olmaktan çok korkuyordum. "Başka bir üyemiz daha mı var?" Boran'ın sorusuyla bakışlarımı ona yönelttim. "Ertuğrul Çelik kalecisi."
"Abi bari kopya çekeceksin dikkatli çek. Yanlış çekmişsin kanka." Boran, Alev'in yanında oturduğu için Alev'in telefondan baktığını görmüştü. "Şansına küs Alev. Altay kalecileri." diyerek yanıt verdim. Alev ofladıktan sonra "Neyse, Eda'yla konuşmam lazım ben kaçtım size iyi eğlenceler!" Alev sofradan kalktıktan sonra biz, bensiz sohbete devam ettik. "Dilhan, annem oluyor Boran."
"E o zaman onunla da tanışalım."
Şengül abla bana baktı. Sen konuş gibisinden bakış atınca söze girdi Şengül abla. "Tanışamazsınız Boran oğlum."
Boran bana ne oluyor dercesine bakış attıktan sonra "Kusura bakmayın, yanlışlıkla kötü bir şey mi kaçırdım ağzımdan?" çok ince çocuktu gerçekten. Tanıdığım en güzel Fenerbahçeliydi. Ona buruk bir şekilde gülümsedikten sonra bakışlarımı kaçırdım. "Annem konuşmuyor Boran. Senlik bir şey yok yani."
"Beni görünce dillenir, hadi gelsin de tanışalım."
"Dillenseydi bir bakışla, Semiramis kızıma her baktığında bülbül gibi öter hâle gelmişti Boran oğlum. Yıllardır böyle Dilhan Hanım." adamsın Şengül Abla. "Aynı babam gibi." fısıldayarak söyledi bu cümlesini Boran. Ne demek istediğini pek anlayamasam da sustum bir şey söylemedim. "Hangi daireyi tuttun Boran oğlum?"
"Üst daireyi." deyince Boran'ın gözleri parladı. "Ay komşu olduk!" ben nedense hiç sevinmedim. "Yerimi kaptı Şengül abla. Böyle komşu mu olur?"
"Senin daha yaran kapanmadı mı kankam?"
"Kapanmadı kankam. Seni bekliyormuş, Boran gelse de japon yapıştırıcısı ile yaramızı kavuştursun diyor."
"Sabah vereceğiz dedik ya."
"Herkes herkesin yerini kapıyor Semiramis kızım. Çemkirme Boran oğluma." hemen Boran oğlum oldu? "Hemen sat beni Şengül abla sağ ol yani." daha sonra onların sohbetine katılmaktan vaz geçip Şengül ablaya ellerine sağlık dedikten sonra mutfağın balkonuna adımladım. Valla ev çok sıcaktı, yanıyordum. Balkona çıktığımda duvar yastığına sırtımı dayadım, bacaklarımı ise kendime doğru çektim.
Daha sonra derin düşüncelerime daldım tekrardan. Asla çıkamayacağım derin düşünceler.
Hayat gerçekten harbi bir şeydi. Eğer hayat bir insan olsaydı kesinlikle Yaprak Dökümü Ferhunde olurdu. Yağız'la asla ayrılmam, ona çok aşığım derken şimdi boşanmış bir çift olmamız son derece ironikti. Boşanma dilekçesini, ifadesiz ama çok şey anlatan bal irislerinin eşliğinde karakola getirip masama sertçe koymasıyla çoktan bitmiştik aslında biz. Kızmamıştım aslına bakarsak o an. Her ne kadar gözlerim ona küfreder gibi baksa da ruhumda ona karşı bir hayal kırıklığı vardı. Anlatamazdım ki o an neler hissettiğimi. Benliğimi kaybettim; yaşadığımı unutmuş bir ölüydüm artık. Hiçbir şey dememiştim ona o gün. Sadece göz bebeklerine bakarak dilekçeyi imzaladım düşünmeden. Tamam ben demiş olabilirdim ilk kez boşanalım diye ama onun her şeye rağmen ilişkimizin iplerini sımsıkı sarması gerekmez miydi? Her neyse ne önemi var artık? İki türlü de boşanacaktık. Sadece süreci hızlandırdık.
Balkona çıkıp yer hırsızı misafirimizi boş bırakmanın ayıp olacağını düşünüp oturduğum yerden kalktım hızla. Mutfağa girince tezgahta bıraktığım su bardağına damacanadan su basıp susuzluğumu giderdim. Şu Boran'ın yanına ne zaman gidecek olsam sanki organlarım yer değiştiriyor gibi hissediyordum. İçtiğim su dolu bardak boşalınca tezgaha koyarken bardağın çıkardığı ses ile eş zamanlı dalgalanan başka bir ses daha vardı.
Hırsız mı girdi eve? Biz evdeyken girecek kadar salak değildir herhalde hırsız.
Alev'in adımları olamayacak kadar sesli ve Şengül ablanın adımlarından hızlıydı. Ege de olamazdı çünkü Ege daha geleceği yere gelmeden bağıra bağıra Ali Babanın çiftliği söylediği için onun olduğu belli oluyordu. E kimdi bu gelen? Kanka dönüp arkana baksan. Arkaya dönmek kafama esince anı hızla dönüp kapıdan elleri üçer beşer tabaklarla dolu karşımda bana çipil çipil bakarak gülümseyen bir adet Boran duruyordu. Onun CZN Burak gibi sırıtmasına göz devirdim. "Akşam akşam karşımda ne sırıtıyorsun Boran?"
"E kankam tabak taşıyorum." dedi yüzü gibi aynı coşkuyu taşıyan bir sesle. Şimdi mutlu olmak ile tabak tutmanın bir ilişkisini arıyorum. Çünkü ben ne zaman temizlik yapsam sövdüğüm için bu işi yapabilecek mutlu biri tanımak beni şaşırtmıştı. Demek ki Boran anormal biri. "Burcun ne senin kankam?"
"Başak. Burcumla gurur duyuyorum." demesine şaşırmadım. Temizliği seven tek bir burç vardır; O da başaktır. Ve ben başak burçlarını hiç sevmem. "Gülümseyip durma bana psikolojim bozuluyor." fakat ona konuşurken o güldüğü için ben de gülüyordum. Güle güle bitirdim cümlemi. "Gülmek bulaşıcıdır kankam. Sen de gül kalbin yumuşasın." ne yani ben ruh hastası mıyım? "Sağ ol ya lafı da soktun kankam eksik olma." ikimiz de mal mal neye güldüğümüzü bilmiyorduk fakat eğlenceliydi. Ellerimle tezgahtan destek alırken hâlâ onun yüzüne bakıyordum. "Deli misiniz yavrucuğum neden gülüp duruyorsunuz?" Şengül ablanın bizi garipseyen bakışlarla içeri girmesiyle gülmeyi aniden bıraktık. "Bakırköy akıl hastanesinden kaçmış Şengül abla bu Boran."
Yaptığım şaka ardından Şengül abla gözlerime inanamıyorum bakışları attı Boran'a. "Şu binaya bir gün aklı düzgün biri taşınırsa lokma dağıtacağım." Boran yaptığım şakaya hâlâ gülerken Şengül ablanın soktuğu lafı duymazlıktan gelmişti. "Aşk olsun Şengül Abla, ben aklı düzgün değil miyim?"
"Sen çok delisin kızım." Şengül ablamın lafından sonra sustum ama Boran hâlâ gülmeye devam ediyordu. "Boran oğlum sen daha çok delisin. Kendi kendine gülenlere deli derlermiş zaten." the queen? "Şengül abla ben misafirim." dedi Boran şakacıktan trip atar gibi. "Artık Boran oğlum oldun. Arada kahveye gelirim fal bakarız." Boran sen nasıl istersen ablam der gibi başını salladı. "Ay tabaklar elimde kaldı. Tezgaha koyayım da çıkayım ben artık."
"Ben bırakayım seni Şengül abla." derken tezgaha doğru yaklaşan Şengül ablanın elindeki kirli tabakları alıp lavabonun içine attım. İnşallah kırılmamıştır. Keşke zengin olsak da kağıt tabaklarda yemeği yiyip çöpe atsak doğrudan. Muhteşem hayallerimi aklımın bir köşesine fırlatıp bana doğru yaklaşan Boran'ın da elindeki kirli tabakları, çatalları alıp lavaboya koydum. "Eyvallah kankam."
"Her zaman MİSAFİR." sonlara doğru yaptığım şakadan imaya güldü. "Semiramis kızım sen bugün beni bırakma." ben Boran ile tekrardan gülüşmeye başlarken Şengül ablanın sesini duymamızla ona kulağımızı verip sustuk. "Saat dokuz buçuğa gelecek Şengül abla. Olmaz öyle dolmuşlarda sürünme, taksi de bir dünya paradır zaten. Ben bırakırım seni ne olacak sanki."
"Şey ben kendim gitmeyeceğim zaten."
"Çocukların mı geldi abla?" heyecanla ona yönelttiğim soru karşısında gülümseyen yüzü düştü yavaş yavaş. "Yok onlar da değil..." ortamı yumuşatmak için Boran girdi bir anda. "Maniti varmış işte kankam. Utanmış söylemeye Şengül ablam."
Boran'a ya sen ne diyorsun dercesine bakarken Şengül abla minik minik gülümsedi. "Manit de neymiş Boran oğlum sen de." Şengül abla şakacıktan Boran'ın omzuna vururken "Var var ama söyleyemiyor. Yesinler Şengül ablamı be!"
"Boran oğlum o nasıl laf söz?!"
"Bakma sen bu dengesize Şengül abla. Sen onu bunu bırak da iyi biri mi bu dayı?"
"Dengesiz de olduk." kısık sesle Boran hayıflandığında içim acıdı ama üç saniye falan. "Ay Boran kankam dur bi."
"Tam bir İstanbul beyefendisi." dediğinde gözleri parladı bir anda parladı. "Bir İstanbul beyefendisi gibiiiii. Bir İstanbul beyefendisiii. Agre-"
"Yaşlı Amca?"
"Tek de eler."
"MaNga?"
"Her aşk ölümü tadacak?"
"Favori şarkım ya."
⛓️
Şengül ablayı sağ salim uğurladıktan sonra Boran'la ikimiz mutfağa attık kendimizi. "Allah'tan makine diye bir şey var yani." ben kendi kendime mırıldanırken Boran yavaştan mutfağın kapısına doğru gidiyordu. "Oldu o zaman ben gidiyorum. Hem misafirliğin kısası makbulmüş."
"Bir akıllı sen misin?" diyerek tuttum tişörtünün yakasından. Ensesine şakacıktan lök diye geçirdim elimin tersiyle. "Lan zaten iki saattir bizdesin."
"Makine?"
"Beraber yerleştireceğiz." dememle arkasına dönüp oflayarak "Tamam ya." dedi. Ona nispet yapar gibi gülümserken önümdeki makineyi açmamla gülümsemem usul usul söndü. "Sokarım ama ben bu işe!"
"Ne yani makine kirli tabaklarla tıka basa dolu mu? Ölüm sebebi." arkamda duba gibi duran Boran'a hak verdim. "Biliyor musun Boran kankam?" tek kaşımı kaldırarak arkamdaki Boran'a döndüm. "Ne olduğuna göre bilip bilmemem değişir kankam."
"BULAŞIK YIKAMAYI!" diyerek ortaya atıldığımda Boran birden kaçıverdi mutfaktan. Koşarak dış kapıyı açıp apartmanda koşmaya devam ederken ben de onun arkasından geliyordum. Resmen tilki kaç tavşan tut! O öyle değil aslında. Boran'a kıyasla tavşan olmam daha mantıklı. Boran bir atlet gibi apartmanın merdivenlerinden inerken ben de hemen ardından koşuyordum. "ULAN BORAN SENİ ÖPECEĞİM ÇOCUK HELE BİR YAKALAYIM!"
"ONU DA YAPARSIN KANKAM. ÖNCE BİR TANIŞALIM." bana, en alt kata indiğinde merdiven boşluğundan baktı. Yorgun olduğum için koşmaktan vaz geçtim. "Tamam Boran. Bir şey yapmayacağım söz! Şuraya gel ama!"
"Gelmemi mi istersin?" dedi bana karşılık olarak. Oyun mu istiyorsun kankam? "Daha çok bulaşık yıkamanı."
"Yıkamak istemiyorsam?"
"Seçeneklerin hepsi de bulaşık yıkamaya çıkıyor."
"Ya seçenek istemediysem?"
"O zaman seçeneklerine sokayım Boran! Çocuklu kadını getirdiği duruma bak." aşağıda duran Boran'a son sözlerimi söyleyince merdivenden sarkmayı bırakıp merdivene oturdum. Başımı deve kuşu gibi gömüp Boran'ın gelmesini bekledim. "Hiç çocuklu kadına benzemiyorsun kankam, belki bu yüzden seninle uğraşıyorumdur." başımı gömdüğüm yerden kaldırıp yanıma usulca oturan Boran'a baktım. Çok yorulmuştum bugün, mavi gözlerim ona bakarken kapanmasından korktum. "Beni yaşlı yerine koymadığın için sağ ol." dedim uykulu sesimin arasından.
Dudağının kenarı kıvrılarak baktı bana. "Belki yaşlı olduğun için Ege'nin annesi gibi durmuyorsundur." demesiyle uykum bünyemden bir anda def olmuştu. Ne demek yaşlıyım? Ben daha yirmi dokuz yaşındayım? Gencim güzelim? İçimden ona sayısızca saydırırken bana pişkin pişkin bakıyordu. İnsanı kırmak bu kadar kolaydı işte. Ben ona sınırlı gözlerle bakarak olduğum yerden hızla kalktım. Yukarı doğru çıkan merdivenlerden eve doğru çıkacakken Boran'ın kolumdan tutmasıyla refleks olarak başımı ona döndürdüm. "Şaka, bu bir şaka. İroni." sana da şakana da. "Umrumda olmadı zaten. Geleceksen gel gelmeyeceksen güle güle!" diyerek kolumu ondan çektim ve merdivenlerden çıkmaya başladım. "Ya Semiramis gerçekten şakaydı."
"Oğlum çok güzelsin lan!"
"Dünya'ya düşecek meteor böyle bir şeyse her gün düşebilir sıkıntı yok."
"İtfaiye falan çağırmadılar mı sizin eve?"
"UEFA Şampiyonlar Ligi'nde hissediyorum kendimi seni görünce."
"Kızım bir ses tepki ver ya, yemin ediyorum. Şaka yapan dilimi s*keyim ben valla. Allah Kuran Kerim çarpsın şakaydı."
"Ya anlasana Semiramis işte!" dediği onca şeyi elimin tersiyle itmiş gibi duymazlıktan geldim. Ben vurdumduymaz bir şekilde merdivenlerden çıkarken o da arkamdan gelmişti. En son çıkacağımız merdivenler bitmiş ve kapımın önündeydik. Onun son dediğini duymamla gözlerimi bir saniyeliğine ona çevirdim.
Omuz silktim. "Neyi anlayayım?" benden bir cevap duymayı beklemeyen Boran, gözlerini kaçırdı benden. "Seninle..." dedi fısıldayarak. Tam ağzımı açıp ona cevap verecekken ikimizin de beklemediği bir ses yankılandı kulaklarımızda. "Ablama mi aşık oldun Boran abi?"
Alev, seni lime lime doğrayacağım kardeşim. Benim güzel aklı yarım kardeşim. Seni çok seviyorum kardeşim, bu yüzden şimdi git ve götünü kolla!
"Ne?" diye tiz bir ses çıktı Boran'ın ağzından. Ardından güçlü bir kahkaha attı. "Ablana mı aşık olacağım ben? Yok artık daha neler! Love işlerine kapalıyız Alevcim." Boran'ı boş verip arkamda kapının başında duran Ege'yi kucağına alan Alev'e döndüm. "Cenabet cenabet dolaşma yürü, Ege'yi de indir kucağından!" Ege, muhtemelen uykulu olduğu için bizi duymuyordu. Sesim, Alev'e karşı ilk defa bu kadar ciddi ve yüksek çıktığı için Alev bana göz devirip kucağında duran kızımla beraber içeri geri girdi. Giderken de Boran'a cevap vermeyi ihmal etmemişti. "Love işleri kapalıysa ablam açar Boran abi!"
Alev'in gittiğine emin olunca kapıyı örterek geri Boran'a baktım. Boran'ın da gözlerime baktığını görünce gözlerimi oradan çevirip merdivenlere baktım. "Kusura bakma." diyebildim sadece. Fakat gözlerini benden kaçırmadığını hissedebiliyordum. Ben merdivenlere doğru bakarken ondan beklemediğim bir şey duymamla gözlerim yine onu buldu. "Seni unutamadım." Tuğkan dinliyor, bas nikahı. Beklediğim şey bu değildi, bana Tuğkan'ın Kusura Bakma şarkısından alıntı yapmıştı. Belirli belirsiz gülümsedim.
Gözleriyle devam et kankam gibi bakınca devam ettirdim şarkıyı. "Bu benim hatam."
"Ne yaptıysam olduramadım."
"Alev alev yanıyor can kafesim."
"Kesilir nefesim, seni bırakamadım."
"Seninle uğraşmak hoşuma gidiyor Semiramis." ben şarkıyı devam ettirecek diye beklerken Alev'in araya girerek bozduğu cümlenin devamını getirdi ani bir şekilde. "Yaşlı bunakmışım ya ben. Uğraşma benimle belki hastalık falan bulaşır uzak dur."
"Senden bulaşan hastalık çiçek hastalığıysa olur."
"Benek benek olur yüzün."
"Güzelliğin bulaşmış olur işte, ne güzel."
Gülümsedim ama o görmedi. Çünkü ona arkamı çoktan dönmüştüm. Söylediği güzel iltifattan sonra şaka yaptığına ikna olmuştum. "Bulaşık?" dedi bu sefer. Yoksa benimle bulaşık yıkayacak mıydı?
"Yıkamak mı istiyorsun yıkatmak mı?"
"İkimizin yıkaması?"
"Hadi gel lan!" diyerek Boran'a geri döndüm. Kolumu omzuna atıp sırtına geçirdim bir tane. "Kral adamsın Boran." gülümsedi. "Öyleyimdir kankam."
⛓️
"Boran, öyle değil ters koyacaksın." yıkadığımız temiz tabakları düz koyan Boran, sanırım biriken su ile Kanal İstanbul yapacaktı. "İsraf olmasın diye su biriktiriyorum Semi."
"Senin aklını seveyim Boran. Sabunlu suyun neyi israf olacak? Alev'le çok mu konuştun sen?"
"Kafa kız."
"Birazcık daha şu tabağı elimde bekletirsen kafana geçiririm." dememle elimdeki tabağı hızla alıp düz bir şekilde koydu gene. "Ben ne diyorum adam ne yapıyor hey Allah'ım." ellerimi dua eder gibi göğe açtım. "Hz.Eyüp'e verdiğin sabrı bana ver Allah'ım." derken Boran da öteki yandan "Amin." diyordu. "Boran kurumazsa yemek yiyemem lütfen ters koy şunları." binlerce söylemem sonucunda en son tabakları teker teker havluya ters koymuştu. "Semi ile israfa doğru."
"Sabunlu su içecek değiliz Boran."
"Senin o bakışlara sabunlu su içilir Semi."
"Sağ ol Boran."
"Sen de inşallah."
"İnşallah Boran- Ya abi biz ne yaşıyoruz al elimdeki şu tencereyi."
"Ters mi koyayım düz mü?" Boran, elimden tencereyi alırken sorduğu soruya ofladım. "Cevabını bildiğimiz soruları sormuyoruz Borancım."
"Düz yani?"
"Sen aklını başkalarına mı transfer ettin?"
"Transfer edilecek akıl mı kaldı Semi?" dedi bıkkın bir sesle. "Ters koyuyorsun Boran."
"Teşekkür ederim kankam." dediğinde gülümsedim. "Bana ettiğin ilk teşekkür." benimle aynı içtenlikle gülümsedi. "Son olmasın kankam."
"Kankam biliyor musun?" aradan geçen sessiz on dakikada bulaşığın yarısından fazlasını bitirmiştik. Gerçekten de sessiz olursak büyük bir icraat gerçekleştiriyorduk. Amacım bu suskunlukta tüm bulaşığı bitirmekti fakat gel gör ki Boran iki dakika çenesini tutamamıştı. "Ne olduğuna göre değişir bilip bilmemem kankam." dedim onun dediğine alıntı yaparak. Deja vu yaşadığında gülümsedi. "Sen olmasaydın şu an evimde soğuk ahşap parkede yatıyor olacaktım." sözünü sanki Küçük Emrah edasında söylemişti. Gözlerim dolacaktı, ya Rabbi. "Senin eşyaların gelmedi mi kuzucuk?"
"Gelmedi abla. Beni soğukta bırakacaklar." o an içimden geçene uydum. Sımsıkı sarıldım Boran'a. "Eşyaların gelene kadar bende kal kankam. Gönlüm el vermez soğukta yatmana." sarılmama karşılık verdi, sıkı sıkı sarıldı bana. Ayrıldığımızda sırtını sıvazladım. "Teşekkür ederim abla."
"İki oldu."
"Sen hep böyle sayacak mısın?" dediğinde yine düz koyduğu tabağa gülümseyip ters koydum. "Ölene kadar."
⛓️